150816373_246336220499425_227251136286848187_n

1.  Bölüm

 İhtiyar kadın kapının sesini duyunca iki kere ‘Neriman’ diye yardımcısına seslenmiş ancak sesini duyuramamıştı. Kapı ısrarla çalınıyordu. İş başa düşmüştü. Elindeki örgüyü oturduğu koltuğun yanındaki sehpanın üzerine bıraktı usulca. Kendince elleri hiç rahat durmaz sürekli elinde bir işler yapardı. Gözler de pek iyi değildi amma. Şu havalar soğumaya görsün dizleri yine ağrımaya başlamıştı.

“Soğuktan değil Ayşa garı. Makina gocadı.” dedi kendi kendine. Ayağa kalkmak ne kadar da zordu onun için. Dizlerini ovuşturarak yerinden kalktı.

“Neriman neredesin?” diye son kez bir ümit seslendi, ses yoktu “İşi var belli ki” diyerek ağır ağır yürüdü sokak kapısına kadar. kapının kolunu tutup “Kim o?” diye seslendi. Ancak belli ki, kimin olduğu o kadar da önemli değildi. Usulca açtı kapıyı. Etrafa şöyle bir baktı. Kimse yoktu kapıda. O kadarda çalınmıştı kapı. Belli ki çocuklardı. Çok severdi çocukları ‘keşke gitmeselerdi’ dedi içinden.

“Ula et yiyenin uşakları, vurup vurup gacın anca.” diyerek de söyleniyordu. Havada pek soğuktu ancak bu soğuk ve temiz hava her şeye rağmen güzeldi. Derince içine çekti havayı.

Ne severdi gençken ona huzur veren eşi Hüseyin Efendinin elini tutup bu sokakta yürümeyi. Gündüz vakti görmesinler diye tutamazdı elini kocasının. Ama akşamları.

‘Gidelim Sultanım’ derdi Ayşe’sine Hüseyin efendi. Gece karanlığında ilk zamanlar utanarak tutsa da o eli sonraları alışmıştı eşinin elinin içinde eli karların gıcır gıcır eden sesleri ile yürürlerdi. Bembeyaz güzelliğe doğru sevgi dolu gülümsemeyle baktı. Hüseyin ile Ayşe yürüyordu el ele. Özlem dolu yüreği ile tebessüm dudaklarında kaldı. Hüseyin toprak altında, Aysa gız da ona kavuşmak için gün sayıyordu. Buz gibi hava içini titretti bir an. Soğuk hava içeriye dolmasın düşüncesiyle hemen kapıyı kapatmayı düşündü.

“Babama etu yasak etti da doktor.” diyerek kapının önünde beliren torununa şaşkınlıkla baktı.

“Anam. Uşamm hele sen mi geldin?” diyerek hasretle sarıldı torununa ihtiyar kadın. “Uyyy Yusuf’um. Nerden çıktın sen hele uşammm?”

“Anamdandır da.” Torunun sözüne baktı ters ters. “Sus hele ermeninin doorduu.”

“Ula anam ermeni değil da.”

“Deil de nedur?” derken torunun yanaklarını öptü koklayarak. “Ayşe garinin has gelinidur.”

“Get havurdan. Sevmimm seen anayı.”

“Sen sevmiin emme babam sevii.”

“Hele uşak gırdırma baa havu çeneyi.” Yusuf kadının yanaklarını avucunun içine aldı. “Uyyy büyükanam. Saa can gurban.”

“Get. Can Allah’a gurban olur da.”

“Seni yaradana gurban elbette büyükanam.”

“Uşak, gel içeri da. Diyeldin galdın habu gapı aazında.” derken torununu içeriye çekiştirdi yaşlı kadın. “De baa bakimm ne geldin haburiye?” diye sordu torununu yanına oturtunca. Kışın ortasında ne işi vardı Yusuf’un buralarda.

“Tayinim çıktı.” dediğinde Ayşe nine merakla yüzüne baktı torununun. “Buraya değil büyükana, yolum buradan geçiyor ama. Sana uğramadan geçmeyeyim diye düşündüm. Heşme’ye çıktı tayinim.” Heşme ismine pek sevinmemişti babaannesi.

“Heşme mi? O da nasıl oli uşak? tayin zamanı mı bu zaman? Gapıda burul burul gar yayiken. kimin tavuğuna gışt dedin de baa.”

“Boşver büyükana, bayrak nerede dalganıyorsa habu Yusuf orada görev yapar. Bu arada Neriman abla nerede?”

“Bilmim. Gapıyi da duymadı. Yaşlanii garı.”

“Duymasın aman!”

“Kim dii baa yaşlani” diyerek yanlarına geldi sokaktan geldiği belli olan kadın. “Uşaam sen ne edin haburda?” dedi sesinde Yusuf’u orada görmekten memnuniyet vardı.

“Tayini çıkmış.” dedi sadece büyükana.

Torunun gelişine çok sevinmişti ama kışın ortasında da tayin çıkmayacağını hele hele torunun bir ceza olarak buralara geldiğinin farkındaydı Ayşe kadın. “Gız Neriman sen nere gettin hele?”

“Nasıl nere gettim? Sen beni havu yeni gelen Suriyelilere göndermedin mi?”

“Anammm. Gız hep unuttum ben oni da. Ben diim nerede bu garı?”

“He ne diin duydum.Yaşlanimişim. Ula kendiyi görmin Ayşa garı.”

“Kim yaşlani? Sen daha ellisinde taze.” derken gülümsedi Ayşe nine.

“Genç kızlar kavga yok. Ayırmam sizi.”

“Anam. Ben anamla gavga eder miyim hec?” diyerek Neriman yaşlı kadına sarıldı. “Get havurdan da sen uşaa sofra gur.” diyerek kendisine sarılan kadını kovaladı.

“Yusuf açsındır, anam doru dii.”

“Açım abla ama bir şey hazırlama. Mutfak da ne varsa yeriz. Ama fasulye turşusu varsa hayır demem.”

“Uşaam istediğin turşu olsun.” diyerek mutfağa gitti kadın.

Neriman hanımın hazırladığı sofrada neşe içinde yemeklerini yediler. Yusuf arasıra gelse de buralara bu işleri sebebiyle çok sık olmuyordu. Tayinin çıktığını öğrenince uçak biletini Rize’ye almış önce babaannesini görmek istemişti. Yarın işe başlaması gerekiyordu. Bir kaç saatlik muhabbet onlara şimdilik yeterdi.

Neriman hanım sofrayı kaldırınca “De baa Yusuf yüzlü Yusuf’um neye attılar seni havu Heşme’ye?” diye sordu.

“Birilerine göre yanlış yaptım. Ama sen üzülme hak doğruya yardım eder. Şuan sadece soruşturma geçiriyorum. Üzülme bana dua et.”

“Kime, nettin?”

“Bir müteahhit vatandaşın arsasını zorla ucuza kapatıyormuş, bana bildirdiler ben de araştırıp doğru olduğunu öğrenince savcıya talimat verip hakkında soruşturma açtırdım. O da beni kendince sürdürdü.”

“Sen dooru bildiyi et uşaam.” derken yılların kırıştırdığı elini torunun elinin üstüne koydu. “Allah seni doğru yolda ayırmasın.”

“Amin.”

“De baa saa haburlardan gız bakiimi?”

“Laf dönüp dolaşıp kız meselesine nasıl geldi büyükana?”

“Aha geldin otuza uşaam. Evlenmiin. Ula seen meslekde bekar olmak eyi değildir da.”

“Eyi böle eyi.”

“Uşaam bu gidişde eyice evde galacan da. Anan olacak garıda bulmi birini saa.”

“Anama kalsa var ya bir dakika durmaz. Ancak zamanı vardır be ninem. Üzme kendini.”

“Torun torba istiim ben. Ahanda ölim da. Seen mürüvetide görsem.” Yusuf ayağa kalktı yavaşça.

“Olur olur o da olur büyükana ama artık ben gitmeliyim. Birazdan Hüseyin gelip beni alacak.”

“Hüseyin mi götürecek seni Heşme’ye.”

“He ona dedim. Götürürüm ben dediydi.” Hüseyin ihtiyar kadının büyük oğlundan torunuydu. İlçenin belediye başkanıydı. “Koca belediye başkanını yoracağım ama.” İlçede halkın önüne sandık ne zaman koyulsa hep aileden başkan seçilmişti zaten karşılarına da pek kimse çıkmıyordu.

Aile tüm şehir de çok seviliyordu. Hüseyin dede ilçede ölene kadar başkanlık yapmıştı. Sonra büyük oğlu oldu başkan şimdi de torunu. Beş çocuğunun beşini de okumuştu. İki oğlu üç kızı vardı. Burada sadece büyük oğlu ve onun çocuklarından Hüseyin kalmıştı. Onlarda baba mirasından devam ediyorlardı.

Yusuf en küçük oğlunun çocuğuydu. Torunlarına bir ayrı düşkündü Ayşe nine. Torunlarının çocuklarını da görmüştü. Yusuf ve kardeşleri bekardı, büyük kızın ve küçük kızında da vardı bekar. Ama en büyükleri Yusuf’tu. Büyükannesi Yusuf’a hep Yusuf yüzlüm derdi. Yusuf da bu lakabı hak edecek kadar erkek güzeli bir adamdı. Yusuf, Hüseyin abisini çok severdi. Hüseyin’in de büyümeyen bir evladı gibiydi

Yusuf.

“Gördü mü seni?”

“Birazdan gelir. Yogunmuş görüşemedik. Bu arada ben namaz kılayım da hazır olayım. Amcamla yengemi de görmedim. Onlara da uğrarım. ” dediğinde ayağa kalkacakken babaannesi Yusuf’u durdurdu.

“Yusuf yüzlüm, Heşme’yi biliin değil mi?” diye sordu yaşlı kadın. “Çok eyidirler emme. Müslümanı sevmez oranın adamı.” dedi üzüntüyle. “Saa türlü hileler ederler.” sesindeki acı o kadar belliydi ki.

“Bak her işte hayır vardır. Evli olsaydım ve eşim kapalı olsaydı. Düşünebiliyor musun yaşayacaklarımızı?” diyerek işi şakaya vurmak istedi Yusuf. Annesinin nasıl gözyaşı akıttığı geldi aklına. Ne zaman aklına gelse gözyaşlarına engel olamıyordu.

“Yıllar önce. Daha ben genc idim.” Bir süre o günleri düşündü “Deden belediye başkanıydı. Baban daha delikanli. Daha tıbbiyeyi yeni bitirmiş. Uzmanlık sınavina hazırlanıyodu. Hec unutmam o günleri.” dediğinde mavi gözleri dolu dolu olmuştu. O yıllar çok kötüydü. “Bazı odun gafalılar dicem emme.” Başındaki örtünün ucunu tuttu.

“Habu Allah’ın emrine garşı gelilerdi. Bir öğretmen gelmiş Heşme’ye. Su gibi

dupduru bi taze. Başında örtüsü. Sürgünmüş burası ona. emme sürgünede gelse baş bağlamak yasak. Yasak olsa da. Başını açmamış taze. Derse öylece girmiş, girmiş de onu beklememiş bazı soysuzlar. Derslik gapısıni gırar gibi açıp sınıfa girmişler. İlk, başından örtüsünü çekip o gece karası saçlarından tutup, öğrencilerinin önünde dışarı çıkarmışlar. Kimse boğazı yırtılarak çıkardığı feryatları duymamış. Gulakları olanlar saar. Gözleri olanlar kör olmuş. Sokak ortasında, şehir meydanında. dövmüşler. Hani gitap vara. ‘Vurun kahpeye’ vurmuşlar. Kahpe olmuş başındaki örtüsü ile. Dedi ki kendine gelince; ‘Acımadı canım. Zaten örtüm gidince. Canım da gitmişti.’ Bir Allah guluda yardım etmemiş. Dedeye geldi habar, yanına bir gaç adam aldı getti. Heşme’ye girememişler. Kız istemiş deden. Baygın gine getirip önlerine atıp gitmişler. Yaralı bir guştu. Günlerce hastanede yattı. Gırılmadık kemik yoğudu desem. Yalan olmaz.”

İhtiyar kadın gözlerinden dökülen yaşa engel olamamıştı. Yıllar geçse de acısı taptazeydi. Yusuf bu olayı ilk defa dinliyordu. Daha önce hiç kulağına gelmemişti.

“Ne kadar acı bir olay. Aradan yıllar geçmiş. Ülkem çok değişti. O insanlar da değişmiştir.”

“Orada yaşayanlar masum, sahipsiz bi gızı başında örtü var diye döven adamların torunları. Sen de o masumu onların elinden alan adamın torunu. Garip olan.” içini çekti. “Dövdükleri öğretmenin oğlunun onların şehirlerine kaymakam olması.”

***

“Ne düşünüyorsun?” Emmioğlunun sorusu ile bakışlarını ona çevirdi Yusuf. Dört saattir yoldaydılar ve Heşme’ye çok az kalmıştı.

“Aslında bir şey düşünmüyorum abi. Kafamda bilinmezin verdiği binlerce soru var.”

“Yaşamadan sorularına cevap bulamazsın sanırım.” Yusuf derin derin içini çekti. “Haklısın abi. Burası sonuçta ilk görev yerim değil. Ama ilk gibi heyecanlıyım. Aslında ikinci görev yerimde de heyecanlıydım.”

“Ben de ikinci kez sandıkdan çıkınca da yüreğim ağzımda atıyordu resmen.” diyerek heyecanını aktardı Hüseyin. “Aslında Heşme halkı iyidir. Din. onlara uzak bir şey.”

“Neden?”

“Burası böyle. Adamlar dindarı sevmiyorlar.”

“Gelirken biraz araştırdım. Eski kaymakam arkadaşı da aradım. Dine uzaklar dedi o da. Kentin ileri gelenleri uyumlu olmalısın dedi. Söz sahibi olan birinden bahsetti. Temel Konak. Sen hiç duydun mu?”

“Temel Konak, buralarda çok ünlüdür. Heşme ondan sorulur. Eli ayağı bayağı uzun

adamdır. Milletvekilliği de yaptı.”

“Devlet adamı o zaman.”

“Evet. Ben kendisini tanırım. Bölge milletvekiliydi sonuçta.”

“Ön yargılarımla gitmek istemiyorum Heşme’ye. Büyükannemin anlattıklarını. keşke duymasaydım. Bu zamana kadar bilmiyordum yine bilememeye devam etseydim. Annem ve babam bana bundan asla bahsetmedi. Büyükannem bana kıyamadı.”

“Ben biliyorum o zamanları. Çok kötüydü yengem.”

“Abi, Allah adaletsiz davranmayı bana nasip etmesin. Yepyeni bir yer benim için, temiz bir sayfa. Anneme bu caniliği yapana Yusuf Karapınar olarak her türlü cezayı vermek isterim. Ancak benim adımın önünde Kaymakam titri olunca orada durmam ve eskileri bilmeden adil olmam lazım.”

“Bu konuda haklısın. Bu oteli biliyorum Yusuf.” diyerek önüne geldikleri oteli işaret etti. “Bu gece burada kalalım.”

“Tabi tabi. Dinlenelim. Yarın sabah kaymakamlığa giderim zaten.”

“Hadi bakalım kaymakam bey.” derken arabanın kapısını açtı. “Buz gibi mübarek

hava.”

“Bu sene sanki çok kâr yağdı.”

“Aynen öyle. Heşme de nasiplenmiş kardan.” diyerek arabadan çıktı. Kendilerine doğru gelen görevliye selam verdi Yusuf.

“Hoş geldiniz efendim. Aracınızı park edebilir miyim? Sonra da çantalarınızı getiririm.”

“Çantamız küçük biz alalım.” diyerek Hüseyin sadece arabanın anahtarını uzattı. “Aman açıkta kalmasın arabam. Bu sene sanki çok soğuk Heşme”

“Evet efendim, bu yıl çok kar yağdı.”

“Sokakta kalanlar için felaket tabiki.” derken Yusuf gece karanlığına rağmen kar kalınlığını fark ediyordu.

“Evet efendim.”

“Yusuf’um burası Karadeniz, burada fakir soğukta üşümez. Senin geldiğin yerlere benzemez bizim memleket.” dedi Hüseyin tebessüm ederek.

“Öyledir abi. öyledir.” diyerek otele girdiler. Resepsiyonda işlemlerini yaptırıp odalarına çıktılar. İkisi de yorgundu, biraz sohbetten sonra uyudular.

Sabah Yusuf ve Hüseyin yorgun olmalarına rağmen namazdan sonra uyumamışlardı. Saat sekizde verilen kahvaltıya indiler, çantalarını alarak. Yaptıkları güzel kahvaltıdan sonra Hüseyin memleketinin dönüş yoluna yönelirken Yusuf taksiye koyduğu valizleri ile kaymakamlığın yolunu tutmuştu.

****

“Abi hayırdır” diye sordu taksici Yusuf’a. “Ne işin var kaymakamlıkta?” Yusuf etrafını izlerken adama cevap verdi.

“Devlet işleri hemşerim.”

“İşin gaymakamlaysa zor arkadaş.”

“Neden?” Yusuf iyice meraklanmıştı.

“Yok bu ilçede kaymakam yok. Komşu ilçeden geli ama. o da arasan yerinde yok.”

“Yenisi gelir elbet.”

“Gelimiş.” derken köşeden döndü “Sürgün yemiş falan dediler.”

“Sürgün?”

“Anaa işte. Herif bişi etmiş.” anlaşılmaz suratla Kendin e bakan Yusuf’a baktı göz ucuyla “Suç daa.”

“Ha anladım.”

“Ne etti bilmim. Emme bişi etmese habu gar da gış da ne işi var haburda.”

“Haklı  olabilirsin  ancak  ön  yargılı   olmamak  lazım.”  diyerek  Yusuf  kendini savunuyordu. “Zaten gaymagam olacak herif namaz da gılimiş.”

“Namaz?”

“Hee adam İslamciymiş. Bu devirde düşünün mi? namaz gılan gaymagam. Ülke geriye gidii.” dediğinde Yusuf ona cevap bile vermek istemedi.

“Daha çok var mı?” diye sordu saatine bakarken.

“Havu sarı bina.” diyerek yaklaştığı binayı işaret etti. “Hemşerim, sen nerden geliin. Bavulunda çok, galıcı mısın?”

“Balıkesir’den geliyorum. Ve evet, bir süre buradayım.” Adam binanın önüne

geldiğinde arabasını durdurduğunda Yusuf taksimetrede yazan bedeli verdi ve araçtan indi. Bagajını almak için aracın arkasına geçtiğinde taksici hemen geldi. Bagajını açarken “Abi kalacak yerin var mı? Yoksa yardımcı olurum.” dedi.

“Teşekkür ederim, kalacak yer sorunum yok.”

“Ev buldun mu?” dediğinde üçüncü valizi de indirdi. “Abi. ne yapacaksın şimdi valizlerle?”

“Buraya bırakalım kalacağım eve gönderirim birazdan. Güvenlik ilgilenir.” Taksici ters ters Yusuf’a baktı. Kaşlarını çattı.

“Abi sen kim oliin de güvenlik senin valizinle ilgileni ki?”

“Kaymakam oluyorum.” dediğinde adamın şaşkınlığı yüzünden okunuyordu.

“Sen ne diin abi. Şey kaymakam bey? Sen daha çocuksun.”

“Hadi eyvallah kardeşim.”diyerek Yusuf elini uzattığında bir tedirginlik yaşayan taksici titreyen elini uzattı.

“Kusura bakma.”

“Allah iş rastlığı versin.” diyerek taksiciden uzaklaşarak binaya girdi. Güvenliğe kartını gösterdi. Valizleri içeri almalarını birazdan alınacağını söyledi. Merdivenlerden ikişer üçer çıkarak çıkmaya başladı.

Kaymakamlık katına geldiğin de durup derin bir nefes aldı. O makam odasına girdiği anda yeni bir hayat başlayacaktı onun için. İçinde bir Ayet-el Kürsi okudu. “Rabbim sana teslimim. Yanlışımı engelle. Doğrularımda gayret ver. Senden yolumu çevirmeme fırsat verme.” derken kaymakam odasına girip selam verdi. Bugün vekil kaymakam makamda olacaktı. Sıkıntısı yüzünden belli olan sekretere selam verdiğinde kadın ona bile bakmadan “Buyur.” dedi.

“Kaymakam beyle görüşmem vardı.” Sekreter telefona uzandı.

“Kim diyeyim?”

“Yusuf Karapınar.”

“Kaymakam bey, Yusuf.” derken masasının yanında bekleyen adama başını çevirdi. Kocaman olmuş gözlerle adama baktı “Yusuf Karapınar mı?” Yusuf sessizce başını sallarken kadın ayağa kalktı. “Hoş geldiniz efendim.” dedi sesi titreyerek. Bu arada vekil kaymakam ve güvenlik polisi makam odasından çıktı. Kadın hala ayakta bekliyordu.

“Yusuf bey Hoş geldiniz.” diyerek vekil kaymakamın kendisine uzattığı eli sıktı. “Hoş Buldum kaymakamım.” Polis memuru ile de selamlaştıktan sonra hala ayakta bekleyen sekretere baktı.

“Buyurun makamınıza” diyerek yol gösterdi vekil. Birlikte odaya girip kapıyı kapattılar. İki arkadaş görüşmeyeli uzun zaman olmuştu. Kapıyı kapattıktan sonra sıcak bir bir şekil hasret giderdiler. İki kaymakam okuldan arkadaştılar. Bugün geleceğini Murat kaymakama haber vermiş ancak kimseye bilgi vermemesini söylemişti.

“Ee~ Yusuf. Neden geldin buralara?”

“Çayın yok mu arkadaş ya. Hala misafirim devir yapılmadı henüz.”

“Üzülme birazdan vali bey de gelecek. Sana seve seve makamını verebilirim.”

“Ne o benim ilçemi beğenmedin galiba.”

“Yoo~ Sorunsuz bir yer. Türkü söyle hayat bul. Ve yaşa kardeşim.”

“Hadi hadi. vali gelmeden çay söyle bana. Biliyorum seni konuşmaya başladın mı susmazsın.”

“Çay söyleyeyim de. Oğlum bu kadar genç nasıl görünüyorsun. Ben de saç kalmadı. Türk kası dersen o biçim.”

“Fena mı olgun adam tipin olmuş genç yaşta. Beni kaymakam bile saymıyorlar. Saçım dökülse itibar görür müyüm bilemiyorum.”

“Sekreteri diyorsan onu değiştir bence. Yüzüne bir kez baksaydı itibar zirve yapardı ama kadın çok. nasıl desem. biraz. ya biraz sıkıntılı.”

“Anladım arkadaşım, makama girenleri o şekilde karşılamaması gerektiği hakkında uyarılmasında fayda var.” diye açıkladı Yusuf.

“Arkadaş makam senin” derken Murat ellerini kaldırdı.

“Vali bey neden gelmek istedi ki?”

“Sana nasihatte bulunacak sanırım.”

“Osman Beyi tanıyor musun?”

“Burada   tanıştık.   Babacan   biri.   Tam   senin   kafa   diyebilirim.”   dedi   Murat gülümseyerek.

“Buna memnun oldum. Eee~ Çocuklar nasıl? Ya Ecem?”

“Ecem de, çocuklar da iyiler. Ve heyecanla seni bekliyorlar.”

“Çocuklar büyümüştür. Epeydir görmedim.”

“Büyüdüler. Dünyaya gelen büyüyor kardeşim. Ne kadar oldu görüşmeyeli?”

“İki yıl oldu sanırım.” Murat arkadaşının dizine elini koydu.

“Ecem senin için bir kaç gelin adayı hazırladı bile.”

“Bir kaç derken?”

“Sayıyı bilmiyorum. Tek tek tanıştıracak. İnan bana senin gelişine çok mutlu oldu ve hemen hazırlığa başladı.” aklına gelenle sustu Murat, sonra yüzündeki kurnaz gülümseme ile “Gerçi. Seni Suna bırakmaz artık.”

“”Suna? Suna ne alaka kardeşim?” diye sordu kaşlarını çatarak.

“Kız burada savcı.”

“Ciddi misin?” Yusuf hayretle sordu. “Şaka değil mi?”

“İnan şaka değil. Ben de görünce şaşırdım. Ama kesinlikle o. Hatta. Ecem bir akşam yemeğe bile aldı. Altı aydır buradaymış.” Murat sıkılınca yaptığı gibi elini başına götürüp, kaşıdı. “Olgunlaşmış. Korkma. Gerçekten hanım kız olmuş ve nişanlı.”

“Sevindim.” derken derin bir nefes aldı.

“Eee~ Görüyorsun yalnız kalmayacaksın.” dediğinde Yusuf başını salladı.

“İyi ki buradasınız.”

“İyi ki sen buradasın kardeşim. Gerçi o kadar da yakın değiliz, iki saat benim ilçeyle burası.”

“Olsun kardeşim. Aslında burada evimde gibiyim.”

“Çayı unuttum seni görünce. Özlettin kendini.” derken telefonu çevirdi.

“Tuba Hanım bize iki çay getirir misiniz?” dedikten sonra telefonu kapattı “Bu akşam bizdesin.”

“Eve yerleşsem önce. Hafta sonu gelsem daha doğru olacak sanırım.”

“Seni zorlamayacağım. Özlediğini ve burada yalnız olmadığını bil kardeşim.”

“Bunu biliyorum elbette. Şimdi sen bana devir.” kapının çalınmasıyla sustu.

“Buyurun” Odanın kapısı açıldığında “Sabri Bey buyurun. Yusuf Beyle okuldan arkadaşız hasret giderirken sizi unuttuk. Yazı işleri müdürümüz Sabri Yılmaz” diyerek Sabri Beyi tanıştırdı. Yusuf ayağa kalktı. “Yusuf bey kaymakamımız.”

Yusuf adamın elini sıktığında “Memnun oldum kaymakamım.” dedi.

“Sabri Bey, işinin ehli biri Yusuf bey. İlçeye hakim biri.”

“Çok güzel. Sizin aracılığınızla Heşme ile tanışırız.”

“Endişeniz olmasın kaymakamım. Bu arada evinizin bakım ve temizliği ile ilgilenen bayanı kaymakam konağına gönderdim. Eşyalarınızda götürüldü. Makam aracınız da emrinize hazır.”

“Teşekkür ederim Sabri Bey.” Çayları sekreter kız kendisi getirmişti tek tek ikram etti. Yusuf’un önünde durduğunda “Şey kaymakamım geldiğinizdeki davranışım için sizden özür dilerim. Siz olduğunuzu düşünemedim.” dedi.

“Adınız neydi?” diye sordu Yusuf kadına.

“Tuba, efendim.”

“Tuba Hanım, size hareketiniz için önemli değil demeyi düşünürken ikinci cümleyi kurmanız aslında konunun çok da önemli olduğunu anlamamı sağladı. Karşınızdakinin ben veya her hangi biri olması hiç önemli değil. Vatandaş devletin kapısında saygı ve hürmet görmeli. Bu da kapıdan girdiği andan itibaren başlar. Güler yüz Tuba Hanım. Sizden vatandaşa güler yüzlü davranmanızı ve onları dinlemenizi istiyorum.” dediğinde kadının bozulduğunu görebiliyordu.

Dişlerini sıkarak “Peki efendim.” dedi. Yusuf kadına elindeki çayı gösterdi. “Çay için teşekkürler Tuba Hanım.” dedi gülümseyerek. Sekreter izin alıp çıktığında;

“Aslında işini iyi yapan bir sekreterdir kaymakamım. Sabah mahmurluğu ile o şekilde davranmış sanırım.” diyerek Sabri kadının savunmasını yaptı.

“Zamanla tanışırız Sabri Bey.”

Gün içinde vali de gelmiş, Yusuf’a yaptığı nasihatlerden sonra görev teslimi yapılmıştı. Yusuf misafirlerini geçirdikten sonra tüm müdürlerini toplantıya çağırmış oldukça verimli bir toplantı geçirmişlerdi. Akşamda belediye başkanı ile görüşecekti.

Saat 19 gibi belediye başkanının geldiğini haber verdi güvenlik polisi. Gelmesini söyledikten sonra başkanı karşılamak için ayağa kalktı, masasından çıkarken başkan içeriye girdi. Yetmiş yaşlarında biriydi başkan.

Yusuf elini uzattığında “Hoş geldiniz kaymakam bey.” diyerek Yusuf’u selamladı. Yanında yardımcıları da vardı.

“Teşekkür ederim belediye başkanım.” Diğerleri ile tanıştıktan sonra oturdular. “Kaymakamım sevdiniz mi buraları?”

“Heşme’yi bilmem pek, tanıyacağım. Ancak bende bu bölgenin çocuğuyum. Yabancı değilim bu bölgeye.”

“Nerelisiniz?”

“Kemaliye’liyim. Yani babam oralı.”

“Buraları bilen birilerinin kaymakam olması iyi olmuş aslında.”

“Bunu yaşayarak göreceğiz ama bende sizin gibi düşünüyorum.”

“Yaşınız nedir?”

“30 başkanım.”

“Çok gençsiniz.”

“Aslında pek de genç değilim. üçün görev yerim.”

“Kaç yaşınızda başladınız?”

“Yirmi beş.”

“O zaman epey deneyiminiz var.”

“Elbette.  Zaten 3 yıl görece kabul edildikten sonra  çeşitli kademelerde staj yapıyoruz.”

“Yine de yönetim işi bu.”

“Haklısınız. Ancak şu da var. Hiç bir belediye başkanı eğitim almıyor. Hatta eğitim de önemli olmuyor.”

“Kaymakamlık farklı bir makam.”

“Evet haklısınız. Biz burada tamamen devleti temsil ediyoruz.”

“Bizde halkız.”

“Devletler, halklardan oluşuruz başkanım.” Belediye başkanı bir süre cevap vermedi

sonra da çalan telefonuna göz attı.

“İzniniz olur cevap vermem gereken bir telefon.” Yusuf başı ile olur dedikten sonra başkan gülümseyerek telefona cevap verdi.

“Sayın Vekilim, buyur. Kaymakam beyleyim vekilim. Güzel olur.” derken Yusuf’a baktı “Elbette söylerim vekilim.” Yusuf’a bakarak. “Kaymakam bey, şehrimizin ileri gelenlerinden, eski vekillerimizden Temel Bey arıyor. Geldiğinizi duymuş da. Yarın sizi bir yemekte ağırlamak istiyor müsaadeniz olursa.”

“Olur elbette.”

“Temel abi, kaymakam bey müsaitmiş. Tabi abi. Elbette abim. Bilmem mi abim. Saygılar abim.” diyerek telefonu kapattı. “Selamı var size. Çok mutlu oldu. Yarın akşam konağında olacak yemek. Müdürlerimizi ve şehrimizin ileri gelenleri de olacak.”

“Güzel, ben de bir çok kişi ile de tanışmış olurum.” Başkan ayağa kalktı. “O zaman biz gidelim, yarın akşam görüşürüz.” derken elini uzattı.

“En kısa zamanda sizinle ve müdürlerimizle toplantı yapmak isterim.”

“Elbette kaymakamım, sekreterim uygun için size döner.”

“Çok güzel. Görüşmek üzere başkanım.” diyerek misafirlerini geçirdi. Daha fazla beklemeden makamından koruma polisi ile ayrıldı. “Çoluk çocuk var mı Neşet?” diye sordu polis memuruna.

“Üç çocuğum var efendim.”

“Allah size bağışlasın.”

“Kaymakamım siz evli değilsiniz galiba.”

“İş güç, evlenmeye vakit olmadı işte.” derken şoförü kapıyı açtığında Yusuf, şoföre elini uzattı. “Seninle tanışmadık biz.” Şoför kendine uzanan ele elini uzattı.

“Adım, Ali kaymakamım. Hoş geldiniz”

“Yusuf ben de.” aracına bindi. “Kaymakam evine gidelim Ali.” dedi Yusuf yeni bir bilinmeze doğru giderken.

***

Uçağı havaalanına ineli bir saati geçmişti Deniz’in. Zaten hava muhalefetinden epeyce rötarlı inmişlerdi. Valizlerini almış, kiraladığı aracın gelmesini bekliyordu. Babasına haber verseydi aslında kızını hemen aldırırdı.

Üniversitede de işletme okumuştu Deniz. Sonrasında da altı ay olmuştu İngiltere’deydi. Amacı dil öğrenmekti. Orada Noel tatili olunca o da fırsat bu fırsat deyip ülkesine gelmişti. Babasına büyük sürpriz olacaktı. Gerçi babası ‘Sana harika bir sürprizim var.’ demişti en son konuştuklarında. Ne kadar dil döktüyse de öğrenememişti. Baba kız her zaman birbirlerine düşkündüler ancak annesi beş yıl önce aniden ölünce daha da yakınlaşmışlardı.

Birden aklına o Valeria denilen Rus kadın geldi Deniz’in. Temel beyin hayatına Deniz son sınıftayken girmişti o kadın. Bu ilişkiden Deniz hiç hoşlanmamıştı, babası ile defalarca konuşmuş ancak onu vazgeçirememişti. Babası yetmiş yaşlarında biriyken Valeria otuz yaşında bir kadındı. Deniz düşünceli bir şekilde başını salladı. Babasına ‘Bu kadın seni değil paranı seviyor.’ dediğinde tepkisi korkunç olmuş ilk defa Deniz’e elini kaldırmıştı. Yukarı kaldırdığı elini indirmemişti ama bu Deniz’in ilk fırsatta yurt dışına çıkmasına engel olmamıştı.

Deniz bu anıyı hatırladığında gözlerinden akan yaşa engel olamadı. Aradan geçen zaman baba kızın arasındaki buzları eritmişti. Temel Bey yaptığı yanlış için kızından defalarca özür dilemişti. Babasının nasıl bir kaya gibi sert olduğunu bilen Deniz de onun samimiyetine inanıp bu dargınlığı fazla uzatmamıştı.

On ay dile kolay tam on aydır memleketine gelmemişti. Babası okul bitince gelir diye düşünmüştü, Kızının mezuniyetine gitmiş ancak Deniz mezuniyet programından hemen sonra İngiltere’ye uçmuştu.

“Deniz Ela Konak!” diyerek adının anons edilmesiyle başını kaldırıp danışmaya baktı. kiraladığı araç gelmiş olmalıydı. Hemen yerinden kalkıp danışmaya ilerledi.

“Deniz Ela Konak. benim.” dediğinde adam elini uzattı.

“Merhaba Deniz Hanım, ben Hakan. Kusura bakmayın hava şartları malum. Uçak rötarlı kalınca aracı geri götürdük, bu seferde size zamanında ulaştıramadık.”

“Önemli değil diyemeceyeceğim. Bu olayı bur daha ki sefer değerlendireceğimden emin olabilirdiniz.” diye cevap verdi şaşkın şaşkın kendisine bakan adama. “Şimdi lütfen anahtarı alayım.” dediğinde adam.

“Buyurun size aracı teslim edeyim.” diyerek yolu gösterdi. Kapıya doğru hareket ederken eşyalarının taşındığı yük aracını da çıkışa yönlendirdi Deniz. “Deniz Hanım sizden nasıl özür dilesek bilemiyorum.”

“Size tavsiyem şuan hiç bir şekilde dilemeyin. Sadece arabayı istiyorum.” diyerek adamı kesin dille susturdu. B8r süre sonra kara rağmen yaşadığı ilçeye doğru yol almaya başladı. İlk defa bu kadar kar görüyordu Karadeniz sahilinde. Sakin giden yolculuk Heşme’ye girip çiftliğin yoluna saptığında son buldu. Aslında epeydir araçta bir sorun olduğunu anlamış ancak az kaldı diye dikkate almamıştı. Çiftlik şehrin epey dışındaydı ve o gecenin kör karanlığında ve bu soğukta yolda çakılıp kalmıştı.

Arabadan çıkıp sanki anlıyormuş gibi motora da baktı ama. Hiç bir şey anlamamıştı. Kiralama şirketini arayıp durumu bildirdi ancak yerini bildirirken telefonun da şarjı bitmişti. Yoldan geçende yoktu. Babası bu akşam bir yemek veriyordu. Yemek bitince birileri elbet geçerdi. Tabi arada Deniz donmazsa onu kurtarırlardı. ‘Ne aksilik dolu bir yolculuk oldu’ diye kendi kendine söylendi. Arabaya girip şoför koltuğuna tekrar oturdu. Mecburen klimayı açtı, en fazla iki saat beklerdi.

Ne kadar beklediğinin farkında değildi ama gelen giden de yoktu. Son bir kez daha arabanın motoruna bakmak istedi. ‘Keşke biraz anlayabilseydim.’ diye sitem etti kendi kendine. Arabanın kaportasını açıp anlamaz halde bakarken karşıdan gelen bir araç olduğunu fark etti. Hemen farları ile durmasını işaret etti. Bu bir makam aracıydı. Araba Deniz’in arabasını biraz geçip durdu. ‘Çok şükür‘ dedi kendi kendine. Hava daha da soğumuştu. Yanına gelen adamı fark etti.

“Merhaba.” dedi adam.

“Merhaba. Ne oldu bilmiyorum, birden durdu” dedi arabaya bakarak. Adam onu belli ki tanımıştı. “Deniz.” dediğinde dikkatle baktı.

“Aaa~ Ali. Bizden mi geliyorsun?”

“Evet orada yemekteydik. Kaymakam yeni geldi. Baban yemek verdi de.”

“Kaymakam mı? Erken ayrılmışsınız.”

“He ya!” derken arkasına baktı Yusuf’a doğru “Kaymakam biraz aksi de.” dediğinde Deniz siyah camların ardından görünmeyen aksi kaymakama baktı.

“Babama sökmez onun aksiliği.” diye mırıldandı. “Neyse Ali, beni de ilgilendirmez bu konu. Sen şu arabaya bak da.”

“Çalıştırmaya çalışayım bakalım.” diyerek Ali aracın anahtarını almak için elini uzattı.

“Kontakta.” diye cevap verdi Deniz. Ali hemen geçti anahtarı çevirdi ama nafile motorda sorun var gibiydi. Kalkıp motora baktı. Bir şeyler yaptı.

“Çalışmayacak gibi Deniz. Ben kaymakam beyle konuşayım da. Seni eve bırakalım. Döner mi bilmiyorum.”

“Ya. Babamı arayayım o birini gönderir.”

“Olmazsa öyle yaparız.” diyerek kaymakamın yanına gitti Ali. Deniz, Ali’nin arkasından arabaya baktı. Yaşlı biri olmalıydı kaymakam. Acaba o kara camların ardında nasıl bir adam vardı da babasının yemeğinden erken kalkabilme cesaretini gösterebilmişti. Babası tam bir otorite adamıydı.

Ali, kaymakamla konuşup kapıyı kapattı. ‘Normalde Temel Bey’in ķızı için o aracın içindeki adam dışarı çıkar’ diye düşündü Deniz. Evet bu adam gerçekten garipti.

Ali “Deniz, seni evine bırakalım.”

“Ali zor durumda kalmasaydın.”

“Yo yo. Senin kim olduğunu söyleyince kaymakam bey itiraz etmedi.”

“Çantamı alayım o zaman.” derken çantasını aldı. “Şarjim da bitti. Üstelik yanında şarj için kablo da yok.” diye anlatırken Ali’nin açtığı kapıdan içeri girdi. Bir an durdu, arabada oturan adam en fazla otuz yaşında olmalıydı. Oysa Deniz yaşlı bir adam hayal etmişti.

“Merhaba. Ben Deniz.” diyerek elini uzattı. Kaymakam sanki bir an elini uzatmakta tereddüt etti. Ama sonra lütfediyormuş gibi Deniz’in elini sıktı.

“Yusuf ben de.” Evet kesinlikle ukala biriydi.

“Ali söyledi Heşme’nin yeni kaymakamıymışsınız.”

“Evet.” Kızın yüzüne bile bakmıyordu adam.

“O halde şehrimize hoş geldiniz.”

“Teşekkür ederim.” Gecenin karanlığında simsiyah gördüğü gözlerini yola dikmişti kaymakam. Kıza öylesine tek kısa cümlelerle cevap veriyordu. Acaba babası ile bu adam ne yaşamıştı.

“Bizim çiftlikte yemekteymişsiniz. Erken bitti sanırım yemek.” diye sordu Deniz.

“Biz erken ayrıldık diyelim.” diyerek yine kısa cevap verdi Yusuf. Deniz yine devam etti.

“Babam kolay bırakmazdı ama.” dediğinde hiç bir cevap alamadı. Yusuf yola bakıyor kıza cevap verme gereği bile duymuyordu. “Beni arabanızla eve bırakmanız büyük incelik.” dedi sonunda.

“Önemli değil.” diyerek cevap verdiğinde hala kıza bakmıyordu. Deniz bu arabaya bildiğine pişman oldu.

“Soğuk olma.”

“Önemli değil Deniz Hanım.” diyerek Yusuf oldukça sert cevap verdi kıza. Sanki

‘Artık kes’ diyordu sesi.

Evin kapısına gelene kadar kız hiç konuşmadı. Arabadan inerken “Yusuf Bey tekrar teşekkür ederim. Sizi yolunuzdan alı koyduğumu düşünmemiştim.” derken kapıyı sert bir şekilde kapattı.

Bu adam ters ve ukalaydı. Temel Konak onu yola getirirdi kesin. ‘Ukala ne olacak’

 dedi kendi kendine.

“Deniz.” kendisine seslenirken şaşkınlığı belli olan sese döndü.

“Fadime ana.” diyerek koşup kadına sarıldı. “Anam seni çok özledim.” dedi hasretle. Deniz’i bu kadın büyütmüştü. Annesi daha beş yaşındayken ölmüştü. Annesi evden ailesinin yanına gitmek için çıkmış ve trafik kazası geçirerek vefat etmişti. Annesi Deniz’i doğumdan itibaren Fadime hanıma bırakmıştı. O da Sevgi Hanım öldükten sonra da minik kıza bakmıştı.

“Yavrum.” dedi kadın kızın yüzü avuçlarının arasında “Seni o kadar çok özledim ki.” hasretle öptü kızı.

“Ben de anam.”

“Baban duymasın baa ana dediğini deli kız.” dedi ağlayarak. Deniz kadına tekrar sarıldı. “Sen onu boş ver anam. Ben o dedi diye sana ana demekten ne zaman vazgeçtim.”

“Yavrum. Uy. eyi ki geldin.”

“Babam nerede şimdi ana?”

“Misafirleri var.”

“O zaman ben odama gideyim. Sonra onu görürüm.”

“Eee~ Şey.”

“Ne?” dedi merakla.

“Şey. senin odan. Şey. Baban odanı.”

“Babam odamı ne yaptı ana?” Belli ki babasının öfkesi geçmemişti. “Yani o odayı. Yeni odanda çok güzel oldu aslında.”

“Yeni odam mı?”

“Hee~” eliyle işaret etti. “Havu oda.”

“Alt kata mı indim yani?”

“Hee~”

“Neden?” diye sordu “Babam daha geri gelmeyeceğim mi sandı demek ki.” Fadime ne cevap vereceğini bilemiyordu. “Neyse ana. Yarın odama geçerim. Yoruldum. Biraz dinlenip babamla görüşürüm.”

“Hadi odaya gidek.” dedi kızın elinden tutup. “Niyazi, Deniz hanımın eşyalarını yukarı çıkar.” ikisi eve girdiler, merdivenlerden yukarı çıktılar. Fadime hanım odanın kapısını açınca odaya girdiler. Deniz ışık açılınca eski odasındaki eşyaların buraya fazla geldiğini gördü.

“Bu oda çok küçükmüş ana.”

“Küçük biraz.” Deniz şöyle etrafa baktı.

“Benim odam ne oldu?”

“Hiç!” Deniz banyonun kapısını açtı. “Banyo da çok küçük. Merak ettim. Yukarı çıkıp bakacağım benim odama ne olmuş.” dediğinde Fadime panikle.

“Sen. sen önce dinlen.”

“Ana. benim odama ne oldu?” diye sorduğunda Fadime başını yere eğdi. “Bir şey oldu değil mi? Kötü bir şey.” diyerek odadan hızla çıktı. Koşarak merdivenlerden yukarı çıkıp odasının kapısını açtı. Işığı açtığında odasının bir bebek odası halinde döşendiğini gördü. İçeri girdi. Etrafa şaşkınlıkla baktı.

“Deniz.” diyerek kendisine seslenen kapıda duran babasına döndü. Babasının mavi gözlerine soran gözlerle baktı.

“Oğlun mu olacak?” diye sorabildi.

“Deniz, konuşalım.”

“Konuşalım mı? Neden?”

“Temel. hayatım.” diyerek babasının yanına gelen kadına baktı. “Oo~ Deniz. Kızın gelmiş. Deniz. odayı beğendin?” diye sordu Valeria. Kaşlarını kaldırarak kadına baktı. Zoraki gülümsedi.

“Güzel olmuş.” dedi buz gibi bir sesle. Kafasını salladı “Çok güzel olmuş. “

“Deniz.”

“Kardeşin için uygun olur diye düşündü baban. Sen de yoktun.” diye açıkladı Valeria.

“Evlendiniz mi?” Sesi buz gibiydi.

“Deniz.”

“Adımı kaç kere söyledin?” diye sordu. “Evlendiniz mi?”

“Elbette.” dedi Valeria.

“Cevap bile veremiyorsun anlaşılan.” dedi babasına Velaria’ya bakmıyordu.

“Evlendik.”

“Güzel. Bebeğiniz de olacak sanırım ve galiba eski odamın rengine bakılırsa erkek.”

“Konuşalım kızım.”

“Kızım? Sadece bir hafta için gelmiştim. Yokmuşum gibi davranabilirsiniz.” diyerek

odadan çıktı Deniz. Babasını arkada bırakarak aşağıdaki odasına gitti. Bir an önce uyumalı ve uyandığında her şeyin bir rüya olduğunu fark etmeliydi.

Tags:

Paylaş
14 Yorum
  1. @71zehra 2 sene önce

    Yabancılara bizden oldu deyip kendi insanını yaftalamak Allah böylelerini ıslah etsin inşaAllah?

  2. Halide1 2 sene önce

    Bakalim yusufu heşmede neler karşıkayacak

  3. nazmr67 2 sene önce

    122. Bölüm 121. Bölüm gibi başlıyor ve misafirlerin geldiği kısım yok
    yada direk tanışmayı yazmadan misafirlerin gittiği kismami geçiyor

  4. nazmr67 2 sene önce

    Alonza ahmet oldu diye düşünüyorum

  5. nazmr67 2 sene önce

    Ismaille gülü yakistirmistim
    evli olduğunu bilmeden
    ama boşanaçağını söyleyince dedim kesin bu iş olur

  6. nazmr67 2 sene önce

    Ay rüyaymış bende bune hız diyorum ?

  7. nazmr67 2 sene önce

    4. Bölümde cevabımı aldım ?

  8. nazmr67 2 sene önce

    Bu. Bölümde yusuf à ne oldu
    herkese güzel davranan yusuf
    denize neden kaba davrandıki
    denizin babasiyla ne oldu acaba yemekte

  9. Mahlas 3 sene önce

    Herşey iyi hoş ta, niçin konuyu said-i Nursi kitabı gibi bağladinız? Oysa daha kısa ve anlaşılır şekilde soru cevap şeklinde olması gerekmez miydi eğer az biraz ilim sahibi olmasam konu sıktığı için okumamayi tercih ederdim. Bu tarz konularda biraz nüktedan biraz da kısa ve öz cümleler ile.anlatmak gerekir diye düşünüyorum. Kitapsal konuşmak insanları bunaltır. İlla misal ve örnekleme gerekiyorsa, ayet ve hadisler yeterlidir. Kaldı ki Nursi kitaplari izaha muhtaç kitaplardır. Kulağı tersten göstermeye bilmeyeni zorlamaya gerek yok bence. Bu benim acizane fikrim elbette yazı sizin kitap sizin…

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account