Burda sabahları erken kalkılır yapılması gerekilen tarla işleri yapılırdı. Yaz ayında olduğumuz için kavurucu güneşin altında saatlerce var gücümüzlen çalışırdık. Geçim kaynağı hayvancılık idi. Dedem ve babaannemle hayvanları büyük alana sahip, etrafı beyaz çitlerle kaplı bahçemizde bakardık.
-Mehmet! Yavrum neredeydin saatlerdir sana sesleniyorum.
– Semiha ile tarladaki işlere yardımcı olmaya gitmiştik anne. Ne oldu ?
– Süt sağdım bunu babannene götür bize bir güzel yoğurt hazırlasın.
– Tamam annecim hemen götürüyorum.
Annemle olan kısa sohbetin ardından içi süt dolu kovayı elime uzattı. Kulplarindan tuttuğum ilk an dengem sarsılsa da birkaç saniye de toparlanıp ağır adımlarla içeri girdim. Etrafta kağıt hışırtısı geldiğini duyunca sütü kahverengi tonlarında olan masanın üzerine bırakıp sesin nereden geldiğini aramaya başladım. Koridor sonundaki odada babannem kuran okuyordu. Onu rahatsız etmemek istemedigim için sessizce kapının aralığından izledim. Beni fark etmiş olacakki gözlerimiz birbirini bulduğunda bana gelmem için eliyle gel dercesine sallayınca gülümseyerek yanına koştum. Ayağımda çorap olmayınca zeminin verdiği soğuk his bana. eşlik etmişti.
– Babaanne bir şey sormak istiyorum.
– Sor evlâdım neyi merak ettin? bakalım.
– Bu yazılar karmaşık ve farklı. Sen burda yazılanları nasıl okuyup anlıyorsun ki.
– Biraz zor ama zamanla öğreniyorsun kuzum. Biraz daha büyüdüğünde sana da öğretiriz.
– Oluur
diye sevinçle koltukta ritmik bi şekilde kendimce dans ederken babaannem durmamı istemişti.
Zıpladığım kırmızı örtüsü ve üzerine uzun süre babaannemin motifler ile süsleyerek işlediği minderden inip ona asıl yanına gelme amacımı söylemeyi unuttuğumu fark ettim.
– Annem bize o marifetli güzel yoğurdundan yapman için süt gönderdi. Mutfakta tezgaha bırakmıştım.
Ağır aksak adımlarla bi eli belinde diğer eliyle, uzun kiremit renkteki bastonundan destek alarak mutfağa doğru arka arkaya ilerledik. Boyum kısa olduğu için divanın kenarında duran taburelerden birini yanıma çekip üstüne çıktım. İşte şimdi her şeye uzanacak kadar yüksekteydim!
Babannem kovadaki sütü tencereye döküp ardından ocağa kaynaması için bıraktığında heyecanla bir sonraki aşamalarını izlemek için sabırla beklemem gerektiğini ve’ köpürüp taşarsa karıştırmalıyız ‘ diye uyarıda bulundu. Babaannem kuru ekmekleri kuşlara atmak için biraz ıslatıp onların çiğnemesine daha kolaylık olsun diye hallettikten sonra bahçeye çıktı. Tek başıma kaldığım esnada önümdeki süt dolu tencereyi yavaşça karıştırmaya devam ettim. Ben aynı tempoda karıştırmaya devam ederken hindilerden biri içeri kaçmıştı. Yuvasından uzaklaşmasın diye onu yakalamak için tabureden hızlıca indim. Birkaç dakika uzun uğraştan sonra ikimizde yorulmuştuk pes edip olduğu yerde kalınca onu kucağıma alıp kulübesine bıraktım. Aklıma ocağın açık olduğu gelince tabanlarıma zemine pat küt vura vura hızlıca mutfağa gittim. Annem ocağın kenarlarına ve tezgaha köpüğü taşan sütü ıslak bir bez yardımıyla temizleyip gözlerini bana çevirince ellerimi arkada birleştirip mahcup bi şekilde karşısında öylece kızmasını bekledim çünkü hak etmiştim. Sütün işlemi bitmeden yanından ayrılmamalıydım diye kendi iç sesimle kavga ederken annem aramızdaki buz kesen bakışlarının altında yatan düşüncelerini söyledi.
– Ocağın altı açıkken nereye kayboldun bakayım sen! Babannen uyarmadı mı seni ne-
-Ama anne sümbül kaçmıştı onu yakalamaya çalışırken oldu sanırım bunlar.
– Hay Allah! yemini verdikten sonra kulübenin kapısını iyi kapatamadım demekki. Tamam oğlum ben hazırladım zaten işlem tamamlandı.
– Tamam anne özür dilerim yine de sen haklıydın. Son cümleyi tek nefeste söyleyip ordan uzaklaştım. Bahçeye çıktığımda etraftaki ağaçların kokusu içimi huzurla kaplamıştı. Bahçemizdeki dedemle birlikte köpeğimiz için yaptığımız kırmızı tonlarında ahşap tahtaları zımparalayıp yeni hale getirerek bir kulübe inşa etmiştik. Köpeğimin beyaz ama siyah benekleri vardı. Ona ‘Karakız’ ismini vermiştim. Birlikte top ile bahçede koşturup oynar yorulunca kulübesine girer rahatca bir uyku çekerdi. Onunla oynamak bana her zaman bir haz bir heyecan katardı ta ki ölene dek…
Babaannemden dün gece yediğimiz tavukların kemiklerini atmamasını söylemiştim. Benim için bir köşeye bıraktığı kemikleri alıp bahçeye çıktığımda saat öğlen vaktiydi ama karakız uzun süredir orada aynı pozisyonda yatıyordu yıllardır tanırdım onu ben küçükken gelmişti evimize ama çok enerji dolu bir köpekti. Kulübesine ağır adımlarla yaklaşırken kalbimde bir sızı her hücreme yayılmış gibi hissettiğimde ona bir şey oldu düşüncesi kafamda dönüp dururken kulübesinin yakınına kemikleri bıraksam da gelip yemiyordu.
– Babaanneeee! Koş babaanne! Karakız’a bir şey oldu galiba
Babaannem sesimi duymuş olacakki çimenlerin üzerine basarak olabildiğince değneğinden destek alarak yanıma ulaştığında ona durumu izah etmek için önce kulübe de hareketsiz yatan Karakız’ı işaret ettim.
– Yemeğini koydum ama yemiyor uyanmıyor babaanne. İyi mi?
Sakince köpeğime doğru eğilip baktığında az önceki telaşlı ifadesi yerini üzüntüye bırakmıştı.
– Son zamanlarda artık iyice büyüdüğü için dayanamamış hastalanmış evladım. Karakız’ımız artık bizle olamayacak.
– Nasıl yani ? O öldü mü? Ama o benim yol arkadaşımdı. En iyi dostumdu.
Babaannemin bacağına sarılıp ağlarken kendimi çok kötü ve yalnız hissetmiştim. Hiç beni bırakmaz ayrı kalmazdım ondan kopmak istemiyordum. Karmaşık duygular kafamda dönüp dolaşırken gözlerimdeki buğulu görmeme sebep olan yaşları ellerimin tersiyle silip Karakız’ın önüne çöküp onu son kez okşadım. Çok güzel anlar biriktirmiştik birlikte. Dedem Karakız’ın öldüğünü henüz bilmiyordu.
Öğlen yayladaki işlerini bitirip evin bahçesinde dedemin gelişini izlerken ona nasıl söyleyeceğimi düşündüm. Pencerenin kenarında oturduğum divandan kalkıp ayaklarımı aşağı sarkıtıp terliklerimi giydim. Dedem benden önce fark etmiş olsa gerek cansız bedeni olan Karakız’ı kucağına aldığında babaannem elinde kürekle arka bahçeye doğru ilerliyordular. Tüm hızımla onların yanına gittim. Dedem benim geldiğimi görünce aralarındaki konuşmayı bitirdi.
– Hanım , sen Kadir’i odasına götür boyama kitabı ile oyalansın dediğinde anlam verememiştim.
– Tamamdır beyim.
Babaannem elindekileri dedeme teslim ederken yüzündeki hüznü dışarıya yansıtmak istemedigi için gülümseyerek bana doğru ilerledi. Birlikte içerde soba yanan odaya geçtiğimiz esnada annemin burada olduğunu gördük.
– Sobanın ateşi sönmüştü onu yakacağım tekrar bir güzel ısın oğlum.
Bizim burada , yaz mevsimi serin sert rüzgarlı geçerdi. Mısır tarlamız salonun camından bakınca biraz uzak mesafe de olsa dedemle oraya diktiğimiz korkuluk sayesinde yeri belli ediyordu. Anneme doğru dönüp
“anne mısır getirir misin? Birlikte yeriz hepimiz canım çok çekti.” dediğimde babamla birlikte topladıkları odunları yerlerine dizmeleri gerektiğini söylediğinde ‘sorun değil bekleyebilirim annecim’ deyip gülümsedim. Okul çantamdan abaküsü çıkarıp sayıları çalışmaya başladım. Matematik öğretmenimiz 1 den 20ye kadar saymamız için ödev vermişti.
R harfini söyleyemediğim için okulda dalga konusu olurdum hep. Ama öğretmenimiz her güzel çocuğun bir konuda illa ki sorunları olur. Bu dert edilecek, gülünç bir durum olmadığını sınıfta çok güzel bir şekilde hikaye ile örneklendirip ders vermişti. Hayat dersi…
Örneği ” Hıçkırık ” adlı bir hindistan filminde yaşanan durumdan bahsederek anlatmıştı. Şöyle’ydi olay; Tourette sendromu olan ve öğretmen olma hayaliyle yanıp tutuşan Rani adında genç bir kadının tüm olumsuzluklara rağmen hayaline kavuşmasını öğretmenlik işine başladığı sıralarda çok zorluk çekse de sonunda herkesin onu olduğu gibi kabul edebilmesi gerektiğini konu edinen bir filmdi. Umarım bende kabul edilen bir birey olurdum herkes tarafından anlaşılmak tek isteğim. Ben dersle ilgilenirken annem elinde mısırlarla odaya girince bir an unuttu getirmeyecek sanıyordum ama yanıltmasına sevinerek annemin boynuna atlayıp
– Hadi bunları sobanın fırınına koyup ısınmasını bekleyelim
-Akşam baban gelirken kestane de getirecek bulursa tabi. Sen seversin.
Kısa bir bekleyiş ardından nefis mısırlar yenmeye hazırdı.
Ahırdaki atların yanında olmalı diye düşünüp ilk tahmin olarak oraya bakmaya gittim.
– Hay aksi ! Yanlış tahmin diye sitem ettim kendi kendime homurdanarak. Birkaç yer daha bakındiktan sonra aklıma son gelen renk renk çiçeklerin olduğu arka bahçeydi. Oraya giderken içimde bir eksik kalan bir duyguya yer ediniyordum. Karakız burada huzurla yatıyordu o belki beni görüyordu, ama ben onu göremiyecegim kadar uzağındaydım. Biraz daha ileriye geçerken uzun otlar her adım atışımda batsa da onları aşıp annemin yanına vardım.
Çiçekleri sularken şarkı söylemeye bayılırdı yine olduğu gibi o güzel sesini dinlettiriyordu doğaya. Annemin o eşsiz güzel sesine kapılıp giderken yine ne diyeceğimi nerdeyse unutacaktım. Beni fark ettiğinde yanıma gelip başımı okşayarak ” neden geldin ? söyle bakalım seni afacan”.
– Mısırlar hazır gel hadi yiyelim anneciğim.
Akşam vakti olmuştu neredeyse mısırları atıştırıp akşam yemeği için babamı beklemeye koyuldum. Televizyonun üzerindeki yuvarlak tuşa basarak açtığımda benim çizgi film izlediğim kanal açıktı.
Her gün okula gittiğim için izleyemezdim böyle fırsat buldukça tatillerde izleyebilme şansım olurdu. Çiğdemle de izlemek istediğim zamanlarda pek bu tarz sevmezdi daha çok kız çizgi filmleri tercihiydi haliyle ama yine de beni kırmadan sonuna kadar oturup izlerdi. Ben çizgi filme dalmış izlerken içerden annemin yüksek sesi duyuldu. Hepimizin annemin yanına koştuk durumun ne olduğunu öğrenmek için ama ağzından tek kelime çıkmıyordu öylece konuşmasını bekledik. Panik olmuş bir haldeydi, endişelendim.
– Dila Hanım’ın kocası kalp krizi geçirmiş dedi dedemden gözlerini hiç ayırmadan sözlerine devam etti.
– Akşam oğlu uzak yerde göreve gönderileceğini duyunca adam kalp krizi geçirmiş. Dila da ne yapacağını bilememiş bizi arıyor şimdi. Deniz’e haber verdim gelsin onlarla hastaneye gideceğiz.
– Dikkatli olun evladım gece vakti hay Allah yavrum üzüldüm ya!.
Annem sakinleşmeye çalışırken kapının tokmağı tıkır tıkır ses edince babamın geldiğini anlayıp kapıyı açtım. İçeri girmeden kapının ardından anneme seslenip hazırlanmasını söyledi.
Saat gece 23.00’di ve hava kasvetli rüzgar eşliğinde esiyordu. Bir süre dönerler diye bekledim ama gözlerim kapanmaya başlayınca kendimi uykunun güzel kollarına bıraktım. O gece ne oldu bilmiyordum ama sabah uyandığımda annem ve babam ortalarda yoktu. Korkuyordum…
Babaannem ve dedem bahçedeki kalabalık oluşturan insanlara yiyecek dağıtıyordu bu helva kokusuydu. Davet mi vardı bugün? Diye düşündüm içimden. Bahçenin ortasına doğru ilerleyip kalabalık arasından dedemi aradı gözlerim. Benim geldiğimi görünce gözlerini kaçırdı. Neden böyle yaptığını anlayamadım ilk başta ama sonra… Sonrasında bana o söylediği sözleri çok can yakıcıydı. Kimsesiz kalmıştım. Ailem dağılıp uçmuştu. Aile neydi? Aile ; birbirine koşulsuz destek ve birlikte olmaktı. Ama şimdi annem ve babam ölmüşlerdi… Hayatımın durak noktası o gün olmuştu. Ben o gece yatağımda uyurken onların gidişine eşlik bile edememiştim. Herkes göz yaşları içinde dualar okuyordu. Onlara bakarken hâlâ içimdeki acının verdiği o his benim boğazımı yakıyordu sanki. Haykırmak istiyordum ama bir şey beni düğümlemiş gibiydi sanki… Babannem beni sakinleştirmeye çalışsa da pek başaralı olamadı. Karakız’dan sonra tek dayanağım onlardı. Çiğdem yanıma doğru geldiğinde onun yine kötü anımda benimle birlikte olması beni duygulandırmıştı. Bir köşeye geçip onunla konuşmak istedim.
– Etrafım tonlarca insanla dolu hepsinde ayrı bir sevgi ve şefkat var ama asla onların eksikliği kapanmaz artık bende.
– Şuan belki senin hislerini anlayamam ama destek olacağım zor anlarında sana.
Ben gözüm boş bir noktaya dalmış öylece düşünceler içinde kaybolurken Çiğdem’in omzumu sırtımı sıvazlamasıyla ona dönüp gülümsedim. Akşam herkes dağılıp evlerine gittiğinde içeride bana ayrılan odaya gidip ağlamaya , anne ve babamı nasıl bir yer beklendiğini düşünmeye başladım. Ben cevapsız sorular karşısında kendimi tüketirken kapıda beni izleyen babaannemi gördüm. Acaba ne kadar zamandır orada beni izliyordu? Bilemedim… Hüzünle gülümseyen yüzüne bakıp gelmesini rica ettiğimde değneğinden destek alıp yanıma oturdu. Saniyeler sonra divanın altından eğilip üstü tozlanmış bir kutu çıkardığında içinde ne olduğunu merakla görmek için bekledim.
-Al bakalım diyerek kucağıma bırakınca ne yapacağımı bilemedim bi anlığına sadece etrafını inceledim.
– Çok merak ediyorum içinde ne olduğunu.
-Aç bak o zaman deli oğlan seni.
Yanlarındaki rengi tükenmiş durumda olan tokmaklarını çıkarıp açtığımda önümdeki kutuda genç bir kız ve adam mutlu pozlar verdiği fotoğraflar vardı. Fotoğrafların kenarları eskimekten sararmış vaziyetteydi. Ellerimi fotoğrafın üzerinden gezdirdim bunların kim olduğuna dair aklıma bir tahmin gelmemişti. Anlatması için yalvaran gözlerle babaanneme baktım.
– Annele baban gençken açık hava sinemasında tanışmışlardı. O zaman çekildikleri birkaç anı sonrası kalan fotoğrafları bunlar.
– Ne kadar güzeller gençken bile. Babamın saçları ne kadar da gürmüş!
– Evet yaş ilerledikçe malesef dökülür saçlarımız zamanla. Daha önce göstermediği için ona kızgın ve kırgındım. Ben resimleri göğsüme bastırıp yatarken babannem ışığı söndürüp odadan çıktı. Ayak seslerinin zeminde çıkardığı ses git gide kaybolunca odanın kapısından uzaklaştığını hissettim. Gözlerim git gide kapanmaya başlayınca kendimi uykunun güzel kollarına bıraktım yeni bir güne daha merhaba diyebilmek için… Yine zorluklara , bundan sonraki yeni hayatıma.
Tags: #edebiyattangelenler #roman