1.BÖLÜM UMUT VE DÜĞÜM
Her nefes çekişinde şükür edebiliyorsan demek ki hala umut var.
Kendimi bildim bileli hep siyahın içindeydim daha doğrusu bir yaşımdan sonra… Artık hayatımda ne beyaz ne de diğer renkler vardı… Hepsine hasret kaldım. Sadece siyah renkten ibaretti hayatım. Bir gün olsun isyan etmedim. Benden daha beterleri var olduğuna ikna olaraktan yaşayıp gidiyordum. Bir bakkal açmış onu işletiyordum. Ara ara hırsızlık vakaları olsa da hemen anlıyordum ve hemen müdahale ediyordum. Hiçbir şekilde onlara pabuç bırakmıyordum.
Herkes yapamazsın işletemezsin bırak bu bakkal işini deseler de direndim. Görmüyor olabilirim ama sağır da değildim, duyuyordum her şeyi.
Yine güne kepenkleri açarak başladım. Sabahın erken saatlerinde yola düşen öğrencilerin uykulu sesleri daha sonra simitçi diye bas bas bağıran sokak çalışanları, çöpleri toplayan kamyonun gür sesleri… Ardından manavın sesi mahallede yankılanıyordu.
Onları göremesem de seslerini duyaraktan kendimi tatmin ediyordum.
Yiyecekleri rafa zorlanarak da yerleştirdim. Elimdeki bastonla yönümü belirliyordum.
Çok zordu böyle yaşamak. Hiçbir şey görmeden hayata tutunmak başlı başına mucizeydi. Bakkalın dışına çıkıp kapı pervazına bastonla yönelerek yaslandım. Uzaktan gelen Seher ablanın sesiyle hangi yönden geldiğini anlamak için dikkat kesildim.
“Sonay günaydın canım. İki ekmek bir de dört yumurta hazırlar mısın beş dakikaya geliyorum.” deyince, baş selamı vererek hareketlendim. “Tamam abla, hemencecik hazırlıyorum siparişlerini.”
İçeriye geçip bastonumla yön belirlerken ezberlediğim raflardan dört tane yumurta aldım. Daha sonra önüme dönerek kapı ağzında olan ekmek dolabından da iki ekmek çıkarınca, onları da poşete yumurtaları kırmadan dikkatlice koyduğum zaman içeriye adım atan Seher ablanın sesini duydum.
Poşeti öne doğru uzatınca elimden aldı. Daha sonra elime parayı verince kaç lira olduğunu anlamak için elimi paranın üzerinde gezdirdim. Seher abla söylese de bildiğimi yapmaktan vazgeçmedim.
Ne kadar bu işi kafa dağıtmak için yapıp müşterilerden para almak istemesem de kabul etmiyorlardı. Bir süre sonra itiraz etmeyi bırakmıştım artık ben de.
Para üstünü kasadan alıp Seher ablaya uzattım. “Teşekkür ederim kuzum.” dedi gülümsediğini duyarak.
Onun karşısında durmaya çalışarak yüzüne doğru “Rica ederim abla.” demiştim gözlerim kapalı bir şekilde.
Benim için gün yeni başlamışken onların ki yeni başlıyordu. Sokakta okula gitmeyen çocukların seslerini işitince bakkalın dışına çıkıp yandaki sandalyeyi bastonumla bularak oturmaya çalıştım. Uzun uğraşlar sonucunda oturunca “Siz neden okulda değilsiniz keratalar yine hastayız demeyin yemem.” dedim gülümseyerek.
Çocukların isyan dolu tonları sokağı inletmişti. “Bugün şey var şey… Ha tadilat var o yüzden.” diye yalan söylediklerinde bastonla onların yanına gittim.
Bastonu sola kaydırınca boşluk olduğunu anlayıp sağa doğru çevirdim. Doğru yere isabet yapmış olacaktım ki çocuklardan acıya benzer ses çıkmıştı.
“Sonay abla ya! Niye vuruyorsun ki şimdi bize?”
“Sus bakayım kerata. Okulda tadilat yok. Siz yine beni kandıracaktınız değil mi? Hadi marş marş okula bakayım.” deyip bastonu onlara doğru savurdum.
“Eğer burada olduğunuzu duyayım var ya bastonla okula kadar kovalarım sizi!” diye tehdit savurunca, çocukların kıkırdayan seslerini duydum.
“Koşun çocuklar yoksa Sonay ablanın gazabına uğrayacağız.” gülerekten gitmişlerdi.
Tekrardan yerime geçince karşıdaki çay ocağına seslendim. “Usta bir çay yollar mısın?” rica da bulununca “Getiriyorum başkan!” diye hafif bir ses tonuyla bağırdı.
Yanıma birinin oturduğunu fark edince o tarafa sandalyemi çektim. “Sonay, bu çocuklar daha çok seni dinliyor, bizi dinlemiyorlar. Okulu aksatıp duruyorlar üstelik yalan da söylüyorlar bunun için. Seni severler bir konuşsan bizim çocuklarla?” Gülsüm ablanın sitem edişini duyduğumda, çocukların haylazlığından bıkmış olmalıydı.
Başımla onaylayıp “Bugün konuşurum abla. Sen hiç merak etme. Bir daha da okuldan kaytarma yapmazlar.” dedim güven verircesine.
*
Sonay’ın yanında oturan Gülsüm derin nefes alıp verince üstüne bir rahatlama çökmüştü. Sonay, bu mahallede sevilip sayılıyordu. En küçüklerinden olsa da cana yakınlığı, herkese iyi geliyordu.
Ona acıyarak bakmak yerine gururla bakıyordular. Bunca zaman sadece siyahla yaşamak insana çok zor gelirdi. Ama Sonay için zordan ziyade sanki her zaman yaptığı iş gibiydi. Yıllar önce annesini ve babasını kaybedince gözlerini yitirmişti.
İnsan kafayı yerdi siyahın içinde yaşamaktan. O nasıl dayandı bunca zaman akıl er verilecek iş değildi.
Usta çayı kızın sağına bırakınca tembihledi. “Kızım çayın sağ tarafının üçüncü adımında tamam mı? Dikkat et kendini yakayım deme aman!” dedi baba edasıyla.
Sonay sesin geldiği yöne doğru dönüp gülümsedi. “Dikkat ederim usta. Alıştım ben ya bu duruma. Çayımı her zaman sağ tarafının üçüncü adımına koyuyorsun ezberledim artık. Sen içini ferah tut.”
“Sen bizim en küçük kızımızsın tabi ki dikkat et diyeceğiz.” dediği zaman Gülsüm, kıskanç bir şekilde tavır yapıp “Aşk olsun usta biz neciyiz?” dedi küskünce.
Usta “Senin kıskançlığın tuttu yine kızım. Hepiniz benim kızımsınız. Yersiz yersiz konuşma da kalk dükkâna müşteri geldi onunla ilgilen.” dedikten hemen sonra, babacan bir şekilde kızın başının ucuna öpücük kondurmuştu.
Gülsüm oflayarak yerinden kalkınca Usta ve Sonay, Gülsüm’ün haline gülümsemekle yetinmişti.
Usta, Sonay’ın yanındaki tabureye oturunca kendine de bir çay istedi çıraktan. Çırak bir dakika içerisinde çayı getirince “Sonay kızım sana bir şey diyeceğim.” diye söze başladı.
Sonay, Ustayı pür dikkat dinleyip dediklerine kulak kesildi. “Buyur Usta seni dinliyorum?” deyip çayından yudumladı. “Doktorla bir daha konuşsak ha? Belki bir mucize olur?” diye ikna etmeye çalışmaya devam ederken, içten içe hüzünleniyordu.
Sonay, duyduğu sözlerden artık sıkılmıştı. Her seferinde aynı konuya parmak basıyordu ve bu durum Sonay’ı epey usandırıyordu.
Sonay defalarca kez söylediği gibi sözlerini tekrar etti. “Usta kaç kere diyeceğim sana! Yok, işte yok! Ben istemiyorum mu zannediyorsun? Siyaha takılıp kaldım. Ne Güneş’i görebiliyorum ne de Ay’ı, artık! Umudumu kaybetmedim hiçbir zaman ama umut etmekten de yoruldum. Ben alıştım siyaha Usta. Başka renge de alışmak istemiyorum bundan sonra. Ben halimden memnun kalmaktan başka çarem yok.” bağırmıyordu ama sesi bağıran biri gibi çıkıyordu.
Usta, kızın elini ellerinin arasına alarak güven verircesine sıktı. “Sen demez misin hep. Umut, sonsuz uçsuz bucaksız bir Samanyolu gibidir. Umut her zaman vardır sadece dikkatli bakmak gerekir, diye…”
Ellerini Usta’nın ellerinden çekip üzerine koydu. Ona doğru gülümsemeye çalışarak “İnandım inat diyorsun ha Usta… Sende hani az inatçı değilsin.” dediğinde, Usta, Sonay’ın saçını okşamaya başladı.
“Ee bir sen kadar olamasak da bizde inatçıyız küçük hanım. Neyse ben işime döneyim kızım. Başıboş bırakmaya gelmiyor.” deyip taburenin üzerinden doğruldu. Sonay da bastonu eline alıp ayağa kalktı. Ardından da birbirine sımsıkıca sarılıp işine döndü.
*
“Geldiler mi Gülsüm abla çocuklar okuldan?” diye soran Sonay, bakkalının önüne çıktı. Gülsüm panikleyerek “Geldiler birazdan yollarım sana kuzum.” deyip pencerenin önünden ayrılıp içeriye geçti.
Birkaç dakika sonra çocuklar bakkalın önünde belirince, Sonay içeriye geçip ön raflardan çikolata alarak çocukların yanına geçti. Ellerindeki çikolataları çocukların önünde sallayıp “Bu çikolataları almak için ilk önce sözünü dinlemeniz gerekiyor kabul mu?” diye şartını belirtince, çocuklar anında olumlu bir şekilde başlarını sallayarak evet dercesine bağırdılar.
Çok ses çıktığı için kulaklarını kapayan Sonay, yalandan yüzünü buluşturup “Sizde de ne boğaz varmış maşallah! Kulaklarım sağır oldu.” dedi, sonradan gülerek.
Sonay yerine oturup bakışlarını çocuklara yönetince ciddi haline büründü. “Anlatın bakalım neden okuldan kaçıyorsunuz?” der demez, çocuklar mızmızlanarak “Çok sıkıcı ama okul Sonay abla! Hiçbir eğlencesi yok! Sadece ders ders…” hep bir ağızdan konuşmaya başladılar.
Sonay çocukları susturarak “Sıkıcı diye okul mu asılırmış? Bakın, okul tamam birazcık sıkıcı, eğlencesiz bir yer olabilir ama öğrendiğiniz her bilgi ileride sizin için yararlı olacaktır. Şimdi siz okumasaydınız bir harf öğrenip konuşabilir miydiniz?” diye sorunca, çocuklar anında hayır diye haykırdılar.
“Ya da bir iş sahibi olabilir misiniz? Bakkal ya da market işlerinden bahsetmiyorum. Mesela sen İlker?” deyip yan tarafa baktı. Çünkü İlker’in sesi o taraftan geliyordu. “Pilot olmak istemiyor muydun?” diyerek sordu Sonay.
İlker’in sesini işitince bakışlarını onun sesine doğru yöneltti. “Evet, hem de kocaman uçağın pilotu olmak istiyorum!” diyerek ellerini kocaman açtı.
“Onun için okulunuzu okuyup kocaman adam olup istediğiniz mesleğinizi ele alacaksınız. Ben size sürekli ödev, ders yapın demiyorum ama düzenli ve planlı bir program yapılınca oyun oynamaya vaktiniz kalır. Bir daha okulu astığınızı duymayım külahları değişiriz anlaştık mı askerler? Ve en önemlisi hayata karşı dimdik durmayı da aklınızın ucundan çıkarmayın. Hem belki size her gün çikolata ısmarlarım.” deyip gülümsedi. Göz kırpmak istese de kırpamıyordu.
Çocuklar çikolata lafını duydukları anda hevesli bir şekilde bağırmaya başladılar. Çocuklar sustuktan hemen sonra Sonay’ın omzuna sarılmayı da ihmal etmediler. Sonay şaşkınlıkla kalırken çocuklar çoktan üzerine çuvallandı.
Keyifli çıkan coşkuları ile gülüşüp eğlenirken yanlarına telaşlı bir şekilde Seher geldi. “Sonay, Sonay neredesin?”
Çocuklar çikolataları kaparak oradan uzaklaşırken Sonay, Seher’in telaşlı sesini duyunca sordu. “Hayırdır ne oldu ne bu telaş?”
“Karşı evden sesler geliyordu ya akşamları… Şimdi daha çok arttı sesler. Polise de şimdi haber verdik.” deyince, kaşını havaya kaldırdı Sonay.
“Hani şu satılmak üzere olan ev mi? Oraya birileri taşınacak diye duymuştum…”
“Öyle de onlar haftaya gelecekti…” deyince, Sonay hızla ayağa kalktı.
“Abla sen buraya göz kulak ol ben bir bakıp geleyim?” deyince, Seher onu durdurarak telaşla “Kız aklını mı oynattın sen yine! Başına iş açılacak, bekle polisler gelsin.” dedi.
Sonay homurdanıp “Abla körüm diye sağır da olamam ya! Telaşlanma sen, ben gidip bir bakayım.” diyerek arkasını dönüp Seher ablasını ardında bıraktı.
Sonay, satılık olan eve gelince kapısının açık olduğunu bastonuyla anlayınca içeriye girdi. Evin içi sessizliğe bürünürken yukarı kattan sesler duymaya başladı.
Merdivenlerin ucuna gelerek bastonuyla basamaklara sessiz adımlarla çıktı. Yukarı kata çıkınca sesler daha çok çoğalmaya başladı. Korku filmlerini aratmayan ev, adım sesleri ile duraksadı Sonay.
Hemen bir yere saklanayım derken biri onu kendi ile duvara yaslamış ağzını bağırmaması için de çoktan kapatmıştı. Sonay korktuğunu belli etmeyerek sakin kalmaya çalışırken, bir erkek kokusuna rastladı.
Adam, kızın ağzını sımsıkı kapatıp gözlerini de gözlerine değdirmeyi ihmal etmedi. Adam o an kaskatı kesilerek kızın nur yüzüne tutsak kalmıştı. Korkusunu sakin kalmaya çalışarak örtmeye çalışan kızın gözlerine takılı kalırken, korktuğu için gözlerini yumduğunu sandı.
Merdivenlerin ucuna olduklarını unutan iki genç, ayakları takılırcasına merdivenlerden düşmeye başladı. Merdivenlerin sonuna tepetaklak düşen iki genç, birbirine sarılmış bir vaziyette gözlerini sıkıca kapatmıştı genç adam.
İkisi de birbirini korumak istercesine birbirine siper olmuştu. Ama ne yazık ki ikisi de yaralanmış bir şekilde parkede uzanıyordu.
İnsanı birini koruması için illaki sevmesi gerekmez. Bir başkasını düşmesine engel olmak istercesine kendilerini ortaya atalar.
Düşmek önemli değil önemli olan kimin düşürdüğü? Düştüğü gibi ayağa kalkması için de yardım etmek her zaman herkese rast gelmezdi…
Tags: aşk asker komutan mahalle. Romantizm umut