BÖLÜM 1: ESKİŞEHİR’E VEDA
1991 yılının yaz günleri başladığında lise yılları sona ermiş, üçü de başarıyla mezun olmuşlardı. İkiz kardeş olan Ayten ve Nurten’le komşu kızları Gülşen’in sevinçleri yüzlerinden okunuyordu. Onları ilk kutlayan ise okul kapısında heyecanla onları bekleyen Ayten ve Nurten’in ablası Seher’di. Seher ikiz olan kardeşleri gibi sevdiği Gülşen’i de onlarla beraber yanaklarından öperek kucakladı ve dördü birlikte neş’e içinde evlerine doğru yürümeye başladılar.
Nurten her ne kadar ikiz kardeşi olsa da Ayten’den çok mahalle arkadaşları olan Gülşen’e daha yakındı. Ayten ise onları kıskanmıyor değildi ama Gülşen’in başka kardeşi olmadığı için kendince ona acıyor ve zamanının çoğunu ikiziyle değil Seher ablasıyla geçiriyordu. O gün de öyle oldu. Nurten ve Gülşen önden giderken Ayten de ablasıyla birlikte onları takip ederek evlerine geldiler.
Nurten Gülşen’i evlerine davet etse de Gülşen önce karnesini anne ve babasına göstermesi gerektiğini söyleyerek hepsiyle vedalaşıp ayrıldı. Evleri çok yakın olduğu için birkaç dakika sonra o da evden içeri adımını atarak anne ve babasına karnesini gösterdi. Artık üçü de üniversite sınav sonuçlarını bekleyeceklerdi.
Yaz tatili başlamış, havalar da ısınmıştı. Gülşen yine Nurten’le birlikte gezip dolaşıyor, ara-sıra Ayten’e de birlikte gelmesini teklif ediyorlardı. Ayten ise hemen her defasında reddediyor, evde işleri olduğunu bahane ederek onları başından savıyordu. Birkaç defa onlarla çıkmış ama her ikisi de sanki o yokmuş gibi davranmışlar ve onlara ayak uydurmakta zorlandığı için keyif alamamıştı. Bunun yerine üniversite sınavlarına ablasıyla birlikte çalışmıştı ve oldukça iyi geçen sınavdan umutluydu.
Sınav sonuçları sonunda açıklandı ve sadece Ayten üniversiteye girmeye hak kazandı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İtalyan Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanmıştı. Ancak İstanbul’da bir tanıdıkları ya da akrabaları yoktu. Birkaç ay Vezneciler ve Çemberlitaş Kız Öğrenci yurtlarında kalmış ama hem şehrin yabancısıydı, hem de üniversite ortamı farklı olduğu için derslerine kendini vermekte zorlanmıştı.
Yarıyıl tatili geldiğinde Eskişehir’e gelerek durumu annesine ve babasına açıkladı. Anne ve babası geç yaşlarında evlendikleri için ikisi de çoktan emekli olmuş ve kendi evlerinde ve mahallelerinde oldukça düzenli bir hayat sürdürüyorlardı. Ablası Seher buna bir çıkar yol bulmalıydı. Seher ise babasının emekli ikramiyesiyle satın aldıkları pastaneyi işletiyordu. Nurten üniversite kazanamadığı için anne ve babasına evde bakabilirdi. Bu yüzden de babası ve annesine danışıp pastaneyi devren satılığa çıkartma ve İstanbul’a yerleşerek ev tutup Ayten’le beraber kalma kararı aldılar. Birkaç gün sonra da iyi fiyat veren bir müşteri bulunca pastaneyi içindeki malzemelerle birlikte ona devretti.
İkinci yarıyıl başlamadan birkaç gün önce Ayten ve ablası Seher hazırlıklarını yaparak İstanbul’a gittiler. Okullar açılıncaya kadar birlikte devren pastane aradılar ama İstanbul Üniversitesi’ne yakın yerlerde bulamadılar. Buldukları da çok yüksek miktarda hava parası istiyordu. Bütçeleri kısıtlı olduğu için buna yanaşmadılar ve İstanbul’un Anadolu yakasındaki Ümraniye’de fiyatı makul bir pastane buldular. Ayten’in okuluna uzak olsa da başka yapacakları bir şey yoktu. O gün kaporayı verdiler ve pastaneye yakın bir kiralık ev aramaya koyuldular. İşe gidip gelenlere simit, poğaça gibi kahvaltılık ürünler satabilmeleri için pastaneyi çok erken açmaları gerekiyordu. Üstelik İstanbul Eskişehir gibi değildi. Çalışanlar sabahın 6.00’sında yola çıkıyorlardı. Ayten evin kendi okuluna değil pastaneye yakın olmasına razı oldu ve kirası uygun bir ev bularak ikinci el eşya satanlardan en gerekli mobilya, mutfak ve ev eşyalarını aldılar.
Ayten de ablası da mutluydu ve Ayten ablasıyla giderek hemen yurttan çıkışını yapıp eve yerleştiler. Pastane ve evin elektrik ve su abonelerini yaptırdılar, pastanenin de devir işlemlerini yapıp çalışmaya başladılar. Pastanede çalışanlar da muhasebeci de değişmemiş, devreden eski pastane sahibi ceketini giyip çıkmıştı. Vergi, sigorta ve Bağ-Kur kayıtlarını da yaptırarak Vergi Levhası ve “Fiyatlarımıza KDV Dahildir” yazılarını duvara astılar.
Seher için de kardeşi Ayten için de artık yepyeni bir hayat başlıyordu. Birkaç ay sonra kazandıkları parayla evdeki ikinci el eşyalardan kurtuldular ve yeni mobilyalar ve beyaz eşyalar aldılar, perde ve halıları yenilediler. Ayten’in odasını da çalışma masası ve dolabına kadar yeniden düzenleyip bir de kütüphane yaptırdılar. İkinci yarıyıl bitip yaz tatiline girdiklerinde Ayten ablasına söz verdiği gibi pastanede çalışacak ve işi öğrenecekti. Sadece bir haftalığına Eskişehir’deki anne-babasını, kız kardeşi Nurten’i ve arkadaşlarını görmek için gitti ve Nurten’le beraber geri döndü. İkisi de pastanedeki işleri o yaz boyunca çalışarak öğrendiler. Hamur açmayı, simit ve poğaça yapmayı hatta müşteri ilişkileri ve yazarkasayı kullanmayı, ön muhasebeyi ablası olmadan da yapabilecek kadar öğrendiler. Pastanenin işlerinin yoğun olmadığı öğleden sonraları da iki kız kardeş İstanbul’u gezerek tadını çıkarttılar.
İkisi de çok iyi anlaşıyorlardı ama Eskişehir’de Gülşen kara kedi gibi aralarına giriyor ve Ayten de onlardan uzaklaşıyordu. Nurten ise Gülşen’in arkadaşlığından çok memnundu, o yanındayken ikiz kardeşini bile aramıyordu.
Pastaneye her gün gelen bir Belediye memuru çekingen tavrıyla dikkat çekiyordu. Önceleri hafta sonu tatillerinde pastanede ablasına yardım eden Ayten’le konuşuyorlardı ama ona hep ablasını soruyor, daha önce evlenip evlenmediğini öğrenmek istiyordu. Bir gün ablası sıkıştırınca gerçek ortaya çıktı. Adamın adı Korkut’tu ve Seher’i beğenmiş ama çekindiği için bir türlü onunla konuşamıyordu. Ayten’in samimi olup da “Korkut abi” diye hitap ettiği bu adam neyin nesiydi? Kravatını boynundan hiç çıkartmıyor, hafta sonlarında bile sakal traşını mutlaka oluyordu. Hem beyefendi, hem yakışıklı, hem de çekingen biriydi.
Seher pastaneye gelip giden, yine Belediyede çalışan ve aynı zamanda apartman komşusu olan Belgin’e onu tanıyıp tanımadığını sordu. Kadın çok iyi tanımadığını ancak Belediyede sürekli karşılaştıklarını söyledi. Seher kadına durumu açıkladı ve kadın da gerekli bilgileri ona araştıracağını söyledi. Korkut’un ailesi İstanbul’a yaklaşık 50-60 yıl önce gelmişler, Korkut da İstanbul’da doğup büyümüştü. Oldukça görgülü ve çevrede tanınan insanlardı. Korkut’un içki, kumar, gece hayatı gibi alışkanlıkları da olmadığını öğrenerek bu bilgileri Seher’e verdi. Seher’in de bu işte gönlü var gibiydi ama o da çekiniyordu.
Belgin durumun farkına vardı, yaşı büyük ve evli olduğu için bu işe önayak olmaya karar verdi. Belediyede çalışırken Korkut’la samimiyeti ilerletti ve birlikte çıktıkları bir öğle yemeğinde Korkut en sonunda sordu:
– Belgin abla, hani şu pastanenin sahibi var ya, onu tanıyor musun? Diye sordu. Belgin bilmiyormuş gibi yaparak:
– Hangi pastane? Şu sabahları simit alırken seninle arada bir karşılaştığımız pastane mi? Dedi. Korkut’un gözleri parladı:
– Evet evet, o pastane.
– Şey, evet tanıyorum. Çok samimi değiliz ama gene de görüşüyoruz onunla. Üstelik bizim apartmanda oturuyor, orda da akşamları karşılaşıyor, merhabalaşıyoruz.
– Nasıl biri, yani benimle anlaşabilir mi? Benim biraz onun hakkında ciddi niyetlerim var da. Çekingen olduğum için konuşamıyorum. Kardeşiyle görüşüyorum ama o da seyrek geliyor oraya, üniversitede okuyormuş kız.
– Valla iyi birine benziyor. Oturması, kalkması, ev işleri ve ailesi düzgün biri. Ağırbaşlı ve işini bilen, dimdik ayakta durabilen bir kadın. Tek başına gelmiş, pastaneyi satın almış, kardeşini okutuyor ve Eskişehir’deki ailesine de para gönderiyor üstelik. Ben takdir ediyorum. Sana da yakışır, valla güzel kadın yani.
Korkut biraz utandı, kızarıp bozardı. Bir yandan da sevincinden ne diyeceğini bilemedi. Korkut’un niyetinin samimi ve ciddi olduğunu anlayan Belgin ona biraz ümit verdi:
– Korkut, bak. Ben önce bir ağzını filan arayayım. Uygunsa ve evlenmeye niyeti de varsa sizi bir araya getireyim. Siz de anlaşırsanız bu iş olur, tamam mı? Sen hiç kendini sıkma. Olmazsa da yakışıklı çocuksun, sana bizim mahalleden başka kız da buluruz, merak etme.
– Tamam Belgin abla, hesaplar benden bugün. Tatlı da ister misin? Sen şu işi yap, bizi sadece görüştür. Onunla anlaşacağımızı düşünüyorum ben. Uyumlu biriyim zaten, bilirsin. Hiç kimseyle kavga etmem, herkesle anlaşırım. Zaten ailem de öyledir, benden çok onlar sevinecekler bu işe. Gelinlerini de el üstünden tutarlar.
Belgin gülümseyerek Korkut’a bu işte üzerine düşeni yapacağını ve birkaç gün izin vermesini, bu arada Seher hakkında daha ayrıntılı bilgiler getireceğini söyleyerek Korkut’u daha da rahatlattı. Korkut gelen hesabı öderken eli hiç titremiyordu, üstelik garsona iyi de bahşiş bıraktı.
Akşam iş çıkışında Belgin Seher’in pastanesine uğrayarak gülümsedi ve pastaneyi kapatınca Ayten’le beraber evlerine yemeğe beklediğini söyledi. Seher hanım durumu anlamıştı ve o akşam pastaneyi biraz erken kapatarak evde Ayten’le üstünü değiştirip birlikte hemen alt kattaki Belgin’in evine gittiler.
Yemekten sonra çaylar içildi ve Belgin Ayten’in canı sıkılmasın diye 6 yaşındaki kızıyla oyun oynamasını istedi. Kocası ise balkona çıkmış çayla birlikte sigarasını içiyordu. Başbaşa kalınca hemen konuya girerek Seher’e durumu anlattı. Korkut’un çekingenliği nedeniyle gelip kendisiyle konuşamadığını, niyetinin ciddi ve samimi olduğunu söyledi. Korkut’un ailesi hakkında da bilgiler vererek birbirlerine çok yakışacaklarını da belirtti. Seher biraz utandı ama hemen olur dememek için biraz oyalama yapmaya karar verdiler.
Ertesi gün Belgin Korkut’a akşam Seher’le bir araya geldiklerini ve görüşüp konuştuğu kimse olmadığını, ailesinin Eskişehir’de olduklarını filan söyleyerek bir dahaki görüşmelerinde bir buluşma ayarlayacağını söyledi. Ama Korkut tek başına buluşmaya giderse utangaçlığı nedeniyle konuşamayacağını, onun da bir şekilde katılmasını istedi. Belgin hanım o zaman bir plan yapılması gerektiğini düşündü ve:
– Hafta sonunda bize yemeğe gelsene ablanla beraber, onu da çağırırız. Hem bizim yanımızda daha rahat olursun, dilin açılır senin, dedi.
Korkut bunu uygun gördü ve kabul etti. Tek başına Seher’i yemeğe filan götürse ağzını açıp tek kelime edemez, kızarıp bozarır ve rezil olurdu. Ama tanıdıklar içinde daha rahat olduğundan Seher’le de serbestçe konuşabilirdi. Hem ablası da görmüş ve tanışmış olurdu.
– Belgin abla, çok iyi düşünmüşsün bunu. Haftaya da ben sizleri çağırırım, Seher’i kardeşiyle alıp gelirsin, zaten evi biliyorsun, dedi Korkut.
– Evet, bu daha iyi fikir aslında. Samimiyetiniz azıcık oluşsa, biraz muhabbet etseniz sen de rahat davranırsın o zaman. Hem bana da gerek almaz. Kardeşiyle beraber üçünüz çıkarsınız ya da sen ablanı getirirsin, sonra da ikiniz çıkar gezersiniz, pikniğe filan gidersiniz, gerisi sana kalmış.
Korkut’un sevinçten gözleri parladı, nasıl teşekkür edeceğini bilemedi.
O yaz sonunda Eskişehir’e kız istemeye gittiler ve söz yüzüklerini taktılar. Yarıyıl tatilinde de yine Eskişehir’de kız evinde nişan yapıldı, ertesi yaz da düğün yaparak evlendiler.
O yıl Ayten üniversitede 3’üncü sınıfa gidiyordu ve dersleri oldukça iyiydi. Yine ablasıyla aynı evde kalıyor ve Korkut eniştesiyle de güzel anlaşıyorlardı. Aynı zamanda İtalyanca’yı daha iyi öğrenmek için dil kurslarına gidiyor, İtalyan turistlerle sohbet ediyordu. İnternetten de birkaç İtalyan arkadaş edinmiş ve onları İstanbul’a davet etmişti.
- Bölüm Sonu
…
- Bölümden: Merhaba Roma, Merhaba Roberto
…
Davet yemekli olduğu için öğleden sonra arabayla hep birlikte yola çıktılar ve Messina Boğazı’ndan geçerek davetin düzenlendiği Palermo’daki otele akşam üstü vardılar. Araçlarını park edecek yer bulmakta zorlanmadılar çünkü davet edilenlerin çoğu henüz gelmemişlerdi. Oteli satın alıp davet düzenleyen kişi Kont Carlino Giordano idi ve bay Piero’yu görünce kollarını açıp gülümseyerek “Hoş geldiniz eski dostum, şeref verdiniz” dedi. Bay Piero da bu sıcak karşılamaya yine aynı şekilde karşılık vererek kucaklaştılar. Kont’u gören bayan Maddelena ve kızı Kathalina reverans yaparak Kont’u selamladılar. Kont da bayan Maddelena’nın elini nazikçe öperek “Bayan Maddelena, siz de hoş geldiniz” dedi.
…
(Devam edecek)
Tags: #bebek #eskişehir ayten bezli İstanbul kont Mavi roma şato sicilya