Pandora’nın Uykusu
Gün doğumunu bekleyen zifiri karanlığı ansızın yanıp sönen telefon ışıkları aydınlattı. Kısmen aydınlanan odada ikonik bir melodi duyulurken genç adam kısa bir uyku için kapattığı gözlerini açtı. Burnuna doluşan o tarif edemediği güzel koku ile derin bir nefes aldı ve gövdesini saran sıcaklıkla bakışlarını beyaz tavandan üzerinde uyuyan kızın sarı saçlarına çevirdi. Yüzünü kapatan ipek bukleler uyurken onu rahatsız etmiyor olmalıydı fakat genç adam kızın bir türlü göremediği güzel yüzünü kapatan saçlara kızgındı.
Telefon hala kısık melodisiyle çalmaya devam ederken elleri kızın yüzünü örten saçlarını buldu ve usulca yüzünden çekti. İçinde onu tam olarak görmek, tanımak ve adını öğrenebilmek için çılgın bir ihtiyaç duyuyordu. Bakışları açıkta kalan çenesini ve öpülmekten kızarmış dolgun dudaklarını bulduğunda bir anda çalınan kapı ile kısık sesli bir küfür savurdu. Bakışları sıkıntı ile kızın yüzünden uzaklaştı.
Gergin bedeni ona sıkıca sarılan kolların arasından sıyrılırken sinirli bir ruh haline bürünmüştü. Öfkesi her zaman en büyük zaafı olmuştu Akın’ın. Kolay öfkelenen ve çoğu zaman zor sakinleşen bir yapısı vardı. Bu yüzden etrafındaki insanlar ondan korkuyla bahseder bazıları ise bahsetmek bile istemezdi.
Fakat Akın’ın gerçekten nasıl bir insan olduğunu pek çoğu bilmezdi. Onu elini kana bulamaktan çekinmeyen, babasının gücünü kullanan bir serseri olduğunu düşünürlerdi. Fakat Akın onu tanıyanlar için bir serseriden çok ailesini koruyan bir baba gibiydi. Hayatı onu bu rolü üstlenmeye adeta zorlamıştı.
Kapı hala bütün hızıyla alacaklı gibi çalmaya devam ederken Akın çoktan üzerini giyinmiş çatık kaşları ile kapıya doğru ilerliyordu. Genç adam birkaç saniye daha açmasa kırılacak olan kapıyı sonunda araladığında onu bu şekilde rahatsız eden kişiye vereceği ilk cevabın kesinlikle sağlam bir yumruk olacağını düşünüyordu. Fakat durum hiç de öyle olmamıştı.
Açılan kapının önünde büyük bir endişe ile dikilen çocukluk arkadaşı ve sağ kolu olan İlyas beti benzi atmış bir halde genç adamın yüzüne bakıyordu. Akın katı bir ifadeyle İlyas’ı süzdü ve öfkeyle konuştu.
-Bu saate beynimi sikmenin önemli bir sebebi vardır umarım İlyas.’
İlyas tereddüt eden bir tavırla sessizliğini bozmazken Akın sinirle konuştu.
-Konuşsana İlyas! Ağzından parayla mı alacağız lafı?’
Genç adam arkadaşının öfkesine tedirgin bir ifadeyle karşılık verdi. Anlından yüzüne dökülen terler görülmeyecek gibi değildi.
-Le-leyla Abla!’ diyebildi sadece.
Akın ablasının adını duyduğu andan itibaren bıçak sırtında yürüyen akılsız bir gezginden farksızdı. Ona ve ailesine kötü bir şey olmasının düşüncesi bile onu çığırından çıkarıyordu.
-Ne oldu lan ablama. Valla hatır matır dinlemem vururum seni İlyas. Söyle ulan’
-Leyla ablayı vurmuşlar.’
*
Başındaki sarsıcı ağrı ile uyandı Ferda. Öyle kuvvetli bir ağrıydı ki bu gözlerini açıp kapatmak bile ona azap veriyordu. Ağzı tıpkı bir çöl gibi kurak, bedeni ise başı kadar olmasa da yer yer sızlıyordu. Bakışları odanın beyaz tavanını bulurken birkaç saniyeliğine kendi odasında olduğunu düşündü. Muhtemelen yine o fazla gerçekçi rüyalardan birini görmüştü. Ama değildi işte. Onun odasının tavanı böylesine gösterişli ışıklandırmalarla kaplı değildi. Ve bu da koca bir kabus olmasını dilediklerinin tüm yaşanmışlığı ile birer gerçekten ibaret olduğunu gösteriyordu.
Karanlık bir kabustan farksız olan dün gecenin anıları zihnine doluştuğunda boğazını sıkan acı ve öfkeyle kaskatı kesildi yatakta. Dün geceyle ilgili o kadar çok kısıtlı anıya sahipti ki koluna vurulan iğne dışında neredeyse hiçbir şey hatırlamıyordu. Hatırladığı tek şey vardı o da unuttuğu her şeye bedeldi zaten. Akın Karanefer.
Bölük pörçük hatırladığı anıları arasında onunla beraber olup olmadığını kestiremiyordu. Özellikle de cinsellik konusunda bu kadar az bilgiye sahipken. Ama ona sahip olmaması için bir sebebi olduğunu düşünmüyordu. Onun gibi adamlar kimsenin gözünün yaşına bakmazlardı. Ferda da kimse için istisna olabileceği bir şansa asla sahip olmamıştı zaten. Elinde kalan sadece onuru ve masumiyetiyken dün gece ikisi de gözü dönmüş canavarlar tarafından elinden alınmış ve yok edilmişti. Zaten bir hiç olan varlığı şimdi uçup gitmiş yok olmuştu. Ferda’nın yok oluşu bu kadar kolaydı işte.
Bedeni beyaz çarşafların içinde günaha bulanmış bir şekilde öylece duruyorken elleri yaşadıklarının verdiği acıyla kasılarak yumruk halini aldı. Öyle ki tırnaklarının avuçlarına saplandığını hissediyor fakat hiçbir acı belirtisi göstermiyordu. Belki biraz canının yandığını hissetse hapsolduğu bu duygusuzluk kafesinden biraz olsun kurtulacaktı. Böylece gözlerini yaşlar dolduracak ve sonunda yaşadıklarını tüm zehriyle dışarı atabilecekti. Fakat öyle olmadı. Kasılan bedenini doğrultarak çıplaklığını umursamadan yataktan kalktı.
O artık neydi bilmiyordu. Adını, ruhunu, benliğini unutmak ve yaşadığı o geceyle birlikte kaldırıp çöpe atmak istiyordu. Ama yapamıyordu. Her şey sanki zihnine mıhlanmış ve bir asır da yaşasa asla unutmayacakmış gibi geliyordu. Sahi hangi kadın bir fahişe gibi satıldığını unutabilirdi ki?
Ferda odanın ortasında öylece dikilip bunları düşünürken aklına gelen ihtimalle buz kestiğini hissetti. Akın Karanefer işini görüp defolup gitmiş olmalıydı ama onu, bunu yapması için zorlayan insanlar Ferda için geri döneceklerdi. Ve genç kız bu yüzden kaybolup giden gururundan önce canını düşünmek zorundaydı.
Etrafa dağılmış kıyafetlerini topladı Ferda. Ve çabucak üstünü giyinmeye başladı. Zihninde bir ses durmadan ‘Böyle olmamalıydı. Evleneceğin adama saklamalıydın kendini’ diye konuşup vicdanını kızgın ateşlerde yakıyordu. Ferda ise bu ses kayıtsız kalamıyor ve yanağından dökülen yaşlara engel olamıyordu. Çabucak üstünü giyindikten sonra yerdeki maskeyi tanınmamak için yüzüne taktı. Ayakkabılarını eline alıp tek bir ses bile yapmadan çıktı odadan Ferda. Kapıyı ise sessizce kapattı arkasından. Çabucak bulunduğu katın yangın merdivenlerine doğru yöneldi. Asansör her an biriyle karşılaşabileceği için tehlikeliydi. Yangın merdiveninin gri kolunu tutup çevirirken kafasına dayanan soğuk namluyla kalakaldı Ferda.
-Bir yere mi gidiyorsun?’
Genç kız sert ve isyankar bir sesle konuştu.
-Daha ne istiyorsunuz benden? İstediğinizi yaptım işte şimdi bırakın gideyim. Hem arkadaşım nerede. Ne yaptınız ona?’.
Ferda kafasına dayanan namluya inat arkasındaki adama döndü yüzünü. Bu o beyaz odadaki adamdı.
-Arkadaşın hastane de. Borcunu ödediğin için ağlayarak sana şükrediyordur muhtemelen. Hadi yine iyisiniz ikiniz de ucuz kurtuldunuz.’
Kolunu adamın sert tutuşundan hırçın bir hareketle çekip kurtardığında gözleri nefret doluydu.
-Bunun için size teşekkür mü etmeliyim?’
Adam ona sert bir bakış attı ve elinden kurtulan ince kolu yeniden sıkıca kavradı.
-İkinci kez mükafat olmak istemiyorsan kapa çeneni ve benimle gel.’
-Ne-nereye götürüyorsun ben-
Adam onu geniş koridordan geçerek asansöre doğru sürüklediğinde tıpkı bir mengene gibi sıkılan kolunun acısıyla inledi. Adam bunu umursamadan onu sürüklediği asansör kapılarının önünde düğmeye basarak asansörü çağırdı.
Çok geçmeden kata ulaşan asansör kapıları zil sesi eşliğinde açıldığında kolundaki güç onu tıpkı koridorda sürüklediği gibi şimdi de asansörün içine doğru sürüklüyordu. Fakat bunu o kadar orantısız bir güçle yapmıştı ki genç kız savrulan bedeninin sertçe bir şeye çarptığını hissetti. Dehşete düşmüş bakışları çarptığı şeyi görebilmek için başını kaldırdığında karşılaştığı duygusuz maviliklerle bir an nefes alamadığını hissetti.
Adamın güçlü elleri düşmek üzere olan bedenini sıkıca omuzlarından kavramış hissiz bir ifadeyle maskenin ardındaki yüzünü inceliyordu. Titreyen bedeni onun tarafından bir dengeye kavuşturulduğunda Ferda hala bakışlarını adamın gözlerinden ayırmamıştı. Adam onu kavrayan deri eldivenli ellerini genç kızın üzerinden çektiğinde sıkıntıyla anlına düşen sarı saçını düzeltti. Oldukça uzun boyluydu ve asansörün orta boyuttaki kabinini tüm varlığıyla doldurabilecek kadar iri. Ferda onun kesinlikle güçlü ve zengin bir adam olduğunu tahmin edebiliyordu.
Şaşkın bakışları asansörün girişinde donup kalmış olan orta yaşlarının sonundaki adamı bulduğunda bir ona bir de yanında öylece dikilen sarışın adama baktı.
Adam asansörün kapanan kapılarıyla kendine geldiğinde tedirgin bir ifadeyle selam verdi.
-Efendim sizin gittiğiniz söylenmişti.’
Sarışın adam sertçe burnundan soludu ve kalın sesiyle konuştu.
-Neden bu kadar şaşırdın Ekrem. Yoksa bilmemem gereken bir şey mi vardı?’
Ekrem belli etmek istemese de titrek bir ifadeyle asansör kabinine binerek yüzünü genç adama doğru döndü.
-Olur mu öyle şey Korhan Bey. Sizden ne saklayabilirim ki.’
Genç adam ruhsuzca güldü ve başını salladı.
-Salak rolü yapmayı patronundan öğrenmiş olmalısın. Hiç biriniz kabul etmese bile bu yasaklanmış bir iş yaptığınız gerçeğini değiştirmez.’
Ekrem genç adamın söyledikleri ile öyle sesli yutkunmuştu ki kulağı olan herkes bunu rahatlıkla duyabilirdi.
-Ef-efendim si-siz yanlış anladınız.’
Adam hiddetle kaşlarını çattı ve bakışlarını bir an olsun asansörün parlak yansımasından ayırmadan konuştu.
-Yanlış anlamak mı? Burada bir yanlış varsa o da verdiği söze ihanet eden sizlersiniz. O yüzden şimdi sizin yanlışınız susacak ve bizim doğrularımız konuşacak.’
Adamın kalın sesi pek de geniş sayılamayacak asansör kabininde yankılanarak kesildiğinde arkasından kulakları sağır eden büyük bir gürültü duyuldu. Ferda korkuyla ellerini kulaklarına siper ederken tüm bedeni kaskatı kesilmiş donuk bakışları önündeki manzaraya kilitlenmişti.
Ekrem iki kaşının arasına isabet eden kurşunla yere yığılmış dehşetle irileşen gözleri genç kızın ince suretinde asılı kalmıştı. Boğazından yükselen tuhaf hırıltı verdiği son nefesle kesildiğinde her şey koca bir sessizliğe boğulmuştu.
Burnuna dolan kan kokusu midesini altüst ederken zeminde ayaklarının dibine doğru yayılan kırmızı birikinti öğürmesine sebep oldu.
-Öğğkk’
Çıkarttığı bu tuhaf ses hala elinde gümüş rengi silahını sıkıca tutan sarışın adamın bakışlarını ona doğru çekti. Boş midesi kasılmayı kestiğinde kata ulaşan asansörün zil sesi ile silkelenerek başını kaldırdığı an sarışın onunla göz göze geldi.
İşte o an yanaklarına akan ılık göz yaşlarını hissetti. Hiçbir acı hissetmiyordu fakat içinden delicesine ağlamak geliyordu. Hıçkırıklar boğazından kopup sessizliği içine hapsettiğinde gözleri korkuyla kapanıp ellerini kendini korumak istercesine bedenine sardı. Ve bağırmaktan kısılmış sesi ile konuştu.
-Be..beni de mi ö..öldüreceksin?’
Yapacak mıydı? Ölmemek için yaptığı onca iğrençlikten sonra böyle mi karşılaşacaktı azrailiyle. Demek onca çabası birkaç saat daha hayatta kalabilmek içindi yalnızca. Tedirgin bir ifadeyle karşılaşacağı sonu beklerken omuzlarına değen yumuşak kumaşla irkildi. Ve maskenin ardındaki mavi gözleri şaşkınlıkla açıldı.
Az önce öfkeden alev alev yanan yakışıklı yüzü şimdi donuk ve anlam veremediği bir ifadeye bürünmüştü. Bir şey söylemek için açılan ağzı gerisin geri kapandığında adam nazikçe koluna uzandı ve asansörden çıkması için önündeki ceseti aşmasına yardım etti. Ferda hala içinde bulunduğu duruma bir anlam vermeye çalışıyordu. Daha birkaç dakika önce birini öldürmüşken nasıl oluyor da ona sanki bambaşka bir insanmış gibi davranabiliyordu? Bu adam kimdi böyle?
Ferda aklında onca sorunun açtığı çığırda canı pahasına hayatta kalmaya çalışırken lobinin parlak ışıklandırması ile gözlerini kıstı. Her şey o kadar gösterişliydi ki genç kız duvarda gördüğü amblemden bulunduğu binanın şehrin önde gelen beş yıldızlı otellerinden biri olduğunu fark etti. Fakat etrafta otel çalışanları da olmak üzere hiç kimse görünmüyordu. Sahi bu kadar ünlü bir otel neden bomboştu? Sanki izleyiciye kapalı bir oyunda her şeyden habersiz olan ve sonunda anlamsızca ölen saf bir yan karakter gibiydi.
Ayaklarının altındaki zemin attığı her adımda titriyor ve sanki kuvvetli bir deprem yaşanıyormuşçasına sallanıyordu. Belki de sallanan zemin değil her an pes etmek üzere olan zayıf bedeniydi.
Adam onun bu durumunu sezmişçesine kolundaki tutuşunu sertleştirdi ve sessizlik yemini bozarak konuştu.
-Eğer korkuysa seni bu hale getiren korkma. Tek amacım sana ve senin gibi kız çocuklarına yardım etmek. Onların sana ne yaptıklarını biliyorum. Daha erken gelmek isterdim ama böyle olması gerekiyormuş demek.’
Ferda adamın sesindeki otoriteyi tüm manası ile duyumsayabiliyordu. Onun doğru söylediğinden nedense hiçbir şüphe duymuyordu. Belki de bunun sebebi adamın omuzlarına bıraktığı paltosundan yayılan ıslak tütün kokusuydu. Babasının da ceketleri buram buram tütün kokardı. O kadar tanıdık ve güven veren bir havası vardı ki Ferda onun her dediğine o an inanabilirdi. Yalan olduğunu bilse bile.
Giriş kapısına vardıklarında otel avlusundaki büyük çeşmenin önünde sayamayacağı kadar eli silahlı koruma bekliyordu. Onları gördüklerinde her biri olduğu yerde dikleşip bakışlarını sarışın adamın üzerinde diktiler. İçlerinden biri hızlı adımlarla onlara yaklaştığında korumanın bakışı bir an olsun onun üzerinde durmamıştı. Sanki bilerek o rahatsız olmasın diye bakmıyorlardı.
-Her şey yolunda mı?’
-Evet efendim. Söylediğiniz gibi yaptık.’
Adam korumanın söylediklerini başıyla onayladı.
-Güzel. Çocuklara söyle bugünlük gidip dinlenebilirler. Gerisi bende.’
Koruma bir an şaşırsa da tereddütsüz bir cevap verdi.
-Peki efendim.’
Adam yan yana park edilmiş siyah araçların içinden siyah Mercedes’e yöneldiğinde Ferda’da kayıtsız şartsız onu takip etti. Genç adam ona yolcu kapısını açarak binmesine yardım etti ve çok geçmeden kendisi de şöfor koltuğuna geçti. Adam arabayı çalıştırmak için uzandığında Ferda’nın ince sesi duyuldu.
-A..arkadaşım, arkadaşıma ne olacak?’
Adam kayıtsız bir ifade ile arabayı çalıştırıp dikiz aynasından ona baktı.
-Harun Solmaz’ın kızından bahsediyorsan iyi olacak merak etme. Seni temin ederin bundan sonra ikinizde güvende olacaksınız. ‘
Ferda hala bitmek tükenmek bilmeyen bir şaşkınlıkla adamın yüzüne bakarken başını salladı ve aralarında geçen kısa konuşmaların sonuncusunu yaptığını bilmeden konuştu.
-Bu…bunları neden yaptığını bilmiyorum a..ama ben…ben teşekkür ederim.’
Tags: aksiyon aşk ölüm