1- BİR KAVANOZ BÖĞÜRTLEN REÇELİ

”Anne hani nerede börtlenler?” Petek, Duru’nun elinden tutarken küçük kızın, börtlen, demesine güldü.

”Geldik sayılır meleğim. Bak şuradalar işte.” Eliyle babasının elma bahçesiyle yandaki bahçe arasında doğal bir set oluşturan böğürtlen çalılarını gösterdi. Aslında bahçe sınırları genelde daha temiz tutulurdu ama yan bahçe bir akrabalarına aitti ve bahçe sahibi yaşlı çift birkaç sene önce sırayla vefat etmişlerdi. İçinde bir de ev olan büyük meyve bahçesini çocuklarına miras bırakmış, ancak miras sahibi aile şehirde yaşadığı ve bahçe işlerinden pek anlamadıkları, belki de ilgilenmek istemedikleri için yabani otlar ve böğürtlen çalıları da başını alıp gitmişti.

Petek böğürtlen çalılarının meyvelerini toplayıp reçel yapmayı annesi sayesinde adet edinmişti. Çocukluğundan beri en sevdiği reçellerden biri kesinlikle buydu ve meyvesini kendi toplamaktan büyük bir zevk alıyordu. Yabani meyve çalılarından böğürtlen toplarken bir çeşit terapi görüyor gibi huzurlu hissediyordu ve her sene sonbaharı iple çekiyordu bu yüzden. Renk değiştiren yapraklar bahçelerin arasındaki patikalara dökülüyor, bahçelerde çalışanlar artık yavaş yavaş evlerine çekiliyor ve doğa daha sakin ve ıssız kalıyordu. İşte Petek bu sakinliği ve pastel tonlarla süslü manzaranın içinde dolaşırken hissettiği ıssızlığı garip şekilde seviyordu. Onu zaman zaman ürperten ama garip şekilde cezbediciydi bu kendi haline bırakılış.

Kendilerine ait elma bahçesine ve doğal olarak böğürtlen çalılarına ulaşmak için terk edilmiş iki katlı eski evin ve önündeki devasa çam ağacının yanından geçmek zorundaydılar. Mal sahibi kendi mülkünden diğer bahçelere geçiş için yol vermiş ve bu şekilde patika onun evinin önünden kıvrılarak diğer bahçelere uzanmıştı. Petek bu yolu da çok severdi, zaman zaman yürüyüşe çıkıp elma toplamak bahanesiyle gelirdi bu tarafa. Evleri de pek uzakta olmadığından kısa ama dinlendirici bir yürüyüş olurdu onun için.

”Börtlenler tatlı mı anne?”

”Evet, hem de çok lezzetliler. Ama toplarken dikkat edeceğiz çünkü çalıların dikenleri var.” Duru kafasını salladı. O sırada eski evin önünden geçiyorlardı. Evin küçük ahşap bir kapısı ve yine küçük pencereleri vardı. Masallardaki gizemli evlere benzetirdi burayı Petek. Önünden akan küçük su arkının üzerine yapılmış köprüden geçmeyi de severdi. Bu minik köprüden geçmek çocuksu bir keyif verirdi ona çünkü çocukluğunu hatırlardı.

Buralarda geçmişti çocukluğu ve içten içe hep bu dev çam ağacının çevresinde genişleyen meyve bahçesiyle birlikte içindeki bu eski evin sahibi olduğunu düşlemişti. Keşke babam diğer bahçe yerine buraya sahip olsaydı, dediği çok olmuştu bu yüzden. Artık evde yaşayan kimseler olmadığı için de bazen gelip evin önündeki basit ve eski tahta sıraya oturup etrafı seyrediyordu. Bahçe ve ev onun olmayabilirdi ama en azından istediğinde gelip orada oturarak hayal kurabiliyor ve kendi küçük dünyasında mutlu oluyordu.

Duru’yla beraber böğürtlen çalılıklarına ilerlediler. Ellerinde iki tane sepet vardı. Petek yanılmıyorsa iki küçük sepeti de dolduracak kadar böğürtlen vardı burada. Hem olmasa bile başka yerlerde biliyordu böğürtlen toplayabileceği. Bugünlük biraz yemek ve reçel yapmaya yetecek kadar toplasalar kafiydi. Hava ısıtan ama yakmayan güneşle birlikte tatlı bir sonbahar sıcaklığına sahipti. Dallarda kuşlar ötüşüyor, çiftçilerin geride bıraktığı meyvelerin tadını çıkarıyorlardı. Anne kız konuşa konuşa böğürtlen toplamaya koyuldular. İkindi vaktiydi ve onlara eylül sıcağını fırsat bilip ötüşen böcekler ve arada bir dallardan yere düşen meyvelerin çıkardığı sesler eşlik ediyordu.

Böğürtlenleri toplamaya bahçenin üst tarafından başlayıp aşağıya, eski evin olduğu tarafa doğru iniyorlardı. Anne kız oraya yaklaştıklarında artık sepetlerinde epey böğürtlen vardı ve böğürtlen yemeye iyice doymuşlardı. Elleri hep böğürtlen lekesi olduğu gibi Duru’nun yüzünde de bolca leke oluşmuştu. Ama Petek bunu dert etmiyordu çünkü eski evin yan tarafında faydalanabilecekleri bir çeşme vardı. Suyu az akardı ama işlerini görürdü yine de.

”Anne bunlar yeter mi reçele?”

”Şimdilik yeter meleğim ama daha sonra yine toplamalıyız. Çünkü annen daha çok böğürtlen reçeli yapmak istiyor.” Küçük kız burnunu kırıştırdı.

”Sen hep börtlen reçeli yiyorsun ya o yüzden mi?” Petek göz kırpıp gülümsedi.

”Evet o yüzden. Sen de seviyorsun hem.”

”Dedem ekmek ısıtıp üstüne sürüyor. Seviyorum o zaman.” Petek kızın burnuna dokundu,

”Seni çok bilmiş.”

”Anne ya, burnum kaşındı yapma.”

”Huylu prenses. Tamam, tamam dokunmuyorum.”

”Anne benim doğum günüm olacak ya hani, sen pasta yapacaksın?”

”Evet miniğim yapacağım.”

”Ona börtlen koysana anne. Bunlar çok güzel.” Petek küçük masum yüze sevgiyle baktı.

”Sos da yaparım hatta, off mis. Harika fikir.”

”Kimler gelecek doğum günüme? Çiçek teyzemle Ender amcam gelecek değil mi? Gelsinler gelsinler lütfen.”

”Tabii gelecekler, Ender amcan söz verdi ya sana. Iyh, elime diken battı. Of,” Petek eline batan dikeni çıkarmaya çalışırken Duru,

”Çok mu acıttı anne? Öpeyim belki geçer.” Petek parmağını ıslatıp sallarken,

”Yok geçer birazdan meleğim. Ama artık akşam olmadan eve dönelim yoksa süpürgeli cadılar bizi kovalar.”

”Onlar kim ki?” Petek kıkırdadı.

”Şu evi görüyor musun? Orada yaşlı bir teyze oturuyordu eskiden. Çok yaşlı ve zayıftı, hem de burnu çizgi filmlerdeki cadılara benziyordu. Bir de görsen ne huysuz aksi bir kadındı. Bazen buralarda oynasak bize kızardı. ”

”Cadı mıydı o nine?” Duru çizgi filmlerde gördüğü çirkin ve uzun burunlu cadıları düşününce gözleri iri iri açılmıştı.

”Çiçek teyzene göre öyleydi evet. Çiçek ondan çok korkardı ama yine de her fırsatta bu bahçeye girip kadının çiçeklerinden çalardı, mecburen ben de onunla girerdim hırsızlık yapmaya.”

”Anne! Ama hani hırsızlık yapmak çok kötü bir şeydi, öyle demiştin?” Petek mahcup mahcup sırıttı. Kafasını kaşırken,

”Şey evet hırsızlık kötü elbette, başkalarının eşyalarını izinsiz almamalıyız ama biz de o zamanlar hata yapıyorduk işte. Yani yaptığımız şeyin doğru olduğunu söyleyemem meleğim ama çocuklar bazen böyle yaramazlıkları eğlenceli bulurlar.” Duru bilmiş bilmiş bakıp,

”Anne sen çok tuhaf bir annesin, başka çocukların anneleri senin gibi değil.” Genç kadın kızına merakla baktı.

”Nasıl tuhafmışım ki ben? Neyim benzemiyormuş diğer annelere acaba Duru Hanım?” Duru omuz silkti.

”Bazen komik oluyorsun…Öylesin işte, yani başka annelere benzemiyorsun. Onlar çocuklarına böyle davranmıyor ki.”

”Ben iyi bir anne değil miyim yani?” sesinde biraz kaygı vardı Petek’in. Duru kafasını sağa sola salladı.

”Hayır, bana hiç yalan söylemiyorsun. Bir de beni güldürüyorsun. Değişik şeyler anlatıyorsun.”

”Ödümü patlattın küçük cadı, kötü bir anne olduğumu düşündüm. Seni çok seviyorum ve sana yalan söyleyemem ki. İnsan sevdiğine yalan söylememeli değil mi meleğim?”

”Evet anne. Ben de seni çok seviyorum.” Sonra aklına bir şey gelmiş gibi devam etti, ”Peki o cadı nine sizi yakalamadı mı?” İlgisi aniden yine değişmişti.

”Yakalamaz olur mu? Bir keresinde tam Çiçek teyzen bir gülü koparmaya çalışırken evden çıkıp sessizce yanımıza geldi. Tabii ki Çiçek teyzen küçük olduğu için onu korumaya çalışırken pataklanan ben oldum. ”

”Ya! Çiçek teyzem ne yaptı peki?” Petek sinir olmuş gibi bakarken,

”Ne yapacak, kaçıp uzaklaşınca kadına nanik yaptı. Kadın da buna sinirlenip benim kafama bir tokat daha atmaz mı? Ah Çiçek ah, hep onun yüzünden bana oluyordu olan.” Petek anısı gözünce canlanırken gülüyordu.

”Keşke benim de kardeşim olsaydı.” Duru’nun ses tonu Petek’in yüreğine dokunmuştu. Diz çöktü ve Duru’nun çenesinden tutup yüzüne sevgiyle baktı.

”Çok mu istiyorsun bunu?”

”Evet ama sen artık babamdan ayrı olduğun için olmaz biliyorum.” Petek kıza sarıldı ve iç geçirdi.

”Bunu bilemeyiz ki meleğim. Kimse bilemez. Belki sen çok istediğin için bir kardeşin olur bir gün.” Duru’nun yüzü aydınlanır gibi oldu.

”O zaman Allah’a dua etsem bana kardeş gönderir mi anne?” Petek tebessüm etti bu masumiyet karşısında.

”Bence bunu deneyebilirsin. A bak konuşurken şuradaki böğürtlenleri görmemişiz. Hem de kocamanlar.” Petek ellerini çırpıp neşeyle havaya sıçradığında Duru da deminki kadar duygusal değildi artık. Bahçenin başına, çalılıkların sonuna gelmişlerdi ve çalıların diğer tarafındaki böğürtlenleri almak için diğer bahçeye geçmeleri gerekiyordu. Bahçenin girişinde kocaman bir ceviz ağacı yükseliyordu tam tepelerinde ve olgunlaşmış meyveleri üzerinden göz kırpıyordu. Petek Duru’ya bakıp,

”Yaramazlık yapmamı ister misin Duru?” diye sordu. Duru ellerini çırpıp,

”Ne yapacaksın anne?”

”O cadı artık bu evde yaşamıyor ve ben de şu cevizden birkaç tane alabilirim sanırım. Ne dersin, ceviz yiyelim mi?” Petek bunu söylerken bir yandan da diğer bahçeye giriyordu ki tepesinde yükselen ceviz ağacının dibinden oldukça yakışıklı bir adam ayağa kalkıp,

”O cadı artık burada değil ama torunu burada.” Derken manidar şekilde sırıtıyordu ve kahretsin ki Petek yerinde donup kalırken şaşkınlıktan ağzı açılmıştı. Deminden beri çalıların diğer tarafında gevezelik edip dururken nasıl olup da burada biri olduğunu fark edememişti. Tabii ya, adam boyuna ulaşan çalıların ardını nasıl görecekti ki? Üstelik adam cevizin dibinde oturuyor veya uzanıyor olmalıydı ki zaten görünmesi mümkün değildi. Ve sesini de çıkarmamıştı tüm o süre boyunca, pis çakal.

”Demek hala ninemin bahçesinden bir şeyler çalma huyun devam ediyor Petek? Yoksa Fırtık Petek mi demeliydim?” Petek karşısında birini görmeyi beklemediği gibi yıllar öncesinden çıkıp gelen Arslan’ı görmeyi hiç beklemiyordu. Yarım açık kalan ağzını kapatırken kendisini hemen toparladı ve,

”Sen de hala eskisi kadar sinsi ve kendini beğenmişsin Alparslan. Yoksa Ukala Arslan mı demeliydim?” Muhatabı üzerindeki otları silkelerken çapkın çapkın sırıtıyordu hala.

”Vay demek hala öyle görünüyorum? Tamam öyle olsun. Ama rahmetli nineme cadı dediğin için bana bir özür borçlusun ve ağacımdan ceviz almak istiyorsan sen de bana bir şey vermelisin sevgili kuzenim.” Petek hala Arslan’ı görmenin ve onunla konuşuyor olmanın şokunu yaşıyordu ama görünürde soğukkanlı kalmaya gayret ediyordu. Anıları ve çocukluğuna dair duyguları zihninde tepişirken pek kolay olmasa da Arslan’ın karşısında ezilip büzülmeyi de gururuna yedirecek değildi. Çünkü artık o genç bir kadındı, hem de çocuğu olan yetişkin bir kadın. Bu züppeye hak ettiği gibi cevap verebilirdi.

”Ağacından mı?” Etrafa burun kıvırır gibi baktı ve ekledi, ”Yıllarca bakımsız bıraktığınız bahçenin hali içler acısı. Şimdi ben kimsenin uğramadığı bahçedeki bir ağaçtan 2-3 tane ceviz alınca kıymete mi bindi yani? Hem nerden senin ağacın oluyor muş bakalım?” dedi çıkışır gibi. Kendi de kendine şaşırsa da çenesi açılmıştı bir kere. Adam genç kadına bir iki adım yaklaştı. Duru da o sırada gelip Petek’in arkasına sokulmuş, tanımadığı adamı inceliyordu.

Petek heyecanlandığını hissetti. Ama hayale kapılacak yer ve zaman değildi. Arslan evlenmişti ve bir çocuğu vardı, yani bildiği kadarıyla öyleydi ve evli bir adamla ilgili hayallere kapılacak değildi. Lakin adam artık ona daha yakındı ve gördüğü kadarıyla o eski gençlik dönemine göre daha uzun, kaslı ve yakışıklıydı da aynı zamanda. Kumral saçlarını gelişigüzel geriye doğru taramıştı ve kısa sakallı yüzünde mavi gözleri iki değerli taş gibi parlıyordu.

Belli ki yıllar yaramıştı genç adama. Gençken de oldukça yakışıklı olan yüzü olgunlaştıkça daha çekici mi olmuştu ne? Ve tabii ifadesi de daha kendinden emin. Bir an daha farklı olsaydı derken buldu kendini ama bir an sonra bu düşünceyi kafasından iteledi hemen. Ve o sırada Arslan bilmiş bir şekilde gülümseyerek cevap verdi,

”A, senin haberin yok mu Petek? Arslan geri döndü, bu arazi de, içindeki bütün her şey de artık benim. Ve bir kavanoz böğürtlen reçeli karşılığında sana ve küçük prensese biraz ceviz verebilirim.”

 

Tags:

Paylaş
2 Yorum
  1. NURSEN71 3 sene önce

    Bir Kavanoz Gül Reçelini beğeniyle okudum. Kitabı hayırlı olsun. Bir Kavanoz Böğürtlen Reçelinin de onun kadar başarılı olacağına inanıyorum

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account