2.BÖLÜM
Aynı anne ve babadan olmayan kardeşi olurdu insanın. Mutlaka herkesin kan bağıyla bağlı olmadığı kardeşi olurdu. Benimde vardı can dostlarım. Birbirimize hem kardeş hem dost olmuştuk.
İrem, Sıla, Sibel ve ben.
Birbirine bağlı dört en iyi dost. Küçük yaşta tanışmıştım onlarla ve hiç de birbirimizden ayrılmamıştık. Birbirimizin sırlarını da aşklarını da kalp kırıklarını da en iyi biz bilirdik. Liseden sonra farklı alanlara dağılmıştık ama birbirimizden asla kopmamıştık.

Aramızda en büyük Sibel’di. Kendisi şu aralar yirmi dört yaşına girecekti ve epey mutsuzdu. Günler öncesinden başlamıştı yaşlanıyorum demelere.
Sibel güçlü, dimdik ayakta durabilen ve hayattan ne istediğini bilen bir kadındı. Ailesinin zor hayat şartlarına rağmen ayakta durabilen bir insandı.
Sibel’in yaşadıkları kolay şeyler değildi. O güçlü olmak zorunda kalan bir çocuktu aslında. Daha 16’sındayken babası gözlerinin önünde annesini öldürmüştü. Daha 16’sındayken bir ANNENİN, BİR KADIN CİNAYETİNİN tek şahidiydi.
”Erken büyümek zorunda kalan küçük bir kadın olmuştu.”
Ablasıyla beraber tek başlarına kalmışlardı. Fakat tek başlarına da kimse bırakmamıştı onları. Çiçek mahallesi sakinleri onların her zaman yanında olmuştu. Keşke diyorum bazen, keşke ‘aile arasında kavga olur’ demek yerine o zamanlar, Saliha teyze öldürülmeden önce yanlarında olsaydılar belki anneleri hala ellerinden tutuyor olurdu. Belki de bizi bitiren, insanlığımızı kaybettiren de buydu. Sessizce bir köşede hiçbir şeye karışmadan bana dokunmaya yılan bin yaşasın düşüncesiyle oluşturduğumuz düzen yüzünden belki de bu kadar perişan olmuştu her şey. Çocuklar annesiz, anneler evlatsız kalmazdı belki bu düzene karşı gelsek…
O zamanlar bilmiyordum ama bende komşular kendi kapılarını kapatınca o yalnızlıkla boğuşan bir Sibel gibi olacaktım.
El alem ne der düşüncesiyle, düşüncesi önemsenmeyen o kız çocuğu olacaktım.
Bizi çevremize rezil mi edeceksin düşüncesiyle göz yaşı önemsenmeyen ufacık bir yavrucak olacaktım.
Aile arasında olana karışılmaz düşüncesi yüzünden ağladığımda tesellimi bulamayacaktım belki de.
Bu devirde çocuk olmak da zordu, kadın olmakta…

Sırada Sıla vardı…
İçimizde en duygusal, en naif, en aşık olan oydu.
Güzeller güzeli Sıla…
Güzelliği dillere destandı aslında. Daha 22 yaşının baharında sevda ateşini içinde taşıyan duygularını en dipten en uca yaşayan biricik, nazlı arkadaşımız…
Ailesinin üzerine titrediği, babasının prensesi, abisinin cadısı.
Bizim ise sevgi yumağımızdı. Sıla’ya göre ise kendisi ölüm döşeğinde olan amansız aşıktı…
Arslan’ın pençelerinin arasına düşmüş, onun asla görmediği ama kendi içinde gün gün yeşerttiği amansız sevdası..
O, Sıla’ydı. Bizim nazlı arkadaşımız…

Ve gel gelelim İrem’e…
Lisede tanıştığım sonradan ise küçük grubumuza dahil olan en uçarı arkadaşımız…
İrem grubumuzun en delisi, en macera tutkunu aynı zamanda en mantıklı insanıydı. Yaptıkları ve düşünceleri en örtüşmeyen insan kesinlikle İrem’di. Belki de aramızda en şanslı olanı oydu.
Hiçbir zaman kısıtlanmayan, ailesi tarafından düşüncelerine önem verilen ve bütün sosyal aktivitelere katılan, aramızda en özgüvenli olan ve en çok saygıyı gören kadındı. Kısaca İrem her şeyin hep ‘en’i olmuştu.

En sonunda da ben…
Ben annesi gibi mavi gözlü, sarı saçlı ve birçok zorlukla savaşarak bugüne kadar gelmiş küçük bir kızdım. Yoksulluğu küçük yaşta tatmış, ailesine yardımcı olmaya çalışan, fedakar bir çocukluk geçirendim. 17 yaşıma kadar aileme hep destek olmak zorunda kalmıştım. Elimde olan ve bana verilenle yetinmeye çalışmıştım.
Pişman mıydım?
Hayır değildim. Yine olsa yine yapardım ve yapmaya da devam ederdim.
O zorlu zamanlar artık kitapların tozlu sayfalarında kalmıştı. Şimdilerde geçimimiz konusunda sıkıntı çekmiyorduk. Bir istiyorduk iki alınıyordu. Geçmişte ise istemeye bile korkardım. Eğer paramız yoksa istersem ve babam üzülürse diye. Şimdi ise…
Şimdiler güzeldi.
Şimdiler yüzümüzde koca bir mutluluktu.
Sibel’in, Sıla’nın dikkatini çekmeye çalışması daha çok gülmeme neden oluyordu. Sıla’nın müthiş bir arayışla Arslan abiyi görmeye çalışması başımı iki yana sallamama neden oldu.
”Kendi kendine niye gülüp duruyorsun?”
Ne zaman yanıma geldiğini anlamadığım Burak’ın sesini duymamla dudaklarımın arasından bir korku nidası kaçtı. Elimden düşen birkaç poşet annemin, ”Gitti en sevdiğim borcam takımı!” laflarına karıştı. Burak aceleyle düşen poşetleri yerden alırken, ”Kırılmış mı?” diye korkuyla fısıldadım.
Burak annemin korkusuyla hızlıca poşetleri kontrol ederken, ”Kırılmamış olsunlar.” diye fısıldadım. Kardeşim başını kaldırıp yüzüme sırıta sırıta bakarken, ”Geçmiş olsun ablacım, annemin kırk tane aynısından olan ama yine de sen sevdiği borcamı kırılmış.” demesiyle gözlerimi sıkıca kapattım. ”Helvamı fıstıklı yapsın Hayriye teyze.”
Poşetleri hızlıca Burak’ın eline tutuşturup koşar adımlarla kızların yanına gittim.
Beni fark eden Sibel gözlerini devirirken, ”Hiç gelmeseydin. Zaten bizde gideceğiz birazdan.” dedi. Onun sesiyle bana dönen Sıla, ”Hoş geldin.” dediğinde ikisini de öpüp, ”Hoş buldum.” dedim. ”Annem ve Hayriye teyze bir türlü evden çıkamadı.”
Sıla, Hayriye teyzemin geldiğini duyunca bizden tüm bağlantılarını bir anda kopardı. Sibel onun bu hallerine oflarken, ”İrem nerede?” diye sordum.
Sıla gözleriyle etrafı ararken, ”İrem’in bugün doğacılık mı duvarcılık mı neyse işte o zımbırtısı varmış. Yarım saat falan önce aradı. Yarın görüşelim dedi.” demesiyle, ”Dağcılık,” diye düzelttim.
Sıla’dan gözlerimi çekip Sibel’e döndüğümde keyifsizliği dikkatimi çekti. Ayakkabılarımın bağcıklarını çözüp kilime yerleşirken Sibel’e, ”Senin neyin var?” diye sordum. Sibel ellerinin arasında telefonunu çevirirken, ”İş bulmam lazım.” dedi. Kaşlarım havaya kalkarken, ”Ne işi? Sen zaten çalışmıyor muydun?” diye sordum. Sıla bize dönüp, ”Patronunun kafasında tabak kırınca mecburen işsiz kalıyorsun.” dediğinde, ”Ne?” diye bir çığlık kopardım.
”Kızım deli misin sen? Neden adamın kafasında tabak kırıyorsun?”
Sibel, Sıla’ya öfkeyle bakıp, ”Saçma sapan konuşmasana tabii ki bilerek kırmadım. Raftan tabakları indiriyordum. Hangi gerizekalı koyduysa tabakların üzerine küçük yemek tabaklarından koymuş, o sırada da patron servis yetişmediği için kirli bardakları getirmiş. Ne bileyim ben adam dibimdeymiş meğerse, tabakları öyle birden hızlıca alınca tak dedi tabak adamın alnının çatısına indi. Bilerek yapsam bu kadar isabetli olmazdı.” diye cümlesini bitirdiğinde artık kahkahalarla gülüyorduk.
Gülmekten karnıma ağrılar girmişti. Sibel, Sıla ve benim bu halimize iyice sinir olmuş ve elindeki çekirdekleri üzerimize fırlatmıştı. Fakat bir türlü kendimizi durduramıyorduk.
Kendime geldiğim o an, onunla göz göze geldiğim andı. Dudaklarımdaki gülüş yavaş yavaş sönerken gözlerimi hızlıca kaçırdım.
”Arslan gelmiş.”
Sıla’nın kısık sesle bağırmasıyla hızlıca ona odaklandım. Yanakları al al olmuştu. Sibel, ”Dik dik bakmasana adama.” derken bende yeniden gözlerimi ona çevirdim. Bu sefer elindeki su bidonlarına vermişti dikkatini. Dudaklarımda ufacık bir gülümseme meydana gelirken, ”Hayda bu da daldı gitti. Bakın uyarmadı demeyin. Gençler geldi ya şimdi Suzan teyzenin gözleri fıldır fıldırdır. Bak radarına gire-” Sibel daha cümlesini tamamlamadan hızlıca ona döndük. Ah Suzan, onun radarına girmektense ömür boyu Sibel’e bakmaya razıydım.
”Iyy bunun ne işi var burada ya?”
Sibel’in tiksinerek baktığı yere döndüğümde Elif’in kuzenleriyle piknik alanına gelişini gördüm. Sıla’ya göz ucuyla baktığımda yüzünün anında düşmesiyle benimde yüzüm düştü. Elif demek rekabet demekti.
Mahallemizdeki teyzelerin bir numaralı gelin adayıydı kendisi. Onların tabiriyle, hanım hanımcık, terbiyeli, hamarat, sessiz, güler yüzlü ve elinden her iş gelen mükemmel ev kızı.
Yani içi bizi, dışı onları yakardı.
Bizler Elif’in içini gayet iyi bilirdik aslında. Nasıl bir insan olduğunu da kimseye anlatamazdık. Anlatsak da inanmazlardı. Elif’le göz göze geldiğimiz an o sinsi ifadesiyle tek kaşını kaldırdı. Gözlerimi devirerek önüme döndüğüm an annemin, ”Beren hadi!” diye seslenmesiyle kızlarla ayaklandık.
Sibel, Sıla’yla uzun masanın orta kısmına geçerken ben annemlerin yanına baş tarafa geçtim. Ellerimi yıkamak için köşedeki çeşmeye ilerleyecekken annemin, ”Hadi kızım ellerini yıka öyle gel.” demesiyle gözlerimi devirdim. Şu annelerin sen bir şeyi yapacak olsan bile yapacak olduğun şeyi yeniden söylemelerine sinir oluyordum ve bizde bu sinir olma hali bir rutine dönüşmüştü.
Çeşmede ellerimi yıkarken yanıma yaklaşan Burak’ı gördüm. Top peşinde koşmaktan yanakları kıpkırmızı kesilmişti. ”Abla hızlı olsana biraz. Yandım susuzluktan.”
Aceleyle ellerimi yıkayıp bir miktar da Burak’a su sıçratıp kaçarken arkamdan, ”Seni elime geçirirsem var ya…” diye ergenliğe girmekte olduğu için tuhaflaşan sesiyle bağıran kardeşime dönüp dil çıkardım. Tam o sırada bir bedene çarpmamla sendeledim.
”Özür dilerim.”
Göz göze geldiğimiz an zar zor çıkmıştı cümleler ağzımdan. Ben güçlükle yutkunurken o ise tuttuğu dirseğimi yavaşça bıraktı. Gözlerimi zorlukla gözlerinden ayırdığımda ufakta olsa sendeleyerek yürümeye başladım.
Kalbimin amansız çarpıntısını durdurmak amacıyla birkaç kez derin derin soluklar aldım. Kendime gelemiyordum bir türlü. Kalbimin bu kadar hızlı atması hiç normal değildi.
”Kızım şu ekmekleri doğrayıver.”
Hayriye teyzenin elime tutuşturduğu bıçak ve önümdeki ekmeklere bir süre bakakaldım. Ufak bir öksürük sesiyle irkildiğimde sesin geldiği yöne baktım. Arslan abi sırıtarak yüzüme bakarken, titreyen ellerimle ekmekleri dilimlemeye başladım. Hayriye teyzemin bir anda koyuverdiği nidası yüzünden yerimden sıçrarken damağımı kaldırdım hızlıca. ”Oğlum ben sana demiyor muyum terli terli soğuk su içme diye.”
Dudaklarımın arasından kaçan kıkırtılara mani olamadım. Eğlenceyi duyan Burak yanı başımda yer alırken, ”Evladım annenin sözünü dinlesene. Bak sen bu başına buyrukluklarınla evde kalırsın maazallah.” deyip üzerine kulağını çekip masaya vurdu. Burak’ın yine Arslan abiyle uğraşması, Arslan abinin sinirlenmesi üzerine ortam yeniden kaosa dönüşmüştü. Burak geldiği hızla kaçarken, Arslan abi ise yüksek sesle ettiği küfürleriyle beraber Burak’ın peşinden koşmaya başlamıştı. Elinde havluyla kalakalan Hayriye teyzeyle artık kahkahalarımı tutamaz hale gelmiştim.
”Anam, bunun neyi var kız?”
Teyzemin sesiyle gözlerimi baktığı yöne çevirdiğimde söylene söylene gelen babamla göz göze geldim. Bakışlarını hızla benden kaçırırken, Hasan amcamın babama bir şeyler söylediğini gördüm.
”Hayır olsun. Neye sinirlendi ki şimdi?”
Annemin gergin çıkan sesine, ”Haydi sofraya!” diye bağıran Mahmut amcanın sesi karıştı.
Herkes yavaş yavaş masanın etrafına toplanırken bende hemen ekmek sepetlerini yerleştirdim. İşim bitince annemin yanına oturmak için yöneldiğim de göz göze geldiğim kişi yüzünden hemen gözlerimi kaçırdım. Yerime oturup göz ucuyla yine ona baktığımda hala bana baktığını gördüm. Ufak bir baş hareketiyle selam verdiğinde dilim damağım kurumuştu resmen.
Ekrem…
Bir bakışıyla kalbimi hızlıca attırabilmeyi başaran Ekrem…
Sadece bu muydu benim için bilmiyordum. Bir bakışıyla elimi ayağıma dolaştıran, bir bakışıyla dilimi damağımı kurutan…
Sadece o değildi belki de.
Fakat bilmiyordum. İçimden geçenleri dile dökmeye, yazmaya cesaretim yoktu hiç.
Tags: #aşk #sevgi #evlilik #mahallekitabı #roman
Çok iyi bu hikâye bayıldım