- Bölüm
Aşk bir çift Zümrüt gözde başlar…
Sanki olanları biliyormuşçasına hava kasvetliydi. Güneş bulutların arkasına saklanmıştı. Kara kara bulutlar gövde gösterisi yapıyordu. Bazen döven rüzgar ise bazen sanki bilinmezin yolunu çiziyordu. Rüzgarda ara sıra nazlı gelin gibi sallanan ağaçlar arkasına bile bakmadan kaçan genç kıza yol açıyordu sanki.
Böyle bir günde hayatta kalmanın umuduyla koşuyordu genç kız. Arkasına bile bakmadan ağaçların arasından koşuyordu. Nefes nefese kalmıştı. Artık tükenmek üzereydi. Ayaklarında onu taşıyacak derman kalmamıştı.
Mardinli bir aşiret kızıydı kendisi. Babası onu en iyi okullarda okutuyordu. Bu yıl lise son sınıftaydı, on sekiz yaşındaydı. Mardin’i çok seviyordu. Doktor olup memleketinde yaşayacaktı. Amcasının oğlunun düğün gününde, kendisiyle evlenmek için bilmediği, tanımadığı birileri onu kaçırmışlardı. şu an nerede olduğunu bile bilmiyordu. Onu ağaçlar arasında bir evde saklamışlardı ama o adamlardan kaçmayı başarmıştı. şu an canını dişine takmış kaçarken ardından kimsenin gelmemesini umuyordu.
Akşam olmak üzereydi. Artık bir adım bile atmaya mecali yoktu. Acaba neredeydi? Görünürde ne bir tabela vardı, ne bir işaret vardı. Son bir gayretle biraz daha yürüdü. Genç kızın amacı saklanacak bir yer bulmaktı. Hayvanlar çıkabilir diye içi ürperdi bir an. İleride çok cılız ışık kümesi vardı. ‘Bir köy.’ diye sevindi. Biraz dinlenirse oraya gidebilirdi. Bir taşın üzerine oturdu ama yorgunluğu geçmiyordu. Aksine gözleri de kapanmaya çalışıyordu.
Bir ses geldi kulağına… Araba sesi bu… Yaklaşıyor… Yaklaşıyordu genç kıza.
‘Şansımı denemeliyim’ diye düşündü kız. Arabanın farlarını gördüğü gibi yola çıkıp, kollarını açtı. ‘İnşallah iyi biridir Allah’ım.’ diye dua etti.
Aracın şoförü onu çok geç fark etti. Uzun süredir yoldaydı ve uykusu gelmişti. Kızın bir sanrı olduğunu sandı bir an. Aniden frene bastı. Tam genç kızın önünde durdu ama kız çoktan yere yığılırken adamın da uykusu çoktan açılmıştı.
“Eceline mi susadın ya… Git başkasının başına bela ol…” Kendi kendine sinirli sinirli konuşurken hızla arabadan indi adam. Kız yerde yatıyordu. Galiba bayılmıştı… Küçük bir kızdı. Adamın avucu kadar yüzü vardı. Yüzündeki izleri gördü adam. Sanki dayak yemişti. ‘çok şükür çarpmadım.’ dedi kısık bir sesle.
“Uyan… Uyan… Sana diyorum uyansan… Kimsin sen?” kızdan ses yoktu. Mecburen kucağına aldı. Bu kız neredeyse çıplaktı. Mini etekti galiba üzerindeki etek denebilecek şey. Üstü de giyinik sayılmazdı. Kolsuz bir bluz vardı. Vücudunun görünen yerlerinde yer yer morluklar vardı. Kızı arabanın arka koltuğuna yatırdı. En yakın karakola götürmeye karar verdi. Daha bir çocuktu bu kız. Büyük ihtimal başında da bir dert olmalıydı.
Yolculuk bir süre sessizce devam edildi. Kız bu süreli zaman içinde uyanmaya başlamıştı. Yerinde doğrulmaya çalışırken arabayı kullanan adama çevrildi gözleri.
“Kimsiniz siz?” Adam, gözlerini dikiz aynasından arkada oturan kıza dikti. Gördüğü gözler… Ne değişikti öyle? Zümrüt renginde miydi kızın gözleri. Kendini toparlamaya çalışankıza sertçe çıkıştı.
“Asıl sen kimsin? Arabamın önüne atladın.” kız kaşlarını çatmış adam bakarken gözlerindeki korku ifadesini dikiz aynasından fark ediyordu Ali.
“Beni nereye götürüyorsunuz?” Genç kız korkmuştu biraz. O adamında, kaçtığı adamlar gibi tehlikeli olduğunu sanmıştı bir an. “Polise tabi ki küçük kız. Onlar seni ailene teslim eder.” O adamlar gibi olmadığına sevinmişti ama yine de polise gidemezdi. Bu yüzden hemen itiraz etti.
“Hayır. Beni evime götürür müsünüz? Beni dün kaçırdılar. Ben de bugün onlardan kaçtım. Ne olur beni babama götürün. Babam sizi ödüllendirir.” kız hızla, panik halinde konuşuyordu. Adam kaşlarını çattı. Bu kız ne sanıyordu da kendini böyle konuşuyordu.
“Ödül falan istemiyorum ben.” dediğinde sesi yine öfkeliydi.
Genç kız, artık yalvarma moduna geçmişti. Polise asla gitmemeliydi. “Lütfen, beni polisin elinden tekrar alabilirler… Ama babam beni asla vermez onlara… Ne olur beni babama götürün.” Polis neden bu kızı o adama geri versinlerdi ki.
Adam kızın yalvarmasına dayanamadı. Tam tahmin ettiği gibi bu kızın başı dertteydi.
“Adın ne senin?” Genç kız kendini toparlayıp;
“Zümrüt… Benim adım Zümrüt.” dedi.
“Buralı mısın?” Genç kız etrafına bakındı.
“Biz şu an neredeyiz?” Adam birkaç dakika önce geçtiği tabeladan hatırladığı kadarıyla konuştu;
“Derik yakınlarındayız.”
“Benim evim Mardin’de…” Genç kız, evinin bu kadar uzak olmasına üzülmüştü. “Buraya uzak.” diye mırıldandığında adam hemen araya girdi.
“Tamam tamam. Seni evine götürelim bakalım.” Akşamın bu saatinde Allah yolunu buraya düşürmüş belki de bu kıza yardım etmesi için göndermişti onu buralara kadar.
Genç kız, sevinçli ve bir o kadar şaşkınca baktı adama. “Gerçek!.. Teşekkür ederim.” tüm yorğunluğuna rağmen kızın gözleri parlamıştı.
Adamın hala anlamadığı ve merak ettiği şeyler vardı. “Seni neden kaçırdılar?”
Bunu kendisi de bilmiyordu. Ondan ne istediklerine dair bir fikride yoktu. Tek bildiği şey, çok ama çok kötü bir zaman geçirmişti. “Ben… Bilmiyorum. Babamın düşmanları sanırım.”
Adam kaşlarını çatıp biraz da alaylı takılarak konuştu. “Baban kızını kaçırtacak kadar ne yapmış olabilir?”
“Hiçbir şey…” Sessizce verdiği cevapla adam başka bir konuya geçti. Zaten ne olduğu da Ali’yi ilgilendirmezdi. “Aç mısın? Birazdan mola vereceğim, yemek istersen yiyebilirsin.”
Genç kız o an karnından gelen sesleri yeni duyumsadı. O adamların verdiği hiçbir şeyi yememişti bundan ötürü tüm gün açtı. Üstelik o kadarda yol koşmuştu. Güçlü olmak için en azından bir şeyler yemeliydi. Yemeliydi ama ayıp olur muydu?
“Ben…” dedi sustu bir süre. Sonra aklına gelen fikirle tekrar konuştu. “Babam size yemek bedelini verir.” Adam hakim olmadığı öfkesiyle bağırdı;
“Sana yemek yedirecek param var küçük kız.”
Genç kız korkmuştu. Bu nasıl adamdı ki böyle, bir bağırdığında taşları yerinden oynatacak gibi çıkıyordu sesi. “Şey… amacım sizi kızdırmak değildi. Ben pek alışkın değilim.”
Adam kızı korktuğunun çok geç farkına vardı. Sakinleştiğinde,kızı rahatlamak için tekrar konuştu. “Seni neden babana götürüyorum biliyor musun? Benim senin yaşlarında kız kardeşim var. Allah göstermesin onun başına bir iş gelirse, senin gibi ona yardım eden bulunsun diye… Ve ben kız kardeşimin de aç olmasını istemem.”
“Adı ne?” Adam, kızın biraz olsun rahatladığını anlayarak sorusuna cevap verdi.
“Kardeşimin mi? Melek…”
“Benim abim yok… Aslında ben tek çocuğum. Kardeşiniz şanslı… Artık siz benim abim sayılırsınız. Hayatımı kurtardınız.” Adam aynadan kıza baktı. Gülümsedi. İyi bir kız diye düşündü.
“Olur, bak işte…” Bir süre ikisi de sessiz kaldı. Sessizliği bozan adam olmuştu. “Aileni aramak ister misin küçük?”
Babasıyla konuşmak en çok istediği şeydi, nasıl kabul etmezdi ki. “İsterim… Telefonunuzu kullanmama izin verir misiniz?”
“Al bakalım.”
Zümrüt, telefonu aldı eline babasını aradı. Babası hemen telefonu açtı. Belki kızını kaçıranlar arıyordur diye düşünüyordu. Kızını kimin neden kaçırdığı ile alakalı bir şey bulamamıştı. Şüphelendiği adamlarında konaklarında olduğunu öğrenmişti. Dünden beri delirmişti Miran Ağa. Telaşla açmıştı telefonu.
“Baba…” Adam duyduğu sesle kalbinin sızladığını hissetti. Kızının sesini duymak yüreğine hem iyi gelmişti, hem de acı vermişti.
“Kızım… Zümrüt’üm.. Neredesin? Ceylanım neredesin?”
“Baba eve geliyorum. Beni kaçıran adamlardan kaçtım.” Adam otoriter sesini korumaya çalışarak sordu.
“Kimdi kızım onlar?”
“Bilmiyorum baba… Yolda bir abiyle karşılaştım, beni eve getiriyor. Derik yakınlarındaymışız. Yemek için mola vereceğiz birazdan.”
“O adamın adı ne kızım?” Zümrüt’ün aklına yeni gelmişti adama adını hiç sormadığı. Adama döndü.
“Şey adınız tam olarak neydi?”
“Ali Alihanoğlu…” Zümrüt, öğrendiği ismi hemen babasına iletti. Adam ismi aklına yazdıktan sonra kızına
“Kızım o adamı telefona ver.” dedi.
Zümrüt, telefonu önde oturan adama doğru uzatarak “Babam sizinle konuşmak istiyor Ali Abi.” dedi.
“Buyurun beyefendi.” diyerek konuya giriş yaptı Ali.
“Ben Miran Hanoğlu. Kızımı getiriyormuşsunuz. Teşekkür ederim.”
“Önemli değil Miran Bey.” Ali için bu iyilik çok bir şey değildi. Başkası da olsa yapar mıydı buna kendi de cevap bulamadı.
“Sizden bir ricam daha olacaktı kızımı kamufle eder misiniz? Düşmanımın kim olduğunu maalesef bilmiyorum. Peşine düşmüşlerdir.”
“Olur, merak etmeyin Derik’e giriyoruz. Ona oradan kıyafet alırım. Endişe etmeyin Allah’ın izniyle onu size sağ salim getireceğim.”
“Sizi bekliyoruz Ali Bey.” dedi Miran Ağa. Telefonu kapattılar. Bir süre daha konuşmadan yola devam ettiler. Derik’e yanaştıklarında direk merkeze girdiler. Henüz açık iş yerleri vardı. Ali, genç kıza oradan bir şeyler alabileceğini düşünüyordu. İlk gördüğü konfeksiyonun önünde durarak kıza gösterdi.
“Önce sana şuradan kıyafet alalım. Baban seni kamufle etmemi istedi.”
“Kamufle?” Zümrüt pek bilmiyordu bu kelimeyi. Ali dudaklarını büzüp düşünceli bir şekilde konuştu. “Yani seni tanınmayacak şekilde giydireceğiz ufaklık.”
“Haa anladım. Peruk falan olayı …” Ali gülmemek kendini zor tuttu. O hiç böyle düşünmemişti çünkü.
“Ben… Ben başörtüsü düşünmüştüm.”
“Tamam, olur. Siz nasıl isterseniz…” Zümrüt, hemen ikna olmuştu.
“Hadi bakalım… Bu arada yanımdan asla ayrılma. Elbise alalım, sonra ben akşam namazını kılacağım.”
Zümrüt Başıyla onayladı Ali’yi. “Hı hı anladım.” Ali, kızdan aldığı tepkilerle onun gerçekten bir çocuk olduğuna ikna oluyordu
Birlikte konfeksiyona girdiler. “İzin verirsen elbiseleri ben seçeyim.” Zümrüt yine itiraz etmeden adama bıraktı işi.
“Olur, seçebilirsiniz.”
Ali, çalışanlardan bol kesim bir pantolon ve uzun bir tunik istedi. Çeşit çok az olduğu için çalışanların getirdikleri arasından olabilecekleri seçti. Beyaz bir pantolon, yeşil bir tunik aldı. Üzerine turuncu bir şal aldıklarında her şey tamamlanmıştı.
“Zümrüt, diğer eksiklerini de alabilirsin. Çalışan kadın sana yardımcı olur.” dedikten sonra çalışan kadına döndü Ali. “Bu arada bir yeriniz var mı? Zümrüt üzerini değiştirsin.”
Çalışan kadın başıyla Ali’yi onaylayarak “Var. Sizi götüreyim.” dedi. Ali, kadınların direk giyinmeye gideceğini anladığında onları durdurma gereği hissetti.
“Zümrüt… Başka bir şey almayacak mısın?” Genç kızın aklına bir şey almak gelmiyordu.
“Yoo, Ne alabilirim ki?” Ali, kızın gerçekten çocuk olduğuna ikna olmuş gibi başını iki yana salladı ve çalışan kadına döndü.
“Siz çamaşırda verin.” Satıcı başını iki yana salladı.
“Biz de iç çamaşırı yok maalesef.” Bu iyi olmamıştı işte.
“Nerede vardır? Ya da siz bulun nerede satılıyorsa. Biraz acelemiz var. Para sorun değil.”
Çalışan kadın, Ali’nin konuşmalarından gerçekten aceleleri olduğunu anlamıştı. Bu yüzden hemen olaya müdahale etti. “Ben komşudan alayım. Hanımefendi bedeniniz kaç?”
“Şey…” Zümrüt utanmıştı Ali’den. Ali bunu anlamış ve eliyle dışarı göstermişti. “Ben dışarıdayım halledin siz.”
Satıcı bir süre sonra elinde paketle geri geldi. Zümrüt, aldıklarını alıp giyinmesi için gösterdikleri yere girdi. Elbiseleri giyip dışarı çıktı. Başında sadece şalı yoktu çünkü hayatında hiç örtmemişti. Nasıl örtündüğünü de bilmiyordu.
Çalışan kadına yanaşarak “Bana yardımcı olur musunuz? Bunu başıma nasıl örtebilirim.” derken şalı gösterdi.
Çalışan kadın gülümseyerek “Tabi yardımcı olurum. Size çok yakışacak şal.” deyip şalı başına bağlamasına yardımcı oldu. Böylece kendisi de şalın nasıl bağlandığını öğrenmişti.
İşleri bittiğinde Zümrüt Ali’ye döndü. “Nasıl oldum?”
Ali, gözleriyle önünde duran kızdan gözünü alamıyordu. Bu küçük kız çok güzeldi. Çocuk diyordu ama bazen gerçekten çocuk olmaktan çıkıyordu. Bakışlarını uzaklaştırdı Zümrüt ‘den. Yine içinden Allah’a sığındı.
“Hadi hadi… Daha namaz kılacağım. Cami bulalım.”
“Tamam.” Zümrüt, böyle bir tepki beklemiyordu. “Gidelim. Şey eskileri poşete koydum, çöpe atabilirsiniz?” deyip Ali’nin peşinden çıktı. Caminin önüne geldiler.
“Ben lavaboya gireceğim, abdest alacağım. Sen de gel benimle kapıda bekle. Yanımdan uzaklaşma. Sana seslendiğimde bana cevap ver.”
“Olur.”
Ali, abdest almak için erkeklere ayrılan yere girdi. Zümrüt, kapıda onu bekledi. Ara sıra Zümrüt’e seslenip orada olup olmadığını kontrol ediyordu. Babasına emanetini götürmeliydi. Adama söz vermişti. O verdiği sözü tutmayı bilenlerdendi. Bu sözü tutacaktı.
Abdestini aldıktan sonra çıktı. Zümrüt, sessizce onu beklediğini görünce gülümsedi ama bakmadı ona. Namaz kılması gerekiyordu. “Hadi şimdi camiye… Ben namaz kılarken sen de beni bekle içeride.”
“Geliyorum. İçeride mi oturacağım?”
“Evet, ufaklık. Hadi bakalım.” Ali cami de namazını kılarken Zümrüt de onu bekledi. Namazdan sonra yemek yediler. Sonra da yola koyuldular. Zümrüt, iki günün yorgunluğuna daha fazla dayanamamış yolda uyuya kalmıştı. Bir saat aradan sonra Mardin’e geldiklerinde Ali, arabayı bir köşeye çekip onu uyandırdı.
“Zümrüt… Zümrüt hadi uyan. Mardin’e geldik. Bana evini tarif et.”
Zümrüt, gözlerini açıp yerinde doğrularak “Geldik mi?” derken Ali’nin onu başıyla onaylamasıyla yerinde dikleşti. Etrafına bakındı. Hemen anlamıştı nerede olduklarını. “Tamam. Düz gidin, üçüncü aradan sağa dönün.” Zümrüt yolu tarif etmeye devam etti. Kısa bir süre sonra kocaman bir konağın önünde durdular. Kocaman bir Mardin konağıydı burası. Kapıda korumalar vardı.
“Zümrüt sen kimseye görünme.” Zümrüt, Ali’nin dediğini yaparak gizlendi. Ali’de hemen arabanın camını açtı. “Ben Ali Alihanoğlu, Miran Ağa’ya geldiğimi söyleyin. Ona emanet getirdim.” Korumalardan biri içeri girdi. Kısa bir süre sonra konaktan sesler geldi. Miran Ağa, bir kadınla koşarak bahçe kapısına geldiler.
“Açın kapıları.” diyerek kapıları açtırdı. Ali arabadan inerken Zümrüt de arabadan indi.
“Kızım.” Adam kızını kollarına aldı. Annesi de onlara sarıldı. Ağlıyordu hepsi. Miran Ağa, Ali’nin o gece gitmesine izin vermedi. Uzun uzun sohbet ettiler. Kızını ona getirdiği için onlarca kez teşekkür ettiler Miran Ağa ve eşi. Bir ara Zümrüt geldi yanına.
“Ali Abi, yarın erken gitmezsiniz umarım. Sabah size Mardin’i göstermek isterim.” Ali başını iki yana salladı. İsterdi elbette Mardin’i gezmek ama gitmeliydi. Daha fazla kalamazdı burada.
“Geç bile kaldım gitmem lazım. Belki ileride gelirim gösterirsin bana Mardin’i.” dedi.
“O zaman size iyi yolculuklar. Size tekrar teşekkür ederim.” Zümrüt,vedalaştıktan sonra uyumak için odasına çıktı. Miran Ağa ile Ali kalmıştı bir tek.
“Ali Bey, evli misiniz?” diye sordu Miran Ağa. “Hayır, Miran Bey, evli değilim ama bu hafta sonu nişanlanıyorum. Zaten onun için gidiyorum memleketime.”
” ne güzel.” Genç adam başıyla onayladı Miran Ağa’yı. Güzel miydi henüz bilmiyordu.
“Evet.” diye mırıldandı.
” Hadi sizi fazla tutmayayım, yol yorgunusunuz. Yatağınızı göstereyim de yatın artık. Sabah beraber kahvaltı yaparız.” diyerek kalktılar. Miran Ağa, Ali’ye yatacağı odayı gösterdi.
“Size hayırlı geceler.” diyerek çıktı Miran Ağa.
Ali, yirmi sekiz yaşındaydı. Evlenmemişti. Gönlü hep sevsin istemişti ama olmamıştı.
Galiba sevmeye, aşık olmaya da vakti yoktu. Annesi ona Reyhan’ı bulmuştu.
Reyhan’da Karadenizli bir kızdı. Annesi, kızı bir yakınlarının düğününde görmüştü. Kardeşinin eşinin de okul arkadaşıydı.
27 yaşında güzel bir kızdı. Ailelerine gelin olabilecek bir kızdı. Ali, Reyhan’la tanıştığında ondan hoşlanmış, artık evlenmesi gerektiği için evet demişti. Hafta sonu nişanları vardı. Urfa’daki işini halledip nişana geçecekti.
Aslında arabayla gelmezdi buralara kadar ama demek ki bu küçük kıza yardım etmesi lazımdı. ‘Allah’ım ne büyüksün. O kız için beni arabayla getirdin buralara.’ Yarın yol uzundu. Uyuması lazımdı. Usulca kapattı gözlerini. Yarın ve yarından sonraki günlerde, başına geleceklerden habersiz…
Tags: #karadeniz aile çölyak din Giresun glutenfree glutensiz islam kardeş mardin terör vatan
Bütün bölümler yüklü mü sitede 100 ün üzerine bölüm vardı şimdi 38 bölüm görünüyor
evet tüm bölümler burada. Birleştirdik.
Yorum yapınca neden 1. Bölüme geri dönüyor.