Ecnebi yorgunluğun gölgesinde susayıp kaldı,
Demir kafesin ardını ne görebildi ne de duydu.
Hep özenirdi, duvarın küçük menfezinden güneşi yakalamaya çalışırdı.
Kafesine uçan küçük kuş tüylerinden bulutlar yaptı,
Yerdeki taşları yıldız denilen o muhteşem güneşlerden saydı.
Sergüzeşt ’in Dilberi gibi bir halayık,
Ağlaması bile yasaklanan bir halayık…
Köpüklü su kaynamaya başladı!
Sarmaşıklar duvarlarını kaplıyor, buna hail olamaz.
Cadılar kazana ağuları attılar, o muhteşem şemsin ziyasında ısınamaz!
Güllerin büyüleyici kokusuyla teselli olurken,
Onları da zehirli sulara bıraktılar,
Artık lacivert semanın üzerindeki parlak kameri düşlemeye devam etme vakti.
Şimdi doğadan ona kalan tek şey;
Elindeki dalından koparılmış taze gül.
Evet, alışıyor…
Bir gün özgürlüğe kavuşmanın hayalini ümitsizce kurmaya alışıyor…
Seyyiatların yüreklerin hakimi
İsyanların dillerde türkü olduğu bir devrin halayığı
Bu mudhikenin bir parçası olmanın huzursuzluğuyla atıyor adımını.
Kullara kul olmanın yorgunluğuyla gidiyor,
Yorgun halayıkların semti diyorlar oraya,
Soğuk kayalıkların arasında sarmaşık gülleri açan,
Eflâk gibi mücellâ kebûterlerin uçtuğu,
Müz’iç devirden kaçanların ülkesiymiş.
Cambazların muvazenesiz ipinde rakkas gibi kalpsiz bedenlerin sallanmadığı,
Galiz zihniyetlerin kök salmadığı bir ülkeymiş.
Şems’in şualarını bileklerine bağladı ve kalbini avuçlarına aldı.
Ellerinin arasındaki kalbinin darabanları ilk defa bu denli şeditti.
İlk defa bu kadar içten tebessüm ediyordu.
Şimdi nazenin bir rüzgârın saçlarını okşadığı,
Kendisini huzurla ihata eden o masalsı ülkedeydi
Yorgun halayıklar semtindeydi.
Ağlamanın memnû olmadığı sadece kalpleriyle konuştukları diyardaydı.
Evet, artık udunu kendisi için çalacaktı ve içten gülümseyecekti.
Tags: #ağu #halayık #pluviofil #semt #şiir #tutsak #yorgun duygu hüzün sergüzeşt