1602451692

“Artık sırlar açığa çıkacak, kötülükler inlerinde savaşa hazırlanacaklardır.”
yazmayausenenyazar00

/ TANITIM

Derin ve uzun bir nefes çektim içime, azot ile karışık toprak ve denizin o muhteşem kokusu ciğerlerimi doldurmuştu. Gözlerim bu muhteşem koku sayesinde daha fazla dayanamamış kendiliğinden açılmıştı.
Etrafa şöyle bir baktığımda bir sahilde olduğumu anlamam uzun sürmemişti. Üzerimdeki kıyafetler ıslak, saçlarımın her yanı kum doluydu. Her nefes alış verişimde denizin o derin kokusu ciğerlerimi yakıyordu. Yerimden usulca kalktım ve üzerimdeki kıyafetlerin kumu silkeleyip attım.

Güneş tepeden salınarak kendisini gösterirken vücudumun her yeri alev alev yanmaya başlamıştı sanki. Ben birkaç adım atmıştım ki vücudum birden alev topuna dönmüştü. Korkudan koşturarak kendimi denize atmış vücudumun sönmesini beklerken arkadan bir ses;

“Sen yeni gelen olmalısın. ” dedi.

Kafamı çevirip ona baktığımda ise uzun boylu, kumral bir çocuk olduğunu gördüm. Belki benimle aynı yaşta belkide bir iki yaş daha küçüktü.

“A-az önce y-yandığımı s-sende gördün mü?” diye bir soru yöneltmiştim. Çünkü az önceki yaşadıklarıma bir anlam veremiyordum.

“Evet gördüm anlaşılan sen Ateş topluluğuna yeni gelecek olan varissin. Bu yaşadıkların normal şeyler dünyadaki atmosfer ile buradaki atmosfer farklı olduğu için vücudunun buna alışma biçimi diyebiliriz.” dedi ve bana şöyle bir baktı.

Biraz sonra hiç anlayamadığım bir şekilde elini boşluğa uzatıp tıpkı bir gardırop tan seçer gibi bordo bir kıyafet tutup çekti. Ben hala şok olmuş bir vaziyette beklerken çocuk boşluğu eliyle itti ve bana dönüp;

“Al şu kıyafetleri giyin.” dedi.

Kıyafet umrumda bile değildi. “Sen şu yaptığın şeyi, yani numarayı nasıl yaptın?” dedim merakla.

“Ben Hava Topluluğundanım ve buranın güvenliği sadece bize ait. Yani senin gördüğün o kıyafet olayı havanın kontrolünde gerçekleşiyor, hava bir hortum görevi görüp kıyafetleri içinde saklıyor.” dedi ve eliyle gel işareti yaptı.

Ben çıplak bir vaziyette denizden çıkarken ellerim ile açıkta kalan yerimi kapatmaya çalışıyordum. Bunu fark eden çocuk arkasını dönmüş ve; ” Gelebilirsin bu arada benim adım Tom. Ben bu geçidin bu günkü bekçisiyim.” dedi.

Ben Tom’un yere bıraktığı kıyafetleri alıp giyinmeye başlamıştım. Üzerime giyinmek için kırmızı bir gömlek pantolon olarak da bordo bir pantolon vermişlerdi. Kemerim siyahtı ve üzerinde alev şeklinde bir işleme vardı. Üzerimi giyindikten sonra koşarak çocuğun yanına gittim ve elimi uzatıp;

“Benim adım da Steven… Steven Urban.” dedim.

Tom elini uzattı ve elimi sıktığı esnada yine büyük bir yanma hissi ile bileğimin iç kısmından üzerine doğru sarmaşık şeklinde bir alev dövmesi belirmişti. Acı biraz olsa da geçmiş ama hala yanmaya devam ediyordu.

Sıkıca tuttuğu elimi bir hamlede çekip ovmaya başlamıştım. Tom ise gülüyor yürümeye devam ediyordu.

“Bu yaptığın da neydi?” diye bir soru yöneltmiştim.

“Topluluğunun simgesi artık böyle acılara karşı dayanıklı olacaksın. Kolay kolay canını yakmayacak.” dedi ve nerden çıkardığını anlamadığım bir sopayı çıkarıp bana uzattı.

“Bu senin Asan. Ne olursa olsun ona asla zarar gelmemeli eğer gelirse sen topluluksuz kalırsın ve geri dünyaya gönderilirsin.” dedi.

“Biz dünyada değil miyiz zaten?” diye tekrardan bir soru yöneltmiştim. Bugün çok soru soruyordum ama hiç bilmediğim bir yerde ve kişinin yanında uyanmıştım. Bu normal değil miydi?

“Biz dünyada değiliz ve artık lütfen bana soru sorma.” dedi Tom ve parmağı ile bir yeri göstererek; “İşte orası, tepenin ardındaki senin topluluğunun yaşadığı yer. Oraya tek başına gitmelisin, sen onların varisi olmayı hak ediyor musun kendini kanıtlaman gerekiyor. Bu arada hiçbir topluluk birbiri ile görüşemez sadece turnuvalarda bir araya gelirler.” dedi ve geldiği yoldan geri dönmeye başladı.

Ben olduğum yerde dikilmiş ona bakarken o bir hamlede geri döndü ve; ” Dikkatli ol güçlerini kullanman gerekebilir şu an bilmiyorsun ama tehlike anında öğreneceksin.” dedi ve birden kayboldu.

Ben yaşadıklarımı atlatmaya çalışırken bir yandan kendi kendime konuşuyor bir yandan da yürümeye devam ediyordum.

Bir saat sonce arkadaşlarımın yanında içki içip sarhoş olmuşken şu an ayık bir vaziyette kumların üzerinde yürüyordum. Belki de ayılmamış rüya görüyordum. Kendime bir, iki, üç derken ardı ardına beş tane tokat atmış hala aynı yerde olduğumu görünce hayal kırıklığına uğramıştım.

Ben böyle üzgün üzgün yürürken, karşıdan elinde kılıç ile yürüyerek gelen maça kızı korkudan donup kalmama sebep olmuştu. Ne yapacağımı bilmez bir halde sağa sola koşturup dururken o bana iyiden iyiye yaklaşmış birkaç adımlık mesafede kalmıştı.

Kılıcını bana doğrultup keseceği esnada elimi uzatmış onu itmeye çalışmıştım. Beni ortadan ikiye bölmesini beklerken ne ara kapattığımı anlamadığım gözlerimi açmış karşımda yere düşmüş yanan kağıdı görmüştüm.

“Sen vârissin!” sözleri tüm kumsal boyunca yankılanmıştı.

Sen VÂRİSSİN!

“Karanlık hakimiyet kurmadan savaşmak gerek!”

/ BÖLÜM BİR

“Anne ben çıkıyorum.”

“Kiminle çıkıyorsun.” demişti annem imalı bir şekilde.

“Anne ben 22 yaşındayım lütfen artık böyle davranmaktan vazgeç.” dedim bıkkınlıkla ve telefonumu cüzdanımı alıp kapıyı açtığım esnada annem yanıma geldi. Eliyle kapüşonumun yakalarını düzeltti ve bana bakarak; ” Dahaca 22 yaşında değilsin akşam 12’den sonra 22 olacaksın.”dedi ve alnımdan öpüp ekledi; “Dikkat et.”

“Tamam anne.” dedim ve kapının kenarında duran çantamı omzuma attıktan sonra dışarı çıktım. Evimizin arka bahçesine bıraktığım bisikletimi almak için yürüdüğüm esnada sağ koluma müthiş bir ağrı saplanmıştı. Ne kadar ovsam da fayda etmemiş, daha da şiddetlenmişti.

Çantamı omzumdan çıkarıp attığım esnada anlam veremediğim bir şekilde geçip gitmişti. Az önce ağrıdan uyuşan kolum şimdi hiçbir şey olmamış gibi sapasağlamdı.

Tekrardan çantamı alıp omzuma attım ve bisikletimi de alıp bahçe kapısına doğru yürüdüğüm esnada babam arkadan seslenmişti.

“Steven… Steven Urban hemen buraya geliyorsun.” kafamı çevirip ona doğru baktığımda uykudan yeni uyanmış olduğu her halinden belli oluyordu.

“Efendim baba.” dedim. Babam çok katı kuralları olan bir eski askerdi. Birçok yerde de savaşlara katılmıştı.

“Akşam annen senin için bir şeyler hazırlayacak, sakın geç kalıp da onu üzeyim deme.” dedi uyarırcasına.

Kafamı olumlu anlamda salladım ve; “Peki.”dedim.

Babam camı şiddetli bir şekilde kapattı ve söylene söylene odanın içine doğru yürümeye devam etti.

Bahçe kapısına geldiğimde kapıyı açtım ve bisikletime binip arkadaşlarımla her zaman ki buluştuğumuz yere doğru sürmeye başladım. Gözüm istemsiz bir şekilde koluma kayıyordu. Az önceki olanları aklım bir türlü almıyordu.

Sahil yoluna geldiğimde bizim mahallede oturan Tanya’yı görür görmez yavaşladım ve ona bakıp gülümsedim.

“Selam Steven.” dedi en içten sesi ile. Onun sesini duyduğunda kalbim delicesine çarpıyor, midemde kelebekler uçuşuyordu. Küçüklüğümden beri onu sevmeme rağmen bir türlü açılamamış, onu ne kadar çok sevdiğimi bir türlü cesaret edip söyleyememiştim.

“Selam Tanya nasılsın?”dedim olabildiğim en tatlı halimle.

“İyiyim Steven Tyler ile buluşacağız geç kalıyorum görüşürüz.” dedi ve koşar adımlarla yanımdan uzaklaştı.

Birkaç dakika ardından bakakalmıştım, beni sevmiyordu bu her halinden belli oluyordu. Bu şekilde devam edemeyeceğini biliyor yine de bundan vazgeçemiyordum.

Tekrardan sahile doğru sürmeye devam ettiğim esnada telefonuma gelen mesaj sesi ile durdum ve cebimdeki telefonu çıkarıp ekrana baktığımda hiçbir bildirim olmadığını gördüm. Mesaj sesini duyduğuma yemin edebilirdim lakin görünürde ne mesaj ne de bildirim vardı.

Telefonu gerisin geri cebime koydum ve hızla arkadaşlarımın yanına doğru ilerlemeye başladım. Saat dahaca 3 olmasına karşın hava iyiden iyiye kararmış yağmur yağacak gibi bir hal almıştı.
Kapüşonumun fermuarını iyice yukarı çektim ve şapkamı kapattım.

Sahilde her zamanki buluştuğumuz büyük kayalıkların önüne geldiğimde bisikletimi hemen yanımda duran kayaya yasladım ve arkadaşlarımın yanına doğru yürümeye başladım.

“Heyy Steven çabuk gel, sana önemli bir şey anlatmamız gerekiyor.” diyen Jonathan oturduğu kayadan kalktı ve heyecanla bana doğru gelmeye başladı.

Onun ardından Tommy söze girdi; ” Hey Steven Jonat sana ne anlatırsa anlatsın sakın inanma.” dedi ve oturduğu kayaya iyice yayıldı.

Jonathan yanıma gelmiş çoktan anlatacaklarını anlatmaya başlamıştı. Ama benim ne onları dinleyecek ne de adım atacak halim kalmıştı. Üzerime çöken yorgunluk ile ağır adımlar atarak diğerlerinin yanına gittim ve büyükçe bir kayanın üzerine oturdum. Şu an herkesi net görebiliyordum.

“Evet sizin şu anlatacağınız önemli şey de neymiş bakalım?” dedim merakla ve ellerimi yana doğru açarak ekledim;” E anlatın hadi.”

Sam söze girmişti. Bizim takımın adeta beyni gibiydi, elektronik aletlerin içini açıp parçalarını dağıtır sonra yeniden toparlardı. Bozulan hangi eşyamız olursa olsun ona getirir tamir ettirirdik.

“Steven, bizim mahalledeki Tanya varya hani senin hoşlandığın kız.” dedi ve benden cevap beklercesine sustu.

“Evet.” dedim merak ediyordum Tanya ile ilgili her konuyu pür dikkat dinliyordum.

“Tyler ile sevgili olmuşlar. Hatta sosyal medya hesaplarına öpüşürken resimlerini koymuşlar.” dedi ve cebinden çıkardığı telefonun ekranını açıp bana uzattı.

Doğruydu tutkulu bir şekilde öpüşmüşlerdi hemde. Kalbim bir an acısa da onu böylesine mutlu görmek beni de mutlu etmişti. Belkide bu yaşadıklarım bir tesadüf değil bir işaretti. Tanya’dan vazgeçmem için bir işaret.

“Ben artık Tanya’dan vazgeçtim. O kendi hayatında mutlu olsun. Bende kendi hayatımda mutlu olayım.” dedim ve telefonu Sam’e geri uzattım.

Gerçekten mi dercesine herkes bana bakıyordu. Kayanın üzerinde duran birayı aldım ve açıp içmeye başladım.

***

Saat gece yarısına az kalmıştı, arkadaşlarımın çoğu gitmiş Sam, Jonat ve ben kalmıştık. Hala içmeye devam ediyorduk.

“Demek Tanya’yı bıraktın ha Steven.” diyen Jonat elindeki birayı bir dikleyişte içti ve denize doğru savururken; ” Senin bu koca aşkın bitmişşe benim aşka olan inancım kalmadı.” diye bağırdı.

“Sen Vârissin!” duyduğum ses ile birlikte ürkekçe yerimden kalktım ve sağa sola bakınmaya başladım.

“Siz de şu sesi duydunuz mu?” Sam ve Jonat bana delirmişim gibi bakarken yeniden bir ses daha duymuştum.

“Zamanı geldi artık evine dönme vakti.”

“Siz hala duymuyor musunuz?” diye sormuştum yeniden. Ama hiçbir şey duymamış olacaklar ki anlamsız bir şekilde yüzüme bakıyorlardı.

“Neyi duyacağız Steven?” diye korku dolu gözlerle soran Sam, sağa sola bakınmaya başlamıştı.

Saat gece yarısına geldiğinde büyükçe bir dalga bizim üzerimize doğru geliyordu. Sam ve Jonat olabildiğince hızlı koşarak kaçmışlardı ben ise adeta yerimde çivilenmişcesine bekliyordum ta ki dalga beni içine alana kadar.

“Sen Vârissin!”

Merhaba arkadaşlar bir bölümün daha sonuna geldiniz oy ve yorumlarınızı heyecanla bekliyor olacağım ♥️

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere sağlıcakla kalın ♥️

Tags:

Paylaş
0 Yorum

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account