IMG_20220830_013250

2020-Deniz yılmaz-

 

Ankara

 

Elimdeki boks eldivenlerini çıkarıp bir kenara attığımda içime derin bir soluk çektim. Kalbim hızla çarparken yanda duran ilaçlarımı da ağzıma atıp suyumdan bir yudum aldım. Minderden inip soyunma odasına geçtiğimde üzerimdeki terden sırılsıklam olmuş yarım atletimi ve şortumu indirdim. 

 

Soğuk ve kısa bir duş alıp çıktığımda üzerime siyah bir crop geçirdim. Altıma siyah bel üstü kumaş pantolon giydiğimde kemerimi takmıştım. 

 

“bugün bir ayrı sinirli gibiydin?” arkamdan duyduğum sese yönelik bedenimi çevirirken bir yandan da kumral çalan uzun saçlarımı ensemde topluyordum. 

 

“aksine, bugün üzerimde bilmediğim bir rahatlık var. Güzel bir gün geçireceğime benziyor.” Ceren Güven. Yakın arkadaşlarımdan biri olurken beraber dövüş dersleri veriyorduk. “şirkete geçeceğim şimdi. Sende gelecek misin?” aynı zamanda benim patronumdu. 

 

Çalıştığım şirketin sahibi, yani onun babası vefat ettiğinden beri yerine kendisi geçmişti. 

 

“patronum gel diyecek de ben gelmeyecek miyim?” kısa bir kıkırtı dudaklarından dökülürken sarı saçlarını geriye attı. “arabanın benzini fuldur umarım.” çantasını alıp odadan çıktığında hemen arkasından deri ceketimi ve anahtarımı alıp bende çıktım. 

 

Öğrencilere kısa selamlar verip geçerken büyük bahçenin kapısından geçtiğimde siyah arabamın kapısını açıp bindim. Ceren bana selektör yakıp önümden gittiğinde gülümseyerek arabamı çalıştırdım. Gazı sona köklediğimde Ceren’e kısa bir korna çaldım. Hızlanan arabam arabasına yaklaşırken elini camdan çıkarıp bana orta parmağını çıkarmıştı. 

 

“edepsiz kadın!” diye yanıt verdiğimde gaza daha da yüklendim. Hemen yanında belirlenen arabam onun arabasını geçmeye az kalmıştı. Gözlerim boş otoban yolunda dolanırken birden duyduğum korna sesiyle sağıma bir bakış attım. Diğer tarafa baktığımda Ceren’in arabası çok arkada kaldığını görmüştüm.

 

Tanımadığım araba siyahlarla kaplıyken camları bile indirilmemişti. 

 

“sen kimsin amına koyayım!” resmen benimle yarışır durumdayken Ceren’nin arabası çok arkada kalmıştı. Bana selektör yakarak durmamı istese de durmamıştım. Yine yanımdaki arabaya baktığımda gözlerimi devirip yavaşladım. 

 

Cerenin bana ulaşması için sağa çekip park ettiğimde durumu anlayarak tekrar arabasını çalıştırmıştı. Siyah arabanın yavaşladığını gördüğümde kaşlarım çatıldı. Geri geri gelip hemen önde duran arabayla kendi arabamdan indim. Kapıyı sertçe kapatırken şuan bu hadsizin kim olduğunu merak etmiştim. Arabanın kapısı yavaşça açıldığında önce siyah parlayan bir kundara çıktı. 

 

“taksit taksit mi kendini sunacaksın!?” diye bağırdığımda diğer ayağı da dışarı çıkmıştı. Çok geçmeden içinden uzun boylu bir adam inerken yutkunmadan edememiştim. Gözlerindeki siyah gözlüğü çıkarıp kahvelerini benim kahvelerimle buluşturduğunda kendisini tanıyamamıştım. Sakalları dudaklarının etrafında toplanmışken bakışları beni süzdü. 

 

Beklemediğim bir anda gülümsediğinde ona şaşkınca baktım. “kız!?” Tez canlı sesine  kaşlarım havalanırken yanıma gelen Ceren’e ‘ne oluyor’ dercesine başımı salladım. “sen kimsin kardeşim? Çekilsene önümüzden!” sesime kaşlarını çattı. “beni tanımadın mı ya? Benim ben, Burak. Burak Güney. Lise sonda bir türlü yüz vermediğin çocuk.” 

 

Zihnimi yoklarken bulduğum anılar gün yüzüne çıkarken şaşırmadan edememiştim.”sikik Burak!” Dudaklarımdan fırlayan ayıp lakabını söylememle yüzü düşerken Ceren büyük bir kahkaha attı.

 

“benim hakkımda hatırladın tek şey budur umarım.” dedi, alınmış bir tınıyla. “merak etme, diğer hatırladıklarım bende kalacak.” Dedim,hala şaşkın bir sesle.

 

Yıllar sonra onu görmenin şaşkınlığı üzerimdeyken ne diyeceğimi bile şaşırmıştım. gülümseyerek yanıma geldiğinde uzattığı elini sıktım. “nasılsın? Nasıl geçiyor, neler yaptın liseden sonra?” sorularına burun kırıştırdım. “ayakta mı konuşacağız böyle? Gel bir kafeye geçelim. Otururuz.” Pardon der gibi elini kaldırdı. 

 

“ah,size katılmayı isterdim ama benim şirkete geçmem lazım. Sen de sonra gelirsin, olur mu?” Ceren’e başımı salladığımda yanımızdan ayrılmıştı. Burak eliyle arabamı işaret etti. “yüksek bir model bu, çok güzelmiş.” gülümseyerek başımı salladım. Benim arabamdan aşağı kalır yanı olmayan arabasını işaret ettim. “seninki de güzelmiş.”

 

“eh, hadi bir hız denemesi yapalım kafe bulana kadar.” Asla hayır diyemeyeceğim bir keyifle hemen arabama geçerken kendisi de arabasına geçmişti. Hızla kontağı çalıştırıp gaza bastığımda onu arkamda bırakmıştım. Sabahın güneşi semada aydınlanırken sabah yaptığım kahvaltıdan sonra midem şuan boştu. Acıkmıştım.

 

Gazı kökleyip asfaltı ezerken Burak, arabasının ön tarafını benim arabanın arka tarafına değdirmek istercesine yanaşmıştı. 

 

Sinirle kaşlarım çatıldı. “lan siktir git! Kaza yapacağız şimdi!?” korna çalıp sola kırdığımda aramıza biraz mesafe koydum. 

 

Hemen yanımda arabası belirirken camını indirip bana el salladı. Gıcık bir gülümseme sunduğunda gaza daha çok bastı. 

 

Beni geçmesini istemediğim için daha çok gaza basıp sağa kırdım. Dik gideceğimizi sandığı için yolundan düz giderken kahkahamı bastıramamıştım. Düz yolu arsızca ezip geçerken radyodan güzel bir şarkı açmıştım. 

 

İki dakika, otuz saniye sonra gelen Korna sesiyle dikiz aynasından arkama baktığımda yine Burak’ı görmüştüm. İki defa kornaya bastığımda cevap olarak bana üç defa kornaya basmıştı bu sefer. 

 

Selektör yakıp sola kırdığımda şaşırmadan arkamdan gelmişti. Renkli ağaçlarla süslenmiş kaldırımın sonunda balonlar takılmış, kocaman kemerli kapısında Gülsümün’in yeri olarak asılmış yazıyı buruk bir gülümsemeyle okudum. Yolun kenarına arabamı park edip indiğimde Burak hemen arkamda durmuştu.

 

Arabadan inip mavi gömleğinin yakalarını düzeltirken gömleğinin bir tık koyu mavisi olan pantolonun ceplerine ellerini yerleştirdi.

 

“annenin kafesi mi var?” gülümseyerek başımı salladığımda beraber büyük bahçeye girdik. “çok güzel, iştah kabartıcı bir yer.”

 

“teşekkür ederim, öyledir. Güzel yer.”iki tarafa açılmış olan kanatlı kapıdan geçip turuncunun ağır tonları olan salona girdik.”sıcak bir havası var, çok iyiymiş ya burası.” 

 

“öyle öyle, hadi gel. Şöyle oturalım.” masallardan birine otururken garsonlardan biri yanımıza geldi. “annem yok mu?” 

 

“mutfak kısmında efendim. Ne alırdınız?” Burak’a döndüm. “ne istersin? Aç mısın?” hemen sağa sola başını salladı. 

 

“sağol, aç değilim. Sade bir  kahve güzel gider.” Üstüne gitmeyip garsona döndüm.

 

“aynısından.” dediğimde garson yanımızdan ayrıldı. “ee, nasıl geçiyor? Ne yaptın liseden sonra?” arkama yaslandım. Artık sorularının cevabını verebilirdim.

 

“biliyorsun, asker olmak istedim.” başını sallayıp onayladığı sırada kahvelerimiz gelmişti. “annemin inadı yüzünden hayalimden vazgeçtim. Babam ve bir arkadaşı ortak güvenlik şirketi açmışlardı. Şehit olduktan sonra hisseleri bana kaldı. Satışa sunup paramı aldım. Az önce karşılaştığımızda yanımdaki sarışın kadın benim iş ortağım sayılır. Sattığım hisselerimin parasını yüzde kırk sekizlik bir yatırımla finansa girdim. Şuan yarı şirket sahibiyim diye bilirim.” dudaklarını memnun olmuş gibi büzüp başını salladı. 

 

“güzel iş başarmışsın. Üniversiteyi burada mı okudun?” 

 

“Hayır, Boğaziçi mezunuyum.” dudaklarını yalayıp kahvesinden bir yudum aldı. “sen ne yaptın? Doktorluk hayallerin vardı?” Sısnıfın hem en zekisi hem de en salağıydı işte,pek bir umudumuz yoktu ona karşı.

 

Doktorluk kelimesini duyduğunda parlayan gözlerine baktım. “iki yılım kaldı. Hâlâ okuyorum, biliyorsun genel cerrahlık kolay bir meslek değil.”

 

Şaşkınlıkla gözlerim açıldı. “hadi canım sende, kazandın mı gerçekten?” kahvemden bir yudum aldım. 

 

“herhalde kızım, benden kaçar mı?” Dediğinde aslında övünen değil de daha çok gururlu bir tonla konuşmuştu.

 

“nerede okuyorsun peki?” dudağı kenara kıvrıldı. “yurt dışında okuyordum, son yıllarımı memleketimde okumak istedim. Geri geldim.” anlamış gibi başımı yavaşça salladım.

 

“memleketin neresiydi ki senin?” dedim merakla. “Mardin.” hatırladığım bilgiyle onu onayladım. 

 

“hatırladım, hatırladım.” kahvesinden bir yudum daha alıp ayağa kalktı. “ben bir lavaboyu kullanayım.”

 

“tabii.” tarif ettiğim yere giderken arkasından baktım. Aslı çok komik bir adamdı. Çocukluğumuzdan hiçbir eser kalmamıştı artık. 

 

Bahçeye bakarken arabamın yanında dolanan birini gördüm. Geniş sırtı bana dönükken elinde telefonuyla arabamın kapısını açmaya çalışıyordu. Hemen ayağa kalkıp salondan çıktığımda kapının kemerinde durup adamın ne yaptığını çözmeye çalışıyordum. “açılmıyor lan! Hani açıktı kapısı…senin yapacağın işi sikeyim…neredeysen çabuk çık ve buraya gel!” elindeki telefonla hararetli bir konuşma içindeyken arkasında durup omzuna dokundum. Telefonu kulağından çekip bana döndüğünde Çakır gözleri beni delmek üzereydi.

 

“ne yaptığını sanıyorsun sen?” sinirli tutmaya çalıştığım ses tonu ile karşımdaki adama bakarken aramayı sonlandırıp bedenini bana tam döndürdü. 

 

Kirli sakallı yüzü ve esmer teniyle yutkunurken dağınık saçlarını eliyle düzeltti. “ne yapıyormuşum ben?” ukala tavrıyla kaşlarım havalanırken arkasındaki arabamı parmağımla işaret ettim. “benim arabamın yanında ne yapıyorsun!?” 

 

“bu senin araban mı?” dedi şaşkınca. Gözlerimi devirip üzerine bir adım attım. “kapısını açmaya çalıştığın arabanın kime ait olduğunu bilmiyor musun sen!?” bir adım arkaya giderken sinirle seyiren çenesine baktım. 

 

“bir arkadaşımın arabası sanmıştım. Sizin olduğunu bilmiyordum.” Dedi ama burada benim arabamdan başka araba bile yoktu.arkadsşı kimdi ki?!

 

“çekil arabamın önünden!” sinirle yumruklarımı sıkıyorum. “yemedik ya arabanı! Ne yaptık sanki, üzerine mi bindik! Al senin olsun!”diyerek çıkıştığında sinirlerim iyice bozulmuştu.

 

“zaten benim arabam! Yeseydin bir de!” üzerime bir adım attığında geri çekilmek yerine bende üzerine gittim. “kadın!  arabaları karıştırdım diyorum nesini anlamıyorsun! Al arabanı, al!” Dedi resmen damarımın üzerinde basmak yerine atlarken.

 

“sıkıntı araba değil amına koyayım! Bana olan tavrın! Yemedik mi ne lan! Koca adamsın, bir kusura bakma deyip konuyu kapatada bilirdik!” küfür etmeme mi yoksa bağırmama mı şaşırdı bilmiyordum ama gözleri tuhaf bir şekilde beni süzdü. “siktir!” 

 

“asıl sana siktir ulan!” diye karşılık verdiğimde bir adım arkaya gitti. Arkamdan kıkırtı sesi yükseldiğinde başımı çevirdim. “ne oluyor ya? Ben sizi tanıştıramadan, tanışmışsınız gibi görünüyor.” Burak yanımıza gelip kolunu omzuma attığında beni kendine çekti. “abi, tanıştırayım. Liseden arkadaşım Deniz Yılmaz.” bana döndü. “çocukluk arkadaşım Miran Kotan. Çok değerlim olur.” karşımdaki adama döndüğümde kara gözleri gözlerimi buldu. Değişik bir his barındıran gözlerine burnumu kırıştırdım. “tanıştığımıza hiç memnun olmadım, Miran Kotan.”

 

Transtan çıkar gibi kendini silktiğinde dudakları yana kıvrıldı. “memnun ederiz güzelim, hiç sıkıntı yok.”

 

“Yok ben seni döveceğim!” ukalalığına sinirlenip üzerine yürüyecekken Burak beni kolumdan tuttu.

 

“sakin ol şampiyon. Bu ne hırs?” kolumu kolundan çekip sert bir soluk verdim. “kahvemiz yarıda kaldı. İçeriye geçelim.” dediğimde arkamı dönmeden salona ilerledim. Tekrar eski yerime otururken Burak’ın sandalyesinin yanında diğer sandalye de çekildi. 

 

“eh, bana da bir kahve ısmarlarsınız artık.” şaşkınlıkla kaşlarım havalanırken Burak’a döndüm. “bir kahveden kimseye zarar gelmez bence ya?” dediğinde gözlerimi devirdim. Garsonu çağırıp kahvelerimizi tekrar yenilerken yanımda oturmuş adamın nanemsi kokusunu solumak içimde tuhaf bir sızıyı keşfetmeme neden olmuştu. 

 

kahvelerimiz dibi bulurken annemin mutfak kısmından sesini duydum. ayağa kalkıp arkama baktığımda garsonların koştuğunu gördüm. “ne oluyor?” hızlı adımlarla masadan uzaklaşırken annemin çığlık sesi daha da artıyordu. tezgahın arkasında elinde telefonu ile dizlerine vuran anneme garip garip baktım. “ne oluyor anne, bu halin ne?” yanına ulaşıp elini tuttuğumda bana sinirle baktı. “elinin körü oluyor!” kaşlarım çatılırken yine ne yaptığımı düşünüyordum. 

 

“ne yaptım yine gülsüm sultan?” sesime bıkkın bir tını karışmıştı. ayağa kalktığımızda karşımda durdu. “millet burada torunlarını pışpışlıyor,benim deli kızım araba fışfışlıyor! evlen artık ya! bende bir torun bir damat seveyim!” Sözünü bitirdiğinde mutfağın çıkışına adımladı. gözlerimi devirirken arkasından çıktım. kendisi üst katın merdivenlerine doğru adımlarken konudan bi’haber olan Burak ve yanındaki arkadaşı kıkırdıyordu. 

 

Resmen sinirden kudurur hale gelirken bu günün benim için hiç güzel olmadığına bir kez daha kanaat getirdim.”Gülsüm sultan! bu deli kızın başına bela olacak,bela!” Burak dalga geçip annemin yanına giderken annem Burak’a tanıyamadığı için kaşları çatık  bakıyordu. “sen deli kızımın yeni sevgilisi misin yoksa?” diye birden şakıyan kadına şaşkınca baktım. “anne” e harfini biraz uzatarak konuştum. “Burak benim lisedeki arkadaşım ya,hatırlamadın mı?”

 

kaşları çatılıken dudakları hafifçe açıldı. “sen…sen ne yakışıklı olmuşsun böyle,kasların falan ooo, yakıyor.” Burak gülerek annemin elini öptüğünde annem saçlarını karıştırdı. “sen bahçemdeki korkuluğa asılan haytasın!” annemin hatırlattığı anıyla kıkırdadığımda Burak’ın yüzü yine düşmüştü. “biri de düzgün bir anımızı hatırlasa şaşarım zaten.” diye mırıldandığında annem ve Burak masaya oturmuşlardı.

 

Kısa bir an Miran ile göz göze geldiğimizde bakışlarımı kaçırıp anneme döndüm. “e, sen kimsin yavrum?” başını kaldırıp soru sorduğu adama gülümseyerek bakıyordu. “şampiyonlar liginden mi çıktınız be yavrum? Çok yakışıklısınız, maşallahınız var.” Miran gülerek annemin karşısına oturduğunda bu adamın bu kadar rahat davranmasının nedenini çözemiyordum.

 

“Miran benim çocukluk arkadaşım Gülsüm sultan.” annem ve Miran el sıkıştı. “madem böyle yakışıklı arkadaşların var, neden önceden buraya gelmedin, yakışıklı herif.” bakışları bir bana bir de Miran’ın arasında dolaşırken gözlerimi devirdim. Annem yine iş başındaydı.

 

Burak bir kahkaha patlattığında Miran’ın utançtan gözlerini kaçırdığını fark ettim.

 

Annemin omzuna elimi yasladım.

 

“sen neden mutfağına geçmiyorsun anne? Hem bak, Burak ve arkadaşı da kalkacak şimdi, işine gücüne gidecek.”

 

Bana fırlattığı o sinirli bakışıyla yutkunurken bir an irkilmiştim. “oğullarım gelmiş, neden mutfağa gideyim ki? Hem sende geç otur da kaynaşırsınız, işten kaldırmadığın başın yüzünden insan yüzü gördüğün yok, geç otur.” emir veren tavrı kaşlarımın çatılmasına neden olurken Miran yanındaki boş sandalyeyi gülümseyerek geri çekti.

 

“böyle otur istersen, kaynaşırız.” ukalalığına gülümsediğim sırada bu adamın benden yumruk yeme şansını zorladığını anladım. Konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki telefonumun zil sesi yükseldi.

 

Sert bir soluk verip “pardon.” dedim. Telefonumu cebimden çıkarıp masadan ayrılırken ters bakışlarım Miran’ın üzerindeydi.

 

“efendim, Ceren.” dedim aramayı yanıtlarken. “çok kötü bir şey oldu!” kısık sesini duymamla kaşlarım havalandı. “ne oldu?”

 

“ihsan! Amcan şirketin etrafını sarmış! Seni sayıklıyor, hemen gel. Lütfen. Çabuk ol!” kanımda kendini belli eden sinir dalgası gözlerimin önünü karartırken koşar adımlarla dışarıya koştum. Arabama binip gaza bastığımda bu işin sonunun iyi olmayacağını biliyordum.

 

?

 

Şirketin önünde ani bir frenle dururken hızla arabadan indim. Karşımdaki eli silahlı adamlar bana dönerken ortada arabasına yaslanmış olan İhsan beni gülümseyerek karşılamıştı.

 

“hoş geldin yeğenim. Nerede kaldın?” sinirli soluklarımla göğsüm hızla kalkıp inerken bir iki adım öne yürüdüm. “ne işin var burada!?” yaslandığı yerden doğrulup bana yaklaştığında yüzü anında sertleşmiş çenesini sıkmıştı.

 

“polislere ihbarı sen mi verdin!?” Bağırmasıyla yüzüme rahat bir ifade takınıp, gülümseyerek kollarımı göğsümde bağladım. “sonunda selamımı almışsın. Bende ne zaman bana uğrarsın diyordum.” belindeki silahı çıkarıp bana doğrulttuğunda büyük bir sakinlikle arabama yaklaşıp kaputuna yaslandım.

 

“baban bitti şimdi sıra sende mi?!” zevk alıyormuş gibi dudaklarım yana kıvrıldı. “uyuşturucu yüzünden onca insan ölüyordu, bir insan olarak buna gönlüm izin vermedi ve gerekeni yaptım. Ne var yani bunda? Sende olsan aynısını yapardın.” burun delikleri sinirli soluklarıyla genişlerken gözleri kararmıştı.

 

“babanı kim öldürdü biliyor musun?!” bilmiyordum. Ama peşindeydim. Babamın katilinin peşindeydim.

 

Yerimde dikleşerek Yutkundum.

 

“şimdilik bilmiyorum. Onu bulacağım!” dedim kendimden emin bir sesle. Arkamda ani bir frenle duran arabadan Burak ve Miran inerken şaşkın bakışları bendeydi. Bunların ne işi vardı burada?

 

Arka kısımdan annem inerken şimdi neden burada olduklarını anlamıştım.

 

Sanki onlar gelmemiş gibi geri önüme dönerken İhsandan bir cevap bekliyordum. “sen kim olduğunu biliyor musun?!”

 

“kızım!” annemin sesini duymamazlıktan geldim. “kim olduğunu biliyor musun dedim sana!?” İhsan başını aşağı yukarı doğru salladığında sertçe yutkundum.

 

Gülerek elindeki silahın emniyetini açtı. “aynı kişi senin de katilin olacak birazdan!” kaşlarım çatılırken şoka girmiş bedenimle titredim. “ne dedin sen?!”

 

Silahı daha çok kavradı. “o şerefsiz ve sen benim hayatımın içine sıçtınız resmen! Seni yok etmenin vakti geldi de geçiyor.” Duyduklarım kalbimi tekletirken ellerim titremeye başlamıştı.

 

İhsan Yılmaz, İlhan Yılmaz’ın katiliydi. Kardeş katiliydi. Babamın katiliydi. Çocukluğumun katiliydi.

 

Gözlerimi kırpıştırdım. “ölüm emrini sen mi verdin!? Kardeşinin katili misin sen!?” diye bağırdığımda iki adım öne geldim.

 

“o şerefsiz benim kardeşim değil! Toprağın altında umarım rahat değildir. Bana yaşattıklarını yanında onu öldürmem yanına kâr bile kaldı!”

 

Habil ile kabil bile birbirine bu kadar kin tutmamışken bu aciz insanların öfkesinin sınırı yoktu.

 

“sen nasıl bir şerefsizsin lan! Babamı aldın benden! Seni ben öldüreceğim ulan, ben!” kolumdan çekildiğimde karşı çıkmaya çalıştım.

 

Kim olduğunu bilmediğim kişiden kolumu kurtardığımda parmaklarımı yukarı kaldırdım.

 

İşaretimle silahlı adamların üzerinde kırmızı noktalar belirlenirken İhsanın alnında ve kalbinde iki nokta belirdi.

 

“bu zevki sana tattırır mıyım ulan ben! Babamın katilini aradım ben yıllarca! Dağlarda, havada, karada o kadar teröristin peşine düştüm! Gizli yerlerden bilgiler edindim! Hiçbirinde bir ize ulaşamadım! Neden?! Çünkü benim babamın katili hemen dibimdeki amcammış!?” dedim inanamıyormuş gibi. Annemin ağlama sesini duyuyordum.

 

Gözlerimin önüne o gece eve gelen komutanlar geldi. ‘sen artık bir şehit kızısın.’ koskoca vatanı için aciz canını hiçe sayan adamın beş kelimelik ölüm haberiyle yıkıldığım o geceye gittim.

 

Karşımdaki adamın gözlerinde ne his vardı bilmiyordum ama benim gözlerimde saf öfke vardı.

 

“benden çocukluğumu çaldın!” elimi aşağı yukarı hareket ettirdiğimde arkadaki adamların her biri yeri boylamıştı. “benden masumluğumu çaldın!” her cümlede üzerine yürüyordum.

 

Elindeki silah titrerken korkuyla adımlarını arkaya doğru atıyordu.

 

“sence sen ha dediğinde ben senin karşına çıkar mıyım? Hemde hazırlıksız!” Reşat abi elindeki silahla arkadan İhsan’ın yanına yaklaşırken namlu başına denk gelmişti.

 

Annemin ağlamaları ve seslenişi dengemi bozarken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

 

“şehit İlhan Yılmaz’ın kızı olarak sana son kez şunu söyleyeyim. Sen babamın kanını döktüğün akşam ben kendime bir söz verdim.” yutkundum.

 

“bende senin kızınsam, kanını yerde bırakmak bir yana dursun. Naşına dokunanı tek tek bulup eceli olmazsam namerdim!”

 

Verdiğim söz zihnimden hiç çıkmayacak gibi kazılmışken gözlerimin yandığını hissettim.

 

Belimdeki silahı çıkarıp karşımdaki kansıza çevirdim.

 

“babama selam söyle diyeceğim de, onun olduğu yerde senin adının baş harfi bile heçmez. En iyisi sen gittiğin yerde kendi kendine çare aramana bak!” ben yapamazdım. Silah kullanmasını biliyordum. Ama annemin gözlerinin önünde kan dökmeye niyetim yoktu.

 

Reşat abinin gözlerine baktım. Ağırca yutkunup silahımı geri indirdiğimde arkamı dönmüştüm. Annem dizlerinin üzerine çökmüş ağlarken Burak onu zorlukla tutuyordu.

 

Hemen yanımda ki Miran’ın şaşkın bakışları bendeyken gözlerimi kaçırdım.

 

Bir el silah sesi sıkılırken şokla gözlerim açıldı.

 

“baban sana söylemedi belki ama ben söyleyeyim. Bir kere kaldırdığın silahı ya sıkacaksın! Yada sıkılacaksın!”

 

Bir el silah daha sıkıldığında olanları algılamaya çalışıyordum.

 

Miran beni kollarının arasına almış sıkıca tutarken vurulduğunu görmüştüm. İkinci kurşun Reşat abinin silahından çıkıp İhsan’ın bulmuştu ama İhsan’ın sıktığı kurşun bana gelecekken Miran’ın üzerime atlamasıyla onun sırtına gelmişti.

 

Zorlukla yutkunurken kucağında olduğum adamın kollarından tuttum. “sikeyim! Ne yaptın sen!?” dizlerinin üzerine çökerken beraberinde bende çökmüştüm. “ne yaptın sen!?” başımı sırtına çevirdiğimde siyah gömleği daha koyu bir renge bulanmıştı. Başı omzuma düştüğünde Burak yanımıza gelmişti. Elleri kollarıma sıkıca tutunmuş inliyordu.

 

“Miran! Lan ne yaptın sen!” içimdeki telaş artarken ne yapacağımı bilmiyordum. Daha sabah talihsiz bir olayla tanıştığım adam şuan benim yüzümden vurulmuştu.

 

Şaşkın bakışlarım Burak’a kaydığında gözlerindeki telaşı okuyabiliyordum.

 

“Visal’ıma kavuştum. Bu kurşun az bile.” fısıltısından bir şey anlamadan yanaklarına avuç içlerimi yasladım.

 

korkuyordum. “ölme, kapatma gözlerini! Kapatma, ölme! Benim yüzümden ölme! Birde senin vicdan azabından kahrolmak istemiyorum bak! Ölme!”

 

Nefesim soluğumdan geçmezken yanaklarımdan yaşlar süzülüyordu. “ölürsen kendimi öldürürüm bak! Lütfen ölme!” bayık gözleri yavaş yavaş kapanırken nefes alamıyordum.

 

“ÖLME! AÇ GÖZLERİNİ AÇ! ÖLEMEZSİN!” yanaklarına vuruyordum. Gözlerini açması bile benim için yeterdi. Burak beni kolumdan çekiştirip uzaklaştırırıken Miran’ın üzerindeki gömleği yırtıyordu.

 

“ağlayıp durma! Ambulansı aradım, yolda! Annene bak. Bayıldı galiba!” zorlukla ayağa kalkıp annemin yanına ulaştım.

 

Sonu böyle tahmin etmiyordum. İhsan’ı bitirecek artık ondan kurtulacaktım.

 

Neden böyle olmuştu bilmiyordum. Böyle olmamalıydı.

 

 

 

Al sevgilim kır kalbimi

Yada paramparça kalsın.

 

Neyse ne!

 

Yıldıza basıp yorum yapmayı unutmayınız ❤️?

 

 

Tags:
Paylaş
0 Yorum

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account