*5*
Hakan’ın söylediklerini, ona verdiği kendi cevaplarını düşünüyordu Verda. Dışarıdan bakıldığında kesinlikle doğruydu, ona yakın olmak için özellikle yaptığı hiçbir şey yoktu, henüz… Ama insanı en çok yoran şeylerden biri, gerçeğin farkında olmaktı. Verda ne yapmak üzere burada olduğunu biliyordu ve henüz harekete geçmemiş olması bu gerçeği değiştirmiyordu.
Hakan biraz uyumlu biri olsaydı, çizgileri bu kadar net çekmeseydi, büyük ihtimalle şimdiye derdini açıklamış ve cevabını almış olurdu. Oyun oynamak pek de Verda’ya uygun bir eylem şekli değildi. Ama içinde bulunduğu şartlarda başka türlü bir yol denemek, onu sadece başarısızlığa götürecekti. İstanbul’a dönerken aklının kenarında onu kemirecek bir ‘keşke’ ye sahip olmak istemiyordu. Hakan’a ulaşmayı deneyecek, ikna etmek için elinden geleni yapacak ve sonrasında ya sözleşmeyle ya da sözleşmesiz geri dönecekti.
Eve geldikten sonra hazırlamış olduğu kahveyi yudumlarken burnunun akmaya başlamasıyla düşüncelerinden uzaklaşıp gözlerini yumdu. Dünkü yağmurda ıslanmanın bir bedeli olacaktı elbette, grip olmak yerine hafif bir nezleyle atlatmayı diledi. Yapması gereken işler zaten tarih olarak geriden geliyordu, bir de hastalık çıkarsa mahvolurdu. Bu geceyi çalışarak tamamlamanın iyi olacağını düşünerek bilgisayarını alıp kanepesine yayıldı. İyice hastalanmadan önce ne yaparsa kârdı. Kahve eşliğinde elindeki kitabın yazara iletilecek sorunlarını not almaya kaldığı yerden devam etti.
Zaman geçtikçe daha kötü olmaya başlayan rahatsızlığı, gözlerinin akmaya başlamasıyla Verda’yı işi bırakmaya zorlamıştı. Çok fena hasta olacaktı ve bundan nefret ediyordu. Yanı başında uyuklamakta olan kediye bakarken hastalığına en uygun bahaneyi bulmuş gibi bir hâli vardı.
“Hepsi senin suçun kara zilli, yuvayı terk etmek için yağmuru beklemeseydin iyiydi.”
Kendisi üzerine bir şey almadan, gece boyu onu uyutmayan sesin kaynağını yağmurun altında aramasaydı da iyiydi. Bu düşünceyle gülerek kediye uzanıp kucağına aldı.
“Hadi gel yatalım, bütün gece bana sarılıp uyuyacaksın. Seni ısıtıcım ilan ediyorum Kara Kız, ona göre sakın ola yanımdan ayrılma.”
Kedisini alıp yukarı çıktıktan sonra üzerini değişip pijamalarını giymiş ve Kara Kız ile birlikte yatağına uzandığı gibi gözleri kapanmıştı.
Yan evde geceyi tek başına geçirmekte olan Hakan ise çoktan yatmaya gitmiş olan annesi ve kardeşinin ardından tekrar verandaya çıkmış, birbirini kovalayıp duran düşüncelerinin geçmişe kaymasıyla derin bir sızı eşliğinde ıssız bahçeyi izlemekteydi.
Kabuslarına sebep olan kazayı düşünmediği tek bir günü dahi yoktu. Olayın kaza olmaması ise içini yakan bir gerçekti. Öyle veya böyle kendisine ulaşmayı başaran insanlara, engelli olduğunu gördüklerinde kaza deyip geçmek kolay olsa da hiçbir şeyin geçmediğini biliyor olmak zordu. Bir yüzbaşı olarak kendisinin ve emri altındaki askerlerin güvenliğini sağlamak onun göreviydi.
Kuyruğuna bastıkları teröristlerin rahat durmayacağını elbette biliyordu, ama o günün öncesinde katıldığı operasyonda olanlar sağlıklı düşünmesine olanak bırakmamıştı. Yaşadığı acının bir tarifi yoktu ve üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin kendini suçlamayı bırakamıyordu. Her seferinde operasyon sonrası düştükleri pusuda çarşı iznine çıkmış olan erleriyle birlikte kendisi de ölseydi diye düşünmeden duramıyordu.
Ama ölmemişti… “Çünkü, ” dedi içinden, “çünkü ne uğruna en sevdiğim mesleği bıraktığımı görmem gerekiyordu. Çünkü hayatın bana kaybettirecekleri bitmemişti. “
Asker olmak ona hiçbir zaman zor gelmemişti, severek yapıyordu. Vatanına en şerefli şekilde hizmet ediyor olmanın haklı gururunu yaşıyordu. Ama bırakma kararı almıştı, asker olarak yaşamayı bırakmaya karar vermişti. Olacakları öngörebilseydi, bir hiç uğruna vazgeçtiğini bilebilseydi eğer o kararı asla almazdı. Hoş, öyle veya böyle bırakmak zorunda kalmıştı işte. Kendisinin ailesine yapmak üzere olduğu sürprizden önce düşürüldükleri pusuda yürüme yetisini kaybettiren hayat, sürpriz yapma konusunda daha evvel davranmıştı.
Düşüncelerinin aklına getirdikleri ile çenesi kasıldı, arabasının kolçağını öyle sıkı tutuyordu ki parmak boğumları gecenin karanlığında parlayacak kadar beyazlamıştı. Zamanın üzerini örttüğü ancak yakıcılığını her daim hissettiren geçmişten uzaklaşmak adına bakışlarını en az bahçe kadar karanlık olan yan eve çevirdi.
Tuhaf bir kadın, diye düşündü ışıkları yanmayan evin içindeki kadın hakkında. Bir kadın için buraya, bu küçük kasabaya tek başına yerleşmek büyük bir kararın sonucu olmalıydı. Kimi, kimsesi yok muydu acaba? Serbest bir çevirmen olsa gerek, bir yayınevine bağlı olsa buraya gelmezdi.
Çay içerken Verda’nın söyledikleri geldi aklına, sanki o an karşısındaymış gibi kaşlarını çattı. Paranoyak olduğunu söyleyip çekip gitmişti. Gerçekten paranoyak mı oldum? Herkesin beni bulmak istediğini mi zannediyorum?
Ne ilgisi var, diye içinden söylenerek gözlerini yuvarlayıp bakışlarını tekrar bahçenin karanlığına dikti. Yazmaya başladıktan kısa bir süre sonra peşine düşenler olmuştu ve hepsine de gereken cevabı vermişti. Ailesinden başka kimsenin onu kabuğundan çıkarmaya çalıştığı yoktu ki paranoyak davransındı.
Kadının ne düşündüğüne aldırmamaya karar verdi, istediğini düşünebilirdi. İnsanlardan uzak durmak ona iyi geliyordu, kadınlara ise zerre güveni yoktu. Odasında karşısına dikilip hayran hayran kendisini izleyen kadına belki de bu yüzden tepkiliydi. Olur ya, bir şekilde saçma sapan duygulara kapılırsa diye içgüdüsel bir önlem almıştı belli ki. Kötü birine benzemiyordu, yani hiçbir mecburiyeti olmadığı halde annesini ve kardeşini kısa bir süre için bile olsa evine almıştı. Ama bu Hakan açısından herhangi bir önem teşkil etmiyordu, ondan uzak durduğu sürece iyi ya da kötü olması zerre umurunda değildi.
Bir önceki gecenin yorgunluğu hâlâ etkisini gösteriyordu, uykusuzluğu biraz olsun dinmişti ama annesinin dediği gibi uyku, uykuyu çağırıyordu anlaşılan. Odasına gitmek üzere içeri geçti ve asansörüne binerek yukarı çıktıktan sonra odasına girip en sevdiği eşyası olan yatağına doğru sürdü arabasını.
**********
Sabah olduğunda gözlerini aralamak için bile ciddi bir efor sarf ederken dün geceki hafif bir nezleyle atlatma dileğinin kabul edilmediğini anlamıştı Verda. Yutkunma isteğiyle boğazında hissettiği acı arasındaki kısır döngüye söverek yatakta doğrulmaya çabaladı. Bütün kemikleri sızlıyor, eklem yerleri fena halde ağrıyordu. Kediye bakındı ve pencerenin önünde duran tekli koltukta kıvrılmış uyuduğunu gördü.
“Hani gitmeyecektin yanımdan, rahatına düşkün şey seni…” dedi kediye bakarak. Cümlesi biter bitmez eli boğazına gitmişti. Konuşmak bile acıtıyor, diye düşünüyordu ki öksürdü.
“Hah, bir öksürük eksikti. Harika!”
Sesi boğazına bir şey kaçmış gibi boğuk çıkarken odada başkası varmış da o konuşuyor zannetmişti. Çalmaya başlayan telefonuna kayan gözlerindeki bezgin ifade de tam olarak bu durumdan kaynaklı belirmişti.
“Alo?”
“Verda? Sen misin?”
“Yok, ben onun cehennemden kaçan ikiziyim Faruk.”
“Kızım bu ne ses? Ne yaptın, bensiz maça falan mı gittin?”
“He Faruk, aile arasında yapılan maç vardı akşam. Amigo olarak beni seslediler. Hastayım yahu, zar zor konuşuyorum, yorma beni.”
Zar zor konuştuğunu anlatması uzun sürünce öksürüğe boğulan Verda’nın kendine gelmesini bekledi Faruk. Öksürükler hafiflediğinde de ne yapacağını Verda’nın gayet iyi anlayacağı cümleleri kurdu.
“Kapat telefonu kapat, başımın belası. Gider gitmez hasta olmayı başardın ya ne desem boş Verda.”
Telefonu kapatan Faruk, ofisindeki yardımcısına toplantılarını iptal ettirip Bodrum’a kalkan ilk uçakta yer ayırttıktan sonra evine giderek ufak bir çanta hazırlamış ve uçuş saatini öğrenmeyi beklemeden havaalanının yolunu tutmuştu.
Verda işinde ne kadar başarılıysa kendine bakma konusunda da bir o kadar beceriksizdi, ya da üşengeç. Ne zaman hasta olsa yatağından çıkmaz, yemez, içmez, hastalığın kendi kendine geçmesini beklerdi. İşlerinde geride olduğunu bildiğinden bu duruma el koyup kendine tembel olan arkadaşını iyileştirmek Faruk açısından yapılacak tek şeydi.
Birkaç saat sonra Verda’nın evinin önüne kiraladığı arabayı park etti Faruk. Havaalanına indikten sonra arayıp konum atmasını istemişti Verda’dan. Arabanın arka koltuğundaki sırt çantasını alıp kapıya yürüdü ve zili çaldı.
Ayaklarını sürüye sürüye kapıya ulaşan Verda, karşısında ona kızgın gözlerle bakmakta olan arkadaşını görünce yüzünü buruşturdu hızla.
“Hoş geldin.”
“Bir de hoş bulaydım harika olacaktı.” diyen Faruk içeri geçip kapıyı kapatırken Verda kaplumbağa hızında salona ilerliyordu.
“Kahvaltı yapmadın değil mi? Yat sen, bir şeyler hazırlayıp geliyorum.” diyen Faruk’a cevap verecek hâli bile yoktu Verda’nın. Kendini salondaki kanepeye bırakırken vereceği hiçbir cevabın Faruk’u alıkoymayacağını zaten biliyordu.
Yarım saat geçmeden elinde tepsiyle yanına gelmişti arkadaşı. Tepsiye göz ucuyla baktığında dolapta ne bulduysa hazırladığını gördü Faruk’un. Allah aşkına, dedi içinden. Kim yiyecekti tüm bunları?
“Hiç bakma öyle, hepsinden yiyeceksin. Ama öncelikle şu ballı karışımı iç.” deyip Verda’ya çay bardağını uzattı Faruk.
“Of, hasta olmaktan ve senin hasta bakıcım olmandan nefret ediyorum.” diyen Verda’nın asık suratına aldırmadan bardağı eline tutuşturmuştu.
Sıcak karışımı üç seferde içip bitiren Verda, karabiberin tüm yakıcı etkisini boğazında hissediyordu ancak her seferinde olduğu gibi müthiş bir rahatlamayı da aynı anda yaşıyordu. Kahvaltısını gardiyan rolünü üstlenen arkadaşı sayesinde yaptıktan sonra Faruk’tan kediyi doyurmasını istedi ve kanepede uzanıp uykuya daldı hızla.
Ne kadar süreyle uyuduğunu bilmiyordu ama Faruk’un seslenmelerine karşılık mecburen gözlerini açmak durumunda kalmıştı.
“Kapıda bir kız var, seni soruyor. Hasta olduğunu söyleyince görmek istedi, ismi Ceylan.”
“Al içeri, komşumun kız kardeşi.” dedi Verda. Ceylan’ın neden geldiğini bilmiyordu ama kanepede güçlükle de olsa doğrulup toparlanmaya çalıştı.
“Geçmiş olsun, dün gayet iyiydin, nasıl bu hâle geldin?”
Ceylan içeri girer girmez Verda’nın yanına gelip oturmuştu.
“Yağmurda fena ıslanmıştım, acısı bir gün sonra çıkmaya karar verdi. Geceden beri berbat hâldeyim,” dedi Verda. “Sağ olsun Faruk, arkadaşım geldi. Birkaç güne hiçbir şeyim kalmaz.”
Ceylan, kapıyı açan adamı görünce şaşırmıştı zaten. Erkek arkadaşı olduğunu düşünmüştü ancak Verda’nın sözleri sevgili olmadıklarını gösteriyordu. Hoş bir adamdı, her ne kadar beklemesini söyleyip onu kapıda bırakmış olsa da.
“Çay alır mısınız Ceylan Hanım?”
Kendisine yöneltilen soruya teşekkür ederek istemediğini belirten Ceylan, Verda’ya dönüp az sonra annesiyle eve dönmek üzere yola çıkacaklarını söyledi.
“Ağabeyim uyuyor ve annem onu rahatsız etmek istemedi. Bir not yazarız muhtemelen ama senin de haberin olsun diye yolladı beni. Her şey için çok teşekkür etti bir de.”
“Teşekkürlük ne yaptım ki, asıl ben teşekkür ederim. Gelip uğurlamak isterdim ama çok kötüyüm, annene özürlerimi ilet lütfen.”
“İletirim tabii, kendine dikkat et ve çabucak iyileş. Bu arada sana telefonumu vereyim, ağabeyimle ilgili ya da başka bir şey için lazım olursa çekinmeden arayabilirsin.”
Verda yastığının yanında duran telefonunun kilidini açıp Ceylan’a uzattı, numarasını kaydeden Ceylan’ı çaldırıp kendi telefonunu kaydetmesinin ardından tekrar görüşmek üzere sarf edilen birkaç cümle sonrası Ceylan evden ayrılmıştı.
“Hakan Güray’ın kız kardeşi demek?” diyerek yanına oturan Faruk’un imalı sorusuna yalnızca başını sallayarak cevap verdi Verda.
“Güzel kızmış, projeye onu da dahil edebiliyor muyuz?”
İşte bu soruya sessiz bir cevap vermesi imkansızdı. “Saçmalama istersen, ayrıca proje deyip durma. Rahatsız edici bir tanımlama.”
“Rahatsız edici olmasının nedeni tam olarak proje olmasından ötürü tatlım. Bunun dışında geriye kalan tek alternatif arada aşk falan olması; aşık mısın?”
Başını yastığa geri yaslayan Verda, kendisine ait olduğunu bildiği ama yabancılık çektiği boğuk sesiyle cevapladı arkadaşını.
“Haklısın, şimdi fark ettim de, rahatsız edici tek şey senmişsin. Uyuyacağım ben, kıyamet kopmadıkça uyandırma.” dedikten sonra gözlerini yumdu tekrar.
Verda’nın görmediği ama görse gıcık olacağını çok iyi bildiği bir sırıtmayla dudakları tek tarafa kıvrılan Faruk, kahvaltı tepsisini alarak mutfağa götürmüştü. Elbette sadece arkadaşına takılıyordu, hem arada aşk olup olmadığını sorarken, hem de Ceylan’la ilgili olarak.
Ne var ki Hakan Güray’ın kız kardeşi gerçekten de güzeldi, özellikle de yeşil yeşil bakan gözleriyle. Ne uzun ne kısaydı, omuzlarından aşağıya sarkan saçları açık kumraldı ve gözlerinin duru yeşili ile mükemmel bir karışım sergiliyorlardı. Tabii ki tüm bunlar herhangi bir anlam ifade etmiyordu, şu sıra iş hayatındaki karmaşa yüzünden özel hayatını askıya almıştı. Ceylan Hanım ne kadar güzel olursa olsun, bir insanı tanımak ciddi anlamda karmaşalıktan ibaretti ve Faruk’un hayatında yeterince karışıklık vardı.
Mutfağı toplamayı bitirip asistanını aramak üzere verandaya çıkacakken kapının biraz hiddet ve biraz da şiddet içerikli yumruklanmasıyla irkilerek kapıya doğru yürüdü. Verda’nın da gözleri açılmış, kapısını bu şekilde çalanın kim olduğuna dair soru işaretleriyle doğrulmuştu.
Kapıyı açan Faruk, karşısında gördüğü adamla yaşadığı şaşkınlığı saklamaya fırsat bulamadan “Buyurun?” diye sormuştu bile.
Hakan da şaşkındı, açılan kapıda görmeyi umduğu Verda yerine genç bir adamın duruyor oluşu; adını koyamadığı bir can sıkıntısıyla karışık yüzüne meraklı bir ifadenin yerleşmesine neden oldu.
“Ben Verda Hanım’a bakmıştım ama?” diyebildi.
“İçeride uyuyor, grip olmuş da. Uyandırayım isterseniz?” dedi Faruk. Verda’nın çoktan uyandığını ve Hakan’ın sesiyle sendeleyerek de olsa onlara doğru gelmekte olduğundan habersizdi.
“Ah, şey tamam. Ben başka za-” diyordu ki Verda’yı gördü ve sustu Hakan. Kadın fena halde solgun ve yorgun görünüyordu.
“Buyurun Hakan Bey, bir sorun mu var?” diye sordu Verda. Hakan’ı kapısında görmekten ötürü ciddi dumura uğramış haldeydi ve bir sorun olmadıkça adamın asla gelmeyeceğini düşündüğünden direkt olarak ne olduğunu merak etmişti.
Verda’nın yanında dikilmekte olan Faruk, nedense Hakan Güray’ın onun varlığından rahatsız olduğu fikrine kapılmış ve Verda’yı yalnız bırakarak içeri geçmişti.
“Şey, annem ve kız kardeşim gitmişler. Not bırakmışlar ama sanırım asıl sebep benim, yani gitmelerine… Arıyorum ama ikisi de açmıyorlar. Kapıda arabanı görünce onları durdurup geri getirebilir misin diye soracaktım ama hastaymışsın. Geçmiş olsun bu arada.”
Verda duyduklarını sindirmekte zorlanıyordu; Hakan Güray, burnundan kıl aldırmayan adam, kapısına gelmiş ondan yardım istiyordu. Böyle bir şeyi rüyasında görse dahi inanmazdı; ki üzgün bakışlarını yere indirmiş olan adamın rüya olmadığı çok açıktı.
“T-teşekkür ederim. Ben hastayım ama arkadaşım burada, sizin için sakıncası yoksa o alabilir. ” deyip Hakan’ın itiraz etmesini engellemek için hızla devam etti. “Ceylan biraz önce buradaydı ve onu gördüğü için tanıma konusunda sorun yaşamaz.”
İçeriye doğru seslendiğinde yanlarına gelen arkadaşına kısaca durumu anlatıp kendisi yerine Hakan’ın annesini ve kız kardeşini alıp alamayacağını sordu Faruk’a. Hiç tereddüt etmeden “Elbette,” diyen Faruk, son anda aklına gelen düşünceyle duraksamıştı.
“Ama sen ne olacaksın? Terminal çok uzak, bir şey olursa diye aklım sende kalır.”
Faruk’un sözlerine Verda’dan önce Hakan atılarak cevap verdi.
“Ben onunla kalırım, yani siz gelene kadar.”
Bugün daha ne kadar şaşırabileceğini bilemez halde Hakan’a bakakalan Verda, birkaç kez ona seslenen Faruk’u ancak duyabilmişti.
“Ben onları alıp gelirim, sen iyice dinlen ve bir şey olursa hemen ara, tamam mı?”
“T-tamam.”
Faruk’un gidişi ve içeri buyur ettiği Hakan’ın salona geçmesinin ardından kapıyı kapatırken Verda şaşkın şaşkın durum tespiti yapmaktaydı.
Fena halde hastaydı. Ona bakmak için gelen arkadaşı, Hakan’ın ailesini geri getirmek için yola çıkmıştı ve şimdi Hakan Güray ona bakıcılık yapacaktı.
“Aman Allah’ım!” diyerek elini kalbinin üzerine koyarken yalnızca dudakları kıpırdamış, tek ses çıkarmamış olan Verda yutkunarak salona doğru yürüdü.
Tags: #gençkızedebiyatı #sevda aksiyon aşk evlilik Gençkurgu genelkurgu romantizm
Ben geldimmm? Hakan’a uyuz olduğumu söyleyebilirim? bakalım diğer bölümler ne olacak ??
Hoş geldin canım benim, olma olma, Hakan iyi bir adam da işte gösterme yeteneğini kaybetmiş ? Keyifle oku canım, öpüyorum çok ♥️
Evet Hakan’ı sevdim ben bölümler ilerledikçe canımın içi ??keyifle okudum ben de seni öpüyorum ?❤️??
7.bolum yorumu
Böyle bir şey beklemiyordum şaşırdım ama cananın dil öğrenmek için seçtiği yola bayıldım ??çok güzel bölümdü
Ayy yanlış yazmışım yaa canan değil ceylandi o kafa gıdık mi ne??
Annemde kaldığım sürede gelmiş yorumun ama bildirim almadığım için tesadüfen gördüm. Ceylan enteresan bir tip, bulduğu yollar da öyle ??
Ahh sorun değil bende bir türlü okuyamadım başlayıp yarım kaldı hep biliyorsun durumları hiç elim varmadı ne yazikki ?
6.bolum yorumuyla geldim Hakan neye uğradığını şaşırdı yiğidim daha çok sarsilacaksin gibi geliyor bana
Yeni gördüm yorumunu, evet, daha çok sarsıntı var onu bekleyen ?
Okuyamadım yoğunluktan şimdi başlıyorum inşallah her bölüm sonunda fikrimi yazicam mutlaka ?merak ediyorum okumak için sabırsızlanıyorum