IMG-20211008-WA0032

   7.BÖLÜM??SESSİZ UÇURUM ??  

Senin dalgalarında boğuluyorum. Yüreğim denizin altı gibi sakin, kendinden emin.
Aklım denizin üstü gibi hırçın.
Sarı saçlarının rüzgarına karışmış. Kokunla aklımı da almış uçurmuşum.

#benerguvan

HAMZA’DAN

Sakin geçen köy kontrolleri, askerlerin eğitimleri derken hayatım rutine bağlanmıştı artık. Tunceli’de bir günümüz diğerine uymadığı için bu rutin sıkıcı gelmeye başlasa da vatan için görevden sıkılmak bize uymaz.

Şubede nöbetçi olduğum gece hastalanan Bitlisliyi acile getirdik. Yapılan inceleme sonunda sabah saatlerinde acilen ameliyata aldılar.

Bir saatin sonunda ben koridoru arşınlarken yanımıza gelen kalabalığı gördüm.

Genç birinin sinirini anlamak için müneccim olmaya gerek yok.

“Komutan ne oldu kardeşime, ne yaptınız hastalandı kardeşim?” Diye bana bakarak böğürdü.

Kaşlarımı çatarken içimden ya sabır çekmeye başladım.

“Sözlerine dikkat et, normal insanlar gibi hastalandı. Çıkar birazdan!” Diyerek yeniden koridoru adımlamaya başladım. Genç sinirle geri dönerken bizden beş metre kadar uzakta beklemeye başladılar.

Kaçıncı turu attığımı bilmiyorum, karşıdan gelen genç bir kız ve bir çocuk dikkatimi çekti.

Bana dikkatle bakan kocaman kara gözlerin sahibini tanıdım.

Berfu’nun oğlu Yağız.

Ameliyathanenin kapısının çaprazında ki ikili koltuğa oturup beklemeye başladılar. Anladım ki Berfu içerideydi.

Yağız ile dikkatlice birbirimize baktık. O bana düşünceli gözlerle bakarken ben gözlerini okumaya çalıştım. Çocukların korkularını, sevinçlerini, acılarını gözlerinden anlayabiliyorum da Yağız’ı bir türlü anlayamadım.

Onunla konuşmak istesem acaba benden çekinir miydi?

Yağız’ın bana dikkatle bakmaya devam etmesine gülümsedim. Yanına giderek önünde çömeldim ve elimi uzattım.

“Merhaba Yağız. Ben Hamza Zeyrek. Nasılsın?” Dediğimde bir müddet çekingen kalsa da elini uzattı.

“Memnun oldum. Sen bize hediye veren asker abisin!”

“Evet benim. Seninle tanıştığıma çok memnun oldum.”

“Ben de!” Dedi ve duraksadı.
Bir yüzüme bir yere bakarken yanında ki kız ;”oturun isterseniz”diyerek yerinden kalkıp kenara çekildi.

Yağız’ın yanına oturunca göz göze geldik. Ona gülümseyip göz kırptım.

Sanırım bana bir şey söylemek istiyor fakat söyleyip söylememekte kararsız kalıyordu. İçimden geçeni yaptım ve ona doğru döndüm.

“Burada yeni arkadaşların var mı?”

“Beş tane kreşten arkadaşım var. Senin çocuğun var mı?” Dedi bacaklarını sallamaya başlayarak. Sanırım heyecanlanmıştı.

“Benim çocuğum yok. Ama senin gibi bir aslan parçası oğlum olmasını çok isterdim.”

“Senin çocuğun yok; benim babam.” Demesi kalbime hançer gibi battı. Beş yaşındaki çocuk kırk yaşındaki insan gibi konuşmamalı.

“Benim babam da askermiş. Ama şehit olmuş. Ben onu hiç görmedim biliyor musun?”

Sesindeki özlem, yüzündeki hüzün, gözlerindeki buğuların sahibi Yağız değil bendim.

“Ben de babamı hiç görmedim Yağız. Senin baban şehit olmuş, cennetin en güzel yerine gitmiş ve mezarına gidebiliyorsun. Ben babamın gidemiyorum. “

“Neden?” Dedi masumca.

“Onun nerde olduğunu hiç bilmiyorum.”

“Sen babamı tanıyor musun?” Sorusunu beklemiyordum.

“Tanımıyorum ama tanımayı çok isterdim. Fakat şunu unutma, bütün askerler babanın arkadaşıdır.”

Ona üzülme gibi saçma bir kelime söylemek istemedim. Ben bu yaşıma geldim, hâlâ içimde bir yaradır hiç tanımadığım babam. Tek bildiğim nüfus kütüğümde adı olan babamın adının karşısında “ölü” yazdığıydı.

Ben Yağız’ın gözlerinde ki buğuyu dağıtmak isterken beş yaşındaki çocuk beni darmadağın yapmıştı. Hava almak için ayağa kalktığımda yan tarafımda kalan şoförüm Nezir’in kızın içine düşecek gibi bakması sinirimi bozmaya yetmişti.

Benim farkıma bile varmadan bakmaya devam ederken önüne geçince kendini toparladı.

“Dışarıda bir hava al!” Diye yaptığım uyarımı tam olarak anlamıştı ki arkasını dönerek dolanmaya başladı.

Ameliyathane kapısının açılmasıyla Berfu’yu görünce kalbimin hızlanması normal miydi? Bir adım atarak askerimi sormaya fırsat olmadan o hanzo ağabeyin bağırarak bize yaklaşırken Berfu’nun üzerine yürümesi bir oldu. İçimden saymaya başladığım küfürleri yüzüne de söylemek isterdim ama Yağız’ın, kadınların yanında kendime yakıştıramadım. Gencin karşısına geçerek kendimden emin şekilde karşısında dikildim.

Ben ilk defa bir kadını bütün varlığımla korumak istedim. Onun saçının teline zarar gelmesin, getirmeye niyet edenin dünyasını başına yıkmak istedim.

Onun gözlerinde gördüğüm korku değildi, korunma gururu hiç değildi. Ela gözleri gibi bütün karmaşık duygularını gözlerine yansıtmış bana bakmasın istedim. Suratı öfkeden renk değişen hanzonun açıklamasını duyunca yanımızdan gitmesi yaptığı en doğru şeydi. Doktor Behzat bey ile tanışıp el sıkıştık. Berfu’nun elini uzatması ona göre normal bir tanışma için miydi?

Ya benim için neydi?

Narin eline dokunmak nasırlı elimin ilacı mıydı ki yüreğime kadar dokunmuştu.

Bana sevgiyle, aşkla bakması için dünyaları verirdim. Benim dünyam, içinde sadece ben ve abimin olduğu kocaman bir dünyaydı. İkimizden kalan bütün boşluğu onun bakışlarıyla doldurmasını istemek çok mu fazlaydı.

Kantinde otururken hiç gözlerimi ondan ayırmadan yüzünün, saçının her noktasını izlemek ne kadar güzel olurdu. Tıpkı Nezir’in Yağız’ın bakıcısı olan kızı incelediği gibi. Nezir ile sağlam bir konuşma yapmam gerekecekti anlaşılan.

Doktor Behzat beyin dışarı çıkmasıyla
Yağız’ın zeytin gözleriyle bana bakarak söylediği sözü yüreğimin en güzel duvarına yazdım.

“Asker Hamza abi sen hep annemin yanında kal onu kötülerden korursun.”

Eşini; kucağında evladıyla toprağa koymuş, hayata karşı dimdik durmuş, gençliğini, güzelliğini, kalbini bir kenara koymuş ve hayatını oğluna adamış bir kadını korumak sadece bedenen olabilir.
Gözlerine bakarken içimden geçenleri okuyabilir mi?

“Annen çok güçlü bir kadın. Seni de kendini de koruyabilir.”

Okudu ama anlamak istemedi.

Yağız ve genç kızın gitmesiyle masadan kalkmak istedim. Beynim bütün gücüyle ‘çocuklu dul bir kadın laf olur’ diye bağırsa da kalbim milim bile kıpırdamak istemiyordu. Ama benim son istediğim şey ona dolaylıda olsa zarar vermekti.

Ama Berfu sanki kalbimin sesini duymuş ve ‘seninle konuşmak istiyorum’ der gibi beni büyülü sesiyle olduğum yere yeniden oturtmuştu.

Çekingen haliyle ama dayanamayarak sormaya çalıştığı soruyu cevaplayarak ona tercüman olmak istedim.

“Evet ağır yaralı olarak ameliyatta ki bendim.”

Bütün acılarımın içinde yağmur yüklenmiş ela gözlerinide unutmayan bendim. Törende gururla taşıdığın şehit eşinin yerinde olmak isteyen de!

Ela gözlerinde hülyalara daldıkça varamayacağım kalbinden bir an önce uzaklaşmam gerekliydi.

Hastaneden ayrılarak arabaya bindiğim de yola çıkan Nezir’in yüzüne bile bakmadım.

“Bir daha benim sözümü ikiletme!”

Sesime kızgınlık ve bütün emir tonlarını katarak söyledim. Bizi tanıyan herkes davranışlarımızın bu kadar katı olmasını düzeni sağlamak için olduğunu biliyorlar. Biz de Allahın yarattığı kuluyuz onlar da. Onlar anaların babaların bize emaneti. Ama doğru düşünüyorlar. Düzeni korumak için vicdansızlık değil katılık ve düzen şart.

Tabi ki bunu suistimal edip ben senden güçlüyüm egosunu tatmin etmek isteyen çok insan var. Ama unuttukları bir şey var. Allahın huzuruna emanet olan insanın kul hakkıyla çıkacaklar.

Şubede odama çıkarak askerden kahve istedim. İçeriye girerek koltuğuma otururken kapının tıklamasıyla postacı ve asker birlikte içeri girdiler.

“Komutanım kimliğinizi rica edeyim.” Diyen postacıya kimliğimi uzatıp elime verdiği zarfa baktım.

Imza atarak giden postacının ardından zarfı açtım. Tahmin ettiğim gibi Albay Murat Özgen’e açtığım davanın ilk duruşması için celp gelmişti. Bir ay sonra olan mahkeme günü için izin almayı aklıma yazarak önümdeki dosyaları incelemeye başladım. Kapının tıklamasıyla içeriye Albay Hakan Çiftçi girdi. Ayağa kalkıp selam verirken eliyle oturmamı işaret etsede ben masanın önüne geçerek yer gösterdim. Koltuğa doğru yavaşça ilerlerken masanın üstündeki zarfı fark etti ve aline aldı.

“Bu mahkeme meselesi nedir Yüzbaşı?”

“Tunceli’de gazi olduğum çatışmada beş kardeşimi şehit verdim. Bu tamamen Albay Murat Özgen’in bilerek koordine etmesinden dolayı oldu. Onun için dava açtım.” Dedim.

“Albayın üstleri varken sana mı kaldı!” Dedi uyarı yapar gibi.

“Ben kardeşlerimin hakkını kimsenin almasını beklemem komutanım.”

Dikkatle yüzüme bakarak bir süre düşündü.

“Murat’la altı ay beraber Hakkari’de görev yaptık. Fazla hırslı biridir. Amacına ulaşmak için rütbesini fazlasıyla kullanır. Bu senin için tehlikeli olabilir. Şimdiye kadar olmalıydı aslında! “

Son sözü fazla manalıydı.

“O rütbesine ben devletime güveniyorum…- Komutanım. “

“İşin zor ama herkes adeletin önünde eşittir Yüzbaşı! Kolay gelsin” Diyerek odamdan çıktı. Öğle yemeği saati gelmişti.

Masalarda hazırda bekleyen arkadaşların yanına giderek özellikle Cengiz Topel’in yanında ki sandalyeyi çekip oturdum.

“Nasılsın Çavuş!”
“Sağolun Komutanım, siz nasılsınız?”

“Anlat bakalım adının hikayesini.” Derken önümüze yemeklerimizi bıraktılar.

“Dedem Kıbrıs’lı komutanım. Yunanlıların işgali sırasında esir düşmüş. Infaz edileceğini düşünürken pilot Cengiz Topel’in anibhava saldırısı sayesinde ellerinden kurtulmuş. İleri zamanda Eskişehir’e göç edince annemi babama istemişler. Sırf babamın soyad benzerliği yüzünden dedem annemi babama vermiş ve adımın Cengiz konulmasını adeta emretmiş. Ben çocukken dedem bana ‘can borcunu ödemek sadece isimle olmaz’ derdi. Asker olmayı o zaman aklıma sokan rahmetli dedemdir. “

“Hepsine allah rahmet eylesin. “
“Amin Komutanım.”

Yemeklerimiz bitmiş ve köy kontrolüne çıkma vakti gelmişti. Yanıma iki asker daha alarak arabayla yola çıktık. İlçe merkezi ne kadar yeşillik olursa olsun köylerin yeşilliği içinde kaybolmak insana huzur veriyordu. Sakince geçen iki köy kontrolünün sonunda şubeye döndüm ve günlük raporlarımı yazarak mesaim bitirdim.

Nezir’in yanına oturarak önce markete uğramasını söyledim. Kahvaltılık alarak evimin yoluna devam ettik. Nezir ne kadar sakin olmaya çalışsa da yüzünde kocaman bir sırıtış vardı ve gözleri sokakları kolaçan ediyordu. Bir üst sokaktan dolaşacağını anlayınca yüzüne bakmadan sordum.

“Nezir başka yollarda dolanma?” Dediğimde yüzüme ablak ablak baktı.

“Yok komutanım burası kestirme.” Dedi ve sağa döndüğünde ileride bahçe kapısının önünde konuşan Berfu ve genç kızı gördüm. Aslında birbirimizi gördük.

Tarihi evlerin olduğu sokakta buram buram aile havası esiyordu. Berfu’nun sarı saçlarını okşayarak geçen bahar havası mıydı kokan, onun saçlarımı bilmiyorum.

Yağmur damlalarının bıraktığı izler gibi sevgin. Düştüğünü hissettiren, bütün kirleri temizleyen ve kaybolup giden.

Aklımda kocaman ela gözleri. Tuzlu yağmur damlalarıyla sevgisini temizleyen. Onun gönlünde şehidinin izi aşikardı. Benim gönlümde onun gümbür gümbür yaklaşan kalbinin sesi var.

Aklımdan çıkmayan, uykumu alıp götüren sarı doğal saçlar. Altında birer ahu gibi ela gözler. Benim ömrüm aşk acısı çekmeye yazılmış. Sevdiğimi sanarak yıllarca bağımlı kalmak bitti. Şimdi ise olmayacak sevdaya tutuldum.

Evimin kapısını kilitlerken ayaklarım diğer sokak tarafından gitmek için direniyor. Olmaz!
Kalbim ve ayaklarım ile büyük mücadele içindeyim.

Benim kalbime yenilmem, ona bir adım atmam şu küçük çevrede ona en büyük zararı verebilir. Her şeyiyle vatanımı, memleketimi, insanımı sevsem de bazı kötü huylarımız vardı maalesef.

Suizan yapmak gibi.

Berfu’nun adına gelecek en küçük kötü söz onun bir ömür buradan nefret etmesine sebep olabilir. Zaten zor olan hayatını biraz daha zora sokmak istemiyorum. Anladım ki o oğlu için eşinin şehrine gelmiş. Bütün hayata olduğu gibi bir çok zorluğa göğüs gerecek. En büyük desteği oğlunun mutluluğu.

Onun yanında olmak zor günlerinde bende varım diyebilmeyi ne kadar çok isterdim. İşte her şey istemekle olmuyor.

Arabayla kapının önüne gelip duran Nezir’in yanına oturdum.

Arabayı birinci vitese takınca “dur” dedim.

“Geri dön.” Dediğimde “Komutanım kestirme” Dediğinde kendimi tutamadım.

“Ben sana emir veriyorum, yol tarifi sormuyorum!” Diyerek bağırdım.

Memnuniyetsiz şekilde aracı döndürdü.
Merkeze kadar sessiz kalırken sakinleşmeyi başardım.

“Bir daha ben varken o sokaktan geçmeni istemiyorum. Hatta senin de geçmeni istemiyorum. ” Derin bir nefes aldım ve camdan dışarıyı seyrederek devam ettim.

“Burası Büyükşehir değil Nezir. Herkes birbirini tanır. O kızın hakkında senin yüzünden dedikodu çıkması fazla sürmez. Görmek istiyorsan başka bir çare bul. Şubenin kapısına kızın babası dayanırsa elimde kalırsın” Dedim içim acıyarak. Cevap dahi vermeden yola devam etti.

Kendime çarem yokken başkasına öğüt vermek nasıl bir ironidir benim için.

Bugün köy kontrollerini sabah yapacaktık. Odamda işlerimi hallederek kahvemi içerken kapıda Nezir göründü.

“Araç hazır komutanım. “

“Geliyorum. Yanına İsmail ve Yavuz’u al.” Dedim ve kahvemin son yudumunu aldım. Araçla şubeden çıkınca gördüğüm ilk marketin önünde durmasını istedim. Araçtan inerek marketten şeker, çikolata ve bir çok yiyecek alıp arabaya koydum.

“Bunlar köydeki çocukların elinizi sürmek yok.” Diyerek askerleri uyardım.

İlk gittiğimiz köyde üç çocukla sınırlı kaldı hediyelerim. Ama onların mutluluğu aldıklarından çok benimle konuşmak olmuştu.

İkinci köye yaklaşırken köyün girişinden uzakta olan fındıkların arasında eski evin arkasından gelen yoğun dumanı gördüm.

“Nezir şuraya dön, duman neymiş bakalım. ”
Aracı o tarafa çevirirken bana da cevap vermekten geri kalmıyordu.

“Komutanım temizlik için fındıklıkta ateş yakmış olabilirler. ” dese de elimle devam etmesini işaret ettim.

Yolun sonuna çıkan evin önüne gelmeden iyice yükselen ateşin korkutucu yüzünü gördük. En kötüsü ise ev ahşaptı.

“Nezir hızlan! Yavuz itfaiyeyi ve ambulansı ara.” Derken eve çok yaklaşmadan duran arabadan inerek koşmaya başladık.

Evin içinden sürünerek çıkan yaşlı kadının beni görmesiyle feryat etmeye başlaması bir oldu.

Yanına hızlıca çömelirken kolundan tutarak kaldırmak istesemde hızla kolunu çekti.

” Yardım edin! Torunlarım dışarı çıkmışlardı nerdeler bilmiyorum. Aşağıda onları bulamadım yardım edin yalvarırım!” Diyerek ağlarken evin içine doğru baktım.

“Kadını evden uzaklaştırın, İsmail evin etrafına bak çocuklar var mı?” Dedim.

Kolumla ağzımı kapatarak açık olan kapıdan evin alt katına koşarak girdim.
Dumanlar çok yoğun değildi.

Yaşlı kadın korkudan belki de doğru bakamamıştı.

“Çocuklar neredesiniz?” Diye bir kaç defa bağırarak odaları dolaşırken üst kattan gelen ince bir ağlama ve “anne ” diye cırlama sesini duyduğumda ahşap merdivenlerin gıcırtıları arasında yukarı çıktım. Önümde ki geniş koridorun tavanı yanmaktan çökmek üzereydi. Alevler merdivenlere yaklaşırken sol tarafta koridorun sonundaki köşeye sinmiş küçük kızı gördüm. Gözlerini iki koluyla kapatmış kendini alevlerden korumaya çalışıyordu. Yerde serili olan küçük kilimi sağ tarafıma tutarak hızla kızın yanına gittim. Benim geldiğimi farketmediği için kucağıma alınca büyük bir çığlık attı.

“Sakin ol güzelim, şimdi buradan çıkıyoruz, boynuma sarıl hadi!” Dediğimde boynuma sarılan o minik kolların ve bedenin korkudan titrediğini hissetmemek, o durumda bile mümkün değildi.

Kilim ile ikimizi birden korumaya çalışarak merdivene doğru hızla giderken tavandan düşen bir tahta kütlesi ile bir kaç adım geri gittim. Artık merdivenlerin de güvenli olduğundan şüphe etmeye başladım.

“Güzelim sakin ol, sakin şimdi çıkıcaz buradan. Kardeşin nerede, söyle bana hadi!” Dediğimde korku dolu gözlerini eliyle işaret ederek tam alevlerin yükseldiği odaya döndü.

“Orda!” Demesiyle bir çocuk için bu kadar korktuğumu ilk defa hissettim. O bütün dehşetiyle yanan oda gibi içim yanarak merdivenlere yöneldim.

Duvara sürtünerek hızla adımlarımı attım.

“İbrahim’i ateşlerden koruyan Allah’ım sen yardım et!” Dedim ve ulaştığım ikinci basamağa ayağımı uzattım.

Dördüncü basamağa ayağımı attığım anda başımıza yanarak düşen kalastan kurtulmak için merdivenin korkuluğuna yüklenmem ve aşağıya düşmemiz bir oldu. Tek yapabildiğim sol kolumun üstüne düşerken çocuğu göğsümde tutup sert zemine çarpmasını engellemekti.

Arada boğuk halde duyduğum “Komutanım” diye bağıran Nezir’in sesini daha net duyunca kendini de gördüm.

“Komutanım iyi misin?” Diyerek beni kaldırmaya uğraşırken “çocuğu al” dedim.

Nezir çocuğu alınca, Yavuz’un yardım etmesiyle kapıdan bir kaç metre ilerleyince evin üst katı kendi içine çöktü. Yaşlı kadının yanına gittiğimizde küçük kıza önce sıkıca sarıldı, birden sarılmayı bırakarak siyaha bulanmış yüzüne baktı.

“Ayça abin nerde?” Dedi iniltili bir sesle.

Hıçkırarak ağlamanın arasında evi gösterdi adının Ayça olduğunu öğrendiğim küçük kız. Nerdeyse üst kattan eser kalmayan eve bakarak bütün sesiyle “Kadirrr!” Diye bağıran yaşlı kadın sözü bitmeden olduğu yere yığıldı.

Başında ki siyah tülbentinden açılan boynuna gömüldü küçük kız.

“Yavuz ambulans, itfaiye nerde?” Diye benim bağırmaya başlamamla çocuğun cırlaması bir oldu.

Yerde boyunca yatan kadının üzerine tutunan Ayça’yı kucağına alan Nezir biraz uzaklaştı.

Kadının yüzüne hafifçe vurarak kadını ayıltmaya çalışırken itfaiye ve ambulansın sesini uzaktan duymaya başladık. Ama onlardan önce çevre halkı artık koşarak gelmeye başlamıştı.

Kadını ayıltamasam da gelen kadınlara bırakmanın daha iyi olacağını düşünüp kenara çekildim.

Toplam on dakika bile sürmeyen zamanda belkide bir kibrit ateşi nasıl bir yürek yangınına dönüşmüştü. İtfaiyenin köye olan mesafesi, virajlı, dik yollar ve barutu andıran ahşap bir ev! İtfaiyeye sadece iyice çöken tahta yığınlarını söndürmek kalmıştı.

Bir çocuğun en korktuğu anda, en ihtiyacı olduğu zamanda ben onun acılarına, korkularına yetişemedim.
Vicdanım alevlere teslim oldu.

Dumandan boğularak ölmüş olmasını dilemek çok büyük bir vicdan azabı benim için. Ama korkuyla, alevler içinde acıyla yanarak ölmesinden daha az acıtır vicdanımı.

Gözlerimin önünde oradan oraya koşturan onca insan değil sanki birer gölgeydiler.

“Yüzbaşım!” Diyerek beni omuzumdan tutan uzman çavuş Cengiz’in yüzüne baktım.

“Komutanım yaralanmış olabilirsiniz. Ambulans-“

“Küçük bir çocuğa yetişemedim Cengiz! Beş dakika! Beş dakika önce yola çıkmış olsak ya da o markete girmemiş olsam şu an çocuk yaşıyor olacaktı!”
Cengiz yere çömelip bir müddet söndürülmeye çalışılan eve baktı.

“Komutanım Allah’ın kaderine inanan kullarsak, elimizden bir şey gelmeyeceğini biliyoruz demektir. “

“Kaderimiz çabamıza bağlıdır Cengiz.”

“Komutanım kaderimizi yeneme- ” sözünü bitirmesine, beni avutmaya çalışmasına izin vermedim.

“Senin çocuğun var mı?”

Gözlerime bakan kahverengi gözleri anında bulutlara boğuldu.

“Kaç dakikadır alev topuna bakarak, çocuğumun orada olmadığına kendimi ikna etmeye çalışıyorum. Mevzu çocuksa hepimizin kalbi acıyor komutanım. Hadi ambulansa binin artık.” Dedi ve kolumdan tutarak kaldırmaya çalışırken kolumu hızla çektim.

“Benim bir şeyim yok!”

“Komutanım ama-“

“Ben iyiyim!” Dedim artık sinirlenmeye başlayarak.

Yol tarafından iki kişinin koluna girdiği genç bir kadın ağlayarak eve doğru yaklaştı. İncecik bedenini taşıyamayan ayaklarını sürükleyerek adım atmaya uğraşıyordu.

“Anne!” Dedi yüreğinde korku cehenneminden kaçmaya bir çare ister gibi.

“Hiç kimsenin canı onlar kadar acımaz Cengiz!” Dediğimde kimi kast ettiğimi anlamıştı.

“Hiç kimsenin vicdanı toruruna yetişemeyen babaanne kadar acımaz komutanım!”

“Anne! Anne çocuklarım nerede?” Diyerek kendince koşmaya çalışırken Nezir kadının önüne geçti.

“Kızınız ambulansta iyi…” Dediğinde kadın ambulansa doğru hızla yürümeye başladı.

Kızını uzaktan görünce Nezir’e dönerek “oğlum nerde, hangi ambulansta?” Diyerek sordu ve bakışları ve adımları hızlıca diğer ambulansa yöneldi.

Ben Nezir’in cevap vermekte bu kadar çaresiz kaldığını ilk defa gördüm.

Babanenin artık kendinden geçmiş haliyle söylediği tek kelime yüreğime ok gibi saplandı.

“Yavruma yetişemedim!”

“Komutanım yüzünüz beyaza döndü. Bir kontrol edilmeniz lazım.” Derken benim gözüm ambulansta olup yola çıkmaya hazırlanan Ayça’daydı.

Yerimden hızlıca kalkarken arkadan sağ alt sırtıma giren acıyı umursamadan kapıları kapatılmak üzere olan ambulansa bindim. İçerideki hemşire ve doktor bir an şaşkınca bakarken ağlamaktan yorgun düşen Ayça’nın minik elini tutmak istedim. Elindeki yanığı görünce vazgeçtim.

Görünürde olan yanıkları folyo ile kapatılırken bitkinlikten uyumak üzereydi.

Alnımdan dökülen terleri koluma silip nefes aldım. Kesik olan nefesim yetmemiş gibi tekrar almaya çalışırken sanki ciğerime bir şey battı.

Acilin önünde hızlıca Ayça’yı içeriye alırlarken ben de arkasından gitmeye başladım. Doktor ve hemşireler başına toplanırken nefesimi kesik kesik almaya başladım. Ara holdeki bekleme koltuklarından birine otururken karşıdan gelen Berfu’yu gördüm.

Bir an Yağız’ın o yangının içinde kaldığını ve Berfu’nun yıkılışı hayal gibi gözlerimin önünden geçti.

“Hamza bey! Hiç iyi görünmüyorsunuz, iyimisiniz?” Dedi yanımdaki koltuğa otururken. Hilal kaşlarını birbirine değdirecek gibi çatmaya çalışsa da iki hilal birbirine değmedi.

Son hatırladığım beynimde yankılanan Berfu’nun sesi ve yüzüne bakarak kucağına doğru yığıldığım oldu.

Onca uğultunun arasında havada gidiyordum sanki. Başımı mecalsizce yana çevirip zorla açtığım gözlerimin kapanmasına engel olamazken Berfu’yu sedyenin ucunda yürürken gördüm. Gözlerim onun simasını daha fazla görmek için dirensede ağırlık hakim geldi.

Tiz bir ses tırmalıyor kulaklarımı. Beynimin içinde jilet gibi geziyor. Nedir bu ses? Dikkatle dinliyorum!

Bir çocuğun cırlama sesi! Aslında ağlamak istiyor sanki ama yardım ister gibi sadece cırlıyor. Karanlık bir koğuştan koşuyorum. İşte orada! O küçük kız. Ben koşuyorum kız uzaklaşıyor, daha hızlı koşuyorum kız daha çok uzaklaşıyor. Kulaklarıma dolan çocuk kahkaha sesleri ile yavaşlıyorum. Karanlık koğuşun sonunda gözlerimi yakan bir ışık ve yükselen kahkaha seslerine doğru içime yayılan huzur ile yürüyorum.

Bir bahçe; gözlerimin, yüreğimin inanamayacağı kadar güzel çiçeklerle, sularla çevrilmiş, adeta cennetten bir yer.

İki çocuk! Biri o küçük kız Ayça, diğeri kim?

“O benim abim, Kadir!” Dedi Ayça düşüncemi okumuş gibi.

“Kadir?! “

Yangında ölen küçük çocuk. Allahım bir çocuk bu kadar güzel yüzlü olur muydu?

“Kardeşimi sen kurtardın!” Dedi bana tebessümle.

“Ama ben seni kurtaramadım, bana hakkını helal eder misin?” Dedim ağlayarak. Gülümsedi.

“Üzülme, ben hiç acı çekmedim ki! Bu güzel bahçenin içinde uyumuşum. Bak burası çok güzel, hep burada kalmak istiyorum.”

Gözlerini mutlulukla kapatıp etrafında döndü.

Kardeşinin elinden tutarak koşmaya başladılar. Gülücükleri masmavi gökyüzünde yankılanırken biri beni çağırıyor. Çocuklar nerede? Beyaz ışığın içinde kaybolurken gözlerim yine yanıyor.

“Yüzbaşı!”

“Hamza!”

Beni çağıran kardeşim Bora’nın sesine ne kadar benziyor!

“Hamza bey”

Bu ses ılık meltem gibi esiyor yüzüme.
“Hamza bey!”

Gözlerimi açmak için bütün gücümü kullanıyorum.

“Berfu!”

“Hamza bey bizi korkuttunuz. ”
Yüzünde korku, tebessüm ve rahatlama var.

Benim için mi korktu?

Bora’nın sesine benzeyen Doktor Behzat beyin sesiymiş.

“Hamza! Seni tomografiye alacağım. Karaciğerin darbe almış olabilir ama uyanık kalman gerekiyor. “

Mecalsizce “tamam daha iyiyim.” Dedim.
Tomografi ve tahliller sırasında Berfu sürekli yanımdaydı. İlk defa bir kadının arkadaşça veya herhangi bir insan olarak beni merak etmesini izledim. Kimse anne gibi endişe etmez derler. Ben anne nedir bilmedim ki endişesini göreyim. Benim hayatıma alacağım kadının beni anne gibi yürekten sevmesini istemek çok mu yanlış düşünce bilmiyorum. Canım yandığında annem, severken yarim olmasını isterim. Hayatımda Berfu gibi bir kadının olmasını istemek ikisinide bir kadında yaşamak demek.

Hiç bir zaman düşlemek dahi mümkün olmayan hayatımda, yıldızlar kadar uzak bir hayal olarak kalacak.

“Berfu- hanım. Zahmet oluyor, işinize engel oluyorum.” Dedim Behzat beyi beklerken. Bir an sorgularca yüzüme baktı.

“Rahatsız ettiysem-“

“Hayır. Sadece size yük olmak istemedim.”

“Hamza bey ben kendi isteğimle yanınızdayım, içiniz rahat olsun.”

Elinde dosyayla gelen Behzat bey yanımıza geldi.

“Hamza karaciğerin de küçük bir darbe var. Bir hafta rapor yazıyorum. Şanslısın kaburgalarını kırmamışsın. Yalnız olduğunu biliyorum o yüzden yarına kadar misafirimiz ol. “

“Yarın sabaha görev kağıdımı verecekseniz kabul!” Dediğimde yüzünde ki şaşkınlığa gülesim geldi.

“Olmaz dinlenmen lazım. Raporunu yarın sabah ellerimle getiririm.” Dedi nazikçe.

“Zahmet etmeyin Behzat bey!”
“Hasbinallah, ya sabır!” Çekerek arkasında duran hasta bakıcıya döndü.

“Servise çıkarın, ben telefon edip bilgi vericem.” Diyerek odadan çıktı.

“Berfu hanım ben şimdi çıksam iyi olacak!” Dedim yavaşça yerimde oturmaya çalışırken. Gözlerini olacakmış gibi daha da büyüterek bana baktı.

“Saçmalamayın Hamza bey! Bu gece kontrol amaçlı burada kalmanız gerekirken bu mümkün değil! “

“Ölümden dönmüş, aylarca hastanelerde sürünmüş biri olarak bunlar bana şeker niyetine. O yüzden hoşçakalın. ” dedim ve yavaşça sedyeden inerek kapıya doğru yürümeye başladım.

Başımın dönmesi normaldi biliyordum ama yürüyüşümü bozmadan açık olan kapıdan çıktım.

“Hamza bey! nereye?” Diyerek yanıma gelip önüme geçen Berfu’ya baktım.

“Tansiyonunuz düşebilir yalnız başınıza nereye gideceksiniz?”

Bana sadece ‘gitme senin için endişeleniyorum’ deseydi gitmezdim.

“Şoförüm Nezir’i çağıracağım.” Diyerek elimi cebime attım. Telefonum olduğu yerdeydi şükür. Kapanmış olduğunu anladığımda açılmasını bekledim. Hemen Nezir’i arayıp kantinin önüne gelmesini söyledim.

Beni ikna edemediğini anlayan Berfu’nun omuzları önce yenilgiyle düştü. Sonra cebinden çıkardığı telefonunu bana gösterdi.

“Hamza bey numaranızı söyleyin, sizi bu gece ve yarın rahatsız edeceğim. “

“Gerek yok ben iyiyim.” Dedim üniformamı düzeltirken.

Sakin kalmaya çalıştığı nefes alışından belli olurken yanından geçerek kapıya yürümeye devam ettim. Hızla arkamdan gelerek yine önüme geçti.

“Ya Behzat beyden azar işiticem kaçtığınız için numaranızı verin ikimizde rahat olalım. “

“Gerek yok.”

“Ne inatçısın be adam! Karadeniz’li misin bilmem ki!” Dediğinde birbirimizin gözlerine bakakaldık.

O söylediği sözü algılamakla meşgulken ben gülmemek için kendimi sıkmakla meşguldüm. Koridorda olan bir kaç kişide bize bakmakla meşguldü.

“Evet.”

“Ne evet!?”

“Evet Rize’liyim!”

“Bravo ne diyeyim.Numaranı verir misin artık. Ayrıca ‘ben iyiyim çıkıyorum’ demekle çıkamazsın. Belge imzalaman gerekiyor. Bekle burada!” Dedi kendince sinirle kayıt masasına giderek.

Onun siniri benim yüzümü okşayan meltemden farksızdı. Belki bilerek söylemişti belki de aradan kaldırdığı beyi muhtemelen farketmemişti.

Onu takip ederek önüme uzattığı kağıda göz geçirip altına imzamı attım ve numaramı yazdım. Kapının önünde gördüğüm araba ile “kolay gelsin.”
Diyerek arkamı dönerken Berfu’nun adımı seslenmesiyle olduğum yerde kaldım.

“Hamza! Buraya yaralı olarak gelmekten vazgeç. Arada uğra, çay içeriz.”

“Olur!” Gibi saçma bir kelimeyi söyleyerek dışarı çıktım. Bu sefer arkamdan gelerek önüme geçmedi. Kendi kendine bir şeyler söylediğini duydum ama anlamadım.

Onun her konuşmasında, gözlerime bakmasına ben kalbimin sesini duydum, anladım ama susturdum. Konuşması gereken zamanı bilmeliydi.
Susmazsa ağlaması yakındı.

Kantinin önünde beni bekleyen arabaya bindim.

“Komutanım nasılsınız?” Dedi Nezir.

“Iyiyim sağol. Yangın yeri ne durumda?”

“Evden kötü yanıyor. Çocuğun cesedini buldular, herkes perişandı. Allahım düşmanımın başına vermesin böyle bir acıyı komutanım.”

“Ayça ne durumda?”

“Onu şehire araştırma hastanesine yolladılar. Bazı bölgelerinde ciddi yanıklar varmış.”

“Karakola gidelim raporumu yazmam gerek. “

Kimseyle konuşacak kadar mecalim yoktu. Şubeye varınca odama çıktım ve hızla raporumu yazmaya başladım. Hastaneden çıktım fakat düştüğüm tarafım iyice ağrımaya başlamıştı. Raporu bitirip albay Hakan’ın odasına yollarak eve gitmek için tekrar araca bindim. Evime gelince kendimi banyoya attım ve ılık bir duş aldım. Aynada sağ tarafıma baktığımda yer yer morarmalar vardı. Ecza dolabımdan krem alarak nazikçe sürdüm ve yatağıma uzandım. Yorgun gözlerim kapanırken gözümün önünde yükselen alevler, kulaklarımda Ayça’nın sesi, yüreğimde babaannesinin feryatları vardı. Yüzüme ise acı bir tebessüm yerleşti.

Rüyamda ne kadar güzel bir yerde görmüştüm Kadir’i. Ama vicdanımın acısı kolay geçmeyecek. Ailesine bir nebze ferahlık vereceğini bilsem rüyamı hemen anlatırdım. Aynı ferahlığı kendime veremedim.

Gözlerim kapanmak üzereyken çalan telefonumu alarak baktım. Tanımadığım numara Berfu olabilir miydi?

“Efendim.”

“Hamza?”

Yapma…

Beni kendine nasıl bağladığının farkında değilsin.

“Benim Berfu hanım.”

“Hanımı bırak artık. Nasılsın?”

“Iyiyim Berfu. Aradığın için teşekkür ederim. İyi geceler.” Dememi beklemediğini biliyorum.

“Ben rahatsız ediyorum galiba.”

“Rahatsız etmek değil!”
Derin bir nefes aldım.

“Berfu sen beni neden merak ediyorsun? Arkadaşın olarak mı, hasta olarak mı?”

“Nasıl yani, seni merak etmem için bir sıfatın olması gerekmiyor ki!”

“Berfu yapma. Senin adımı söylemen bile bana arkadaş olmaktan fazla hisler veriyor. Karşılığının olamayacağını bildiğim çiçekleri yüreğimin toprağına ekme. Beni merak edip umutlarımı yeşertme! Lütfen…”

Aramıza giren uçurum kadar sessizliğin sonunu ” iyi geceler” diyerek kapatılan telefon sesi bozdu.

Kurumuş çöllerimde vaha kadar güzel hayaller kurduruyorsun. Gülüşlerinin içinde kaybolurken kararsızlık içinde boğuluyorum. Uçurumdan düşmeme izin mi vereceksin, sarı saçlarının ucuna tutunduracak mısın?

Sen benim hayatım boyunca hayal ettiğim aile hayatına sahipsin. İçine almayacağın aile hayatına daha fazla girdaba çeker gibi çekme beni. Bütün güzelliğinde semaya yükseltip bir toprak parçası gibi yere vurulmayı kaldıramam. Birinin yarası iyileşirken senin yokluğun ölümle eşdeğer benim için.

Ben senin kalbinde ölümü istiyorum.
Şehitlik Yaradan’a ölümüm senin için olacaksa beni kalbine gömer misin?

          

 

Tags:
Paylaş
18 Yorum
  1. 0674 10 ay önce

    bu hikayeye aramı verildi acaba uzun zamandır bölüm gelmiyor

  2. 0674 10 ay önce

    Yazarım bu hikayeye aramı verdiniz acaba

    • Yazar
      Erguvan_ 10 ay önce

      Hayır ama biraz yazma isteğim yok. Zoraki yazıp kitabı sisirmek istemiyorum. İlham geldiğinde hemen kisa da olsa ekliyorum. Yakında yeni bölüm gelecek inşallah. İlginiz için teşekkür ederim. En kısa zamanda görüşmek üzere

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account