IMG-20211008-WA0032

4.BÖLÜM??TEKERRÜR??

Bir resmin kaldı yüzüme gülen
Gecelerim nasıl karanlık bilemezsin
Aydınlatmaya dolunay yetmiyor
Ben sana hasret, beni bekleyen sen
Bizim kavuşmamız var mahşeri bekleyen

#benerguvan

Tam bir ay her gün hastane ve Tugay arasında geçen gidiş gelişler bedenimi de ruhumu da hem yormuş hem şifa olmuştu. Bacağım tam anlamıyla iyileşmişti. Geçen hafta çektirdiğim tomografi sonucuna göre bugün çalışır raporu alacaktım. Ya da en son doktorun söylediği gibi bir sorunla karşılaşacak kaderime razı gelecektim.

Öyle kitaplarda yazdığı gibi yaralanıp iki gün sonra yarasını kanatarak göreve dönmek olmuyor. Dağda veya herhangi bir çatışma anında olabilirdi fakat normal şartlarda sağlam asker lazım.Sağlam, bayrağı gibi namına yakışır şekilde dimdik ayakta duracak asker.

Doktorun odasına girmek için kalabalığın gitmesini bekledim. Son hasta da gidince kapıyı tıklayarak içeriye girdim.

“Hoşgeldin Yüzbaşım. “Derken doktor masanın önündeki koltuğu işaret etti.

“Hoşbuldum doktor bey. ” Dediğimde başını salladı.

“Hamza bey tomografinizi inceledim. Hatta iki tane hocama danıştım. Benimle aynı fikirdeler.” Derken ellerimi birbirine kenetleyerek parmaklarımı sıktım.

Soğuk kanlı kalmayı görev bilen biz, bir sevdiklerimiz bir de mesleğimiz konu olunca duygudan soyutlanıyoruz.

“Hamza bey mesleğinize dönebilirsiniz.” Demesi neden beni rahatlatmadı.

“Fakat bacağınızdaki sinirleriniz eskisi gibi olamadı. Eğer ağır şartlarda görev yapmaya devam ederseniz bir ay sürmez sinirleriniz düzelmeyecek derecede hasar alabilir ve işinize dönmenize engel olur.”

Dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı.

“İşim!”

Hiç kimsenin yarası hiç kimseninki ile aynı değildir. Bu yüzden kimse kimsenin yarasının acısını anlamaz.

“Yani ruhunuzdan vazgeçin ama ölmeyin diyorsunuz!” Dedim memnun olmamış sesimle. Önce şaşkınlık içinde kalsada saniyeler sonra tebessüm etti.

“Ruhunuz için bedeninizden vazgeçmeyin diyorum. Bizi biz yapan ikisinin bir arada kalmasıdır Hamza bey!”
Ellerimi yüzüme kapatarak sıvazladım. Öyle ince bir ip üzerinde yürüyordum ki adım atsam bir taraftan mutlaka düşeceğim.

“Size tavsiyem bir kaç yıl sakin görevde kalın. Hatta bacağınızı deniz kumuna gömerek tedavinizi hızlandırın. Çok faydasını göreceksiniz.”

Ayakkabılarımı incelemekten vazgeçerek doktora baktım. Bu durum beni içeriden ayrıca çürütmüştü sanki. Bir ağaç gibi, dışarıdan sapa sağlam, içini kurtlar oymuş.

“Dediğinizi yapmak zorundayım değil mi!”
Bir müddet sessizce yüzüme baktı.

“Hamza bey; Tugaya evinizin camından bakıp seyretmeyi mi istersiniz, yoksa tugayın camından evinize bakmayı mı istersiniz? Tercih sizin!”

“Dağlardan ikisine birden bakmak istiyorum!”

“İnanın sizi anlıyorum ama bir kaç yıl sabretmeniz gerekiyor.”

Başımı sallamakla yetindim.

“İyi tarafindan bakın. Hâlâ yemininizi devam ettirebilme şansınız var. Ben raporunuzu hazırladım. Çalışabilir kağıdınız da hazır. “

“Teşekkür ederim. Bütün ilginiz için hakkınızı helal edin.” diyerek ayağa kalktım ve elimi uzattım. Elime karşılık vererek samimiyetle sıkıp masanın kenarındaki kağıtları bana uzattı. Kağıtları alarak odadan çıktım ve tugaya gitmek için koridorda yürümeye başladım. Merdivenlere yönelirken daldığım düşüncelerden tanıdık bir sesle çıktım. Adımın ikinci kez çağrılmasıyla karşı koridordan gelen Ayşe ile bir an gözgöze geldim, onun meraklı bakışlarını görmezden gelerek başımı yeniden merdivenlere çevirerek inmeye devam ettim. Sessizce! Onunla konuşacak kelimelerimiz konuşmadan tükenmişti. Aklımda da kalbimde de tek düşüncem vardı.

Takdiri ilahiydi değil mi! O gece orada şehit olmamam, bacağım kesilecek derecede olmasından korkarken ayağa kalkıp üniformama kavuşmam. Sadece en sert rüzgarını bile özlediğim dağlara çıkamamak, hepsi yüce yaradanımın benim için takdiriydi.

Gazi olup başkasının bakımına muhtaç olan arkadaşlarımız varken, durumumdan şikayet etmeye hakkım varmıydı!

İçime burukluk çökmüş olsa da yaradanımdan gelene razıydım. Elbet bunda da bir hayır vardı. Ne yapmam gerektiğine karar vermem için sakin kafayla düşünmem gerekiyordu. Odama girerek kağıtları komodinin üzerine bıraktım. Montumu çıkarıp banyoya yöneldim ve abdest aldım. İkindi namazımı kılarak duamı ettikten sonra yatağa uzandım. Tunceli’de kalmak bana iyi gelir miydi; olabilir. En azından nefes aldığım dağlara çıkamasam bile uzaktan görmek iyi gelebilirdi.

Gelir miydi acaba?
Ciğer hastası bir insan gibi rahat nefes alamasam da sadece anlık rahatlamama yeterdi.

Hayır ben yarım nefesle yaşamak istemiyorum. Ya tam nefes alırım ya da görmem daha iyi…

Benim için yeni günlere çıkacak olan yol göründü. Bu diyardan gitmenin vakti gelmiş.

Yatağımdan kalkarak Tugay komutanlarından Erkan Albayın odasının kapısına gittim. Kapıda ki asker Albayın toplantıda olduğunu söylediğinde beklemeye başladım. Açılma sesiyle kapıya baktığımda bütün sakinliğim buhar olup bir anda uçtu.

Arkadaşlarımın katili Albay Murat Özgen ile karşılaşmayı hiç istemesemde bütün nefretimle gözlerine baktım. Bana bakarken yüzündeki sırıtış onu şurada beylik silahımla vurmama yeterdi. Ama ben onun gibi katil değilim. Ona yapacağım davranış ile de vurabilirdim sonuçta.
Sinirlerinden nokta atışı…

Arkasından kapıya doğru gelen Albay Erkan’ın karşısına geçerek selam verdim. Yüzünün şekline bakmasam dahi nefes alış verişinden halini anlamak zor değildi.

İşte şimdi içime biraz olsun ferahlık gelmişti.

“Rütbeleri hatırlatmak için bazıları zor olanı seçmeyi seviyor Erkan albayım?!”
Demesini umursamadan Albaya bakmaya devam ettim.

“Yüzbaşı! ” dedi Erkan Albay soru manasını taşıyan sesiyle. Hazırola geçerek karşıya bakarak cevap verdim.

“Komutanım izniniz olursa konuşmak istiyorum.” Dedim. Bir an bakışlarını Albay Murat’a çevirerek tekrar bana döndü.
“Konuşalım.” Diyerek odasına dönerken arkasından girmek için adımımı attığım anda Albay Murat adımı seslendi.

“Hamza kaybedeceğini biliyorsun değil mi! Seninki akıntıya karşı tek kürek çekmek.” Dedi küçümseyici haliyle. Ne cevap verdim ne yüzüne baktım. Odaya girerek kapıyı kapattım. Masasına oturan Albayın karşısına geçerek başımla tekrar selam verdim.

“Söyle Hamza! Ne konuşmak istiyorsun?” Dedi sakin ama net çıkan ses tonuyla.

“Komutanım, bugün hastaneden çalışabilir raporumu aldım. Doktor arka görevde kalmam gerektiğini söyledi. Tayinimi istiyorum komutanım.”

Bir kaç saniye yüzüme baktı.
“Burada da arka görevde kalabilirsin. Sen bizim için değerli bir askersin Hamza. “

“Sağolun Komutanım. Gitmek bana daha iyi gelecek. Tamamen iyileştim mi tekrar geri dönmeyi istiyorum.”

“Peki. Sen dilekçeni ver işlemlerin tamamlanana kadar sana masa başı yer ayarlarız. Ya da seni eğitime verelim. Yeni gelenlere bir ayar ver.”

“Emredersiniz komutanım!” Derken selam vererek odadan çıktım. Düşüncelerimin ağırlığından başımı önüme eğerek odama yöneldim. Dolabımdan üniformamı çıkararak temizliğini kontrol ettim. Gayet iyi hali vardı. Botlarımı, ve malzemelerimi kontrol ederek yarına hazırdım.

İlk göreve başladığım gün hatıralarımın arasından selam verdi gözlerime. Aldığım eğitimlere rağmen resmi olarak görev yapmanın heyecanımla ellerim titremişti. Abimin gözlerinde hiç tanımadığım babamın gururunu görmüştüm sanki.

Babam yaşıyor olsaydı benimle gurur duyar mıydı acaba? Hangi Türk evladının asker olmasıyla gurur duymaz ki! Ayşe gurur duymamıştı değil mi! Karma karışık olan aklımı dağıtmak için dolabımı kapatarak akşam namazı için abdest alıp namazımı eda ettim. Yatağıma uzanıp yarını beklemekten başka yapabileceğim bir şey kalmamıştı artık.

*****
Aynada son kez kendime bakarak şapkamı başıma geçirdim. Ruhum kıyafetini giymişti sanki. Bir üniformanın bu kadar huzur ve gurur vermesi sadece bana mı iyi geliyordu?

Odamdan çıkarak Albay Erkan’ın odasının önüne gittim. Yazıcı asker ayağa kalkarak selam verdi. Albayın içeride olduğunun onayını alınca kapıyı tıklayarak içeriye girip selam verdim.

“Gel Hamza. “

Masanın önüne dikilirken eliyle deri koltuğu gösterdi.
Sakince oturdum.

“Bu senin eğitim çizelgen. Kendini zorlamadan çömezleri istediğin kadar zorlayabilirsin.” Dedi tebessüm ederek.
” Emredersiniz, izninizle komutanım. ” Yüzüme dikkatle bakarak elinin altındaki kağıdı uzattı.

“Hamza! Tayininin çıkması gün meselesi. Albay Murat’tan uzak dur. Gider ayak başına bela alma!”

“Haksızlığa ses çıkarmayan dilsiz şeytandır komutanım.” Dedim gayet normal bir sesle. Yüzü birden asılarak kağıdı bana uzattı.

“Gözüm üstünde Hamza, çık dışarı!”

“Emredersiniz komutanım!” Diyerek selam verip çıktım.

Elimdeki kağıt ile birlikte dinlenme odasının yolunu tuttum. Açık olan kapıdan içeriye girdiğimde yeni gelmiş bir Astsubay ve bir bayan Yüzbaşı görmeyi beklemiyordum. Selam vererek kendimi tanıttım. Çizelgeyi inceleyerek eğitim alanına indim. Bugün havanın ılıklığı beni şaşırtmıştı.
Spor sahasında toplanan askerlerin yanlarına giderek karşılarına dikildim. Hepsi civa gibi, yüreklerindeki aslanlardan dağlar korksun. Yere bastılar mı toprak titriyor. Ama daha benim eğitimimden geçmedikçe olmuş sayılmazlar.

“Asker! Elli tur ile başlıyoruz!” Diyerek bağırdığımda irkilselerde hemen koşmaya başladılar.

Onlar koştukça ayaklarımı zor tutuyorum. Benim içimdeki yetememezliği atmak için bedenim düşene kadar spor yapmam lazımdı.

Ama olmadımı olmuyor işte. Durumumu kabullenmek buradan gitmeden mümkün olmayacak gibi. Yeni hayata başlamalı ve gerçekler kendini yüzüme tokat gibi çarparak kabul ettirmeli. Yoksa ben ruhsal olarak bu durumu kabullenemeyeceğim.

Zaman nasıl bir kavram oluşturuyor hayatımızda? Günler bir o kadar ağır, bir o kadar da hızla geçmeyi nasıl beceriyor. Zaman su gibi deyimi yine kendini haklı çıkardı. Yavaş yavaş yaptığım sporun ardından odama duş almaya yönelirken Albayın askeri karşıma dikildi.

“Komutanım Albayım sizi görmek istiyor.”

“Tamam asker duş alıp geliyorum.” Dediğimde selam verip binaya yöneldi.

Odama gidip duşumu aldım ve temiz üniformalarımı giydim. Silahımı yerine takıp şapkamı başıma taktım ve odadan çıktım. Doğruca ana binaya yönelip Albayın odasına gittim. Kapıyı tıklayarak içeriden gelen gel sesiyle içeriye girdim ve selam verdim.

“Emredin komutanım!”

“Otur Hamza.”

Masasının üzerindeki dosyaların arasından bir kağıt alarak bana uzattı.

“Hayırlı olsun tayinin çıktı. Yarın mesai saati sonu ilişiğin kesilecek ve yol izinin başlayacak.”

Elindeki kağıdı alarak inceledim. İkinci tercihim kabul olmuştu. Bizim için memleketin her yeri aynı sevdaydı ya.

“Sağolun komutanım! İzninizle.” Diyerek kağıdımla birlikte albayın odasından çıktım ve dinlenme odasına gittim. İçeride Yasin, yeni gelen astsubay Emre ve bayan Yüzbaşı Birnur vardı. Selam verip boş olan tekli koltuğa oturdum. Durgunluğumdan halimi anlamıştı Yasin.

“Hamza hayırdır neyin var, iyimisin?”

“İyiyim Yasin. Tayinim çıktı, yarın akşam buradan ayrılıyorum.”

Yanıma gelip omuzumu sıkarak önüme çay fincanını bıraktı.

“Senin için hayırlısı olsun. Özlettireceksin kendini.” Dedi karşıma oturarak.

“Madem öyle bu akşam hep beraber uğurlama yemeği yiyelim, itiraz istemem!” Dedi işaret parmağıyla beni göstererek. Tebessümle karşılık verdim.

“Tamam tamam. Emre ve Birnur Yüzbaşım sizide bekleriz .”

Ikisinden de olur cevabını alınca Yasin telefonunu çıkararak bir kaç arkadaşı aradı ve sayıyı belirleyince ‘kebapçı da yer ayarlayacağım’ diyerek odadan çıktı.

Emre’nin de odadan çıkmasıyla karşıma oturan Birnur Yüzbaşıyla göz göze geldik.

“Üzgünsün Yüzbaşım. “Dedi soru kipli sesiyle.

“Buradan böyle gitmeyi hiç hayal etmemiştim. Ya görev sürem dolar, ya da albayrağa sarılı olarak giderim diye düşündüm her zaman. ” dediğimde kaşlarını kaldırarak şaşırdığını belli etti.

“Kul plan yaparken kader gülermiş Yüzbaşım. Sizin için hayırlısı böyleymiş demek ki! Bu arada iki ay önce şehit vermişsiniz. Başınız sağ olsun!” Dedi kısık sesiyle.

“Vatan sağ olsun. Benim halletmem gereken işlerim var. Akşam görüşürüz.” Diyerek yanından ayrıldım.

Ben biraz daha konuşkan olsam daha iyi anlaşıp arkadaş olmayı düşünüyor sanırım. Fakat benim hiç kimseyle arkadaş olmak niyetim yok en azından şimdilik ve burada değil.

Mesai saati bitmişti. Odama gidip üstümü değiştim. Kot pantolon ve merserize siyah kazağımı giydim ve montumu alarak odadan çıktım. Çağırdığım taksi ile tugayın önüne aynı anda geldik. Taksiye bindim. Önce terminale uğrayarak Eskişehir’ e giden firmaya uğradım ve biletimi aldım. Yeni hayatımın ilk biletiydi. Her zaman başka şehir, başka tayin yeri, yeni hayat demekti bizim için. Fakat bu sefer benim için farklıydı.

Başka taksiye binerek çarşıda dolandım biraz. Bir kaç mağazayı gezdim ve hediyelik bir kaç bir şey
aldım.

Saatlerin nasıl geçtiğini anladığımda akşam olmuştu. Tugaya dönmeden buluşma yerine gitmeye karar vererek Yasin’i aradım. Buluşacağımız restoranın adını öğrenince yakın olduğu için yürümeye başladım. Bu caddeler de çok gezmeye fırsatım olmamıştı. Burayı yeni tanıyor gibiydim. Hem buralı hem yabancıyım bu memlekete.

Restorana girdiğimde havanın soğuk olduğunu içerisinin sıcaklığıyla anladım. Revize edilen masayı gösteren garsonla kapıya bakan sandalyeyi çekerek oturdum. Garsondan çay isteyerek telefonumu çıkardım.

Abim Ömer’in ismine tıkladım ve nasibime çalmaya başladı.

“Aslanım!”

“Nasılsın abi. Sana ulaşmak büyük şans oldu.”

Nerede olduğunu elbetteki o söylemeyecekti, bende sormayacağım.

“Sağol abim. Sen nasılsın döndün mü görevine?” Dedi.

“Döndüm abi. On gün olduu hatta tayinim bile çıktı.”

Bir an duraksadı.

“Hayırdır ! Neden tayinin çık… Albay Murat’la ilgili mi?” Dedi sinirle.

“Yok abi onunla ilgili değil. Bacağımda ki sinirlerden dolayı doktor raporu geri planda çalışmam için verdi. Bende tayin istedim, gidiyorum.” Dedim nefesimi vererek.

“Hayırlısı olsun abisi. Ankara’ya döndüğüm zaman uzun uzun konuşuruz. Murat’tan uzak dur. Kendine de dikkat et. Kapatmam lazım. Ilk firsatta seni ararım. Allaha emanet ol aslanım.”

“Sende abim sende Allaha emanet ol.” Diyerek telefonu kapattık.

Abimle konuşurken garsonun önüme bıraktığı çayı yudumladım. Bütün dertlerimin üstüne demli bir huzur içmek ister gibi. Kapıdan önce Yüzbaşı Birnur, Emre ve Yasin girince ayağa kalkıp karşıladım. Emre ve Yasin yan tarafimdaki sandalyeleri çekerek otururken Birnur yanımdaki sandalyeyi çekerek oturdu.

Selamlaşma ve durum değerlendirmesini yaparken diğer arkadaşlar, Rıfat ve Ümit Astsubaylar da gelince yemek siparişimizi verdik. Kapıdan içeriye Ayşe’nin girmesiyle bir anda duraksadım. Beni mi takip ediyordu bu kadın. Arkasından giren iş yerinden iki kız arkadaşını görünce kendime güldüm. Evliyken benimle ilgilenmeyen kadın beni mi takip edecekti! Beni görünce bir kaç saniye bakmasına müsade edip başımı arkadaşlarıma çevirdim.

Ne kadar tuhaf değil mi! Saçının teline zarar gelmesin diye aklınızdan çıkmayan insanın yüzüne bakmak istememek. Ama o beklemediğim şekilde yanıma gelerek masaya selam verdi. Yasin dışında kimse evli olduğum ve boşandığım kadını tanımadığı için biraz şaşkınlık içinde kaldılar.

“Herkese iyi akşamlar. Nasılsın Hamza!”

Vay be! Nasılsın demeyi biliyormuş!

” Gayet iyiyim ve arkadaşlarımla yemek yemek üzereyiz. Iyi akşamlar size!” Derken başımı Yasin’e doğru çevirdim.

“Hamza iki dakika dışarıda konuşabilir miyiz? ” Demesini beklemiyordum. Ahh şu yeni arkadaşlar olmasaydı yüzüne bakmazdım.

“İzninizle arkadaşlar bir dakikaya geliyorum.”
Sakince sandalyemi iterek ayağa kalktım ve önümden giden eski eşimi takip ettim.

Restoranın önünde durarak bana bakan kadına sinirle çevirdim gözlerimi.

“Seninle konuşacak bir şeyimiz kaldı mı!”

“Tayinin çıkmış, nereye gidiyorsun?”

Kaşlarımı çatarak dişlerimi sıktım.
Nereden öğrenmişti ki!

“Se-ni ilgilen-dirmez! ” dedim bütün sinirimi belli ederek.

“Güneye gidersin herhalde. Bunca olaydan sonra sana iyi gelir. Bende tatile gitmeyi düşünüyorum, haberleşiriz olur…”

“Olmaz! Asla da olmayacak! Kötü günümde yanımda olmayan iyi günümde yüzünü görmek istemem. Benden uzak dur!” Diyerek arkamı dönüp restorana geri girdim.

Ne sanıyordu bu kadın kendini. Onun bir gülüşüyle hemen onu yeniden isteyeceğimi mi! Bitti, adı, sevgisi, bağlılığı, hatırı, her şeyi bitti. Asla da olmayacak!

Masaya döndüğümde yemekler servis ediliyordu. Herkes merakla ne olduğunu sormak istesede sormayacaklardı. Ama açıklamayı hak edecek kadar arkadaşımdı hepsi.

“Kusura bakmayın arkadaşlar. Eski eşim olur kendisi. Yemeğimizi yiyelim.”

“Yüzbaşım krizi fırsata çevirdiniz mi? Güneye mi gidiyorsunuz? ” diyen Astsubay Ümit ‘e baktım. Ortamın soğukluğunu kahkahaya çevirmekte üstüne yoktu.

Küçük bir tebessüm yerleşti yüzüme.

“Tatilde tanıdık ev pansiyonu mu arıyorsun Ümit!” Dediğimde herkeste gülüşmeler başladı.

“Asla komutanım. Sadece bir çayınızı içmeye uğrarız arkadaşlarla. ” derken masadaki arkadaşlardan destek arar gibi göz gezdirdi.

“Bizi neden öne sürüyorsun Ümit. Ben giderim beş yıldızlı otelde misler gibi kalırım. Ama komutanım illa bana arkadaş ol, diye ısrar etse bile gitmem. ” dediğinde masaya iyice neşe gelmişti.

“Güneye gitmiyorum hiç kendinizi yormayın. Memleketim Rize’ye istedim ama çıkmadı.”

“Hamza devlet sırrı mı, söylesene artık!” Dedi Yasin ellerini açarak .

Tebessüm ederek önümdeki yemekten bir çatal lokma attım ağzıma.

“Batıya gidiyorum. Gideyim yerleşeyim size resim atarım öğrenirsiniz.” Dedim .

“Illa sır olacak yani! Öğrenmek mesele değil ama niye söylemiyorsun” Diye sızlanarak yemeğine devam etti Ümit.

“Sırf sen meraklan diye Ümit.” Dedim gülerek.

İnsana kötü zamanında iyi gelecek insanlar olmalı. Derdini dert etmese bile yüzünü güldürmek için gayret eden arkadaşları olmalı.

BERFU’DAN

-Sonra sevdiklerimizin resmini yakamıza iğnelediler, iğnenin ucu yüreğimize battı. Sonra hep sızladı işte hiç geçmeyecek hiç bitmeyecek gibi.

Alıntı
( #Şehitmuhammetkır)

Soğuk toprağı sevmek benim kaderimmiş.

Karşımda beyaz mermer, taşında vakur duruşlu resmin. Ve şanlı adın.

ŞEHİT İBRAHİM ELDEM

Üstünde uğruna canını verdiğin, vereceğim, vereceğimiz nazlı bayrağımız. Nasılda nazlı saçlarını savuruyor rüzgarla. Senin selamını verir gibi bana. Sana selam olsun ey al bayrağım. Selam olsun cennet kokulu yarime.

Soğuk mermeri severken içinin yangını bedenini nasıl yakar! Mermer gibi soğukluğu hissetsek kalbimizde belki biterdi bu acı.

“Ben geldim şehidim. Ben geldim cennetin gülü. Kızma bana ne olur yalnız geldim diye. İki yıllık hasretimi rahatça gidereyim, söz en kısa zamanda Yağız’ı getireceğim sana.”

Hıçkırarak ağlamamak için bir nefes aldım. Ala biliyormuşum gibi.

“Buradayız artık, senin çocukluğunda büyüteceğim oğlumuzu. Onun yüreğine de en güzel günleri ekeceğim ki büyüdüğü zaman herkesi senin kadar güzel sevsin.”
Kaçıncı defa yutkundum ama geçmiyor boğazımdan nefesim.

” Senin özlemini gidermek için kaderimle boğuşuyorum. Sen benim hayatıma, kalbime emanettin, yaradan emanetini yanında istedi biliyorum. Tek mutluluğum ne biliyormusun?

Güzel Mevlam seni çok seviyor ki sana en güzel makamları yakıştırdı. Bizi de senin kadar sevmesini ne kadar çok isterdim. İnsanım ve seni insan gibi çok sevdim kara gözlüm.”

Elimi kalbimin üzerine koydum.

“Sevgin her zaman burada. Kalbim yaşadıkça sen de orada olacaksın İbrahim.”
Ellerimi mermer başlığa, başımı ellerimin üstüne koyarak bir süre sessizce ağladım. Dışarıdan yağmur gibi sessiz, içim fırtına gibi bütün sertliğiyle ağladı.

“Yine geleceğim, Yağız’la yine geleceğim canım. ” diyerek resminin üzerinde ki yağmur damlalarını sildim. Onları sildim ama gözlerimden akanlara karışmadım.

“Hoşçakal canım! Hoşcakal.”

Gökyüzü gibiydi bugün yüreğim. Bulutlu ve ağlamaya hazır. Buraya geldiğim günden beri gökyüzünü yaşadım yüreğimde. Bir gün günlük güneşlik, bir gün içini üşütür insanın.

Yaramın izi her zaman belli olacak olsa da artık yarayı kapatmanın zamanı gelmişti. Esen sert rüzgarla iyice ıslanmış şekilde bitirdiğim yolun sonunda hızla evime girdim. Küçük, eski ama son derece bakımlı, sıcak bir yuva hissi veren evime oldukça alışmıştım. İki katlı müstakil evin alt katı boş, önündeki bahçede bahar gelip salıncak kurmak için Yağız’la birlikte sabırsızlanıyoruz. Bahçenin iyi bir bakıma ve çiçeğe ihtiyacı var. Hepsini oğlumla birlikte yapacağız.

Çiçek bahçesini görmek isteyen, ellerini toprakla kirletmeye razı olmalı. Toprak, ruhuna dokunmadan goncalarını kimseye ruhunun rengiyle göstermiyor.

Üstümü değişerek, kalın hırka giyip iyice önümü kapattım. Karşı eve giderek Yağız’ı almak için zile bastım. Kapıyı açan Hanife teyzeye selam verip
Yağız’ı bekledim. Küçük mahallede herkes birbirini tanıyor ve genelde yaşlı insanlar oturuyor. Küçük olmasının sebebiyle iş imkanları kısıtlı olması büyük şehire göç vermeye sebep olmuş. Şu zamanda normal olsa da yazın çok kalabalık bir ilçe olduğu söylendi. Yağız’ın yanımıza gelip elimi tutmasıyla vedalaşarak evinimize gitmeye başladık.

Ben bir kaç kişinin içinde; oğlumla kocaman bir aile, onca kalabalığın içinde ise tek başımayım.

“Anneee! Adem dede nasıl namaz kılıyor biliyormusun?” Diyerek elimi bırakan Yağız’a bahçe kapısını açarak içeriye geçmesini bekledim. Önümde dikilip bana döndü.

“Böyle ellerini kaldırıp önce kulaklarını tutuyor, sonra karnının üstünde bağlıyor. Yüksek sesle Allahü ekber dedimi sesini kısıp ağzını oynatıyor. Subrhannesjkeke gibi bir şeyler söylüyor ama ben anlamıyorum ki!” Dedi şikayet edercesine iki elini yere doğru savurup. Yağız’ın anlatmak istediği hareketleri kendince anlatmasına gülümsedim.

Iki tonton insanın, yılların çizgilerini taşırken oğluma güzel örnek olmalarını çok sevmiştim.

“Eda ablaya sordum; Adem dede ne söylüyor diye ‘ dua okuyor annen izin verirse ben sana öğretirim’ dedi. İzin verir misin annecim lütfen.” Dedi sırıtarak. Önünde eğilip yanaklarını ellerimin arasına alıp sıktım.

“Hepsini öğretsin, yakışıklım.”

“Yaşasın! Anne ben dua öğrenince babam içinde dua edersem babam duyar mı?”

Ah yarım kalan çocuk yüreği. Kahramanı olmayan hikayenin ortasında kalan koca yüreklim.

“Belki duyamaz ama kalbinde hisseder ve sen dua ederek hediye yolladığın için çok sevinir biliyor musun?” Dedim sakince gözlerine bakarak. O koca kara gözlerini daha da kocaman açarak bana yaklaştı.

“Gerçekten mi?” Dediğinde başımı salladım ve yanağından öptüm sıkıca.

Eve girerek omuzlarım ıslanmış olan hırkamı çıkarıp askıya astım. Yağız’ın da üstünü değişerek yemek hazırlamaya koyuldum. Evime çabuk alışmıştım. Bu küçük eski de olsa bakımlı evin sıcaklığı başka huzur veriyordu bana. Belki içinde eski yaşanmışlıklar olduğu içindi. Duvarlarına sinen neşeli sesler, iki nesilin sevgiyle büyümesi olabilir. Ev sahibim Hatice teyzeden öğrendiğim geçmiş ile kendimi o ailenin bir parçası olarak hissetmek benim evi daha çok benimsememe sabep olmuştu. Sanki bu ev bana kendi ailem ile bu evdeymiş gibi mutluluk ve huzur vermişti. Yemekle uğraşmaya üşenirken atıştırmalık bir şeyler hazırladım. Oğlum, Adem amcanın yaptıklarını, küçük ev aletlerini tamir ederken ondan yardım istemesini, bir yandan kendisine nasıl yapacağını anlatmasını her harfiyle anlatırken yemeğimiz çoktan bitmişti.

Yağız koltukta kucağıma yatarak çizgi film izlerken ben onun siyah saçlarını sevdim. Bir elim onun saçında bir elim başıma dayalı yine kendimden destek alıyorum.

Benim oğlumun iki tane dedesi varken yeni tanıdığı bir adamın, onların görevini yapması yüreğime oturdu. Ah babacım. Her ne kadar seversen sev benim evliliğimden dolayı göstermediğin bir mesafe var Yağız’a karşı.

İbrahim’in babası ise; benim tesettürlü olmamam, Antalya’lı olmamdan dolayı hiç tesettüre girmek istemeyeceğim konusunda kesin hüküm veren baba ve hatta annesi. Burada olduğumu bilmiyolar. Bir gün mezarlıkta karşılaşırız eminim. Onlarla daha önce konuşarak burada olduğumuzdan haberdar etmek istiyorum. Çünkü mezarlıkta karşılaşırsak İbrahim’in mezarının önünde ben onlarla tek kelime dahi konuşamam. Olmaz, yapamam.

Buraya gelmekle bir çok sorun oluşturdum fakat biliyorum ki elbet Allah’ım sıkıntının sonunda ferahlığı da verecek. Oğlum ile birlikte benim de mutluluğum, huzurum en önemli olan. Yağız’ı uyutarak kendime papatya çayı yaptım. Çay demlenirken üstüme montumu giydim. Fincanımı elime alarak merdivenin kenarında olan küçük balkona çıktım. Yüreğimin ateşi yeniden harlanırken bedenim üşümekten vazgeçmedi. Evimin etrafındaki ışıklara baktım. Nice insanlar hüzünlerini en aydınlık yere asarken, kimi de küçücük mutluluklarını loş ışıklarda saklıyor. Kimse görmesin, kimsenin gözü kalmasın istiyor.

Mart ayının sonlarında olsakta buranın soğuğu başkaydı. Denizden esen sert rüzgar Karadeniz’in hükmünü bütün ilçeye fısıldayarak tekrar denizine dönüyor. Daha Karadeniz’le arkadaşça tanışıp konuşmaya fırsatım olmadı. İlçe devlet hastanesinde çalışmaya başlayalı bir hafta oldu. Çalışma arkadaşlarım oldukça samimi insanlar. Yöre halkından oldukça sık konuşuyorlar. Küçük yer olmasından dolayı sıkıntısının da güzelliğinin de olmasında hem fikirler. Kendimi buraya ait hissetmek için çok çaba sarf etsemde hâlâ yabancıyım. Yeterince üşüdüğümü anlamam uzun sürmedi. Eve dönerek serin ve boş yatağıma sokuldum usulca.
Yine duygu girdabına girmeden uyumam lazım. Zira bu yatak her akşam beni gerçeklerle yüzleştiriyor.

Sabah alarmın çalmasıyla gözlerimi açtığımda odamın kapısından Yağız girdi. Bir gözü yarım kapalı bir gözünü eliyle ufalıyordu.

“Anne ne kadar tembelsin hadi okula geç kalacağım.”

Uykulu gizlerim kocaman açılarak bücüre baktım.

“Aaaa anneye tembelsin mi dedi bu uykucu çocuk.” Derken yatağın üzerine çıkarak kurbağa oturuşuyla yerleşti.

“Ben uykucu olsam senden önce uyanmazdım bir kerem! Anne acıktım.”

Gözlerimi kısarak yüzüne doğru yaklaştım.

“Bende acıktım ve seni yiyeceğim!” Diyerek şakadan kollarını ısırmaya başladım. Kahkaha ile karışık cırlayarak kaçmaya yeltenen oğlum ” anne ben simit miyim, beni yiyeceksin?” Dedi.

“Evet kahvaltım sensin.” Diyerek boyun altından sıkı sıkı öptüm.

Yataktan inen oğlumun peşinden kalkarak hızlıca hazırlandım ve kahvaltı yaptık. Evden yürüyerek çıkıp hızlıca okulun yolunu tuttuk. Onu anasınıfına bırakıp yüz metre ilerideki hastaneye giriş yaptım. İleride gördüğüm iki kişiyle bir anda duraksadım. Biraz dikkatle inceleyip emin olduğumda montumun şapkasını başıma çekerek yanlarından geçip gittim. Gittim ama ayaklarımı sürüyerek. Kalbim hızla çarparken ellerim titremeye başlamıştı.

Yağız’ın dedesi ve babaannesi. Ben mezarlıkta düşünürken burada karşılaşmayı beklemiyordum. İbrahim şehit olduğunda ben on yaş birden büyüdüm, onlar on yaş birden yaşlanmışlardı sanki. Şimdi daha da çökmüş görmek, ne olursa olsun içimi acıttı. Onlar içinde hiç kolay değil biliyorum ama benim genç olmamdan dolayı çabuk unuturum, başkasıyla evlenirim kanısına varmaları çok canımı yaktı. Onlarla aynı insanın hasretine acıyan kalplerimizin, kemiksiz olan dilimiz yüzünden acısın istemiyorum. Ne onların ne benim kalbim acımasın. Onların canını acıtırsam İbrahim’in kalbini acıtacak mışım gibi hissediyorum.

Ne kadar kolay değil mi?

En yakınınızda ki insana karşı bile su-i zan da bulunmak. Sormadan, acaba yanlış mı düşünüyorum diyerek temkinli olmadan, onun hakkında kesin yargıya varmak, ne kadar kolay değil mi! Belkide kolayımıza öyle geldiği için hemen hükmediyoruz; o kesinlikle öyledir.

Bu kanıyı başkasına ve kendisine söylemek, ona nasıl zarar verecek mi diye düşünmemek! Bu dünyada kalp kırıklığı, ahirette kul hakkı olarak karşımıza çıkacağını düşünmemek ne kadar acı.

Yoğun bakımın kapısından içeriye girdiğimde dinlenme odasında ki koltuğa bıraktım kendimi. Oda da bulunan Eda kaşlarını çatarak bana bakmaya başladığında yüzümde benim bile anlam veremediğim bir ifadeyle ona baktım.

” Berfu iyi misin?” Diye sorununa iyiyim der gibi başımı sallayarak cevap verdim.

“Çay ister misin?” Dedi eliyle çayçıyı işaret ederek.

“Zahmet olmazsa lütfen.” Dedim zoraki tebessüm etmeye çalışarak.

“Aman aman ne zahmet sorma! ” dedi tebessümle karşılık vererek.

Teşekkür ederek aldığım çay fincanından bir yudum çay içtim.

İbrahim’in anne ve babasıyla bir an önce konuşmamız gerekiyordu onu iyi anlamıştım. Çünkü yarın yanımda Yağız varken karşılaşırsak neler olacağını kestiremiyorum. Biten çay fincanımı masaya bırakıp ameliyatına gireceğim hasta dosyalarına bakmaya başladım. Üçüncü dosyayı açtığımda hastanın adını okudum. Olamaz ya hemen olmamalı.

-Hikmet Eldem

Elimdeki dosyayı bırakıp ellerimi önce yüzüme kapattım, sonra sıvazladım. Ben bir an önce konuşmalı diye düşünürken kader anında karşılık verdi. Dosyayı incelemeye devam ettim.
Sırtında bulunan beş mm genişliğinde ki yağ bezesini aldırmak için ameliyat olacaktı ve ameliyatına ben girecektim.

Bir şekilde bu randevuyu atlatmam gerekiyordu. Nereye kadar kaçacağım ve ne işe yarayacak. Zaten o kadar korkak bir insan mıyım? Tabi ki hayır. Dördüncü ve son dosyayı da okumayı bitirip, randevulu hastaları sırasıyla almaya başladım. Ikinci hastadan sonra dördüncü hastanın da gelmiş olduğunu öğrenince önce onunla görüşme sağladım. Artık sonuca varma zamanı. Yüzüme maske ve başıma bone taktım. Bazen kullandığım dinlendirme gözlüklerimi de taktığımda beni tanımaları kolay değildi.
Yıllardır beni görmemişler, belkide simamı unutmuş bile olabilirlerdi.

Derin bir nefes aldım ve kapıyı açarak dışarıda bekleyen tek hastaya seslendim.

“Hikmet Eldem”

Başında siyah kasketi, siyah yarım mantosu, ve elinde ahşap bastonuyla yavaşça fakat dengeli adımlarla içeriye girdi.

Oğlan babaya benzer derler ama İbrahim hiç babasına ve annesine benzemiyordu. Hep genç yaşta ölen dayısına benzetir annem derdi. Yaşı da benzedi maalesef!

“Oturun.” Dediğimde tekli koltuğa yavaşça oturdu.

“Önemli bir hastalığınız var mı, kalp, tansiyon gibi. ” diyerek gözlerimi dosyadan ayırmadan soruları sormaya başladım.

Ben sordum o cevapladı. On dakikanın sonunda bitmiş olan görüşme ile dosyayı kapattım.

“Kızım kusura bakmazsan adın nedir?” Derken sesinin tınısı değişmişti. Sanırım bazı şeyleri hissetmişti. Yüzüne bir bakış attım ama cevap vermedim.

Yerimden kalkarak kapının önünde bekleyen eşine seslendim.

“Eşinizin yanına gelin lütfen.”

Bir anda korkuyla ayağa kalkarak gücü yettiğince hızla yürüdü.

Yeşil gözleri hâlâ çok güzeldi. Yüzden çok çökmüş. Anne yüreğinin acısını yüzünde göstermiş.Lacivert pardesüsü ve eşarbının rengi hâlâ yas tuttuğunu belki eder şekilde.

Birbirlerinin şaşkın bakışları arasında karşılarına geçerek oturdum.

Elimle işaret ettiğim diğer tekli koltuğa oturan kadın bir bana bir kocasına bakıp yerine oturdu.

“İyi misin!”
Başını sallayarak iyiyim der gibi onay veren adam bakışlarını tekrar bana yöneltti.

“Kızım adını öğrenmenin mahzuru var mı?”

Yavaşça gözlüğümü ve maskemi indirerek yüzlerine baktım.

“Adım Berfu Eldem!”

Baba ve anne hiç diyemedim, amca ve teyze demek şu anda doğru değildi. Nasıl hitap edeceğim konusunda kararsız kalırken İbrahim’in annesinin ve babasının yüzünün rengi de şekli de anında değişmişti. Ne düşündüklerini, nasıl bir hale geldiklerini tarif etmem hiç kolay değil.

“Hanım hadi gidiyoruz!” Diyerek ayağa kalkan adama karşı kadın parmağını dahi oynatmadı.

“Hayır Hikmet. Yerine otur lütfen!” Dedi ve gözleri dolarak bana baktı.

“Yağız nerede?”

“Kreşte.” Diyerek kısaca cevap verdim ama onların sessizliği oldukça uzun sürdü. Koltuğa tekrar oturan adam iki elini bastonun üzerine çenesini de ellerinin üstüne koyarak düşünmeye başladı.

Kahverengi gözlerinden yavaşça süzülen yaşa bakarak bir adım atmaya karar verdim.

“Nasılsınız?” Dedim.

Beklemedikleri bir soru olduğu şaşkınlıklarından belli.

“Sağol bu yaşta ne kadar iyi olunursa o kadar iyiyiz işte.” Dedi sesi titreyerek Nurgül hanım.

“Sen ne zamandır burada çalışıyorsun?” Diye soran Hikmet beye baktım.

“Geleli üç hafta kadar oluyor ama bir hafta önce iş başı yaptım. ” dedim sakince.

“Buraya niye geldin. İsteseydin başka yere gidebilirsin!” Dedi Hikmet bey.

“Yağız babasının mezarını görmeli. Onu babasıyla aynı şehirde büyütmek istiyorum.” Dediğimde o çınar gibi dimdik duran adam bütün sesiyle ağlamaya başladı.

Erkekler ağlayabilir ama hiç yakışmıyor.

Ağlayan kocasına bakarak gözlerinden süzülen yaşları sildi Nurgül hanım.

“Seninle doğru anlaşamadık biliyorum. İbrahim’in ısrarına rağmen seni istemedik kabul. Ama madem buradasınız ben torunumu doya doya görmek istiyorum.” Dedi Nurgül hanım.

O da anneydi, babaanneydi. Kendimden biraz taviz vermem gerekiyorsa sınırları aşmadıkları sürece oğlum için yaparım.

“Benim hakkımda her ne konuda olursa olsun, en ufak kötü imada dahi bulunursanız, bir daha size göstermem. Çünkü ömür boyu oğlumla birlikte yaşayacak olan benim.” Dedim.
Sakin ama kesin konuşarak.

” Yaptığımız yanlışları torunuma yapmayacağız emin olabilirsin. Her aklıma geldiğinde vicdanımın verdiği ağrıyı bilemezsin.”
Derken kalbinin üstünü gösterdi kadın.

Bazen insan yıllarca söyleyemediklerini, en zayıf anında birden ortaya dökebilir. Bazen faydasını görür,  bazen zararını.

“İbrahim şehit olmadan üç gün önce ‘ anne babamla zorla evlendirilmişsin onu sevdin ama hatırım için Berfu’yu sevmeyi denemedin. Sana kırgınım anne’ demesinin acısı, onun yokluğundan çok yüreğimi yaktı. Ben ikinizinde gönlünü alarak biraz olsun huzurla ölmek istiyorum.” Derken sicim gibi akan gözyaşları benim içimi yaktı.

İbrahim’in ailesi ile aramızın iyi olmasını istediğini hep biliyordum. Ama bu söylediğini ilk defa duydum.

Şehidimin hakkı için, onun şefaatine nail olabilmek için bende deneyeceğim.

“Yağız ile önce konuşup sizi anlatmam gerek. Sonra babasının mezarına götüreceğim. Daha sonra sizinle konuşuruz, görüşürüz.” Dedim.
Hikmet bey kızarmış gözleriyle bana bakarken boğazını temizledi.

“İkiniz birlikte gelin olur mu?” Dedi çekingen haliyle.

Başımı sallayarak onay verip ayağa kalktım.

“İzninizle benim işime dönmem gerekiyor.”

“Tabii. ” Diyerek ayağa kalkıp kapıya yönelirken ” haftaya pazartesi ameliyatınız var. Kendinize dikkat edin.” Dedim.
İnsanız sonuçta. Bazılarımızın empati yapabilmek için başına gelmesi gerekiyor.  Ben İbrahim’in ailesine karşı hiç sevgide hissetmedim nefret veya kızgınlıkta. Sadece beni istemedikleri için İbrahim’in üzüldüğünü görmek, bana karşı mahcup görünce üzülürdüm. Eğer empati yapacaksak karşılıklı yapacağız.
Ben küçüklüğümü bilip ilk adımı atıyorsam, onlarda büyük olup sevgi göstermelidir.

SİZİ ÜZENLERE HÂLÂ SELAM VERİYORSANIZ, BU VICDANINIZIN SADAKASIDIR.

MEVLANA

Tags:

Paylaş
18 Yorum
  1. 0674 10 ay önce

    bu hikayeye aramı verildi acaba uzun zamandır bölüm gelmiyor

  2. 0674 10 ay önce

    Yazarım bu hikayeye aramı verdiniz acaba

    • Yazar
      Erguvan_ 10 ay önce

      Hayır ama biraz yazma isteğim yok. Zoraki yazıp kitabı sisirmek istemiyorum. İlham geldiğinde hemen kisa da olsa ekliyorum. Yakında yeni bölüm gelecek inşallah. İlginiz için teşekkür ederim. En kısa zamanda görüşmek üzere

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account