IMG-20211008-WA0032

3. BÖLÜM ???PAMUK İPLİĞİ???

Nice umutlara kanat çırpan yüreğimiz keşke bir uçağın kanadı kadar sağlam olsaydı. O zaman umutlarımızın kanatlarını herkes kolayca kıramazdı.

Antalya Havaalanından valizlerimizi alarak çıkış kapısına doğru ilerlerken Çakır gözleri parlayan kardeşim Kerem ile göz göze geldik. Ablasının yakışıklı kardeşi gözümde daha yakışıklı olmuştu sanki. Sıkıca sarılarak kollarının arasında sıktı beni.

“Hoş geldin ablaların prensesi.” Dedi saçlarımın arasına gömdüğü başıyla.

“Hoşbulduk prensim. ” dedim göğsüne dayadığım başımla. Neden erkek kardeşler ablalardan bu kadar çok uzun olur ki anlamam.

1.65 boyuma rağmen kendimi çocuk gibi kısacık hissediyorum onun yanında. O da bunu bilerek uzun kollarını omuzlarıma dolamaya bayılıyor. Onun uzun boyu ile dikkat çeken biri olmasıyla gurur duyuyorum. Kerem ile beni bacaklarımızdan iterek ayırmaya çalışan Yağız’ın sesiyle ona baktık.

“Anne ben de dayıma sarılmak istiyorum, çekilir misin!” Derken Kerem kucağına alarak sayısızca öpmeye başladı.

Arabaya giderek valizlerimizi arkaya koyan Kerem ile yola çıktık. Bir yıldan fazladır görmeyeli özlemişim şehrimi.
Tunceli’nin mayıs ayının sıcaklığında kış güneşini sürdüm yüzüme. Buranın yeşil dağlarını, mavi gökyüzünü ve denizini hepsini çok özlemişim.

Görünce daha iyi anladım hasretimi. Tunceli’nin sürekli İbrahim’i hatırlatan havasından uzaklaşmak sadece Yağız için değil, benim içinde gerekliymiş şimdi daha iyi kavrıyor beynim.

“Akdeniz’ de de gemilerin batmadı inşallah. ” dedi Kerem gülerek.

“Yooo, özlemişim bahar gibi havasını. Tunceli’de ayaz tutan nefesimizden sonra iyi geldi.” Dedim gülümseyerek.

“Ablam seninle bir ara yalnız konuşalım olur mu?” Dedi sakin ama önemli bir konu olduğunu belirtircesine.

“Tamam canım olur.” Dedim ciddiyetle yüzüne bakarken. Evime doğru yaklaşırken hem içimdeki çocuk heyecanı artıyor hemde anne kalbim geriliyordu. Bu konuşmayı yaşamam gerekli ve ben her şeye kendimi hazırladım. Müstakil iki katlı, küçük bahçeli evimizin önünde araba durunca bir kaç dakika evime baktım. Çocukluğunun geçtiği ev senin gönül sarayındır ya, oturduğun saray onun bir odasına bedel olamaz. Çocukluktan kalma alışkanlıkla gözlerim değişiklik aramaya başladı.

Evden bir kaç günlüğüne uzaklaşıp döndüğüm zaman evde veya bahçede  küçük bir yenilik arardım her zaman. Yeni alınmış küçük bir eşya veya yeri değiştirilmiş her hangi şey…

Evet işte buldum. Bahçedeki kırmızı güllerin arasına beyaz gül eklenmiş ve saksıların içindeki çiçekler değişmiş. Başka bir mutluluk oluyor benim için.
Evin kapısından çıkıp bize doğru gelen annemle bakışarak sarıldım. Sıkı sıkı, onun her zaman küçük çocuğu kalacağını bilerek sarıldım. Hasretle öptüm yanaklarından.

“Hoşgeldin güzel kızım. “Dedi saçlarımı geriye iterek yanaklarımı avuçlarının arasına alırken.

“Hoşbuldum annem.”
“Hani Yağız nerede?” Diye sorduğunda  arkamı döndüm. Ne Yağız, ne Kerem vardı ortalıkta…

“Bakkala gitmiştirler annem kaybolacak halleri yok ya!” Diyerek valiz ile birlikte içeriye girdik. Valizimi misafir odasına götürüp kenara bıraktım ve lavaboya giderek elimi yüzümü yıkadım. Üstüme ince eşofmanlarımdan giydim. Güzel ülkemin dört mevsiminin ikisini aynı günde yaşamak böyle bir güzellikti işte. Yağız’a rahat kıyafetler alıp aşağıya doğru merdivenlere yöneldiğimde Kerem ve Yağız’ın abur cubur kavgası merdivenlerin başına kadar geliyordu. Salona girdiğimde iki (!)çocuğun yüzünün her yeri çikolata olmuştu.

“Kerem ne zevk alıyorsun çikolatayı yüzünüze sürmekten, üstü başınız batmış yine!” Derken sırıtarak bana baktı koca sıpa.

“Gözümüz anca böyle doyuyor, değil mi dayısının aslanı!” Dedi Yağız’a göz kırparak.

“Evet dayı, annem bizi kıskanıyor.” Dedi uzatarak.
Kocaman kahkaha atan Kerem “bence de kıskanıyorrr” dedi uzatarak.

Kapının açılma sesiyle birlikte Nida’nın sesini duymamız bir oldu.

“Benim yakışıklı teyzem mi gelmiş! Örnek insanların sonuncusu ablam mı gelmiş!” Diye ciyaklayarak kollarını açmış şekilde salona girdi. Başta ben ve Yağız olmak üzere baka kaldık.

“Aaaa! Teyzemin saçlarına boya mı dökülmüş? ” diyen Yağız’a benden önce Kerem cevap verdi.

“Yok dayısı, teyzen kıt olan aklına uyarak patlıcan gibi morarmış! Kızım saçının bu hali ne? Zaten sevimsiz bir şeysin, ucubeye dönmüşsün!” Dedi yüzünü buruşturarak.

“Off sanane, hoş geldin ablam.” Diyerek bana sarılan Nida’ya bende sarıldım.

“Hoşbulduk canım!” Diyerek saç mevzusuna girmek istemedim. Çünkü hiç yakışmamıştı.

“Anne ben senin sarı saçlarını seviyorum. Sen mor rengine boyama olur mu?” Diyen Yağız’a başımı sallarken Kerem cevabı yetiştirdi.

” Teyzenle biraz vakit geçirince belli de olmaz tabii.” Dedi sırıtarak.

Gözlerimi devirip Yağız’ın elinden tutarak lavaboya götürüp elini yüzünü temizledim. Üstündeki kıyafetleri çıkararak temizlerini giydirdim ve banyodan çıktık.

Salona girerken evin kapısının anahtarla açılması ile babamla göz göze geldik. Gözlerinde ki parıldayan, omuzları çöksede evin çınar ağacı olan babamın elini ve yanaklarını hasretle öptüm.

“Hoşgeldin sarı çiçeğim.Nasılsın kızım?” Dediğinde omuzlarından sarıldım.

” Hoşbuldum. Iyiyim babacım sen nasılsın?” Dedim gülümseyerek.

“Iyiyim kızım emekliliğe alışmaya çalışıyoruz işte. Git çarşıya gel eve.” Derken imayla bir yandan annemi gözetliyordu. ‘Çalıyoruz’ vurgusu sadece kendi için değil annemin de zorlandığını belli etmeye yetiyordu.

Annemin mutfaktan seslenmesi ile hep beraber mutfağa geçerek yemek masasına oturduk.

“Abla kaç gün sonra gideceksin?” Diye sordu Kerem. Bir anda herkesin yüzüne değişik imalar yerleşirken gözlerimi önümdeki tabağa çevirdim.

“Çarşamba düşünüyorum canım. Önden gidip hem evi yerleştiririm hemde çevreyi biraz olsun tanımaya fırsatım olur. Ayrıca Yağız’a gündüz kreş akşam içinde bakıcı ayarlamam lazım. ” dedim başım önümde fakat kendimden emin halimle.

“Abla Çarşamba günü son sınavım var. Perşembe beraber gidelim, bir hafta yanında kalırım. Sende rahatça yerleşirsin olur mu?” Dedi Kerem.

Aslında iyi fikirdi.

“Bence de güzel olur. Perşembe’ye biletleri ayarlarım o zaman.” Dedim gülümseyerek.

“Bitmedi şu lise denen gereksiz okul. Abla yazın tatilde yanındayım haberin olsun.” Diyen Nida’ya başımı salladım.

Babam durgunlaşmış haliyle bizi dinleyerek çatalını yemeğine batırdı.

“Berfu ne zamana kadar böyle olacaksın kızım?” Diye soran babama baka kaldım. Tam olarak neyi kast ettiğini anlamamıştım. Ağzımı açarak soracakken annemin hızlıca araya girmesiyle ağzımı kapattım.

“Sen doydun galiba Engin. Tatlı vereyim sana.” Dedi babama imalı imalı bakarak. Neler oluyordu anlamadım, sorsam annem cevap verdirmeyecekti belli ki… Bende susarak konunun tekrar açılmasını beklemeye karar verdim. Yağız ve Kerem’in şaklabanlıklarıyla geçen yemeğin sonunda masayı toplarken Kerem bana döndü.

“Abla iki kahveyle çardakta bekliyorum.” Diyerek mutfaktan çıktı.
Kesinlikle önemli bir şeyler vardı ve bende iyice merak etmeye başlamıştım.

Masayı toplama işini Nida’ya bırakarak kahve makinesini hazırlayıp çalıştırdım. Arada gidip üstüme montumu giyerek mutfağa geri geldim ve hazır olan kahveleri tepsideki fincanlara koyarak Kerem’in yanına gitmek üzere evden çıktım.

Kerem sigarasını büyük bir keyifle içerken kahvesini önüne bıraktım. Kendi kahvemi de önüme alarak Kerem’in yanına oturdum.

“Evet küçük kardeş; söyle bakalım neler oluyor?” Dediğimde imalı konuşmamda ki soruyu gayet iyi anlamıştı.

“Ablam! Öncelikle sana saygı duyduğumu, sen nasıl mutlu olacaksan senin arkanda olduğunu bilmeni isterim. Ben sadece senin tarafındayım.” Dediğinde küçük bir alaylı gülüş firar etti dudaklarımdan.
“Çen büyüdünde ablana ayka mı çıkıyoysun!” Dedim çocuk ağzıyla konuşarak.

Anında gözlerini devirdi.
” Şurada ciddi bir şey konuşalım dedik. Ben yapsam hemen kızarsın!” Dedi sitemle.

“Tamam tamam. Söyle hadi. Babam tayinimi istediğim yere kızdı değil mi? ” Dedim ciddiliğe bürünerek.

“Yani o da var ama babamın aklında başka fikirler de var abla. ” dedi ve sigarasından son nefesini çekerek küllüğe bastırdı.

“Başka ne var, doğru anlatır mısın?” Dedim ellerimi açarak. Eve doğru bakarak, sıkıntılı ve derin bir nefes bıraktı Kerem.

“Babam evlenmen gerektiğini düşünüyor. ” demesiyle şaşkınca gözlerimi büyütüp Kerem’e baka kaldım. Ne yani babam benim duygularımı bildiği halde evlenmemi mi istiyordu. Yüzümün haline bakarak derin bir nefes daha bıraktı Kerem.

“Hatta…” derken elimle susmasını işaret ettim.

” Ben evlenmeyi asla düşünmüyorum. ” dedim kırgın sesimle.  Boğazımdan koca bir yumru geçmek için uğraşıyor ama ne onun ne benim onu geçirmeye gücümüz yetiyordu.

Omuzumdan sarılarak saçımı öpen kardeşimin omuzuna başımı yasladım.

“Ablam ben senin yanındayım, istemediğin her şeyin de karşısındayım unutma.” Dedi güven veren sesiyle.

“Babamla şimdi tam tersi durum ile karşı karşıya kalacağız. Fakat yine kararımdan vazgeçemem.Yağız daha kendi babasını tanımazken, başka birini baba diye nasıl hayatına sokarım.” Dedim ellerimle yüzümü sıvazlayarak.

“Sen ne zaman kendi kalbine ve Yağız’ın hayatına birini almak istersen o zaman alırsın ablam. Başkalarının ne düşündüğünü boşver.” Dediğinde buruk bir kıkırtı çıktı dudaklarımdan.

“Ablaaa!”

Sesli şekilde gülerek başımı kaldırdım.

“Ne ablaa! Daha dün sen elindeki dondurmadan yaladım diye bangır bangır ağlıyordun kavak ağacı. Şimdi bana abilik mi yapıyorsun. ” dedim gülerek. Hırsla kolunu omuzumdan çekerek ayağa kalktı.

“Sen büyümemişsin ki seninle ciddi konuşanda kabahat!” Diyerek eve doğru uzun bacaklarıyla yürümeye başladı. Gülmemi engelleyemeden arkasından hızla yanına yaklaştım.

“Küçük kardeş darıldın mı?” Diyerek belinden sarıldım. Omuzumdan sarılarak beni havaya kaldırdı.

“Darıldım ablacık!” Dedi şakayla karışık konuşarak.

Çocukluğumuzu doya doya geçirdiğimiz bu bahçe bizi anılara götürmeye yetiyordu.

Iki günün ardından güzel havanın tadını çıkarmak için hep beraber deniz kenarına gittik. En son geldiğimde Yağız çok küçük olduğu için hatırlamadığı denize ilk defa geliyormuş gibi heyecanla suya ayaklarını sokuyordu. Karadeniz insanı  bütün dertlerini denize anlatır derdi İbrahim. Bir süre denizdeki en güzel gün batımlarından birine bakarak denizle konuşmak istedim; olmadı.  Aradaki farkı anlamadım. Her denizle konuşmak mümkün olmalıydı bana göre. Sanırım Karadenizi görünce anlayacağım. Dertlerimi ona saklamam gerekli galiba.

Kumsalda koşmaktan yorulan ve arabada uyuya kalan Yağız’la eve çıkarak yatağına yatırdım. Fark etmemişim ama bende yorulmuşum. Kısa bir duş alarak yatağıma girdim.

Uykuya dalmam uzun sürse de rahat bir uyku için sonunda gözlerim kapandı.

“Anneee!” Diyerek, pamuk gibi elin okşayışıyla açtım gözlerimi. Büyük kara gözleriyle gülümseyen oğlumun yanağından öperek gülümsedim.

“Efendim Paşam!”

“Anne dedemle bakkala gidebilir miyiz?” Dedi tüm sevimli yüzünü takınarak. Önce gülümsedim, sonra tek gözümü kapatarak düşünür gibi yaptım.

“Kahvaltını güzelce yaparsan daha sonra olabilir. ” dediğimde başını sallarken bütün dişlerini göstererek gülüyordu.

Son günlerim ne kadar da hızlı geçti anlamadım. Yarın sabah Kerem ile birlikte çıkacağımız yolculuk hazırlıklarına başladık. Babamın benimle konuşurken gülümsemeye çalışması bile canımı sıkıyor. Akşam yemeğini yedikten sonra babamın arkasından salona geçtim. Onun kalbini kırmadan konuşmayı umut ederek yanına oturup boynuna sarıldım.

“Babacım, bana kızgın olarak ayrılmak istemiyorum. Lütfen konuşalım.” Dediğimde gözlerindeki parıltıyla saçımı okşadı.

“Konuşalım sarı kızım. Madem ki konuşmak istiyorsun sen başla…”

Derin bir nefes alarak oturuşumu dikleştirdim.

“Babacım, Yağız’ın babasının yanına gitmesine neden bu kadar kızıyorsun?”
Dediğimde bunu sormamı beklemediği yüzünün şeklinden belliydi.

“Kızım! Allah’tan geldi İbrahim şehit oldu! Tamam fakat sen daha ne kadar yas tutup, çocuğunun da yas tutarak büyümesine devam edeceksin?” Dediğinde sakin kalmaya çalıştım.

“Baba ben yas tutmuyorum! Oğlumun babasını tanımaya hakkı var. Bende sevmediğim biriyle gencim diyerek mecburi evlilik yapmak istemiyorum. Yağız’ın üvey baba baskısı altında büyümesini istemiyorum.” Dediğimde kolunu dizine dayayarak elini salladı.

“Kızım! Bu çocuğa ‘baban toprakta’ diyerek toprağı sevdireceğine, senin durumunu anlayan iyi biriyle evlenirsin, çocuk baba diye sevgi görür. Erkek çocuğunu tek başına büyütmek kolay mı sanıyorsun!”

“Kolay olmayacağını biliyorum. Benim en büyük destekçimiz sizsiniz değil mi baba!?” Dediğimde anlamdıramadığım bir bakışla gözlerime baktı.

“Ben her zaman sizin yanınızdayım! Benim kadar sende senin yanında olsan kızım!” Dedi.

Bir anda halıda olan bakışlarımı babama çevirdim. Yaşlı kurt laf sokmasını iyi becerirdi.

“Ben kendimi düşünürdüm artık kendimle birlikte oğlumu da düşünmem lazım. Ben tayin isteyerek zor olan hayatımı biraz olsun kolaylaştırmak istedim. Sende benim yanımda olur musun? Lütfen!”

Bir anda en sert bakışlarını gözlerime dikti.

“Zor hayatın değil mi(!) Askerle evlenme, zaten zor yerdesin, bir de aylarca asker kocanı mı bekleyeceksin, dedim değil mi?”
Sesini sakin tutmaya çalıştığını anlamak zor değildi. İkinci defa bu konuyu adeta yüzüme vuruyordu.

“Baba lütfen yine aynı konuyu açmanı istemiyorum!” Dedim ellerimi yüzüme kapatarak. Ama babam cosmuştu, kolay durmayacağı aşikardı.

“Sen bana resti çekerek onunla evlendin, sonuç ne oldu; daha da zor bir hayatın var. Bir kere de beni neden dinlemiyorsun? Sen çocuğunun hayatını düşünüyorsun ama ben senin hayatını düşününce tersleniyorum!”

İki elimle saçlarımı geri savurarak sıkıntıyla nefes verdim. Bu konuşma iyice kırıcı olmadan son bulmalıydı.

“Babacım lütfen şunu anla; ben evlenmek istemiyorum. En azından Yağız büyüyerek beni anlayana kadar. Bu konu içinde beni arama. Halimi hatrımı sormak istersen her zaman aramanı beklerim.” Diyerek yanından kalkıp odama doğru yürüdüm. Üst kata çıktığımda gelen sese doğru yöneldim ve kapıyı açtım. Kerem konuşmalarımızı anlamış olacak ki odasında müziğin sesini açmış Yağız’ın duymasını engelliyordu. Benim zavallı yavrum; iki eliyle kulaklarını kapatmış yatağın üstünde yatıyordu.

Kerem müziği tamamen kapatarak bana baktı.

“Dayı kafam bu kadar oldu!” Diyerek kollarını kocaman açtı. Bende kollarımı açarak ona doğru yaklaştım. Yatağın üstünde ayağa kalkıp kollarıma atladığında sarıldım Yağız’a.
Bütün yaralara evlat sevgisi diye bir merhem vardı, şükürler olsun. Yarın ne olursa olsun babamın gönlünü almadan gitmeyi, yüreğimin kabul etmeyeceğini biliyorum.

Zor olan hayatımda, daha zor günlerin olmamasını dileyerek gidiyorum. Hayat bizimle yeni oyunlar oynamak için bekliyor.

                **********

HAMZA’DAN

Bacağımın acısıyla yüreğimin acısı karşılıklı satranç oynunu oynuyorlar. Yüreğimin acısı sürekli atak yapıyor. Onun kazanacağına eminim. Çünkü hiç bir yara yürek yarası kadar acımıyor.

Açık olan bina kapısından koltuk değnekleriyle zorla çıktığım merdivenlerin sonunda dairemin kapısının önünde durdum. Bana gelmeyen evimin kadını Ayşe’nin ayağına ben geldim. Ayşe’den istediğim kıyafetleri getirme zahmetinde bulunmamış, kurye ile yollamıştı. Artık evliliğimin kararını yüz yüze konuşma vakti gelmiş, hatta geçiyordu.

Eşofmanımın cebinden çıkardığım anahtarımla evimin kapısını açarak içeriye girdim. Portmantonun bölümünde yığılı duran bir çok zarfı görsemde es geçerek ilk oda olan salona yöneldim.

En son yüreğimden vurulmanın acısı az gelmişti sanırım. Şurada; kapının önünde bütün sesimle bağırarak ağlamayı ne kadar isterdim. Hızla salona bakmayı bırakıp yatak odasına doğru ilerledim. Kapalı kapıyı açtığımda, gördüklerime artık dayanamayarak kendimi duvara yasladım. Bir insan eşini sevmeyebilirdi fakat saygılı ve ona karşı vicdanlı olması şarttı. Ayşe’yi hiç bir zaman anlamadım, asla da anlamayacağım. Bir insan eşinin kendisinden çok değer verdiği eşyaları kıskanır mıydı? Ben kıskanırdım. Bir koltuğu, bir yatağı, bir biblo ya da bir perdeyi…

Ayşe’nin altı ayda bir neredeyse hiç oturulmamış koltukları ve bütün mobilyaları değiştirmesinden, dağlarda, yağmurda, karda yaşamaya uğraşırken, arkadaşlarımı şehit verirken onun eşya hastalığının sürekli borcunu ödemek artık gücüme gidiyordu. Karda ayakları çıplak, yüzü buz kesmiş çocukların ellerini, yüreklerini ısıtmak varken maaşımı bencilce eşyalara savurmasını kabul edemiyorum.

Ayşe’nin evde olmaması gördüklerimi biraz daha kolay sindirmeye iyi geliyordu. Portmantoya yönelerek üzerindeki zarfları aldım ve mutfak masasına bırakarak, sandalyeye oturdum. Faturalar, bankadan gelen kredi kartı extrasını görünce zarfı açtım. En altta yazan toplam borç rakamı elli bin lira. Alış veriş edilen tarih vurulmadan üç gün öncesi. Diğer zarflara bakmaya başladım. Albay hakkında açtığım davanın mahkeme celbi gelmiş. Mahkeme Ankara Kara Harp Komutanlığında görülecek olması beni biraz zorlasada davamdan vazgeçmeyeceğim. Bir ay sonra başlayacak dava için ayrıca avukat tutmam gerektiğini biliyorum. İlk işim avukat aramak olmalı. Kapının anahtarla açılma sesiyle başımı mutfak kapısına doğru çevirdim.

“Hamza! Ne zaman geldin?” Kızıl boyalı saçları, bakımdan geldiği belli olan karıma baktım.

Ayşe’ye söyleyecek o kadar çok sözüm varken hepsini yüreğimin küfesine teperek sessiz kaldım. Anlamayana ne söylesem boş olacaktı ne de olsa.

“Maaş ve kredi kartımı ver. “
Birden kaşları çatılarak gözlerini kıstı.

“Neden? Sana hastanede lazım olmaz ki! Üstelik…”

“Kartlarımı ver dedim!” Artık içimde tutamadığım sinirle kükreyerek.

“Ben senin karınım! Para için bana böyle bağıramazsın!” Dedi işaret parmağını sallayarak. Altımdaki sandalyeyi hızla iterek ayağa kalktım.

“Sen gerçekten benim karım mısın? Ölümlerden dönen kocasını beş dakikada olsa görmeye gelmeyen karım olabilir mi acaba!” Diyerek bütün sesimle bağırdım. Sesim mi yüksek çıkıyordu yoksa kalbimin acı çığlıkları mı bilemiyorum. Tek bildiğim artık pamuk ipliğine bağlı olan evliliğimiz kopmuştu.

“Bu meslek senin tercihin! Memurluğu bırakıp askeriyeye girerken sana söyledim. Ben istemiyorum dedim. Şimdi sonuçlarına katlanması gereken sensin. ” dedi cırlar tonda bağırarak.

“Ben sevdiğim mesleği yapıyorum ve yapmaya devam edeceğim. Ya benim yanımda olursun ya da bu evlilik artık biter!” Dediğimde bir anda duraksadı.

Yüzüne takındığı alaylı bir bakış ile baştan aşağıya beni süzdü önce.

“Sen benden ayrı yapamazsın ki!” Demesi ile sinirli bir kahkaha koptu dudaklarımdan.

“Ben sensiz ölümlerden döndüm be! Canımın karşılığında kazandığım paramı şu şatafat malzemesi mobilyalara harcayacağına, yetimhanede yüz çocuk sevindiririm. Kartları ver hemen!” Dediğimde yere düşürdüğü kol çantasından sinirle çıkarıp önüme fırlattı.

“Al kartlarını defol evimden!” Dedi kırmızı ojeli tırnaklarıyla kapıyı göstererek.

“Ben yüreğinin evine ait olmadım ki bu eve ait olayım. Boşanma davasına gelmeyi ihmal etme.” Dedim ve eğilerek yerdeki kartları aldım. Masadaki mahkeme celbini de alarak cebime koyup yatak odasına ilerledim. Kapılarını sırayla açtığım gardropta eşyalarımı ararken önce valizi sonra bir göze tıkıştırılmış eşyalarımı bulduğumda valize teptim.

Her zaman kağıttan bir eve sahip olan evliliğimin artık değil fırtınaya rüzgara dahi dayanacak gücü kalmamıştı. Son esen rüzgarla evim uçup gitti.

Salona geçerek tv ünitesinin çekmecesinden küçük resim albümünü ve yırtılmaya başlamış zarfı alarak montumun cebime sokuşturdum. Mutfakta camın önünde dikilmiş sigara içen Ayşe’ye bakmadan masanın üzerindeki mahkeme celbini de aldım. Telefonumu çıkarıp taksi çağırdım. Zorla iteleyerek kapı önüne getirdiğim valizi bırakarak merdivenlerden aşağıya indim. Taksinin kapıya gelmesiyle yaklaşarak camı açmış bana bakan genç şoföre seslendim.

“Abisi valizim var. Sana zahmet onu indirirmisin? İkinci katta kapı önünde.”

“Hemen ağabey! ” diyerek hızla araçtan inip yukarı çıkarken bende arabanın ön koltuğuna oturdum. Artık bacağım ciddi derecede ağrıyordu. Valizi bagaja koyan şoför yanıma oturduğunda bana baktı.

“Nereye gidiyoz ağabey!” Dediğinde ben son kez geçmişimi bıraktığım eve doğru baktım.

“Tugaya…”

“Asker misin ağabey?” Diyerek arabayı sürmeye başladı.

“Askerim! İyi ki askerim ve ölene kadar asker olarak kalacağım!” Dedim.

Uzun süre camımdan akıp giden karlı yolları izledim. Şoförün sesiyle başımı önüme çevirdiğimde tugaya geldiğimizi gördüm. Taksi ücretini ödeyerek inmeye çalışırken genç şoför kartını uzattı.

“Ağabey istediğin zaman ararsan gelirim.” Dedi gülümseyerek. Başımı sallayarak araçtan inerken şoförde bagajdan valizi indirerek nizamiyenin önüne bıraktı.
Kartımı göstererek kapıyı açan askere baktım.

“Misafirhaneden nöbetçi çağır, valizimi misafirhaneye götürsün.” Dedim.
“Emredersiniz komutanım!” Diyerek kulübeye girdi.

Yaklaşık iki ay sonra geldiğim Tugayda hatıralar gözlerimin önünde canlandı.

“Hamza! Geri dönmek nasip olursa seninle ikili maç yapalım!” Diyen Bora gözümün önünde gülümsüyor adeta. Her defasında ya nasip diyerek çıktığımız bu kapıdan son çıkışta geri dönemedik. Benim bir yanım yarım, o’nun ruhu yanımda.

Ben buradayım diyerek ağrısını hissettiren bacağımı uzatmam gerekiyordu. Koltuk değnekleriyle misafirhaneye giderek işlemlerimi yaptırıp odama yöneldim. Karşılaştığım askerlerin selamını ve geçmiş olsun dileklerini başım ile alarak odama girdim.Hastaneden yolladığım çantam ve valizim kenarda dururken montumu ve spor ayakkabılarımı çıkararak yatağa girdim. Biraz uyku uyusam iyi olacaktı. Başımın ve bacağımın ağrısından uyuyabilirsem tabiki…

Tam uykuya gideceğim sırada çalan telefonumla gözlerimi araladım. Bir aydır görüşmediğim abim Ömer’in aradığını görünce hızla açarak yatakta oturdum.

“Abi!”
“Selamün aleyküm Hamza! Nasılsın abisi?”

“Aleykümselam. Daha iyiyim abi. Hastaneden çıkardılar misafirhaneye yerleştim.” Dedim. Bir anda duraksamasıyla gelecek soruyu anlamıştım.

“Evine neden gitmedin abisi? Ayşe nerede? ” dediğinde sıkıntılı bir nefes vererek elimi saçımdan geçirdim.

“Ayşe evinde, boşanacağım artık. Bıktım benden çok eşyaları sevmesinden. Ömrüm onun mobilya borcunu ödemekle bitecek yoksa!”

“Senin için hayırlısı olsun abisi ki ayrılman inan daha iyi olacak. Siz hiç aile olamadınız.”

“Sen nasılsın abi nerdesin, döndün mü görevden?” Dedim konuyu değiştirerek.

“Suriye’de ki birliklerin yanına geldik. Bir kaç gün dinlenip yine gideceğiz. Sesini duymak istedim.”

“Sağol abi. Seninde sesini duymak iyi geldi. Dikkat et kendine. Bu hayatta senden başka kimsem kalmadı artık.”

“Allaha emanet ol kardeşim. Kendine dikkat et görevine dön artık. Sana iyi gelecek.” Dediğinde hüzünlü bir kıkırtı çıktı dudaklarımdan.

“Merak etme sıkıntıdan patlıyorum.  Bütün enerjimi iyileşmek için kullanacağım artık.” Dedim ve vedalaşarak kapattık.

Abimin sesini duymak gerçekten iyi gelmişti. Huzurla gözlerimi yumarak uykuya bıraktım kendimi.

Gözlerimi camdan vuran mavi ışığın ahengiyle açtım. Askeri aracın camın altındaki çalışır sesini duyarken yerimden kalktım ve topallayarak camın önüne gittim. Görevden gelen askerlerin yorgun hallerine bakarak içimi çektim. Ben yorulmaları bile özledim. Yatağımın kenarındaki montumu giyerek koltuk değneklerimle yemekhaneye yürüdüm.

Yemek saati bitmesine yakın olsada az kalan askerler ayağa kalkarak selam verdiğinde elimle işaret ettim.

“İzindeyim ve sivilim, onun için oturun.” Yakındaki ilk masaya doğru ilerleyip sandalyeyi çekerek oturdum.

Yasin elinde yemek tepsisiyle gelerek yemeğimi önüme bıraktı.

“Eyvallah kardeşim. “

“Afiyet olsun. Daha iyi gördüm seni.”

“Bu günümüze şükürler olsun.”
Yemeğimi yerken masam arkadaşlarımla dolmuştu. Burası benim ruhuma ilaç gibiydi. Bazen insanın yarasını açan, yarasının şifası olurdu. Üniformam kesinlikle benim şifamdı.

Muhabbet içinde geçen bir saatin sonunda kapıdan içeriye giren askere seslendim.

“Kastamonu’lu!”

Beni görünce hızlıca önüme gelerek selam verdi.

“Emredin komutanım! Geçmiş olsun!”

“Sağol evlat senin yareni kap gel bakalım!

“Emredersiniz komutanım!” Diyerek hızlıca yemekhaneden çıktı. Beş dakika sonunda elinde sazıyla gelerek yakınıma sandalye çekerek oturdu.

“İstediğiniz bir şey var mı komutanım?”

“Yok. Şöyle içli bir şeyler söylede yaralarımız temizlensin.” Dediğimde başını salladı ve yüreğinin tellerini konuşturmaya başladı.
***************

Ayrılık Hançerini
Sapladın Yüreğime
Lal Ettin Dillerimi
Diyemedim Dur Gitme
Beni Sen Mi Yarattın
Ecel Oldun Ömrüme
Dilerim Kapıma Gel
Sen Sürüne Sürüne
Bilseydim Okşar Mıydım
Saçının Tellerini
Keşke Tutmaz Olsaydım
O Güzel Ellerini
Yüreğime Dert Koydun
Bunu Unutma Emi
Sende Derde Düşesin
Ben Gibi Yar Ben Gibi

Koray Çatal

                 *************

Biz nereden geldik. Nasıl hikayeler bıraktık arkamızda…
Bazen soruyorum kendime; ben bu kızı neden sevdim diye.
Cevabı bulmak çok zor ve acı oldu fakat buldum.
Şimdi daha iyi anlıyorum ki; seni evim dediğim yurdun bir parçası olarak sevdim. Büyüdüğüm o yetimhanenin, görmek istediğim aile sıcaklığının, sende devamının olacağına inandım. Belkide inanmak istedim.

Seninle ne kadar dışarının kötülüğüne karşı evlenmiş olsakta, anladım ki kötülük insanın içindeymiş. Şu askeriyede canımı emanet edecek kardeşlerimi senden daha az sürede tanımış olsamda, sen benim hayatımın yanlışıydın Ayşe. Hepimiz birer aciz kuluz sonuçta…
Kulluk bizim, hata bizim, bağışlamak Yüce Allahın namına yakışır. Sana karşı artık tek damla sevgim kalmadı ama senden nefrette etmiyorum. Ama seni hayatım boyunca asla affetmeyeceğim. Yıllardır içimdeki umut çiçeklerinin üstüne bastın. Sen benim içimdeki kurşunsuz kanayan yaramdın. Sızın bedenimde değil ruhumda var oldu. Bitti, bittin.

“Sana kesinlikle olacak bir şeyi müjdeliyoruz. Sakın ümitsizliğe düşenlerden olma!” dediler.

Hicr/55

Yüce Allahın varlığının en güzel kanıtı umudunu kaybetmemekle ispat oluyorsa, ben asla umudumu kaybetmeyeceğim. Elbet bir gün umutlarım yeşerecek  ve sen üstüne basıp ezemeyeceksin.

*******
Arkadaşlarıma danışarak bulduğum avukatla telefonda konuşarak direk noterde buluştuk. Verdiğim vekalet ile boşanma davasını açacak. Bir kaç gündür sürekli gezmekten ayağım fazla ağrıyor ve dinlenmem gerekiyor. Bugün hastaneye giderek fizik tedavime başlayacağım. İyileştiğim ve görev kağıdımı aldığım ilk gün dağlara çıkmak için sabırsızlanıyorum. Yükseklere çıktıkça dertlerim arkamda kalıyor ve bana yetişemeyecek kadar uzakta olduğunu düşünmek yüreğimi ferahlatıyor. Benim ilacım bir Allah’ım da bir de dağlarda…

Hastane kokusuna o kadar alışmışım ki artık farketmiyorum bile… Bir saatlik fizik sonunda doktorumun odasının önünde durdum. Kapıyı tıklayıp içeriye girdim. Başını önündeki bilgisayardan kaldıran doktor beni görünce ayağa kalktı.

“Hoşgeldin Yüzbaşım. Nasılsın?”

“Sağolun doktor bey. Daha iyiyim. Fizikten çıktım size uğramak istedim.”

Tebessümle karşılık verdi.

“Bacağınızın durumu nasıl, ağrınız oluyor mu?”

“Evet ayakta kaldıkça bastonla dolaşamama rağmen ağrım fazla oluyor.” Dediğimde yüzünün şekli biraz değişti.

“Size ameliyattan sonra hiç tomografi çekmedik. Gelmişken alalım ve şu anki durumunuza baksak iyi olacak. Bu kadar ağrı olmaması gerekiyor.” Dediğinde bilgisayardan işlem yaparak bana döndü.

“Ben girişinizi yaptım.  Aşağıya inerek tomografiyi çektirin. Yarın gelin bakarız.” Dedi. Ayağa kalkarak elini sıktım ve tomografi odasına indim. İşim bittiğinde oldukça yorulmuştum ve sadece dinlenmek istiyordum. Hastanenin karşındaki kafeteryada bir şeyler atıştırarak direk tugaya gittim. Odama çıkarak pijamalarımı giyip yatağa uzandım. Biraz kitap okumak iyi gelecekti biliyorum. Başucumdaki kitaplara baktığımda Hazal kardeşimin verdiği dergileri gördüm.  Onlardan bir tanesini alarak okumaya başladım. Oldukça yorulmuş olmam gözlerime çöken ağırlık ile kendini belli ederken dergiyi bırakıp gözlerime izin verdim ve uyudum.

Sırtımda askeri çantam ama sanki içi boş. Karşımda Toros dağları. Çıkmaya çalıştıkça dağlar benden uzaklaşıyor gibi… Yoruldum ve nefes nefese durarak Toroslara baktım. Benden o kadar uzaktalar ki gitmem mümkün değil. Sadece gördüğüm ileri de tek bir gül var. Sırtıma batan bir şey canımı acıtıyor, bende çantamı çıkararak önüme alıyorum. İçini açtığımda bir demet gül. O kadar güzel ki bakmaya doyamıyorum. Kulağıma dolan sesle başımı kaldırıp bakıyorum. Toros dağının yerini koca bir deniz almış. Denizde bir kayık içinde biri var sanki fakat o kadar uzakta ki net göremiyorum.

Gözlerimi açtığımda odanın ışığı açık kalmış, gözlerimi acıtmakla meşguldü. Kolumdaki saate baktım. Gecenin üçü. Yataktan kalkarak lavaboya gidip abdest aldım. Odaya dönerek geçen yatsı namazını ve teheccüd namazı kıldım. Ellerimi açarak yüreğimin her zerresini bilen rabbime dilim ile tasdik etmek istedim.

“Allah’ım! Bana vereceğin her şeye razıyım. Sadece şu cennetin ihramı olan kıyafetimi çıkarma üzerimden. Senden gelene ben razıyım. Sen duamı kabul eyle ya rabbim.” Diyerek ellerimi yüzüme sürdüm. Ben kolay kolay rüya gören bir insan değildim.  Her rüya gördüğümde anlam yüklemek istemesem de hayatımda önemli bir durum muhakkak olurdu. Uykumu fazlasıyla aldığım için Kuran’ı Kerimi açarak başladığım hatime devam ettim. Aradan geçen zamanla sabah ezanını duyduğumda sayfamı bitirip Kuran’ı kapattım ve dolabın içine bıraktım.

Namazımı kılarak montumu giydim ve dışarıya çıktım. Tunceli’nin ayazı beni bütün ihtişamıyla karşılarken derin bir nefes çektim. Dışarıda dolaşmak yerdeki ayaz ile oldukça tehlikeli olacağından içeriye dönerek yemekhaneye gittim. Kahvaltı hazırlığında ki askerler selam verdiğinde çay istedim. Çayım gelene kadar bir masaya oturdum. Önüme koyulan çelik bardaktaki çayı ağır ağır içerken aklım hâlâ gördüğüm rüyadaydı. Ben düşüncelerin içinde ağır ağır ilerlerken hızla geçen zamanı anlamadım. Hastaneye gitmem gerekiyordu. Çağırdığım taksi ile tugayın kapısına giderek hastaneye gitmek üzere tugaydan ayrıldım.

Hastanede doktorun odasının önündeki kalabalık arasında beklemeye başladım.  Kapının önüne çıkan sekreter beni görünce başıyla selam verdi. Ikinci hastadan sonra beni çağırdığında içeriye girdim. Selam verdiğim doktor ve sekreter selamımı alırken bilgisayarda sanırım benim sonuçlara bakıyordu.

” Yüzbaşım açık konuşayım. Durumunuz pek iyi değil. Sinirleriniz beklediğimiz kadar kendini toparlayamamış. ” dedi. İçime kor ateş düşmüş olsa da ben Allah’ımdan gelene razı olacaktım.

“Ne kadar iyi değil doktor bey?” Dedim donuk sesimle.

“Yani daha fiziğe yeni başladınız ama eskisi gibi olmayı beklemeyin. Tabii Allah’tan ümit kesilmez. Kesin konuşmak için erken. Fiziğinizi bitirdiğimizde tekrar tomografi çekerek yeniden değerlendirmek gerekir.”

Başımı sallayarak sessiz kalmayı yeğledim. O da bir insandı sonuçta. Ne görüyorsa onu söylüyordu.

Ayağa kalkarak elimi uzattığımda o da ayağa kalkarak elime karşılık verdi.

“Fiziğinizi düzenli yapın. Bir ay sonra yine görüşelim. Arada çay içmeye de beklerim.” Dedi gülümseyerek.

“Tabi ki sizin fırsatınız olursa uğrarım.” Diyerek odadan ayrıldım. Bir ay hayatımda ki en büyük sabır sınavım olacaktı galiba. Ben elimden geleni ardıma koymacaktım kesinlikle. İyileşmek için bütün gayretimle uğraşacağım.

Hastane ve tugay arasında mekik dokuma günlerimin arasında avukat aramış ve yarın boşanma davam olduğunu söylemişti. Aradan geçen zaman ve aldığım fizik sonucu koltuk değneklerini bırakmış, baston kullanmaya başlamıştım. Bir hafta içinde bunu da bırakacaktım inşallah ama yağan kar ve ayazdan dolayı tedbir olarak dışarıda kullanmaya kararlıydım. En azından göreve dönene kadar.
Saçlarımı dağıtan rüzgarı derince içime çekerek önüne geldiğim Adliye yazan binaya baktım. Ağırlaşan yüreğimle birlikte çıktım basamakları.

Adliye kapısından girdiğimde beni bekleyen avukat ile selamlaşarak koridorda yürümeye başladık.

“Hamza bey büyük ihtimalle tek celsede biter. Ayşe hanım çok büyük bir engel çıkarmazsa sıkıntı olacağını sanmıyorum.”

“İnşallah Özgür bey!” Derken mahkeme salonunun önüne gelmiştik. Koridorun başından gelen ince topuklu ayakkabı sesiyle başımızı o tarafa çevirdiğimiz de Ayşe ve avukatı bize doğru geliyordu. Simsiyah giyinmiş, güneş gözlüklerini kızıl saçlarının üzerine takmıştı. Giyimine tezat cırlak kırmızı bir ruj sürmüş ojelerini de rujuyla uyumlu yapmıştı.

Hatıralarımıza yazdığımız anılara son nokta koyulacak ve defter kapanacaktı. Düşünceler içinde boğulurken, yürüdüğü dar koridorun ortasında beklemeye başlayan, duvardaki tablolara ve panolara bakan Ayşe ile kendi halime acıyla gülümsedim. Şu an umduğumu değil bildiğimi yaşıyordum.

Ayşe’nin beden dili nasıl olduğunu haykırıyordu ya, daha da çöktü omuzlarım. Yüreğimde ki fırtınaların hasar bıraktığı kendi bedenim gibi. Tutmayan ayaklarıma uyarak kapının karşısında ki koltuğa oturduğumda avuçlarımı yüzüme kapattım. Hiç mi üzülmedi, iyisiyle kötüsüyle yaşanmış onca yılın hiç mi güzel hatırası kalmamıştı aklında? Yüzümü açarak son kez yine Ayşe’ye baktım.

“Davacı Hamza Zeyrek!Davalı Ayşe Zeyrek!” Diyerek seslenen mübaşirin ardından içeriye girdiğimizde hatıralarımız gibi kapı da kapandı.
Soğuk ve kararlı sesle “boşanmak istiyorum” diyen Ayşe’ye uyarak kararlı ses tonumla “istiyorum” dediğimde artık yalnız bir adamdım. Son bir yılımda her gün olduğum gibi.

Son anda ortaya atılan istekle sinirli bir gülüş oluştu yüzümde.

“Sayın hakim! Aniden alınan bu boşanma kararıyla müvekkilimin oluşan mağduriyeti için nafaka talep ediyoruz.” Diyen kadın avukatın yüzüne baktım. Ayşe’nin hali ona da bulaşmıştı galiba. Özgür bey ayağa kalkarak hakimden izin isteyerek konuştu.

“Sayın hakim! Ayşe hanım son dört yıl boyunca ortalama altı ay aralıklarla mobilya değişmiş ve müvekkilimi yüklü borçlar altına sokarak mağdur etmiştir.  Bu yüzden nafaka talebine itiraz ediyoruz. Bunlarda son dört yılın banka ödeme extreleri.” Diyerek elindeki kağıtları mübaşire uzattı. Eline aldığı kağıtları inceleyen hakim kağıtları bırakarak “Karar” dediğinde ayağa kalktık.

“Nafaka talebi red olunarak sizi boşuyorum. Mahkeme bitmiştir.”

Tek celsede biten on yıllık evlilikten geriye kalan bir avuç hüzün dolu anılarla başbaşayım.
*****
Bekleyen her şey bir gün solar ve ölür.
Bu bir papatya da olabilir veyahut bir umut da.

SABAHATTİN ALİ

Tags:
Paylaş
18 Yorum
  1. 0674 10 ay önce

    bu hikayeye aramı verildi acaba uzun zamandır bölüm gelmiyor

  2. 0674 10 ay önce

    Yazarım bu hikayeye aramı verdiniz acaba

    • Yazar
      Erguvan_ 10 ay önce

      Hayır ama biraz yazma isteğim yok. Zoraki yazıp kitabı sisirmek istemiyorum. İlham geldiğinde hemen kisa da olsa ekliyorum. Yakında yeni bölüm gelecek inşallah. İlginiz için teşekkür ederim. En kısa zamanda görüşmek üzere

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account