IMG-20211008-WA0032

2.BÖLÜM ???SABIR???

Siyah bir kabus karartsa da afakı,
Yolumuza mihmandar hilalimiz var bizim.
Gür çıksa ne olur nadanın baykuş sesi,
Gök kubbeyi titreten ezanımız ve bayrağımız var bizim.   (Alıntı)

(Şehit Ahmet İnce-17 Ekim 2019 )

*******
Hatıralar biriktirdim en güzel günler için. Şen kahkahalar vardı anılarımızın ortasında. Sınırsızca yapılan şakalar, darılmadan karşılık bulan kavgalar. Ekmeğimizi de bölüştük, acılarımızı da, sevincimizi de. Giden, anıların güzelliğini alıp gitti. Hatıralar kumsal, dimağım bir kum tepesi. Hayat denizin sert dalgaları gibi, siliyor birer birer en güzel günleri.

Telefonumda baktığım resimlerin arasında gördüğüm tugayda çekilmiş topluca okunan Asker Duası’nı dinlemek beni bir anda olduğum yerden koparıp oraya götürmek istedi. Bağıra bağıra, yüreğimin nefesi yetene kadar duaya katılmak o kadar çok isterdim ki!
Ben evimi şimdiden çok özlemiştim.

“Allah’ım beni yeşil kefenimden ayırarak sınama yarabbim!” Diye en içten dua ettim. Karşımda açık duran ama ne konuştuklarını anlamadığım uyduruk program bitince haber sesiyle gözlerimi televizyonyona çevirdim.

“Suriye-İdlib bölgesinde çıkan çatışmada iki askerimiz şehit oldu, üç askerimiz de yaralandı. Yaralılar Şanlıurfa da tedavi altına alınırken, şehitler için düzenlenen merasimin ardından toprağa verilmek üzere memleketlerine yolcu edildi. Şehitlere rahmet, ailesi ve sevenlerine başsağlığı dileriz.”

Ailenin acısını, sevgiyi, vatan aşkının sonucunu, şehitlik makamının yüceliğini, yaşadıkları zorlu günleri yirmi yedi saniyeye sığdırmışlar. Hayatlarını anlatmaya yeterdi değil mi!

Medya denen duygu simsarları için yeterliydi demek ki! Günde bir kere telefonumdan baktığım haberler sosyal ve yerel medyadan nefret etmeme yetiyordu. Elbetteki spikerin veya haberi hazırlayanların üzüldüğünü tahmin ediyordum ama bunu en azından iki dakikalık bir haberle belli edebilirlerdi. Gülümsemeler, sarılmalar ve son bakışlar…
Acının resmini nasıl anlatırsın?.. Ne kadar zamanda anlatırsın?..
Hayatının baharında solmuş bir ömrü anlatmaya kaç dakika yeterdi!

Hazal hemşireden istediğim emanet kitaplar olmasa sıkıntıdan kafayı yiyebilirdim.

O da sağ olsun getirdiği kitaplar ya psikoloji ya da dini kitaplar olduğu için en iyi arkadaşım olmuşlardı. Uzun zamandır kitap okuyamadığım için okumayı çok özlemiştim. Ne olursa olsun okumak değil, size bir şeyler katacak kaliteli kitaplar okumak zevk verir.

Televizyonu kapatarak kitaplardan birini elime aldım. Kapının tıklanarak açılması ile Hazal hemşire gülümseyerek içeriye girdi.

“Hamza abi sana harika bir dergi getirdim.” Diyerek komodinin üzerine deste halinde dergileri bıraktı.

“Bunlar eski yılların sayıları ama harika bir tarih kültür dergisi. Özellikle ülkemizde yaşanmış ama çok az kişinin bildiği olayları orjinal kayıtlarıyla anlatıyor ve çok güzel anlatımı var.”
Diyerek heyecanla anlattığında gülümsedim.

“Teşekkür ederim bacım. Hepsini okuyacağım. Beğenirsem abone olurum” dedim. Beni dergilerle başbaşa bırakarak odadan çıktı. Derginin en üsttekini elime alarak kapağını inceledim. Sanırım Hazal’ın sayesinde sıkılmaya vaktim kalmayacaktı.

Hazal’ın sayesinde değil mi?
Benim karımın değil de kardeş olmaya çalışan başka bir kadının sayesinde.

Elime aldığım dergiyi yerine bırakarak gözlerimi yumdum. Yapacak iki işim vardı zaten. Uyumak ve okumak. Kaburgalarımın ağrıları neredeyse yok gibiydi. Artık oturduğum yerde namaz kılabilirdim. Abdest işini teyemmüm ederek almam gerekiyordu, aklıma gelenle telefonu elime alıp tugaydan bir arkadaşımı aradım.

“Hamza nasıl oldun?”

“İyiyim Yasin, sana bir şey sormak istiyorum. Hani tugayın arka tarafında geçen sene taş fırın yapılmıştı. Acaba orada eski tuğla kalmış mıdır? Bir tane ya da yarım bile olsa yeter!”

“Bilmiyorum ama bir asker yollar baktırırım. Varsa ne yapmamı istersin?”

“Yasin sana zahmet onu güzelce yıka ve bana ulaştırır mısın?”

“Anladım teyemmüm için mi istiyorsun!”

“Evet Yasin namazımı kılabilecek kadar iyiyim şükürler olsun.”

“Tamam ilk fırsatta bakarım varsa yollarım. Kendine dikkat et.”

“Sağ ol arkadaşım. Yapacak başka bir işim yok zaten. Görüşürüz.”

İçime şimdiden bir huzur rüzgârı esmeye başlamıştı. Bütün sıkıntılarımı yüreğimden söküp atmak istiyordum. Ve bunu en güzel ibadet ile yapabileceğimi biliyordum.

                     ***********
BERFU’DAN;

ASKER DUASI

Elimde tüfenk, gönlümde iman,
Dileğim iki: Din ile vatan…
Ocağım ordu, büyüğüm Sultan,
Sultan’a imdâd eyle Yârabbi!
Ömrünü müzdâd eyle Yârabbi!

Yolumuz gaza, sonu şehâdet,
Dinimiz ister sıdk ile hizmet,
Anamız vatan, babamız millet,
Vatanı ma’mur eyle Yârabbi!
Milleti mesrur eyle Yârabbi!

Sancağım tevhid, bayrağım hilâl,
Birisi yeşil, ötekisi al,
İslâm’a acı, düşmandan öc al,
İslâm’ı âbâd eyle Yârabbi!
Düşmanı berbâd eyle Yârabbi!

Kumandan, zabit, babalarımız.
Çavuş, onbaşı, ağalarımız.
Sıra ve saygı, yasalarımız.
Orduyu düzgün eyle Yârabbi!
Sancağı üstün eyle Yârabbi!

Cenk meydanında nice koç yiğid,
Din ve yurd için oldular şehid,
Ocağı tütsün, sönmesin ümid,
Şehidi mahzun etme Yârabbi!
Soyunu zebun etme Yârabbi!

ZİYA GÖKALP

” Bu güzel şiiiri ezberleyen ve bize okuyan Yağız’a kocaman bir alkış ve öpücük zamanı!” Diyen doktor Ersin beyle birlikte hep beraber alkışlarken can paremi kucağıma alarak pamuk yanaklarından öptüm. O ise hem başarmanın memnuniyeti ile gülümsüyor, hem de ilk defa başkalarının önünde şiir okumanın utangaçlığı ile yüzünü saklayarak bana sokuluyordu.

“Babam gibi okurum o beni cennetten dinler değil mi anne, mutlu olur bence.” Diyerek şiiri ezberleyen oğluma sarıldım yüzümde zoraki bir tebessümle.

Onun babasızlığının acısı, benim sevdiğimsiz kalışımdan bin kat acı veriyor bana. Her gün telefonumu isteyerek” babamı seyretmek istiyorum” demesi kalbime düşen bir ateş damlası. Her günün sonunda yatağımda kalbimin ateşini, gözyaşlarımla söndürmeye uğraşıyorum. Benim gözyaşlarım sevdiğim yarime akarken, bir yaşında babasız kalan evladımın ‘babam’ diyerek telefondaki resmini öpmesi, sakinleşmiş yüreğimin rüzgarlarını fırtınaya çevirdi. Ben kendi acımı bile yaşayamadım.

Evlatlar hasretin adına baba dediler, biz cennetteki yarim.

Eşlerimiz şehit, cennetin en güzel mevkiindeler, bununla avutuyoruz kendimizi…
…Ama evlatlar, ruhlarına söz geçiremiyorlar, çocuk özlemeden nasıl durur ki…

Ahh evladından yanan babalar, ahh babasından yanan evlatlar! Sizin kucaklaşmalarınız ebediyete kaldı. Orada bir daha ayrılmak yok, ne mutlu size.

Çalan servis telefonunun sesiyle düşüncelerden çıkarken, telefonu açan Miray kısaca konuşup kapatarak bana baktı. Benden bakışlarını çevirerek yanımda duran Yağız’a bakıcılık yapan komşu ablamıza döndü.

“Hülya ablası, bizim şimdi hastaları iyileştirmemiz gerekiyor, siz lütfen evinize gidin!” Dediğinde sözlerinin altında yatan manayı anlamıştım. Hemen Yağız’a sarılarak, taksi ile eve gitmelerini söyleyerek para verdim.

Ev çok uzak değildi ama Yağız’ın ardı ardına gelecek ambulansları görmesini istemedim. Nereye, ne zamana kadar onu uzak tutabilirim bilmiyorum. Ama elimden geldiğince tutmaya devam edeceğim.

Yağız ve Hülya bekleme odasından çıkar çıkmaz Miray bize dönerek hızla konuşmaya başladı.

“Helikopter ile yaralı askerler geliyor, dört yaralı, birinin durumu ağır. İcap doktorlarını aramam gerekiyor.” diyerek baktığı çizelgeden doktorları aramaya başlarken biz de hazırlıklara başladık. Onbeş dakika sonra ameliyathanenin kapıları sonuna kadar açıldı.

Onlar; evlat, baba, yaren ve vatan sevdalısı üniformalı asker miydi sadece?
Kendi yarasına bakmadan arkadaşının yanında koşan, göz yaşlarını akıtmamak için kendini sıkarken, acılarını kilitli sandıklara saklamayı başaran insanoğlu insanlardı onlar.

Önden ağır yaralı askeri getirdiler. Sedyeye sığmayan geniş vücudu kan içinde yüzmüştü sanki! Üniformasının önünde kan olmayan yer kalmamıştı. Üniformalarının kumaşının kalın olması, keserek çıkarmanın zor olacağını bildiğim için yanımdaki Zehra’ya düğmelerinden çıkarmasını söyledim. Kıyafetlerinin üstlerini çıkarıp altındaki ince penyelerini kestiğimiz de bacağının üst baldırından yaralandığını, göğsündeki morarmaları gördüm. Kıyafetinin kanı kendi yarasından değildi. Kaç arkadaşının kanı vardı üzerinde bilmiyorum. Kendinden geçmiş halinde iniltili sesler çıkarırken, kendime verdiğim sözleri yine tutamadım ve bütün yüreğimle ağlamaya başladım. Ellerimin titremesine engel olmaya çalışarak damar yolu açarken hafifçe kandan beyazları görünmeyen kehribar gözlerini açtığını ve varla yok arası bir sesle söylediği isimi anladım.

“Bora!”

“Bırakma kendini! Sevdiklerin için, seni sevenler için bırakma onları!”
Dedim ama anladığını sanmıyorum. Benimki bir insanın daha yürek acısına engel olma çabasıydı galiba.

Yaralı asker kendinden geçerken hızla hazırlıkları bitirip doktorların gelmesi ile ameliyat başladı. Tam altı saat süren ameliyattan çıktığımızda herkes bitap düşerek kendini koltulara bıraktı. Alıştık desede dilimiz, yüreklerimiz her seferinde bin parça oluyor.

Hayatımda bir an’ı yaşayamadığım için yüreğim her zaman acıyacak; Son nefesinden önce sevdiğim, hayat arkadaşım, çocuğumun babası İbrahim’in gözlerine bakamadığım için bir yara gibi her zaman kanayacak. Yine darmadağın bir ruh ve yorgun bir bedenle evin yolunu tuttum. Tunceli’nin buz kesen soğuk havasında ayaklarım yüreğimin ağırlığından sürünerek adım atmaya çalışıyordu.

Hastaneye her ağır yaralı asker geldiğinde darmadağın olmaktan çok yoruldum ama elimde değil. Dört yıl, iki ay önce şehitlik mertebesine ulaşan İbrahim’in göremediğim son anlarını onlarla yaşamak, hem canımı acıtıyor hem biraz gönlümü avutuyor. Onlara;” dayanın, sevdikleriniz için dayanın” dersem onların sevdiklerinin canının yanmasına ben engel olacakmışım gibi hissediyorum. Şehitliğin makamını, Allahımın katında sevgisini biliyorum ama geride kalanlara acısının makamı başka. Onların Allah katındaki mertebesini bilmesek sanırım bu acıya kimse dayanamaz.

Anahtarımla usulca evimin kapısını açtığımda Yağız’ın daha uyanmadığını anladım. Montumu çıkarıp asarak banyonun yolunu tuttum ve hemen duşa girdim. Başka türlü kendime gelemeyeceğim biliyorum. Ağır ağır duş aldım. Bornozumu giyerek saçımı havluya sardım ve odama girdim. Kapıyı kapatıp üstüme eşofman giyerek saçımı taradım ve oğlumun odasına yöneldim.

Kapının tıkırtısına gözlerini açmaya çalışan Hülya başını kaldırdı. Elimle yatmasını işaret ettim.

“Hoşgeldin abla. Yağız şiirin heyecanından uyuyamadı, şimdide kalkamıyor.” Dedi uykulu sesiyle.

“Daha iyi Hülya, hemen yatmak istiyorum. Sabaha kadar ameliyattan çıkamadık.” Dedim fısıltıyla ve oğlumun siyah saçından, açık esmer tenli yanaklarından öptüm yavaşça. Boynunun altından derin derin kokladım cenneti koklar gibi.

“Abla!” Dedi fısıltıyla Hülya.

“Dün akşam yaralı asker mi geldi?” Dedi. Başımı yavaşça sallayarak onayladım.

“Dört yaralı, beş şehit geldi.” Dediğimde derin bir “hiii” diye acıyla içini çekti Hülya.

“Ameliyatına girdiğim asker ‘Bora’ diye sayıkladı. Şehit olan arkadaşıymış.”

“Allah ailelerine sabır versin. Ne diyeyim ablam!” Dediğinde başımı acıyla salladım.

Allahım bize sabırı bahşetmeseydi biz bu acılara nasıl dayanırdık. Ne büyük bir nimet şu sabretmek.

Yavaşça oğlumun yanından kalkarak odama girdim ve yorganımın altına sokuldum. Gözlerimin zaten açık duracak hali kalmamıştı. Kendimi derin bir uykuya teslim ettim.

Uyandığımda gece olmuştu. Odanın zifiri karanlığını bölen sokak lambası; ‘her karanlığın ardından bir ışık mutlaka olacaktır, bekle!’ der gibi süzülüyordu camdan içeriye.

Evden hiç ses gelmeyince yataktan kalkarak ışığı yakıp hole çıktım. Bütün ev karanlıktı, mutfağın ışığını yakarak buzdolabına yöneldim ve aradığım not oraya yapıştırılmıştı.

“Abla biz bizim eve çıkıyoruz. Sekiz de geliriz.” Yağız’ın uyku saatine kadar yalnız başıma kalmak istemedim. Oğlumu özlemiştim ve telefonumu bularak Hülya’ya mesaj attım.

-Hülya Yağız’ı getirir misin, uyuyana kadar vakit geçirelim birlikte’ yazarak yolladığım da beş dakika sürmeden cevap geldi.
-Abla Yağız abimle oynuyor biraz sonra geliriz.

Telefonu bırakıp dolaptan çıkardığım yemeği ısıtarak tabağımı doldurdum. Dün gece yediğim yemekle duruyordum ve artık elim ayağım tutmaz olmaya başlamıştı.

Yemeğimi yerken aklım hâlâ dün gece gelen yaralılardaydı. Boğazıma takılan lokmaları zorla yutuyordum.Yüreğimin ağırlığından bir önce kurtulmalı, biraz olsun hafiflemem lazımdı. Yemeğimi bitirerek masayı topladım ve odama gittim. Komodinin çekmecesinden aldığım defterim ve kalemle salona geçerek koltuğa bağdaş kurarak oturdum.

Uzun zaman olmuştu içimdekileri kâğıda dökmeyeli… Son yazdığım sayfanın tarihine baktım.

15 Aralık…

Yeni sayfaya tarih atarak, yüreğimdekileri kalemim anlattı, defterim okudu.

2 Mart

Canım, can parçamın kahramanı. Oğlun senin şiirini okudu dün akşam. Utanarak, başı önünde, bazı kelimeleri yarım söyleyerek ama hevesle okudu. Mutlu olduğunu biliyorum. Sen olmasan bile senin gibi vatan sevdalısı evladını yetiştirmeye söz vermiştim. Ben sözümü tutamasam bile bana ihtiyacı yok, oğlun da kahraman olacaktır. Onun kanı seninle aynı.

Dün gece yine yaralı asker- daha doğrusu kardeşlerin- geldi. Beşi senin yanına, dördü benim yanıma.

Yapamıyorum artık. Her ağır yaralı geldiğinde onları kurtarmaya çalışırken hepsi sen oluyor gözümde, onları kurtaramayınca sanki yeniden seni kaybediyorum, ellerimden sen kayıp gidiyorsun. Dilimin ucuna gelen sözü bir türlü söyleyememek yüreğime felç geçirtiyor İbrahim.

Bizi bırakma, insan sevdiklerini bırakmaz ki, bizim için dayan’ diyemiyorum. Onlarda sen gibi, canı ne kadar yanarsa yansın kardeşlerini sayıklıyor.

Olmuyor canım olmuyor. Senin burada olmadığını bilerek, düşen kar tanelerinde seni aramayı kaldıramyorum. Artık eminim ki buradan gitmenin zamanı geldi. Burada; seni ardımda bırakıp gidecekmiş gibi, bana darılacaksın diye zor oldu bu kararı vermem. Ama Yağız’ın artık senin gerçeğini olsun görmeye hakkı var. Burada senin sıcak, gülümseyen hayalini bırakıp, senin soğuk toprağının yanına geleceğim.

Oğlumda babasının büyüdüğü, hiç unutamadığı, o mutlu zamanlarını anlatmaya doymadığı yerde büyüsün istiyorum. O küçük Karadeniz ilçesinde, hırçın Karadeniz’e bakarak her duygusunu anlatsın, yüreğini hafifletsin istiyorum. Ben Karadeniz insanı değilim ama bakarsın ondan önce Karadeniz’le konuşmayı ben öğrenirim. Senin teninin değdiği toprağı bile görmeyi özledim canım. İnşallah en kısa zamanda yanına geleceğiz.

Seni seviyoruz.

Defterimi kapatıp gözümdeki yaşları sildim. Ankara’dan uzun zaman uğraşarak burada kalmak için uzattığım görevimi artık bitirmiş, tayin için başvuru yapmıştım. Onbeş gün içinde sonuçlanmasını bekliyorum. Burada nice dostlar, kardeşler edinmiştim kendime. Burayı bırakmak benim için çok zor olacaktı ama yapmam gerekiyordu. Buna en çokta can dostum Hazal sevinecekti biliyorum ama ona İbrahim’in memleketine gideceğimi söylersem bana kızacaktı. Son güne kadar saklamayı düşünüyorum.

Kapının açılmasıyla yerimden kalkarak hole çıktığımda Yağız’ım koşarak kucağıma gelerek boynuma sarıldı. Hülya kapıdan iyi geceler dileyerek evine gitti.

“Paşam, sen yukarıda ne yedin yaa çok ağırlaşmışsın.” Dediğimde güldü.

“Hamza abiyi güreşte yendim anne.’ Sen büyüyüp güçlenmişsin, beni nasıl yendin inanamıyorum’ dedi bana. Ondan ağır gelmiş olabilirim. ” dediğinde gülerek yanaklarını öptüm.

“Bence Hamza abin haklı. Daha da güçlenmek için ne yapmamız gerekiyor?!” Dediğimde “uyumamız ama ben seninle oturmak istiyorum.” Dedi gözlerinde yalvaran bakışlarla.

“Şimdi birazcık oturalım, ama yarın bütün gün otururuz olur mu?” Dediğimde başını sallayarak onayladı. Yatağına götürerek pijamalarını giydirdim. Yatağın yanından aldığı kitabını bana vererek yatağına girdi.

Yanına sokularak kitabın ilk sayfasını açıp okumaya başladım. Ezbere bildiği sayfanın sonuna gelmeden uykuya dalmıştı. Her akşam olduğu gibi. Saçlarından koklayıp öperek yanından kalktım. Gece lambasını yakarak odadan çıkarak banyoya gittim. Ne yaşarsam yaşayayım ben bir anneydim ve evimin hem kadını hem erkeğiydim. Makinaya kirli çamaşırları atıp, mutfağa gittim. Buzdolabını açarak bir süre ne yemek yapsam diye dolabın içindekilerle bakıştık. Ne bir şey yemeğe iştahım vardı ne de yapmaya halim. Dolabı kapatarak kendime küçük bir tost yaptım. Ayranla birlikte tepsiye koyarak salona geçtim ve televizyonu açtım. Her kanalda akşam haberlerini öylesine bakarak dolaştım. Bir kanalda kadın cinayeti, bir kanalda trafikte çıkan kavga, diğer kanalda siyasetin en kirli konuşmaları. İçimin daha da daralmasıyla belegesel kanalını açıp adı HAYVAN olan ama insan kadar korkunç olmayan doğa belgeselini izledim biraz. Yemeğim bittiğinde televizyonu kapatarak mutfağa gidip elimdeki tepsiyi yerleştirdim. Elime aldığım bir bardak suyla odama giderek suyu komodinin üzerine bıraktım. Yatağıma girerek başucumdaki kitabı elime aldım. Dikkatimi vermeye çalışarak aklımı dağıtmak iyi olacaktı. Bir kaç sayfadan sonra kitaba yoğunlaşarak okumayı başardım. Uykum olmasada bir saatin sonunda kitabı bıraktım ve yorganın altına kayarak uzandım. Telefonumun çalmasıyla alıp baktığımda annem arıyordu.

“Efendim anne.” Dedim neşeyle.

“Nasılsın kızım, uyumuyorsun galiba.”

“Yok annem yeni kalktım. Yağız’ı uyuttum öylesine uzanmıştım. Siz nasılsınız?”

“Iyiyiz kızım aynı bildiğin gibi, baban emekli olduğuna alışmaya çalışıyor, Kerem hafta sonu gelecekmiş, Nida’da okula gidip geliyor işte. Sen nasılsın annem?” Dediğinde anneme anlatmam gerektiğini düşünerek konuyu açmaya karar verdim.

“Annem ben tayinimi istedim.” Dedim kısaca. Sevineceğini biliyordum ama yine de tercihim yüzünden tepkisini bekliyordum.

“Şükürler olsun kızım nihayet! Ne zaman geliyorsun yanımıza belli oldu mu?”
En içten sevinciyle sorduğunda dudağımı ısırdım. Ve derin bir nefes alarak söze girdim.

“Yanınıza gelmiyorum anne.” Diye fısıldadım.

“Neden, nereye gideceksin ki?” Derken şaşkınlığı sesine fazlasıyla yansımıştı.

“Yağız’ı babasının yanında büyüteceğim yere anne. Batı Karadeniz’e istedim.” Dedim kendimden emin ve kararlı halimle. Bir kaç saniye sesi çıkmadı.

“Kızım ben sana ne diyeyim bilmiyorum. Antalya’ya gelsen, sen işteyken ben bakardım çocuğa. Arada gider getirirdin babasına.” Dedi sitemle.

“Anne ben orada büyümesini istiyorum. Yeterince uzak kaldı ve en azından mezarına yakın olsun. “

“Çocuğun psikoljisi bozulacak Berfu! “

“Anne ben orada pedagogla görüşeceğim ve Yağız’ın kabullerek büyümesini sağlayacağım merak etme. Hiç olmazsa sen yanımda ol lütfen. ” dedim.

“Ben senin her zaman yanındayım kızım. Ama senin veya Yağız’ın kötü olduğunu görürsem külahları değişiriz bilesin.” Dedi hafif tehditvari sesiyle.

“Tamam annem, çocuklara ve babama selam söyle. Öpüyorum sizi.”

“Allaha emanet olun kızım.”

Telefonu kapatarak komodinin üstüne bıraktım ve yeniden yatağın içine doğru kaydım. Babamın sert tepki vereceğini biliyordum ama bu benim ve oğlumun hayatıydı. Ve oğlumun gururla bahsedeceği başarılı bir asker ve şehit olan babası vardı. Babasının güzel anılarıyla büyümek onun en doğal hakkıydı. Zorda olsa düşüncelerimi bir kenara bırakarak uykuya daldım.

Hayat, iş, yalnız olmak, zor şartları olan bir şehirde yaşamak hiç kolay değilken ailemin tam anlamıyla benim yanımda olmamaları yüreğimi acıtıyordu. Onların da benim için endişe ettiklerini, kanatlarının altında olmamı istediklerini biliyor fakat kendi irademle yaşamak istemem onlarında canlarını acıtıyordu galiba.

Ama vardılar, yaşadığımız onca şeye rağmen en kötü günümde yanımda olmuşlardı ya bu bana fazlasıyla yeterdi. Hızla geçen günlerde iş yoğunluğundan tayinimin sonucunun bugün belli olacağını bile unutmuştum. Başhekim Ahmet bey odasına çağırarak benimle konuşmak istediğini söylediğinde ilk firsatta odasına gittim.

Kapıyı tıklayarak gel sesinin ardından içeriye girdim. Babacan bir tavırla bana gülümseyen Başhekim ile karşılıklı selamşarak masasının önündeki koltuğa oturdum. Hal ve hatır sorularını karşılıklı sorarken tayin meselesinin bugün sonuçlanacağı aklıma geldi.

“Berfu tayinin istediğin yere çıkmış fakat şunu öğrenmek istiyorum. Orası küçük bir ilçe ve senin hekimliğin oranın hastane seviyesinin üstünde. Kendine biraz yazık etmiş olacağının farkındasın değil mi?” Dedi sorgular gözlerle bakarak. Bense hafif bir gülümseme ile karşılık verdim.

“Biliyorum Ahmet hocam. Ama ben oğlum için biraz fedakarlık yapmakta sıkıntı görmedim. “

“Biraz mı; senin hayatının oğluna adamakla geçeceğini çok iyi biliyorum.
Tabiki doğrusu bu fakat bu arada işppini bir basamak geri almak doğru değil.” Dedi biraz azarlar tonda.

“Ahmet hocam en azından Yağız ilkokulu bitirene kadar oradayım. Sonra belki Düzce’de ki araştırma hastanesine geçerim. Şimdilik düşüncem böyle ve bunu yapmaya kararlıyım.”
“Peki, senin hayatın, sizin için en güzeli olmasını isterim. Onbeş gün sonra ilişiğin kesilecek ve izinin başlamış olacak. ” dediğinde gülümsedim.

“Biliyorum Ahmet hocam. Teşekkür ederim.” Diyerek tayin kağıdımı alarak odadan çıktım. Ameliyathaneye tekrar döndüğümde Hazal ile birlikte hastanın yanına gittim. Bu ağır yaralı olarak gelen asker olmalıydı. Simasını daha sonra tam olarak tanısamda yüzünü nasıl unutabilirim ki! Hazal’a tayinimin çıktığını söylediğimde çok sevindi fakat yerini öğrendiği zaman azarlayacağına eminim. O yüzden ses çıkarmadım. Ağır geçen bir ameliyattan sonra Hamza beyi ayılma odasına çıkardık. Iki ameliyat daha sonrası yorgun olarak hastaneden çıktığımda karla karışık yağmur başlamıştı ve yüreğimin hüzün saatleri geri geldi. Her kar yağışında içime çöreklenmiş acılardan kurtulacak gücü bulmaya çalışıyorum. Başaramıyorum. Burada oldukça zor olduğu zaten ortada. Belki mezarının soğukluğu içimdeki acıyı da soğutur. Benim gücüm yetmiyorsa başka güçlere ihtiyacım olduğu kesin. Eve girdiğimde kapının sesine odasından çıkıp koşarak gelen Yağız kucağıma atladı.
“Anne buz gibisin. Üşüdüm.” Dediğinde kıkırdadım.

Hemen kucağımdan inerek ıslanmış ellerini üstüne sildi.

“Üstümü değişeyim, ısınayım sarılırız olur mu?” Dediğimde “tamam” diyerek odasına gitti. Odayı toparlayan Hülya’ya selam verip odama geçtim. Üstümü değişerek oturma odasına geçtiğimde Yağız kucağıma gelerek oturdu. Oğlumun buradan ayrılacağını bilmesi ve kendini hazırlaması gerektiğini düşündüğüm için konuyu açmaya karar verdim.

“Hülya sende otur bizimle lütfen.”
Siyah saçlarını elimle tarayarak yanaklarından öptüm hasretle.

” Seninle önemli bir mesele konuşalım.”

“Konuşalım, önce sen anlat ben dinlerim.” Dediğinde Hülya gülerek Yağız’ın bacaklarını mıncıkladı.

“Yağız’ım artık burada çalışmayacağım. Başka şehire giderek orada yaşayacağız. ” dediğimde şaşırarak kara gözlerini gözlerime sabitledi.

“Nereye gideceğiz ki, hem Hülya ablamda gelecek mi?” Dedi şaşkın ördek gibi bakarken. Hülya ile gülerken siyah saçlarını sevdim oğlumun.

“Karadeniz’e kıyısı olan, küçük ama çok güzel bir ilçeye. Hülya ablan bizle gelemez ama bakarsın oradan bir nasip çıkar geliverir belli mi olur!” Dedim imalı imalı.

“Aman abla ya, benim nasibim mesleğimden başkasına açılmasın inşallah.” Dedi kıkırdayarak ellerini açan Hülya.

“Anne orada deniz mi var!? ” dedi gözlerini kocaman açarak.

“Evet orada deniz var, kum var, çok güzel bir yer. Üstelik sen orada okula gidebilirsin.” Dediğimde heyecandan kucağımdan inerek denizde nasıl yüzeceğini anlatmaya başladı. Aslında babasını da anlatmak istiyordum ama o kadar heyecanlanmıştı ki hevesini kırmak istemedim. Bu konuyu oraya gidince anlatmaya karar vererek şimdilik rafa kaldırdım.

“Abla ya şimdi gitmek nereden çıktı! Biz size çok alıştık!” Dedi yalandan ağlamaklı sesle.

“Bizde Hülya’m bizde, ama artık Yağız için gitmenin zamanı geldi.”

Hülya heyecandan yerinde duramayan, eşyalarını karıştırarak şort arayan Yağız’ın yanına giderek kucağına alıp sıkıca sarıldı.

“Hülya abla hani biz gidince annem sana oradan habib alırsa, bizimle gelir misin?”

İkimiz birden kahkaha atarken Hülya Yağız’ı gıdıklayarak oynamaya başladı.

Bütün gece Yağız’ın planlarını konuşarak geçirdik. Sadece denizi söylediğim halde bu kadar kendini kaptıran oğlum babasını göreceğini bilse neler düşünürdü bilmiyorum.

Son bir haftam evde eşya toparlamak ve hastane arasında geçerken yorgunluktan kolumu kaldıracak halim kalmamıştı. Fırsat buldukça internetten kiralık ev baksamda istediğim gibi bulamadım. Aklıma gelen fikirle yöntem değiştirip birini aradım ve ev işini ona sevk ettim. En kısa zamanda geri arayacağım diyerek kapattık.

Son bir haftada zamandan sıkıntı çekemem için arkadaşlarım bu akşam veda gecesi yemeği düzenlemiş, Yağız ile birlikte oraya giderek restorana giriş yaptık. Bize ayrılan masaya gittiğimizde selam vererek oturdum. Yağız herkesin kucağında gezmekle meşguldü. Başhekim Ahmet bey, Ersin bey ve ameliyathaneden görevli arkadaşlarım. Hazal benim hemen arkamdan gelerek sarılıp kucaklaştık. Tayinimi istediğim yer hakkında kimseye hiç bir şey söylememiş ve son zamana kadar söylemeyi de düşünmüyordum. Yemekler servis edilirken Hazal bir anda bana döndü.

“Ya en yakın arkadaşından bile saklamaya hâlâ kararlı mısın? Söylesene nereye gideceğini!” Dedi biraz kırgın bir sesle. Bir anda duraksayarak ona bakarken Yağız yanımdaki sandalyeden heyecanla sallandı.

“Hazal teyze biz Karadeniz’e gidiyoruz, orada deniz, kum ve okulum varmış.” Dediğinde Hazal’ın yüzü anında asıldı. Anlamıştı ama Yağız’ı işaret ederek susmasını söyledim. Babasının konusunu olmadık zamanda duymasını istemedim.

Sinirle çatalını batırarak yediği yemek süresince benimle doğru düzgün konuşmadı Hazal. Yemek sonunda mantosunu alıp dışarıya çıkmamı söyleyerek önden giden arkadaşımın ardından mantomu alarak bende çıktım.

“Ya Berfu sen kendine işkence etmeyi neden bu kadar seviyorsun? “

“Saçmalama. Ben oraya Yağız için gideceğim. Ben başka yere gitseydim Yağız’ın ömür boyu yetim olmasına neden olurdum Hazal. Bir evlat için babanın mezarını görmek ne kadar kıymetli olduğunu ben biliyorum.”

” Yağız kadar kendini de düşünmen gerekiyor Berfu. Sen iyi olacaksın ki çocuğuna iyi bakabilesin!” Dedi elini yüzüne sıvazlayarak. Beni kırmamak için ses tonuna dikkat etsede, aniden sinirlenmekte ünlü arkadaşım sakin kalabilmek için şu anda kendini zorluyordu.

“Belki de önce bana iyi gelir Hazal.” Dedim zorla konuşarak.

“Bende tam anlamıyla kabul ederim belki onun geri gelmeyeceğini. En azından buradaki kadar ağır yaralı asker görmem ve mezarına gidince kalbimde ikna olur belki. Ben artık çocuğumla buradan gülümsemek istiyorum.” Derken kalbimin üstüne koydum elimi.

Birden bana sıkıca sarılan arkadaşıma karşılık verdim.

“Söz ver. En kısa zamanda yaralarını iyileştirip eski sen olmaya söz ver!” Dedi tembih eder gibi.

“Söz arkadaşım söz” diyerek ayrılıp birbirimize bakarken restorandan çıkan Furkan yanımıza yaklaştı.

“Berfu yalnız konuşa bilirmiyiz?” Dediğinde Hazal şüpheyle göz kırpıp yanımızdan ayrıldı.

Benden biraz uzun, esmer olan Furkan karşıma dikildi.

“Ne istiyorsun Furkan!” Dedim boğazımı temizleyerek. Rahatsız olduğumu bütün sesime yansıttığımda derin bir nefes ile karşılık verdi. Ikimizde fazlasıyla gergindik.

“Berfu ne zamana kadar görmezlikten geleceksin beni! Iki yıldır burdayım, sana defalarca söyledim, bütün hastane anladığı halde, sen rahatsız olma diye uzak durdum. Ama şimdi gidiyorsun.”

“Daha iyi ya Furkan, sende senin dengin olan birini bulursun.”

” Denkliğin canı cehenneme! Ben seni seviyorum Berfu!”

“Ben kimseyle muabbet olsun diye sevgili olacak değilim Furkan! ABLASI!” Dedim Ablasına vurgu yaparak. Sinirle eliyle ağzını kapatıp çenesini sıkarak, yeşil gözlerini bana dikti.

“Senden iki yaş küçük olmam benim umrumda değil, senin çocuklu, benim bekar olmam umrumda değil, ben sadece senin bana bir şans vermeni istiyorum Berfu. ” dedi elini aşağıya yukarı sallayarak.

“Benim umurumda Furkan! ” diyerek bağırdım.

“Sevgiden gerçekten anlıyorsan, benimde şehidimi nasıl sevdiğimi anlarsın!” Dedim ve hızla arkamı dönerken kolumdan tutup kendine çevirdi.

“Seninki sevgi değil, ölüye duyulan fazlaca merhamet!” Dediğinde sinirle kolumu çekip bütün öfkemle gözlerine baktım.

” Onlara ölü demeyiniz, onlar şehit.” Diyerek arkamı dönüp içeriye girdim. Kapının önünde bir iki dakika kendimi sakinleştirmeye çalışarak bekledim.

Masaya döndüğümde Hazal meraklı gözlerle bana bakarken, boşver der gibi başımı salladım ve yerime oturdum.

Furkan’ın tekrar içeriye gelmemesinden dolayı masadaki herkes az çok konuyu anlamıştı. Yüzümün asık halinden kimse de ne olduğunu sormadı. Sorsalar dahi cevap vermeyi düşünmüyordum. Yemek sonunda herkesle samimi şekilde teşekkür ederek ayrıldım. En zor zamanlarımda hepsi yanımda olmuş, bu zorluğu en kolay şekilde atlatmam için elinden geleni yapmıştı. Onları her zaman gülümseyerek ve sevgiyle hatırlayacağım. Restoranın önünden geçen  taksiyi durdurarak hepimiz arkaya bindik. Hazal ve oğlumla evin yolunu tuttuğumuzda sessiz kalırken Yağız’ın yanında bir şey sormayacağını biliyordum.

“Adı neydi; Hamza bey nasıl oldu Hazal?” Diye sorarak sessizliği bozdum.  Bir an bakıp önüne çevirdi bakışlarını.

“Daha iyi wolkerla yürüyüşe başladı. Ama ayağının iyileşmesi bir kaç ayı alır.  Adam evli ve karısı hiç gelmedi biliyor musun!”

“Belkide bizim üzüldüğümüz kadar iyi birisi değildir ki karısı gelmeye layık görmemiştir!” Dedim.

“Adamın günahını alıyorsun, yapma. Bence Hamza abi iyi bir insan karısında vardır bir sorun!”

“Karısının günahını alıyorsun, yapma.” Derken ikimizde gülümsedik.

” Bazı insanlarda nasıl vicdan var anlamıyorum. Ya düşmanın olsa insan ziyaretine gelmez mi! Hayat arkadaşı olmuşsunuz siz ya!” Dedi hayret edercesine.

Ufak, acı tebessüm düştü yüzüme.
“Bazı insan ister bulamaz, bazı insan bulur kıymetini bilmez. Hayatın acımasızlığı derler de acımasız olan kalptir aslında. “

“Doğru, Allah vicdanlı insanlarla karşılaştırsın herkesi. Tabi ki ben normal hayatında nasıl olduğunu tam bilemem ama, tanıdığım kadarıyla iyi birisi Hamza abi. Fakat bir o kadar da yalnız. “

Dikkatle Hazal’a bakan oğlum ağzını kapatan atkısını indirdi.

“Hamza abim yalnız değil ki Hazal teyze. Hülya ablam var, Hatice ninem var, Salih abim var. Ama ben en çok Hamza abimi seviyorum. Çünkü ben onu her güreşte yeniyorum.” Dedi galibiyetinin verdiği mutlulukla. Hazal ile birlikte gülerken yanağından öptüm oğlumu.

“Senin Hamza abin ve bizim konuştuğumuz Hamza aynı kişi değil canım. Başka bir Hamza abiden bahsediyoruz.” Dediğimde başını tamam dercesine salladı.

Evimizin önüne geldiğimizde biz arabadan inerek binaya yöneldik.

Hızla evimize girerek montlarımızı çıkartıp Yağız’ın odasına gittik. Uyku saati geçmeye başlamıştı. Pijamalarını giydirip yatağına yatınca beş dakika sürmeden uykuya gitmişti oğlum. Oğlum erkek çocuğu olmasının aksine gayet sakin bir çocuktu ve beni hiç yormuyordu. Bu da şükürlerimin bir başka sebebiydi. Bu Cuma son iş günümdü ve ben artık hazır sayılırdım.

Gideceğim yerden evi ayarlamış ve benden önce gidecek olan eşyalarımı eve kabaca yerleştirmeyi yapacaklardı. Pazar gününe önce Elazığ’ a otobüs bileti onun saatine göre de Antalya’ya uçak biletini internetten ayarlayarak bende yatağıma uzandım. Burada ne çok anım vardı. Ilk önce bekar biri olarak buraya gelmem, İbrahim ile tanışıp aşk evliliği olmasada severek evlenmiz. En güzel geçen iki yılım ve oğlumun olması. Bir yaşına giren oğlumla son bulan mutlu günlerim. Eşimin kanının damladığı topraklar ile acıların şehiri olmuştu artık benim için.

İçinden zorlukla, oğlumun dayanağıyla çıktığım hayatımın en zorlu günleri.  Acımı fazlasıyla yaşamıştım ve artık yine oğlum için güzel günler inşaa etmenin zamanın gelmişti. Onun önünde kocaman bir hayat vardı. Benim acılarımın temelinde olmaması gereken bir hayata başlamalıyız ki en güzelini yaşasın. Benim bu şehirden gidesim varmış ki su gibi akıp giden zamanı tutamadım. Eşyaları nakliye kamyonuna yükleyip valizimi bina kapısının önüne indirdim.

Veda vakti geldi. Ben burada yaşayamadığım günleri özleyerek ayrılıyorum. Arkadaşlarım, bana manen her zaman yanımda olan yöre insanı sizi asla unutmayacağız. Sizin kalbimdeki yeriniz her zaman ayrı olacak. Ağlayarak vedalaştım insanlardan sonra çağırdığım taksiye binerek, veda etmem gereken bir yer kalmıştı.

On dakika kadar yolculuğun sonunda geldiğimiz Tunceli Tugay Komutanlığının önünde duran arabadan inerek uzaktan baktım.
Elim istemsizce montumun altından boynumdaki kolyeyi bulmuştu bile.

Gidiyoruz sevdiğim, bu şehir sen kokarken gitmemek için isyanlarda bedenim. Bu şehrin ne güzel günlerini unutabilirim, ne de verdiği acıları. Saçlarıma düşen karlar sen misin? Son kez mi dokunuyorsun bana. Ben de sana dokunmaya geliyorum. Hoşçakal hayallerimde kalan sevdiğim.

Tags:
Paylaş
18 Yorum
  1. 0674 10 ay önce

    bu hikayeye aramı verildi acaba uzun zamandır bölüm gelmiyor

  2. 0674 10 ay önce

    Yazarım bu hikayeye aramı verdiniz acaba

    • Yazar
      Erguvan_ 10 ay önce

      Hayır ama biraz yazma isteğim yok. Zoraki yazıp kitabı sisirmek istemiyorum. İlham geldiğinde hemen kisa da olsa ekliyorum. Yakında yeni bölüm gelecek inşallah. İlginiz için teşekkür ederim. En kısa zamanda görüşmek üzere

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account