IMG-20211008-WA0032

1. BÖLÜM ?? EMANET??

HER ŞEYİ AFFEDİN, VATANINA İHANET EDENİ AFFETMEYİN.
HZ. ALİ

Hamza’dan

Aşkın rengi kırmızı ise; kırmızıya aşk sadece bayrağıma yakışır.

Grinin binbir tonunun içinden geçtim. Bazen sisli havalar karşıladı beni, bazen buzdan beyaz sabahlar. Gecenin ayazı demek ölüm kadar soğutur bedeni. Tek güneş; kalbimin üstündeki al bayrağımın rengi. Bu dağların yeşilini de gördüm, çiçeğini de, karını da…

İnsanın özgür olduğunu hissettiği yerin rengi nedir ki! Renk midir önemli olan, yer mi?

“Komutanım!” Diyerek bana seslenen (aslında sıhhıye) iğneciye çevirdim başımı.

Yürüdüğümüz yolun yorgunluğundan nefes alarak yanıma yaklaştı.

“Komutanım biz; bir karış toprağını kimseye vermeyiz deriz, uğruna ölürüz ama siyasiler acımadan vatan dediğimiz toprakları para ile satarlar. Peki biz niçin ölüyoruz?” Dediğinde sinirli bir gülüşüm ile karşılık verdim.

“Biz bir karış toprak için, şehitlik mertebesine ulaşmak için seve seve yine ölmeye devam ederiz. Kimin ne yaptığını sorgulamayız. Bizim için tek hedef var; insanımızı, topraklarımızı korumak. Topraklarımızı satanlar; cenazemize gelip tiyatro yapmasın yeter.” Diyerek cevap verdim.

Arkamızdan timsah gözyaşlarına gerek yok. Canı acıyan sessiz de ağlar, yürekten ağlar. Bizim için sevgiyle ağlayanların hıçkırıklarına kulaklarımız, gökler şahit.

Yaşadığım hayat bu bedene sunulmuş bir ödül mü yoksa sınav için mi verilmiş diye bazen düşünürüm. Sınav olmadan ödül neden verilsin ki!
Ben ikisini birden yaşayarak hayatımı edame ettirme gayretindeyim. Sınava girmek ve küçük mutluluklardan büyük ödüle kavuşmak arzusuyla yaşıyorum;
Şehitlik mertebesi.

Puslu havada dağlarda sadece kurtlar gezer. Biz bu dağların bozkurtları; kuyruğunu sıkıştırmış saldırmak için bekleyen çakalların çığırtılarını bitirmeye geldik.

İki gündür yürüdüğümüz dağların havasına o kadar alışmıştık ki, esen soğuk rüzgarın sesi ninni gibi gelmeye başlamıştı.

Çevre kontrolünü sağlayarak olduğumuz yere konuşlanmış, durum değerlendirmesi yapıyorduk. Bora önündeki haritaya bakarak planların üstünden geçerken telsizci asker bize yaklaştı.

“Komutanım tugaydan;” dediğinde Bora telsizi eline alarak karşılık verdi. Yer ve durum belirtmenin sonunda konuşmasını bitirerek yeniden planlara döndük. Akşam karanlığı çökmeye başlamış, dinlenmiş ve soğuk konservelerimizi yemiştik.

Hedefimiz olan leş yuvası kamp yerini gören dağın eteğine yerleşmiştik. Sarp kayalıklar bizim korunanığımız olsada yan tepelerden bizi görenler için birer avdık. Artık alacakaranlığın içini bizim ışıklandırma vaktimiz gelmişti. Yakınlaşmak, mağaranın içine rahatça sızabileceğimiz yere gitmek için hazırlanırken telsizci asker yeniden gelerek Bora’ya seslendi.

“Komutanım tugaydan;” dediğinde Bora şaşkınlıkla bize bakarak telsizi eline aldı.

” Şahin 1, Şahin 2 dinlemede!”

“Şahin 2 durumunuz nedir?”

“Operasyon için hazırız komutanım!”

“Yakın mesafe operasyon iptal. Uzak mesafe atış serbest, izin verildi Şahin 2!” Dediğinde kaşları çatılan herkes bir anda Bora’ya, Bora da bize bakıyordu.

“Şahin 1 yakın mesafe operasyon için izin istiyorum, uzak mesafe tehlikeli arz ederim.” Dedi Bora kesin bir ses tonuyla.

“Şahin 2 uzak mesafe atış serbest. Yerinizde kalın.”

Bora alt dudağını sinirle dişleyerek gözlerini yumdu.

“Şahin 1 mağaraya girmek için izin istiyorum, uzak mesafe tehlikeli ARZ EDERİM!” Dedi sözünün üstüne basa basa.

“Şahin 1 yerinizde kalın bu bir emirdir!” Diyerek telsiz kapanmıştı.

Tugayda konuşulan ve karar verilen plan bir anda neden değişti anlamasakta emire uymak zorundaydık.

Bulunduğumuz mevkinin aslında geçici olması ve tehlike arz etmesine rağmen bu emir çok kuşku vericiydi.

“Toplanın yer değiştiriyoruz!” Diyen Bora ile yanına yaklaştım. Daha bir şey söylemeden kendisi cevap verdi.

“Burada kalırsak kimse sağ kalmaz. Biraz daha yukarı çıkacağız. Bizim istediğimiz olmuyorsa onunda istediği olmayacak. ” Diyerek yürümeye başladı.
Biraz daha yukarıda olan küçük dağın yamacında yer edinerek mevzi aldık.

Olduğumuz bölgeye göre en iyi şekilde yerleşerek Bora ile birbirimize baktık.

“Hakkını helal et gardaş. Bu gece bizim için hayırlısı ile biter inşallah.”

“Helal olsun da gardaş buradan beraber yürüyerek çıkmaya bak. Benden önce şehit olursan elimde kalırsın.” Dediğimde gülerek başını salladı.

Besmele çekerek ilk atışı yapan Bora’nın ardından dağlar Hakkın adına sıkılan mermi sesleriyle yankılandı.

Bir saate yakın süren çatışma sonunda iki askerim ağır yaralanınca Bora yeniden tugayla irtibata geçti.

“Şahin 1, Şahin 2 konuşuyor!”

“Şahin 1 dinlemede!”

“İki ağır yaralımız var, ya mağaraya girmek için izin verin ya da bizi buradan alın.”

“Korkak gibi kaçacak mısın?Yerinizde kalın ve güvenlik sağlandığı zaman helikopteri bekleyin!

” 15 kardeşimin canını hiçe sayamam, acil helikopter istiyoruz!”

“Şahin 2 beklemede kalın!” Dediğinde Bora bütün sinirini elindeki telsizden çıkararak bağırdığında silah seslerinin arasında dağlar yankılandı.

“ŞAHİN 1 ALLAH BELANI VERSİN. İKİ CİHANDA İKİ ELİM YAKANDA OLACAK!” Diyerek elindeki telsizi askere uzattı.

Yılların tecrübesiyle görmüştü olacakları. Şehit olmak her vatanını sevenin arzusudur ancak başka evlatlardan sorumlu olarak hainlerin tuzaklarına düşmek, düşünmek dahi istemediği bir durumdu.

Kesinlikle bir oyunun içine itilmiştik. Mağarada bize söylenen kadar terörist olmadığı kesindi! Vatan millet için var olan, dünyada adıyla nam salmış Türk askerinin içinde bazı kanı bozuklar olması; bizi en çok kahreden oydu.

Kalın bir ses; dağların soğuğundan daha keskin bir ses. Gözümün önünde Bora’nın ve iki askerimin olduğu yere düşen bir havan topu ateşiyle yanan dağlar. Patlama sesinin arasında boğazlarım yırtılana kadar bağırdığımı biliyorum. Bir de Bora’ya doğru giderken bacağımda hissettiğim acıyı.

Sürüklenerek yanına vardığımda kesik kesik nefes alan Bora’nın yüzünü ellerimin arasına aldım.

“Bora kendine gel. Şimdi şehit olmanın zamanı değil. Kızını düşün Bora!”
Sırtımı kayaya yaslayıp kucağıma aldığım Bora’nın tam göğsünden akan kanın üstüne elimle baskı yaptım.

“Sıhhiye nerede?! Diye bağırırken telsizci seken kurşunların arasında yerden sürünerek bana baktı.

“Komutanım Sıhhiye şehit oldu. Buradan gitmezsek hepimiz şehit olacağız komutanım!” Dediğinde telsizi isteyerek elime aldım.

“Şahin 1, Şahin 2 konuşuyor!”
“Şahin 1 dinlemede!”
“Yüzbaşı Bora ve üç yaralımız, iki şehidimiz var. Hemen bizi buradan alın!” Diyerek telsizi kapattım.

Kanla bulanmış yüzünün arasından gözlerinin beyazıyla bana bakan Bora’nın kopuk kopuk çıkan konuşmasını dinlemeye çalıştım. O an; bütün silahlar sustu, sadece Bora’nın fısıltısı dağlarda yankılandı.

“Kızım sana emanet. Hakkını helal et. Eşhedü enla ilahe…” demeyi tamamlayamadan gevşeyen bedeni, yavaşça kapanan gözlerine bakarken, makamının nurunu gülümseyerek karşıladı. Seni kim karşıladı ey şehidim ki yüzünde güller açıyor?

Bu gece hayatımın dönüm noktasıydı.
Ve ben bu gecede, ben de dahil 4 yaralı, Kıdemli Yüzbaşı Bora ile birlikte 5 şehit verdim.

Bora Türkoğlu. Adı gibi Türklüğün hakkını veren, bu uğurda canını feda etmekten çekinmeyen yiğit. Abim Ömer’in arkadaşı, beni emanet ettiği komutanım, hem abim hem can dostum. Ben bir kez daha yetim kaldım.

Helikopter sesinden arada kendime geldiğimde şehitlerim aklıma geldikçe ağlarken bacağımın belkide kesilecek durumda olması aklıma dahi gelmiyordu. Kan kokusuna midem  daha fazla dayanamadı ve kan kustum. Bütün iç organlarım da çıkmıştı sanki. Daha fazla dayanamayıp başımdaki  askere bakarak gözlerimi kapattım.

Bu ülke, bu vatan, bu Türk milleti bu toprakların üzerinde yaşamaya devam ettikçe hem içimizde hem dışarıda hainimiz de düşmanımız da bitmeyecekti.

Bu hainlerin yaptıkları bizi vatanımıza sahip çıkmaktan, onun için ölmeyi daha çok arzulamaktan başka bir işe yaramıyordu.

Ne kadar sürdüğünü bilmediğim uçuş  sonunda, acının arasında gözlerimi ameliyathaneye girerken açtım. Etrafta koşturan doktorlar, hemşireler ve uğultu şeklindeki sesler. Uğultuyu delen mermi sesleri, Bora’nın kollarımda kelime-i şehadet getirmesi ile şehadete ermesi. Beynim hâlâ oradaki kadar gürültülü. Yüreğim ilk andaki kadar acılı ve nefret dolu. Bir anlık karanlığın ardından başımdaki hemşirenin sesiyle açtım gözlerimi. Sanki beynim boş bir oda ve onun söyledikleri duvarlarda yankılanarak beynime çarpıyor.

“Bırakma kendini! Sevdiklerin için, seni sevenler için bırakma onları!”

Benim bırakacak bir canım var, onunda sahibinden başka kimsem var mı ki!

Dönüp yanındaki gencecik kıza bir şeyler söylüyor. Sanırım ilaç adı. Yeniden bana dönerek, ela hareleri ve uzun kirpiklerinin topaklandığı büyük gözlerinden yaşlar akmaya başlayarak bir şey dedi ama anlamadım. Yüzünün yarısını kapatan maskenin ardında kaldı sözleri. Gözleriyle birlikte aydınlığı çektiğinde derin bir uykuya bıraktım kendimi. Ya da uyku beni esir aldı onu da bilmiyorum.

Çok yorgunum. Bedenimin ve ruhumun yorgunluğu eşitlendi galiba. Bedenim isyanlar içinde, ruhum hiçliğe bırakmış kendini.

Artık uyanma zamanı ve ezanlar beynimin içinde son ses ile okunarak beni çağırıyor.

‘Es-salatü hayrum-minen-nevm’
‘Es-salatü hayrum-minen-nevm’

Bismillahirrahmanirrahim diyerek önce gözlerimi açmak istedim. Sabah namazı vakti gelmişti,  hemen kalkmalıydım. Başımdaki ışık o kadar gözlerimi yaktı ki açmadan acımaya başladılar.
Beynim kendini toplamaya başlarken kuruyan ağzım, taş taşımış gibi her yeri ağrıyan bedenim ve parmaklarımı nihayet hissedebiliyorum. Kalkmak için hamle yapsamda başarılı olamadım. Bütün bedenim taş kesilmiş gibi uyuşuk sanki. Başımı yan tarafa doğru çevirerek yavaşça yeniden gözlerimi araladım. Bir çok ses gelen cihazlar, etrafımda camlar ve dışarıda bir koridor.

Ķendimi toparlamaya çalıştıkça düşünmeye başladım. Burası hastane, ben neden buradayım? Sebebi boşluktaki beynimin içinden bir ok gibi fırladı ve tam kalbime saplandı. O kara gece! Kaç gündür buradayım. Ya Bora ve diğer kardeşlerim? Onlar nerede? Bora; can kardeşim. Kollarımın arasında kelime-i şehadet getirerek hakka yürüyen can dostum.

Görevinin başında ak alnınla toprağa karışan kanının damlasını o kansızların akıtması doğru değildi.

Zamanı değildi Bora! Eşini, üç yaşındaki kızını kahramansız bırakmanın zamanı değildi!
Onların feryadını sen duydun mu? Tabutuna sarılan gözü yaşlı yarini gördün mü? Seni son yolculuğuna bile uğurlamak nasip olmamışken ben sana nasıl veda edeceğim.

Yaşlı babana sarılmak isterdim ‘ben varım bir oğlunda benim’ demek isterdim.
Onlar cennete gitmişlerdi değil mi! Ya ben.?

Ben burada yatarken ne şehitlik mertebesine ulaşabildim, ne de onların son yolculuklarında yanlarında olabildim. Bütün saygımla, sevgimle ellerimde kuruyan kanınla sana selam durmayı bile beceremedim. Abim Ömer, neredeydi? O beni kesinlikle yalnız bırakmazdı.

Başımı hafifçe kaldırmaya çalışarak vücuduma baktım. Bacağım boydan boya sargılı olsa da yerinde duruyordu şükürler olsun. Karşımdaki koridora bakan camın önünden geçen bir erkeğin bana bakmasıyla hızla yanıma gelmesi bir oldu.

“Hamza bey beni duyuyor musunuz?” Dediğinde yavaşça başımı salladım. Sanırım doktor.

“Su istiyorum!” Diyebildim sadece. Kuruyan boğazım ve dilim bu kadarına izin vermişti.

“Hemen getiriyorum!” Diyerek hızla yanımdan ayrıldı ve kalabalık bir doktor tayfasıyla geri geldi.

Biri en önde bana nasıl olduğumu, bacağımı kontrol etmek istediğini söyleyerek baş parmağıma bir şey batırdı.

Ayağımın acısıyla az da olsa oynatabildim. Hepsi gülümseyerek bakarken yaşlıca olan doktor yanındaki  genç erkeğe ;” ailesine müjdeyi verin!” Dediğinde genç hızla dışarıya çıktı.

“Hamza bugün burada dinlen yarın kontrol edip normal odaya alırız. Durumunu da yarın rahatça konuşuruz evlat.” Dedi.

Durumum?

Gazi olmuştum, bu ayrı bir şereftir fakat sakat kalıp görevimi yapamazsam! En çok bu kahrederdi beni. Ben mavi bere aşkıyla başladığım mesleğimi gazi olarak devam etmek istemiyorum. Bazen acınası bakışlar, çoğunlukla övgü dolu sözler, belki de umursamaz hakaretler duyarak hayatı devam ettirmek çok zor.

Düşüncelerin ağırlığı göz kapaklarıma oturmuş gibi açmakta zorlanıyorum ve bende daha fazla direnemedim.

Güneş tüm yakıcılığıyla yine tepemizde, hava sıcakla bir olmuş kuruluğu ile nefes alamaz hale gelmiş.
Tugayda ter içinde kalmış sabah eğitiminden dönüyoruz. Önde ben ve Emre, arkada Bora ve Sergen. Arkada durup nefeslenen Bora’ ya baktım.

“Yaşlanıyorsunuz komutanım!” Dedim ciddi şekilde. Yüzünün şekli anında değişirken hiddetle işaret parmağını salladı.

“Senin gibileri cebimden çıkartırım Hamza uğraşma benimle!”

“Uğraşmıyorum Bora gördüğümü söylüyorum! ” dediğimde kahkaha atmamak için kendimizi zor tutuyorduk.

“Baakk sen, sen göreceksin, görürsün   çam yarması!” Derken biz hızla duşa doğru gittik. Banyonun kapısını açıyorum ayağımı atmamla karanlık uçurumdan aşağıya doğru düşmeye başladım. Korkuyla Boraaaa diye bağırırken kendi sesimle uyandım. Bütün vücudum ter içinde kalmıştı.

Kalbimin atış hızına yetişemezken kalp krizi geçirmediğime şükür ettim. Hızlı nefes alışlarım düzene girerken odaya bugün telefon etmek için çıkan genç doktor girdi.

“Hamza komutanım iyi misiniz?” Dedi kaşlarını çatarak.

“İyiyim kabus gördüm, ya da artık rüya olacak kadar güzel anılar!”

“Kaç gündür buradayım?” Diyerek sordum başımda dikilen gence.

“On sekiz gün oldu!”
On sekiz gün!

“Ailem!”
“Abiniz bugün geleceğini söyledi. Eşiniz cevap vermedi.”

Başımı sallayarak bakışlarımı tavana diktim.
Bazen sessizlik istemediğiniz cevabın söylenmesidir. Yoğun bakımdan çıkarılarak normal odaya alındığımda doktor açıklamasını yaparak gitti.

Ciğerlerime dolan iltihap ve düşmekle oluşan kaburga kırığı, bacağımda olan sinir zedelenmesi ve yorgun bir kalp ile on sekiz gün yoğun bakımda kalmışım. Yavaş yavaş iyileşeceğimi, buna moralimi yüksek tutarak yardımcı olmam gerektiğini söyledi.

Moralimi yüksek tutmak için seni sevenlerin yanında olursa, onların güler yüzünü görürsen onların sevgisi sana şifa olur. Ben sanırım artık yalnız kaldım. Bu yüzden iyileşmem beklediğimden uzun sürebilir.

Hayatımın sevda yörüngesinde ki tek kişinin; Ayşe’min şu anda kapıdan girmesini istedim. Sadece onu bekledim.

Gelmedi…

Her operasyona giderken söylediği gibi; ben bedenen yaralı geldim o da bedenen beni terk etti. Kalbinde terk edeli çok olmuştu. Belki de sadece misafirdim oraya. Hiç kalıcı olarak almamıştı ki.

Şu anda yatağımda uzanmak değil kendimi bulduğum dağlarda yürümek isterdim. Sırtımdaki yükün kilosu hayatımda ki yük kadar ağır değildi ki, taşımak zor olsun. Dağların buz kesen havasından solumak, kalbimdeki yangını da buzdan heykele döndürmesini isterdim. Soğukluğuyla orada dursun ki ben bir daha onun sıcaklığına kanmayayım.

Kapıdan içeriye bütün heybetiyle giren abim Ömer’e baktım. Gözlerinde ki kızarıklık bütün hissiyatını bana anlatmaya yetiyordu. Sıkıca sarılarak yanımdaki koltuğa oturdu.

“Seni bana bağışlayan Allaha şükürler olsun. Nasılsın aslanım? “

“Nasıl olayım abi! Yüreğim yanıyor ama bir bardak su almaya kalkamıyorum. “

Başını hafifçe sallayarak onay verdi.

“Takdiri ilahi Hamza. Yaradandan gelene amenna!”

“Biliyorum abi ama benim yandığım yediğimiz kurşuna sebep olanlar!”

Bir süre sessizce oturdu. Cebinden çıkardığı telefona bakınca benim telefonum olduğunu anladım. Komodinin üstüne bırakarak düşünceyle bana baktı. Belinden aldığı silahı göstererek çekmeceyi açarak içine bıraktı. Çekmeceyi kapatırken manalı gözlerini bana dikti. Ona soracağım soruları biliyordu ve cevap vermek onun için çok zor olacaktı. Ama şimdi değildi, şimdi bildiğim cevapların sorularını aramanın zamanıydı.

Albay bizi neden harcadı?

“Abi benim adıma bir şikayet dilekçesi hazırlamanı istiyorum. Albay Murat Özgen hakkında!” Dediğimde oldukça şaşırmıştı.

“Sebep?”

“Çünkü o; Bora, İshak, Okan, Kamil ve İsmail’in katili.”  Dediğimde daha da şaşırarak bir müddet suskun kaldı.

“Ne demek katili! Bana ne olduğunu tam olarak anlat ki ona göre dilekçe yazayım.”

O kara gecede yaşadığımız bütün olayı anlattım. Şaşkınlığının yerini sinir alarak yerinden kalktı. Aklından neler geçti bilmiyorum ama abim her zaman haklının yanında olmaktan korkmazdı. Adına yakışır bir adaleti sağlamaya çalışır, fakat her zaman benimle olmaktan vazgeçmezdi. Bir müddet camdan dışarıya bakarak konuşmaya başladı.

“Resûl-i Ekrem efendimiz Uhud savaşında  şehit edilip ciğerleri sökülen Hz. Hamza’yı bu durumda görünce çok üzülmüş, ağlamış ve şöyle demiş: “Hiç kimse senin kadar musibete uğramamıştır ve uğramayacaktır. Beni bunun kadar öfkelendiren bir şey olmamıştır. Ey Resûlullah’ın amcası! Ey Allah ve resulünün aslanı Hamza! Allah sana rahmet etsin. İyi bilirim ki sen hısım ve akrabalık haklarını gözetir, daima hayırlı işler yapardın. Eğer yas tutmak gerekseydi sana yas tutardım.” Hz. Peygamber efendimiz daha sonra yetmiş (veya otuz) müşriği katledip aynı şekilde intikam alacağına yemin etmiş.

Ancak, “Eğer ceza verecekseniz size yapılanın misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz elbette bu sabredenler için daha hayırlıdır” (en-Nahl 16/126) meâlindeki âyet nâzil olunca bundan vazgeçmiş.” Bana doğru dönerek başımda dikildi.

“Eğer beş kurşunla onu vurmayacak ve sabredersen bende Hz Allah’ta yanında olacağız eminim. Sen sadece bu dünyanın kağıt üzerindeki hakkını ara, cezasına karışma olur mu?” Dediğinde başımı sallayarak onayladım.

“Dilekçeni hemen hazırlar, imzanı attın mı mahkemeye başvurunu yaparım. Ama o çok güçlü bir albay ve başına bela olabilir. Buna askeriyeden atılma da dahil. Bunu kaldırabilir misin?” Dedi.

“Sonu ne olursa olsun ben hazırım abi. Şehitlerimin kanını yerde bırakamam. Allah yanımızda olsun yeter. Yaradanımdan da güçlü değil ya!” Dedim. Başını sallayarak bordo beresini başına geçirdi.

“Peki Hamza. Ben hemen dilekçeni hazırlayıp geliyorum. Savcılığa verince Gölbaşı’na dönmem lazım. Yarın uzun zamanlı göreve çıkacağım. Sen gözlerini açmadan gideceğim diye korkum kalmadı artık. Kendine dikkat et çabuk iyileşerek görevine dön. Cehenneme yollanması gereken daha çok hain var aslanım.” Dedi ve gitti. Yarım saat kadar sonra elinde dilekçeyle geldiğinde imzaladım. Sıkıca sarılarak “Allah yardımcınız olsun! Hakkını helal et abi.” Dediğimde gözleri parladı.

“Sağol aslanım, sende helal et, döndüğümde seni ayakta görmek istiyorum.” Dedi ve yine gitti.

Ben ve yanlızlığımla baş başaydık yine. O bana aşık, ben mutluluğa sevdalı. Ayşe’nin gelmesini beklemek çocukça olsada umut dünyası böyleydi demek ki.

“Eğer yaralanırsan beni yanında arama Hamza. Dönmemek üzere giderim haberin olsun!”
Ettiğimiz kavgada son sözleri hâlâ kulaklarımda yankılanıyor.

En son birbirimize ne zaman güzel sevgi dolu sözler söyledik onu hatırlamıyorum bile. Kapının açılmasıyla o tarafa baktığımda kapıdan içeriye giren kişiyle bütün sinirim başıma vurdu.

“Geçmiş olsun Hamza. Uyanmışsın nasıl olduğunu görmek istedim!” Diyerek elleri arkasından bağlamış yatağımın karşında durdu. Yüzünün soğuk duruşunun her çizgisini aklıma kazırken tek şey diledim.

Sabır…

“Üzgünüm sizin istemediğiniz gibi gayet iyiyim!” Dedim en sert sesimle.

“Hamza bana kızgın olduğunu anlıyorum, ben görevimi yaptım.”

“Sizin göreviniz bize destek olmaktı, it sürüsünün önüne atmak değil!” Diyerek bağırdım. Normal şartlarda olsa bana kıdem ayarı verir, beni cezalandırabilirdi.

“Bana görevimi öğretmeye kalkma! Siz beceriksiz olmamalıydınız.” Diyerek yüksek ses ile karşılık verdi. Kendi yaptığı hatanın suçunu bize atmasına izin vermeyeceğim.

“Odamdan defolun! Ahirette Bora sizi bekliyor olacak ama bu dünyada hepimiz adına karşınızda ben olacağım.” Dediğimde kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı.

“Elinden geleni ardına koyma, rütbeleri unutmuşsun anlaşılan!” Dedi ve kapıya doğru yöneldi. Sinirden bütün vücudum titremeye başlamış, bacağım ve kaburgam ciddi derecede ağrıyordu.

“Unutmadım! Yüce Allahın bataklık çamurundan yaratığı insan olduğunuzu unutmadım!” Derken duraksadığı yerden devam ederek dışarı çıkıp gitti.

Sinirimden olduğum yerde kıvranmak istesem de kaburgalarımın ağrısı kımıldamama izin vermiyordu.

Açık bıraktığı kapının önünden geçen hemşirenin odaya bir anlık bakmasıyla adımlarını bana çevirmesi bir oldu.

“Hamza bey neyiniz var, kötü görünüyorsunuz. Ben doktoru çağırayım.” Diyerek kapıya yönelince seslenerek durdurdum.

“Sadece aşırı sinirlendim. Bacağıma ağrı girdi,  geçer birazdan.” Dedim elimi göğsüme koyarken.

“Ben doktorla konuşup geliyorum.” Diyerek hızla gitti.

Burada yatmakla elimden hiç bir şey gelmeyecekti. Benim bir an önce iyileşip  görevime dönmem gerekiyordu. Ama iyileşme sürecinin uzunluğunu düşünmek moralime hiç iyi gelmedi.

Hemşire içeriye elinde tepsiyle gelerek baş ucumdaki seruma yaklaştı.

“Doktor bey hafif bir sakinleştirici ve ağrı kesiciyi seruma eklememiz gerektiğini söyledi. Sizi bir süre uyutur ve iyi gelir.” Diyerek iğneyi seruma ekleyerek tepsiyi eline aldı.

“Hemşire hanım sanırım oldukça uzun süre buradayım. Adınız nedir?” Dediğimde tebessüm etti.

“Adım Hazal. Burada olduğum sürece sizinle ben ilgileneceğim.  Doktor bey istedi. O yüzden bir sıkıntınız olursa başucunuzda ki düğmeye basın ben gelirim. “

“Memnun oldum Hazal bacım! Teşekkür ederim.” Dedim ve başıyla selam verip dışarıya çıktı. Yaptığı iğnenin etkisiyle sanırım yavaş yavaş gözlerime ağırlık çökmeye başlamıştı. Bende daha fazla direnmeyip kendimi uykuya teslim ettim.

Uyurken kara gecenin kabusu, uyanıkken şerefsizi düşünmekten rahat yoktu. Düşüncelerimin içinde boğulurken kapının tıklamasıyla yavaşça açıldı. İçeriye gireni görünce bir anlığına gözlerimi kapattım. Ama göz yaşlarım kapaklarına inat firar etmekte kararlıydı. Kapının önünde bir müddet dikilip ağır adımlarla yanıma yaklaştı.

“Abi!” Dedi hıçkırarak ağlamamak için kendini tutarken.

Yutkundum, içimin acısını onun duymaması için zehir gibi yakan acıyı yuttum.

“Kübra başın sağ olsun. Gelemedim kusura bakma!” Dedim bacağımı gösterip. Hıçkırarak ağlamaya başlayınca eliyle ağzını kapatıp yanımda ki koltuğa kendini bırakarak oturdu.

Ona ne demeliydim, nasıl teselli etmeliydim bilmiyorum. Benim şehit olan ilk arkadaşımdı Bora. Bir müddet ellerini yüzüne kapatarak ağlamasını bekledim.O seslice, ben sessizce ağladık. Zayıflamış, sanki on yıl birden yaşlanmıştı. Her zaman neşeyle gülen gözlerinin ışığı kaybolmuştu.

Gözlerindeki yaşları ince parmaklarıyla silerek yanımdaki peçeteyle yüzünü sildi. Zor çıkan sesini düzeltti.

“Geçmiş olsun Hamza! Kendine gelmene çok sevindim. Daha iyi misin? ” dedi derin bir nefes vererek. Zorla kendini toparlamaya uğraştı.  Iki elimi hafif havaya kaldırıp ” Daha iyiyim, sen nasılsın, Hafsa çiçeğim nasıl?” Dedim.

Acı bir tebessüm yerleşti yüzüne.

“Ben nasılım Hamza?
Ben senden daha bitkinim, Hafza dersen berbat. Her gece babamı istiyorum diye ağlıyor, sürekli huysuz, hiç bir şey yemiyor. Kendime bakacak halim yokken bir de Hafsa beni mahvediyor.” Dedi elini başına dayayarak.

“Dayanmak zor biliyorum ama kızın için dayanman gerekiyor Kübra.”

Sessizce başını salladı. Ben onun arkadaşı, can dostu değildim. Ama sıkıntı Bora oldumu, en iyi tanıyanlar olarak abi kardeş gibi dertleşirdik.
Ortak noktamız oydu. O kocasına kızardı, kırılırdı ama ben ona kıyamaz Bora’nın karşısında durur her zaman Kübra’yı savunurdum.

“Bora uzun süreli göreve çıkarken Hafsa ile vedalaşarak giderdi. Hafsa’da gelmediği gecelerde hiç böyle yapmazdı.

‘Allah’ım sen babamı, Hamza amcamı ve bütün asker amcalarımı koru’ diyip dua ederek uyurdu. Bu sefer giderken Hafsa uyuyordu. Bora uyuyan kızıyla usulca vedalaşarak gitti. Sanırım Hafsa ömür boyu babasına kırgın kalacak.” Derken göz yaşları hızlıca yanaklarından akıyordu.

“Büyüyünce geçer Kübra, özledikçe affeder babasını.” Dedim gözyaşlarımı silerek. Kübra’da göz yaşlarını silerek ayağa kalktı.

“Ben Eskişehir’e gidiyorum Hamza. Eşyalarımı almaya geldik. Ailem evde beni bekliyor. Seninle vedalaşmak istedim. “

Can dostumla birlikte kız kardeşim, emanetine sahip çıkamadan alıp gidiyordu demek.

“İyileşince Hafsa’yı görmeye geleceğim. Ikinize de dikkat et. Ne derdin olursa aramaya çekinme. Allaha emanet olun abisi.” Dedim en yürekten duygularımla.

“Görüşürüz abi, her zaman beklerim.” Diyerek odadan çıkıp gitti. Namahrem olmasa, olmayan kız kardeşim gibi ona sıkı sıkı sarılmak isterdim. Kardeşimin emanetinin yanında olup koruyup kollamak isterdim. Elimden geleni onlar için yapardım.

Ama…
Kocaman bir ama vardı arada. Benim kendimi toparlamam ne kadar sürecekti bilmiyorum.
Zaman ve sabır gerekiyordu, en çokta dua…
Derin bir nefes alarak yine bakışlarımı tavana diktim.

“Senden iyisi yok be Bora, en azından arkandan ağlayan bir eşin var. Benim o da yok, ben yine yetimim Bora gardaş.” Diyerek kendi kendime söylendim.

Ayşe’m!
Ya da artık sadece Ayşe!

Artık bu odanın kapısına bakmaktan yoruldum. Sana kırgın olsamda konuşmanın artık zamanıydı. Tamamen kapalı olan telefonu açarak bir dakika kadar bekledim. Bir çok mesaj ve aramalar ekrana düşmeye başlayınca sırayla onlara baktım. Ayşe vurulduğum gün mesaj atmıştı.

-Ben Antalya’ya seminere gidiyorum. Bir hafta oradayım. Grs.

Ben yaralandığımda Antalya da ise, duyunca ne yaptı acaba? Bunun cevabı şu anda ki halimizden belli değil miydi!
Tabii ki dönmemişti.

İsminin üzerine tıklayarak arayıp telefonu kulağıma koydum. Uzun uzun çalışların ardından cılız bir “alo” sesini duydum.

“Nerdesin Ayşe?” Dedim sakince.

Bir müddet sessiz kaldı.  ” Evdeyim!” Dedi buz gibi bir sesle. O anda yüreğim kaç parçaya bölündü bilmiyorum.

” Evdesin ve bir kez olsun ziyaretime gelmedin! Beni her hangi bir arkadaşın kadar da olsa sevmedin mi Ayşe!”

“Elbetteki sevdim ama sana söyledim; Yaralanırsan ben yokum. “

“Yoksun öyle mi! Önceden ne kadar vardın ki şimdi yoksun Ayşe! Tamam o zaman öldüm say.” Diyerek telefonu kapattım.

Olmuyordu, zorla evlilik yürümüyordu. Önce eşini seveceksin ki saygı duyman daha kolay olsun. Seni sevmekten vazgeçmiş, senin hiç bir fikrine saygısı kalmamış biriyle aynı evde yaşamak, mahkumlar gibi bir odada hapis kalmaktan beter.

Kapının tıklamasıyla içeriye girenlere baktığımda tugaydan silah arkadaşlarım gelmişti. Abimin yokluğunu aratmayan insanlar vardı hayatımda. Canımı emanet edebildiğim, canını emanet etmeye güvenen kardeşlerim vardı. Ben bu mesleği seçtiğim için bir kez olsun pişmanlık duymadım. Asla da duymacağım. Akşam kızıllığı camdan içeriye misafir olurken hayatımdan bir gün daha eksildi. Bu yatakta kaç günüm daha eksilecekti bilmiyorum. Sayarak bitmesinin güç olacağını biliyordum sadece.

Kapının açılmasıyla doktorum ve iki doktor daha girdi içeriye.

“Geçmiş olsun Hamza bey. Arkadaşımız beyin ve sinir cerrahisi uzmanı. Size durumunuzu anlatsın daha iyi olur. ” Dediğinde başım ile onayladım.

“Hamza bey adım Kadir Özgür. Bacağınızda sinir damarlarınız oldukça ağır hasar almış. İlk geldiğiniz günden bu güne kadar kendiliğinden toparlanmasını bekledik, duruma göre yeniden ameliyatına karar vereceğiz. Şimdi sizi emara götürecekler. Yarın sonuçlarınıza bakalım arkadaşlarla karar vereceğiz. Gerekirse yeniden bir operasyon yapabiliriz. ” Dedi.

Ne diyebilirdim ki! Sezsizce peki diyerek başımla onaylamaktan başka ne yapabilirdim.

“Kadir bey elinizden geleni yapın lütfen. Ben mesleğimi bırakıp evde oturamam.” Dediğimde yüzlerinde oluşan tebessüm duygu yüklüydü.

Odaya gelen hasta bakıcıların beni hazırlayarak sedyeye almasıyla koridora çıkarak emar odasına doğru gitmeye başladık. Elinde kağıtlarla koşturan insanlar. Ağlayanlar, tebessüm edenler, ağrıdan ayakta durmakta zorlanan hastalar. Her insanın kendine göre derdi vardı. Yüce yaradan taşıyayacağımız kadarını yüklerdi ya omuzlarımıza.

Yüreğinin gücünü bilmek istiyorsan omuzlarındaki yüke bakmalı insan.

Emar çekiminin ardından yeniden odama getirerek yatırıp gittiler. Benim bir eşim vardı ama ben yalnızdım.

En kötü gününde yanında olmayan eşinizin iyi gününde yanınızda olmasını ne kadar önemser insan.

Can kırıklarım battıkça sevgisi kalbimden akıp gidiyordu artık. Böyle merhametsizce davranmaya devam ederse içimde bir damla sevgisi kalmayacaktı, biliyorum.

Sıkıntı ve kabuslarla geçen gecenin sabahı nihayet olmuştu. Bu sıkıntıları düşünmeden sabır etmeye çalışıyordum. Yoksa bu uzun günler nasıl biterdi.

Hazal hemşire ve doktor odaya geldi.

“Hamza bey sizi yeniden ameliyata alacağız. Sinirlerdeki tahribatı biraz daha iyi hale getirince tam ve iyileşme süreciniz daha çabuk iyileşme gösterir.
Sizi bir saat sonra ameliyata alıyoruz, aşağıda görüşürüz.” Diyerek odadan çıkınca Hazal hemşire de çıktı. Yarım saatin ardından hasta bakıcı ve Hazal hemşire yeniden gelerek ameliyat önlüğünü giydirip sedyeyle beni ameliyathaneye götürdüler.

Bir çok koridordan geçerek ameliyathaneye girdiğimizde yanıma bayan doktor gelerek kaşlarını çatarak bana baktı. Bu kocaman ela gözleri daha önce nerede gördüğümü hatırlamasamda bir yerden tanıdık geldiği aşikardı. Elindeki dosyaya bakarak bana döndü.

“Hamza bey geçmiş olsun, siz geçenlerde ağır yaralı olarak gelen asker misiniz?”

“Olabilir. Bilmiyorum. “

“Daha iyi olduğunuza sevindim. ” dedi tebessüm ederek.

“Sağ olun.”

Bana bakmayı bırakıp yanımda duran Hazal hemşireye döndü. Bir anda ellerini aşağıya düşürerek yüzüne hüzün çöktü.

“Hazal! Tayinim çıktı.” Dediğinde Hazal kollarını açarak bir anda ona sarıldı.

“Berfu’m senden ayrılmak zor olacak ama senin ve Yağız için her şey daha iyi olacak inşallah. Burası seni perişan ediyor.” Dediğinde adının Berfu olduğunu öğrendiğim doktor biraz değişik yüz ifadesiyle başını yavaşça salladı.

Ameliyat için doktorun gelmesiyle Hazal hemşire vedalaşarak dışarıya çıktı. Berfu’nun yanında stajyer olduğu belli olan genç erkek çocuğuna söylediklerinden anestezi doktoru olduğunu anladım. Stajyer koluma tansiyon aleti, parmağıma kalp takip aleti ve anlamadığım bir çok aleti takıp narkoz miktarını söyleyerek kendisi hazırladı Berfu hanım. Elimin üstünde olan kelebeğe narkozu verirken bana bakarak” yirmiden geriye doğru sayınız lütfen.” Dedi.

“Ya hocam herkese sayı saymayı öğretiyorsunuz. Bu sefer değişiklik yapalım.” Diyen stajyer bana döndü.

“Abi sen bize sevdiklerinin isimlerini say. Hem ayılırken onların adını sayıklarsan sevinirler.” Dediğinde acı bir gülümseme peydah oldu yüzüme.
Sevdiklerim ben ayılırken beni duyacaklardı öyle mi!

Gözlerimi tavana diktim ve saymaya başladım.

“Hazreti Allah, Hazreti Muhammed (s.a.v) Vatanım, abim Ömer. Şehit kardeşim Bora.”

Yanımdaki herkesin dikkatlice bana baktığının farkındayım fakat bakışlarımı tavandan ayırmadım.

Bora’dan sonra Ayşe dilimin ucuna gelsede söylemedim. Önce dilimden sonra gönlümden çıkarmak için düşünceler kalbime yer edinirken artık onun adını dahi anmak canımı yakıyordu.

Bir anda gözlerim kapanırken kendimi derin uykuya bıraktım. Bütün gücümü, dualarımı bundan sonra iyileşip görevime dönmek için harcamayalım. Yalan dünyanın yalan sevgileriyle uğraşacak gücüm de niyetim de yok artık.

Gözlerimi odamda açtığımda akşamın karanlığı karşıladı beni. Bir de cama vuran sert yağmur taneleri. Başımdaki seruma baktığımda bitmek üzereydi ki içeriye Hazal hemşire girdi.

“Hamza bey uyandınız mı, nasılsınız, ağrınız var mı?”

“Yok iyiyim ama bana bey demesen abi yeterli.” Dediğimde gülümsedi.

“Tamam Hamza abi.” Dedi ve serumu çıkararak gitti.

Gözlerim kapalı ne kadar yattım bilmiyorum. Uyuyup uyanmak arasında geçen zamanın farkında değilim. Başımdaki sesle gözlerimi açtığımda yüzünün yarısı ve kolu bandajlı olanı tanımaya uğraştım.

“Komutanım ben Hasan.” Dedi.

“Hasan sende mi yaralandın?” Diyerek sordum.

“Sizden hemen sonra komutanım. Şarapnel kesiği oluştu yüzümde ve kolumda. Altı ay kadar düzelince yüzüme istersem estetik yapabilirlermiş. Sizi gördüğüme sevindim komutanım.”

“Bende aslanım bende seni gördüğüme sevindim. Otursana ayakta kalma. “

Yan tarafıma geçerek deri koltuğa oturdu.

“Komutanım bugün son kontrole geldim. Sizin ameliyatta olduğunuzu söyleyince görmeden gitmek istemedim.  Yarın memlekete gidiyorum. Ne zaman çalışma izini çıkar, ne zaman dönerim bilmiyorum. Hakkınızı helal edin Komutanım.”

“Helal olsun aslanım da benimde ne olacağım belli değil ki! Bacağımın durumuna göre bakacağım ama inşallah göreve dönerim. Takdir Allahın.” Dediğimde sıkıca sarıldık ve vedalaşarak gitti. Askerliğin yükünü gocunmadan çektiren sevgidir. Bir vatan sevdası, bir de canını emanet ettiğin kardeş sevgisi. Her işin zorluğu vardır ama vatanı savunmak demek canın cebinde gezmekten farkı yok. Ama şehitlik mertebesine ulaşmak demek iki dünyada da selamete ermektir ki yarabbim ölümümüzü şehit olarak nasip eylesin. Çektiğimiz bunca  sıkıntıların en güzelidir şehitlik makamı.

VATAN İÇİN ÖLMEKSE KADERİM, BÖYLE KADERİN ELLERİNDEN ÖPERİM.

MEHMET AKİF ERSOY

Tags:

Paylaş
18 Yorum
  1. 0674 10 ay önce

    bu hikayeye aramı verildi acaba uzun zamandır bölüm gelmiyor

  2. 0674 10 ay önce

    Yazarım bu hikayeye aramı verdiniz acaba

    • Yazar
      Erguvan_ 10 ay önce

      Hayır ama biraz yazma isteğim yok. Zoraki yazıp kitabı sisirmek istemiyorum. İlham geldiğinde hemen kisa da olsa ekliyorum. Yakında yeni bölüm gelecek inşallah. İlginiz için teşekkür ederim. En kısa zamanda görüşmek üzere

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account