IMG_20230311_133703

BÖLÜM 1 

  “Siz yetimsiniz!” “Sizin kimseniz yok!” “ Zavallılar!” Bağırmak istiyordum, konuşmak istiyordum ama yapamıyordum. Bir kadın gelip boğazıma yapıştı. “Sen annesiz, babasız çirkin bir varlıksın!” Nefes alamıyor, cevap veremiyordum. “Kimsen yok senin!” “Eziksin!” “Yapayalnız öleceksin!” 

  Ter içinde kalmış bir şekilde yatağım da doğruldum. Kesik kesik olan nefesimi düzene sokmaya çalışırken göz yaşlarımı tutamıyordum. Baş ucumda duran sürahiden bir bardak su içtim ve saatte baktım. Sabah beş de lanet bir rüya ile uyanmıştım. Kalkmama bir saat kalmıştı. Yataktan kalktım ve pencereyi açtım. Isparta’nın dondurucu soğuk havasında nefes almaya çalışıyordum. Sonun da nefesimi bir nebze normale döndürdüğüm de banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Tekrar odama gidip siyah pantolonumu giydim. Onun üzerine ise siyah kazağımı giydim. Kahverengi orta uzunlukta hafif dalgalı saçlarımı tarayıp salık bıraktım. Hafif bir makyaj yapıp mutfağa girdim. Bu arada ben Aslı, Aslı Arslan. Yirmi iki yaşında, savcı olmak isteyen, hukuk fakültesi öğrencisiyim.

  Kabuklarını soyduğum yumurtaları ekmeğin arasına koydum, üzerine biraz baharat ve tuz ekledikten sonra çayımla birlikte yemeğe başladım. Bir yandan kahvaltımı yapıyor, bir yandan bugün ki olan derslerimin kısa notlarına bakıyordum. Çayımdan bir yudum daha alacağım sırada kapım çaldı. Bu saatte kim demeden edemiyordum. Kapı deliğinden baktım ve kapıyı açtım. “Günaydın!” Yakın arkadaşım Selin gelmişti. “Kahvaltı yaparız diye düşünmüştüm ama sen çoktan başlamışsın…” Ona gülümsedim ve “Otur, sana da çay koyayım.” Bir bardakta ona çay koyduktan sonra yanına oturdum. “Çok kötü bir rüya gördüm Selin.” Selin elinde ki simitti masaya bıraktı. “Yine mi? Bu, bu hafta kaçıncı ya…” Diye sitem ederken derin bir iç çektim. “Sınavlar yaklaşıyor. Biliyorsun, stres bana iyi gelmiyor.” Elini elimin üstüne koydu ve “Her zaman yanındayım. Biliyorsun değil mi?” Gülümsedim. “Biliyorum…” “Hadi yavaştan çıkalım artık. İlk profesör manyağın teki biliyorsun.” Gülüşerek evden çıktık ve otobüs durağına doğru ilerledik. “Askerler ne kadar havalı ya…” Selin’in kurduğu cümleyle ona baktım. “Ne alaka şimdi?” derken yanımızdan geçen üç askeri gördüm.

  Biri bizim yaşlarımız da diğer ikisi ise kırklarında gibi görünüyordu. Yanımızdan hızla geçip gittiklerin de “Aceleleri olmalı…” dedim. Selin ise onlara bakakalmıştı. Otobüsün geldiğini gördüğüm de Selin’i dürttüm. “Hadi otobüs geldi…” Kartlarımızı basıp boş bulduğumuz bir yere oturduk. Selin, kulaklığıyla müzik dinlerken ben öylece yolu izliyordum. Rüyam bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Kimsesizdim, Yalnızdım doğruları söylüyorlardı. Yalnız ölmek… Belki de tek korktuğum şeydi bu… Gözüm Selin’e kaydı. O yanımdaydı, evet. Ama sonsuza kadar benimle olmazdı. Yolun sonunda tek başıma kalacaktım. Aslında önemli değildi, zaten anne ve babasının istemeyeceği kadar çirkin ve kötü bir kızdım ben. “Aslı geldik diyorum!” Selin’in seslenişiyle düşüncelerimden ayrılıp “Dalmışım…” diyerek ayağa kalktım. Otobüs durunca kampüse doğru ilerledik ve kartlarımızı okutup içeri girdik. “Daha derse var. Gel bir kahve içelim, içimiz ısınır.” “Sağ ol ya canım istemiyor.” Selin koluma vurup göz kırptı ve “Merak etme benden.” dedi. Cevabımı beklemeden kafeteryaya girdiğin de gülerek onu takip ettim. İçeri girdiğim de tanıdık bir kokuyla karşılaştım. Bir parfüm kokusuydu… Ama çıkartamıyordum. Sanki çok yakınlar da almıştım bu kokuyu. “Kahveler geldi…” Selin bir bardağı bana verirken ona teşekkür anlamında bir öpücük attım. “Haberleri gördün mü ya?” dedi Selin, biraz merak biraz da hüzünle. “Hayır, takip edemiyorum bu aralar. Ne oldu?” “Şu yağmacılar, köylerden sonra onlara karşı gelen hukukçulara, siyasete bulaşanlara saldırmaya başlamış. Bence bu iş söylenenden daha büyük.” Bu saçmalıktı. “Başımız belada yani?” “Aynen öyle.” “Umurumda değil. Orada burada ‘Özgürlükçüyüz’ deyip duruyorlardı. Ben fikrimi ifade edebilirim kimse de buna karışamaz. Kendi doğrularımın ve vatanımın arkasındayım.” dedim kendimden emin ve kararlılıkla. “Ya başımıza kötü bir şey gelirse?” “Korkuyor musun?” Derin bir nefes aldı. “Kendim için değil, sevdiklerim için korkuyorum.” Bir an benim korkacak kimsem olmadığı aklıma geldiğin de afalladım. “Korkma, bununda üstesinden gelinir. Hadi derse gidelim.” Kahvelerimizden son yudumlarımızı alıp, çantamızı toparladık ve sınıfa çıktık.

  Bir yandan hocayı dinleyip bir yandan not almaya çalışırken odaklanamıyordum. Rüyam ve Selin’in söyledikleri aklımdan çıkmıyordu. “Aslı, iyi misin?” Selin’in sessiz ve meraklı sorusuna gülümsemeye çalıştım. Masmavi gözleriyle bana bakıyordu. “Hastalanıyorum galiba. Kendimi iyi hissetmiyorum.” Selin endişeli gözlerle bana baktı ve “Diğer derslere girme istersen. Ben senin yerine not alırım.” “Teşekkür ederim.” Ders bittiğin de eşyalarımı topladım ve Selin’le vedalaştıktan sonra kampüsten çıktım. Telefonumdan saatte baktığım da saat akşam yediydi. Uzun süredir dersteydik ve kendimi çok yorgun hissediyordum. Açılmak için yürümeye karar verdim. Çok işlet olmayan bir sokağa girdiğim de havanın iyice soğuduğunu hissediyordum. Sanırım yürümek yanlış bir karardı. Çantamdan atkımı çıkartacağım sırada birinin hızla bana çarpmasıyla yere düştüm. “Dur lan!” Arkasından koşturan üç kişi gelirken bileğimin ne kadar acıdığını yeni yeni fark ediyordum. “Şahin, sen hanımefendiye bak! Korhan sen benimle gel!” Yanıma yirmi, yirmi beş yaşlarında biri çöktüğün de bunların sabah ki askerler olduğunu anladım. “İyi misiniz hanımefendi?” “İyiyim iyiyim sağ olsun. Siz işinize bakın.” Ayağa kalktı ve yere düşen atkımı eline aldı. Bana elini uzattığın da tuttum ve zor da olsa ayağa kalktım. Sol bileğim gerçekten çok acıyordu. “İyi görünmüyorsunuz…” “Hayır, hayır. İyiyim” dediğim sırada diğer iki adam da kaçan adamla birlikte gelmişti. “Sorun var mı Şahin?” Konuşacağım sırada adını yeni kavradığım asker konuşmaya başladı. “Hanımefendi bileğini burkmuş sanırım, basamıyor.” Hemen itiraz ettim. “Hayır hayır, gerçekten iyiyim ben.” “Şahin, diğer arabayı al ve hanımefendiyi evine bırak.” “Emredersiniz komutanım!” “Bakın hiç gerek yok. Ben bir taksi bulur giderim. Diğerinden biraz küçük olduğunu düşündüğüm adam konuşmaya başladı. “Bacım hem saat geç oldu. Şahin seni bıraksın. Hadi Şahin.” “Emredersiniz komutanım!” Çantamı omuzuma taktım. İki komutan da yanlarında ki adamla ilerlerken ayakta zor durduğumu fark ettim. Şahin, elinde ki silahı beline koydu ve nazikçe kolumdan tutup “Bu taraftan…” diyerek beni yönlendirdi. O an fark ettim ki kampüste aldığım koku Şahin’e aitti. “Niye o adamın peşindeydiniz?” “Size verebileceğim tek cevap anladığınız üzere o adam kötü biri. Gizli bir iş bu. Sizinle paylaşamam.” Başımı anlayışla salladım ve “Anladım.” dedim. Sonunda siyah bir arabanın yanına yaklaştığımız da yavaşça ön koltuğa oturdum. Bileğim gerçekten çok ağrıyordu. Araba hareket etmeye başladığın da Şahin sessizliği bölüp konuşmaya başladı. “Kötü çarptı, bir acile gidelim isterseniz?” Aslında olabilirdi ama onu daha fazla meşgul etmek istemiyordum. “Teşekkür ederim ama gerek yok. Siz şuradan sağa girin.” “Peki, siz öyle diyorsanız…” dedi ve sağda ki sokağa girdi. 

  Gözlerim arabayı incelerken bir telsiz gördüm. Ne kadar zor, ne kadar tehlikeli işleri vardı. Hayatları hep namlunun ucundaydı. “Burası…” dediğim de apartmanın önündeydik. Arabadan inip “İyi geceler, teşekkür ederim.” dedim. “Ne demek, iyi geceler.” Kapıyı kapattım ve apartmana girdim. Eve girdim ve oturma odasına eşyalarımı bırakıp ışığı açtım. Pencereye yaklaştım ve gidip gitmediğine baktım. Daha yeni gidiyordu. Gitmek için eve girip ışığı açmamı beklemişti… Zar zor mutfağa gittim ve buzluktan buz alıp tekrar oturma odasına geçtim. Koltuğa uzandım ve buzu bileğimin üstüne koydum. Başımı arkaya doğru attım ve gözlerimi kapattım. Bugün çok yorulmuştum. Yorgunluk, bütün bedenimi sarmaya başladığın da olduğum yerde öylece kalmıştım…

  Sabah gözlerimi açtığım da bileğim hala ağrıyordu. Koltukta doğrulduğum da belimin de ağrıdığını hissetmiştim. Koltukta uyuya kalmaktan bu yüzden nefret ediyordum. Bu halde okula gidemezdim. Ne yapacaktım ben? Çarpa çarpa beni bulmuştu bu adam da. En iyisi hastaneye gitmekti. Hazırlanacak halim yoktu. Saçlarımı at kuyruğu yaptım. Kabanımı giyip atkımı takacaktım ki atkımı koltukta bulamadım. Bir bu eksikti derken aklıma dün Şahin’in arabasın da kaldığı geldi. Telefonumu çantama koydum. Zor da olsa botlarımı giydim ve anahtarı alıp evden çıktım. Sabah saat altıydı ve etraf gece gibi karanlıktı. Resmen topallayarak ilerliyordum. Önümde ki ilk sokaktan döndüğüm de bir çığlık sesi duydum. Ne oluyordu böyle sabah sabah? Korkuyla ilerlediğim sırada görmemem gereken bir şeye şahit olmuştum. “Ne olur yardım et bana! …” Bir kadının feryadı ve bana bakan iki adam. Ona yardım etmeliydim ama bunu tek başıma yapamazdım. Yardım çağırmalıydım! “Tut lan şunu! Gördü her şeyi.” Bir adam bana yaklaşırken hızla arkamı dönüp koşmaya başladım. “Yakala şunu! Ben bunun işini bitirip geliyorum.” Öldüreceklerdi! Onu da beni de öldüreceklerdi! Arkamda ki adam bana yaklaşırken ayağımı zorlayıp koşmaya çalışıyordum. Beni saçımdan tuttu ve yere fırlattı. Önüme düşen saçlarımı kaldırıp ona baktım. “Güzel kızsın ama görmemen gereken her şeyi gördün bugün.” Silahını çıkarttı ve anlıma dayadı. Sırıtarak “Tüh, senin de sonun böyle olacakmış…” dedi. Hırs ve sinirle “Uzatma da öldüreceksen öldür!” dedim. Sinirle burnunu çekip silahı anlıma iyice bastırdığın da gözlerimi kapattım. Daha annemi, babamı bulamamıştım. Daha savcı olamamıştım. Daha… Derken bir silah sesi duydum. “Hanımefendi iyi misiniz?” Duyduğum bu tanıdık ses bana yaşadığımı söylüyordu. “Ben, ben ölmedim mi?” “Hayır, hayır. Su verin bir tane!” “Komutanım, ileri de bir kadın cesedi bulduk.” Bu Şahin’di. Ölmüştü, öldürmüştü onu. Yardım edememiştim… Bana uzattıkları şişeden bir yudum aldım. “Adamlardan biri bu muydu?” Diyerek bana bir fotoğraf gösterildiğinde doğruladım. “Evet buydu. Ben bileğim için hastaneye gidecektim. Bu sokağa döndüğüm de o kadına saldırdıklarını gördüm. Yardım çağırmak için kaçtım ama beni yakaladı. Siz yetişemeseydiniz beni de öldüreceklerdi…” “Tamam siz sakin olun. Şahin, Ahmet siz hanımefendiyi hastaneye götürün sonra da karakola getirin ifadesi alınsın.” “Emredersiniz komutanım!” “Gel bacım…” Diyerek beni kaldırdılar ve iki koluma da girerek beni arabaya götürdüler. Hastaneye gidene kadar o kadının çığlıkları aklımdan çıkmamıştı…

  “Şuraya bir imza atın.” Hastaneden çıkmış, ifademi vermiştim. “Yüzbaşım, Aslı Hanım artık tehlikede. Karşılaştığı adamlar bizim de sizin olduğunuz gibi uzun zamandır takipte olduğumuz ‘Kartal’ lakaplı Erdal Atmaca.” “Doğru söylüyorsunuz Teğmenim. Aslı Hanım’ı bir süre korumaya alalım.” “Nasıl yani?” Diyerek konuşmaya atladım. “Aslı Hanım karşılaştığınız kişiler ülkeyi savaşa çekmeye çalışan yağmacıların komutanının sağ kollarından biriydi ve siz onları gördünüz. Birini öldürdük ama diğeri peşinizi bırakmayacaktır. Bir süre dışarı çıkmamanız, bizi korumamız altında olmanız sizin için daha güvenilir olur.” İtiraz etmeye ne hakkım ne de durumum vardı. “Peki komutan.” diyebildim sadece.

  Sadece isimlerini bilmekle yetindiğim üç askerin yanında dört askerle birlikte arabadan indim. Derhal eve çıkmamı kapıya iki kişi bırakacaklarını söylediklerin de ikiletmeden dediklerini yaptım. Zaten zor bir işleri vardı daha da zorlaştırmak istemiyordum. Hastaneden verdikleri kremi sürüp üzerine buz koyduğum da ağrısı yavaş yavaş geçiyordu. Ama hala tam anlamıyla basamıyordum. Selin’e her şeyi anlattığım da yanıma gelmek istemişti ama ben bunun tehlikeli olduğunu düşündüğümden ona izin vermemiştim. Aklımda sürekli o kadın vardı. Başaramamıştım, kurtaramamıştım onu… Ne istiyorlardı ondan? Perdemi aralayıp camdan dışarı baktığım da Şahin ve tanımadığım başka bir askerin sohbet ettiğini gördüm. Acaba o gün Şahin neden kampüsteydi? Sormadan öğrenemezdim… Ama ne diyecektim ki? “Ben senin parfümünün aynısını kampüste kokladım da orada mıydın?” mı diyecektim? Söyleyince bile garipti. Hem değildi belki. Ayrıca bana neydi yani? Asker sonuçta belki komutanlarıyla birlikte gelmişti. Hava da soğuktu ya… Kapı da öylece soğukta bekliyorlardı. Yeni demlediğim çaydan onlara da koymak için iki çay bardağını doldurup tepsiye koydum. Şeker de koyup evden çıktım. Beni gördüklerinde tanımadığım asker “Bir sorun mu var Aslı bacı?” “Hava soğuk. Çay yapmıştım da size de getirdim.” Şahin hemen tepsiyi elimden alıp basamağa koydu. “Sağ olun.” “Ya bacı valla sağ ol ya. Hava nasıl soğuk var ya uff…” Kıkırdadığım sırada Şahin askeri dürttü ve “Oğlum ne boş boğazsın be…” dedi. Sonra bana döndü ve “Siz içeri geçin, elinize sağlık.” “Afiyet olsun…” dedim ve arkamı dönüp eve girdim. Yaklaşık on dakika sonra kapım çaldığın da koltuktan kalktım ve kapı deliğinden baktıktan sonra kapıyı açtım. “Tepsi ve bardakları getirdim. Tekrar elinize sağlık…” Şahin’in uzattığı tepsiyi aldım ve “Afiyet olsun.” Dedikten sonra kapıyı kapattım. Tepsiyi mutfağa koyup televizyonu kapattım ve odama gidip üstümü değiştirdikten sonra yatağa uzandım ve beni içine çeken uykunun kollarına bıraktım kendimi…

  Gözlerimi açtığım da gözlerim ilk kez gördüğü bu yerin neresi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Burası benim evim değildi. Burası, burası uzun süredir kullanılmayan bir depoya benziyordu. Ayağa kalkmak istediğim de bir sandalyeye bağlı olduğumu fark ettim. Neler oluyordu böyle? Ben neden buradaydım? “Sonunda uyanmışsın… Bir an öldün sandık.” Yüzünde maske olan bir kadın ve ellerinde silah olan iki adam bana doğru geliyordu. Korkuyordum ama onların önünde daha da aciz görünmek istemiyordum. Sesimin titremesini engellemeye çalışarak “Siz kimsiniz?” diye sordum. Yüzü maskeli kadın karşıma geçti ve yüzüme doğru eğildi. “Biz senin ve o yanında ki askerlerin eceli olacak kişileriz.” “Bırakın beni! Ben size bir şey yapmadım!” Bir anda saçlarımı eline doladı ve çekmeye başladı. “Aslı Arslan. Süleyman Demirel Üniversitesi hukuk fakültesi son sınıf öğrencisi. Hakkında ki her şeyi biliyoruz. Bize karşı geldiğini de.” Başım büyük dertteydi. Saçımı bırakıp arkasında duran iki adama “Şunun videosunu çekip komutana yollayın!” “Emredersiniz!” 

  İki adamdan biri eğildi ve önüme düşen saçlarımı arkaya attı. “Beni hatırladın mı küçük hanım?” Kahretsin! Bu o kadını öldüren adamdı. “Şerefsiz!” dedim tiksinircesine. “Vay, kelime de biliyoruz.” Resmen benimle eğleniyordu. Başka bir adam arkama geçip ellerimi daha sonra da ayaklarımı çözdü. “Kamera hazır mı?” “Hazır.” Bir anda beni yere attılar ve vurmaya başladılar. Karnıma, bacaklarıma her yerime vuruyorlardı. O maskeli kadın tekrar gelip kameranın önüne geçti. “Eğer yüzbaşı Mert Avcı bölge de yapılan her türlü saldırıyı üstlenip istifa etmezse bu kız ölür. Size üç saat müsaade.” dedi ve kamerayı kapatıp çıktı. Diğer iki adam da onu takip ettiğin de bayılmak üzereydim. Üç saat demişti. Umarım yüzbaşı dediğini yapmazdı. Ben ölsem de olurdu. Umarım ya beni kurtarırlardı ya da denileni yapmazlardı. Ağızımdan akan kanı sildim. Nasıl kurtulacaktım ben? Yaşamla ölüm arasın da sadece üç saatim vardı. Erdal atmaca denilen adam tekrar geldiğin de elinde bir bomba olduğunu gördüm. “Hem yüzbaşı istifa edecek hem sen öleceksin. Sadece biz kazanacağız.” dedi ve bombayı koyup çalıştırdı. On dakika vardı. Burada kalmıştım. Ölecektim buraya kadardı…

  Zaman ilerliyordu ama hala gelen giden yoktu. Beş dakikam kalmıştı. Artık kendimi tutamıyordum. Ağlamaya başlamıştım. Hiç böyle olacağını düşünmemiştim. Ölümümün böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Üç dakika kalmıştı. Silah sesleri gelmeye başladığın da olduğum yerde doğrulmaya çalıştım. Silah sesleri azalmaya başladığın da iki dakikadan az vaktim kalmıştı. Buraya kadardı, artık çok geçti. Bir anda kapı açıldı o maskeli kadındı. Bir anda silahı bana doğrulttu ve ateş etti. Karnıma isabet eden mermi beni doğrulduğum yere tekrar düşürmüştü. Kadın ve yanında ki adam kaçtığın da gözüm bombaya kaydı. Bir dakikam kalmıştı. Bomba patlamasa bile muhtemelen kan kaybından ölecektim. Tekrar kapı açıldığın da gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. “Komutanım burada!” “Korhan bombaya bak! Barış Aslı’ya bak!” gelmişlerdi, bulmuşlardı beni! “Ölecek miyim?” dedim zar zor. İsminin Barış olduğunu öğrendiğim daha öncede Şahin ile birlikte çay ikram ettiğim adam eliyle yarama baskı yapıyordu. “Sık dişini kurtulacaksın!” “Etraf temiz komutanım!” Şahin’de gelmişti. “Korhan hadi durdur artık şu bombayı!” Gözlerimi kapatmamak için direnirken üşüdüğümü hissediyordum. “Durdu komutanım!” ne güzel bomba durmuştu, benden başka kimse ölmeyecekti. “Barış durum ne?!” “Komutanım acil hastaneye yetiştirmemiz gerekiyor!” Gözlerim artık dayanamayıp kapandığın da Barış’ın bir sargı bezini yarama bastırdığını hissediyordum. “Korhan sen arabayı hazırla! Barış, Şahin siz Aslı’yı alın. Hadi çocuklar çıkıyoruz!” birinin beni kucağına aldığı hissettiğim son şeydi. “Hadi…” kelimesi ise duyduğum son sesti. Bilincim yavaş yavaş beni terk ediyordu. Ölmek böyle bir şey miydi? Daha yapmak isteğim çok şey vardı. Rüyam haklıydı, yalnız ölüyordum… Kimsesiz bir şekilde ölüyordum… Bugün benim son günümdü…

Tags:
Paylaş
0 Yorum

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account