Bir tek sanat, toplumun bütün bireylerini aynı hizaya getirir.
Simitçi Çocuk
-Simit, taze simit.
Şehrin akıp giden kalabalık caddesin de bu sesi bir tek ben mi duyuyordum? Küçük bir çocuğun sesiydi ve seste inanılmaz bir utanma hissi vardı.
‘’simit’’ derken, ses ince ve gayet yüksek çıkıyor, fakat devamında ‘’taze simit’’ derken, yavaş yavaş kalabalığın gürültüsü için de kaybolup gidiyordu.
Yaprakları dökülmüş çınar ağaçlarının ortasından geçen geniş yürüyüş yolu kalabalıktı. Şehrin merkezi olan kalabalık caddenin yürüyüş yolunun her iki ucunda, çevredeki ilçelere ve köylere yarım saatte bir servis çeken minibüs durakları bulunmaktaydı. Korna çalarak hızla duraklara yaklaşan minibüsler, kalabalığın ortasın da kapılarını açıyor, kapıları açılan minibüslerin içi birbirini iten yolcularla dolup taşıyordu. Biraz sonra duraklarda azalması beklenen yolcular, caddeden durağa akın eden insan seliyle yeniden kalabalık gruplar halinde, binecekleri minibüsleri bekliyorlardı..
Yan yana sıralanmış duraklar, günün en yoğun olduğu zamanlarını, belki de bu saatlerde yaşıyorlardı…
Bir tarafta, ellerinde poşetleri ile evlerine yetişmek için aceleyle duraklara yürümeye çalışanlar insanlarin telaşı ve yorgunluğu görünmekteydi.
Bir tarafta ise, bunca telaşın ve koşuşturmanın arasında küçük çocukların sevinç çığlıkları duyulmaktaydı. Kulağında kulaklığı ile akşam yürüyüşü yapmak için belli bir ritimle yürüyenler, sanki çevrelerinden akıp giden telaşlı kalabalığın farkında değillerdi. Yüzlerindeki gülüşlerini tebessüme ve kahkahaya bırakan, ele ele dolaşan çiftler ya da sevgililer, belki de hatıralarında güzel bir anı olarak kalan, mutlu zamanlardan birini yaşıyorlardı. Yürüyüş yolunun, yol boyunca uzanan çınar ağaçlarının altında, bazı müzik aletleri çalan gençler ve onları dinleyen küçük bir grup görünmekteydi. Grubun içindeki bazı kimseler, çalınan müziğin şarkısına eşlik ediyor ve abartılı alkışlarla birbirlerini kutlayıp gövdelerini geri yaslayarak gülüyor, kahkahalar atarak, eyleniyorlardı.
Beyaz montlu, kamburu çıkmış, kaşlarının uzayan kılları neredeyse gözlerine giren, uzun sakallı ve kısa boylu yaşlıca bir adam önümde durmuş, uzun uzun, sanki bir şey söyleyecekmiş gibi bana doğru bakmış ve sanki söyleyeceği şeyden aniden vazgeçerek ağır ağır arkasına bakmadan yoluna devam etmişti.
Büyük apartmanların duvarları dibine açılmış Seyyar satıcıların tezgahları, lazım olan ya da olmayan bir sürü eşya ile doluydu. Küpeler, kolyeler, çakmaklar, bileklikler, saatler, fare ilaçları, kemerler. Sonra; yara bantları, tornavida setleri, tıraş köpükleri, metreler ve bunların arasına, sağına soluna sıkıştırılış tuhaf eşyalar bulunmaktaydı. Tezgahları dolduran tüm bu eşyalar, yanından geçen insanları bir süre kendilerine baktırıyor ve çoğu kez etraflarında toplanan küçük kalabalıklarin oluşmasına sebep oluyorlardı.
Cadde esnafının açık olan dükkanlarının içinden caddeyi dolduran müzik sesleri, minibüs durağından caddeye uzanan kesik kesik korna seslerine karışıyordu.
Güneş batmak üzereydi. Yüksek binaların arasından görülebildiğim kadarıyla gökyüzü kızıla boyanmıştı. Başımı kaldırıp baktığımda birkaç martının ağır ağır Marmara denizine doğru kanat çırptıklarını görmüştüm.
Birbirine yakın, kızıla boyanmış birkaç küçük bulut, binaların çatısına doğru yavaşça akmış ve biraz sonra gözden kaybolmuştu.
Yan yana dizilmiş, birbirine bitişik binaların ön cephelerini kapatan büyük çınar ağaçlarının dallarında, görünmeyen fakat kalabalık bir koro halinde kesik kesik ötüşen kuşlar, biraz sonra bulundukları ağaç dalından kalkıyor, kalabalık bir grup halinde, hızla diğer ağacın dallarına konuyor ve tiz sesleriyle birbirlerine bağırır gibi öterek, cıvıltılar çıkarmaya devam ediyorlardı.
-Simit, taze simit.
Büyük bir çınar ağacının dibinde oturduğum ahşap, fakat üzerin de ki cilası aşınmış ve üzerine bir takım harf ve şekillerin çizilmiş olduğu banktan başımı geriye çevirerek bakmış, fakat simitçiye dair hiçbir şey görememiştim. Etrafı bir müddet izlemiş ve önümde telaşla akan kalabalığı seyretmeye devam etmiştim.
Arkamdan, küçük bir kız çocuğunun kulaklarımı tırmalayan tiz çığlığını duymuş, tekrar başımı çevirip geri doğru bakmıştım. Durağa doğru akan kalabalığın arasında, küçük bir kız çocuğunun annesinin elinden kurtularak, yan yana dizilmiş çeşitli Banka Atm’lerinin sağında bulunan simit tezgahına doğru kollarını uzatarak koştuğunu görmüştüm.
Sırtını yaslandığı beyaz duvarın önünde, kara bir leke gibi duran simitçiyi o an fark etmiştim. Tezgahının arkasında herkesten ya da her şeyden saklanıyor gibi bir tavrı vardı. On bir yaşlarında görünüyordu. Yere, kaldırım taşının üzerine oturmuş, dizlerini karnına çekmiş, kollarını ayak bileklerine sarmış, çenesini dizlerinin üzerine koyarak önün de belli belirsiz bir noktaya dalgınlıkla bakıyordu.
Simitçi, tezgaha doğru koşan kız çocuğunu fark ettiğin de, oturduğu yerden doğrulur gibi olmuştu. Tezgaha koşmakta olan kız çocuğunu bileğinden yakalayan annesi, çocuğunu vehim bir felaketten kaçırır gibi tezgahtan uzaklaştırmaya çalışıyor ve tiksintiyle simitçi çocuğa doğru bakıyordu. Küçük kız çocuğu, boşta kalan elini tezgahın üzerinde üst üste dizili olan yuvarlak simitlere doğru uzatiyordu. Fakat annesi, inatla çocuğunu sürüklercesine kendine doğru çekmeye çalışırken, kız çocuğu bağırıyor ve tiz, cırtlak sesi caddede bulunan her şeyin sesini bastırıyordu.
Bir süre sonra, küçük kızın bağırışları kalabalığın arasında kaybolup gitmişti.
Gezici Tır Tiyatrosunun etkinliği için gelmiştim bu şehre. Birkaç saat sonra yeni açılacak olan bale binasının açılış programında görev alacaktım. Açılışta, Tiyatro ekibimizle bale sahnesine çıkacak ve birkaç skeçle izleyen protokolü güldürecektik. Alışık olduğumuz bir programdı. Meddah sahneye çıkacak, tellal fermanlar okuyacak, davulcu davulunu çalacak ve Nasrettin Hoca; göle maya çalmaya gitmek için sahneye çıkıp köşe bucak kaybolan eşeğini arayacak, çaresizce seyircilere soracaktı.
Simitçi çocuk, az önce yaşanılan olayın şaşkınlığıyla, ellerini simit tezgahına uzatan fakat annesi tarafından sürüklenircesine uzaklaştırılan küçük kız çocuğunun gittiği yöne doğru başını eğerek uzun uzun ve hayretle baka kalmıştı. Tekrar önündeki kalabalığa doğru dönerek, sanki az önce yaşanılanları unutmak için;
‘’Simit, taze simit’’ diye bağırmıştı.
Simit Tezgahının üzerinde bulunan metal sini de üst üste dizilen simitler akşam üzeri olmasına rağmen çoktu ve satılmamıştı. Belki de biraz sonra hava kararacak ve simitçi çocuk tezgahının üzerinde bulunan simitleri fırına iade etmek zorunda kalacaktı.
Yan yana dizilmiş Banka Atm lerinden para çekmek için işlem yapmakta olan yaşlı bir adam göründü. Önündeki atm ekranına bakarak birtakım işlemler yapıyor ve başını yana çevirip göz ucuyla çaktırmadan simitçiye çocuğa bakıyordu.
Yaşlı adam, çektiği paraları hızlıca sayarken, arkasını simitçe çocuğa dönüyor ve gözlerini saydığı paralardan kaldırarak sürekli etrafına bakıyor ve sonra yine paralarını aceleyle saymaya devam ediyordu. Saydığı paraları ceketinin iç cebine koyan yaşlı adam, etrafına bakarken elini ceketinin dışından paralarını koyduğu yere doğru dokunduruyor, sanki orada olduğundan emin olmak istiyordu…
Simit tezgahına doğru birkaç adım atmıştı ve bedeninin ağırlığını bastonuna vererek simit tezgahının önün de durmuştu.
Simitçi çocuk, tezgahın üzerinde bulunan simitlerin halkalarını parmaklarıyla sıkan ve tazeliğini kontrol eden yaşlı adamı fark ettiğinde, heyecanla ayağa kalkmış, üstünü elleriyle silkelemiş ve sarı kazağının sağını solunu çekiştirerek düzeltmeye çalışmıştı. Yaşlı adam, simitleri kontrol etmeyi bırakarak kasketini düzeltmiş ve simitçi çocuğa birkaç soru sormuştu. Çocuk, sorulan sorular karşısında başını mahcup bir şekilde önüne eğmişti. Yaşlı adam elindeki bastonu simit tezgahının ahşap ayaklarına birkaç kez vurarak bir şeyler söylemiş ve yoluna devam ederek önünden, sağından, solundan bir sel gibi akan kalabalığın arasına karışmıştı.
Simitçi çocuk, bastonundan destek alarak ağır ağır uzaklaşmakta olan yaşlı adamın peşinden bir süre bakmış ve tekrar kaldırıma, yere oturmuştu. Bu kez çenesini dizlerinin üzerine koymamıştı. Bedenini sağa doğru yatırmış ve elini sol cebine sokup, cebinden küçük ve ağzı bağlanmış bir poşet çıkarmıştı.
Poşetin düğümünü parmaklarıyla açmaya çalışmış, bu mümkün olmayınca gözleriyle çevresine çekinerek bir müddet bakmış ve poşeti ağzına götürerek dişleriyle sıkışan düğümü gevşetmiş ve açmıştı.
Poşetin indeki bozuk paraları avuçlarına dökerek saymaya başlamıştı. Önünden hızla akıp giden kalabalığın farkında bile değildi. Bütün dikkati, bir avucundan diğer avucuna bıraktığı bozuk paralardaydı.
Caddenin diğer başından iki güvenlik görevlisi ve arkalarından onları takip eden 3 zabıta, duvar diplerinde kurulan seyyar satıcıların tezgahlarının önünde duruyor, kısa bir konuşmadan sonra diğer seyyar satıcıların tezgahlarına doğru yürümeye devam ediyorlardı. Az önce önlerinde durup konuştukları seyyar satıcılar, canları sıkılmış bir vaziyette, suratlarını asarak, el çabukluğuyla tezgahlarını toplamaya başlıyorlardı.
‘’Eyvah’’ diyerek, telaşla oturduğum banktan kalkmıs, simitçi çocuğun simit tezgahına doğru yürümeye başlamıştım.
Güvenlik görevlileri simitçi çocuğun simit tezgahı önünden geçerken yavaşlamışlar, avuçlarındaki bozuk paraları saymakta olan küçük çocuğa bakmışlar ve çocuğun yanına uğramadan yollarına devam etmişlerdi. Onları arkalarından takip eden zabıtalar, simit tezgahının önünden geçerken durmuşlardı. Birkaç adım önlerinden yürüyen güvenlik görevlisi simit tezgahı önünde duran zabıtalardan birinin kolundan tutarak çekmiş ve ‘’hadi abi, bırak kalsın biraz daha’’ demiş ve bir sonraki tezgaha uğramak için yollarına devam etmişlerdi.
Simitçi çocuk gitmekte olan zabıtaları fark ettiğinde heyecanla oturduğu yerden kalkmış ve ayağa kalkmasıyla avucundaki paraların bir kısmı yere dökmüştü.
Tezgahın önündeydim, yere dökülüp etrafa saçılan bozuk paraları telaşla toplarken o nu izliyordum. Bozuk paralardan biri düştüğü kaldırımın üzerinde yuvarlanmış, simit tezgahının ayaklarının arasından yalpalayarak geçmiş ve ayakkabımın ucuna çarparak olduğu yerde birkaç tur atmış ve yere düşmüştü.
Simitçi çocuğun simitlerini alarak, kalan simitlerin de hızlı bir şekilde satılmasını sağlayan sözde yardımsever vatandaş o çocuğa bilmeden nasıl bir kötülük yaptığının farkında mıdır acaba? Hiç sanmam… o yüzü pis, küçücük yaşında bu b… hayatI ucundan yakalamaya çalışan Simitçi çocuk bundan sonraki geçirdiği her günde bugünün tekrarını yaşamayı bekleyecek. Biri çıkıp gelsin, tüm simitlerimi alsın beni mutlu etsin diye binbir umutla hiç yılmadan usanmadan bekleyecek. O günkü tarifsiz mutluluğun yerini yavaş yavaş öfke ve kızgınlık alacak. Kendisini görmeyen , simitlerini satın almayan hatta onu gülüp eğlendirmeyen tüm insanlara karşı yaşadığı hayal kırıklığının sebebi olan o sözde iyi yardımsever vatandaş ise hayatına bir şekilde dokunduğu o çocuğun hayatında nasıl kocaman bir boşluk yarattığının hiçbir zaman farkında olmadan kendi kalabalık süslü hayatına geri dönecek.
Çıkarılması gereken bir çok ders niteliğinde bir öykü olmuş. Emeğinize sağlık
Hayatin koşuşturmasinda fark edemediğimiz hayatlardan birine ne güzel bir dokunuş. Çocuklar gülmek için varlar.