sakakusu

1. Bölüm / Tanışma

Serendipity ~

-Bu kelimenin çevirisi nasıl yapılırsa yapılsın aslında tam olarak açıklanabilir değildir. Kaba bir tabirle “Tesadüf” anlamına gelmektedir. Daha farklı çevirilerinde ise “Hoş tesadüf”, “Beklenmedik anda gelen mutluluk verici kaza” gibi ifadelerle anlatılmaya çalışılır. Türk Dil Kurumundan ve farklı sözlüklerden “Birbirine uyma, Uygun gelme, Zarif bir şekilde uyum içinde olma” ve “Anlamlı, bilgece amaçlarla birbirine yakışma ve birbiriyle ilintili olma” anlamları verildiğini görürüz.-

Belkide aşk gibi ~

? MFÖ – Aşkın Kenarından

? Hoşgeldiniz, Keyifli Okumalar

Gözlerinin içine bakarak, “Söylediğim şeyleri anlamıyor musun? Uyardım değil mi? Bu şekilde davranamayacağını, sana kaç defa açıkladım.” diyerek üstüne yürümeye başladığım da o da geri geri gitmeye başlamıştı.

“Artık bunu daha fazla görmezden gelmeyeceğim.”

Cam ofiste herkesin gözü önündeydik. Bu diğer cam ofisler gibi değildi. Diğerleri dıştan içeriyi göstermiyordu fakat bu apaçık her şeyi gösteriyordu. Umurumda mıydı? Asla. Karşılıklı duruyorduk, birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk fakat o asla konuşmuyordu. Derdi neydi? Bir şeyler söylemesi gerekmiyor muydu? Bir aydır bu şirketteydik ve hiçbir şekilde işlerimizi yürütememiştik. Bu yetmezmiş gibi bir de beyefendinin bana karşı yaptığı tavırlar vardı. Sanki gerçekten sevgilisiymişim gibi kendince bir hallere girmişti. Tüm ay boyunca onu uyarmaktan sıkılmıştım ve artık bugün yaptığı şeyden sonra dayanacak gücüm kalmamıştı. Beni çığırımdan çıkarıyordu. İşi yürütemeyecektim. Bu adam yüzünden bu iş yürümeyecekti. Şimdi yapacağım şey hiç yakışık kalmayacaktı, birçok kişi belki de bunu görecekti biliyordum ama yine de topuklu ayakkabılarımla bacağına bir tane geçirdim.

“Ahh..” diye sızlanıp bacağını tuttuğunda bende bu görüntü karşısında kendimi tutamadım ve güldüm. Bir an gözüme çok komik görünmüştü. Gülüşümü duymasıyla kafasını bana çevirmesi bir oldu. Sanırım bu durum sadece benim için komikti. Çünkü onun suratında hiç eğlenir gibi bir hal yoktu.

Tam geri bir adım atacağım sırada, nasıl olduğunu anlamadığım bir anda, bileğimi kavrayıp, beni çevirdiği gibi sırtımı göğsüne yasladı. Bu yaptığı neydi?

Ben tüm sıcaklığını sadece sırtımda değil tüm vücudumda hissederken o sert sert nefesler alıp veriyordu. Bu durum göğüs kafesimde normal olmayan bir hareketlenmeye neden oldu. Çok fazla yakındı. Bu temas doğru hissettirdiği kadar doğru değildi. Kokusu burnumu istila etmeye başladığında sanki en tatlı sabahlarla, en keyifli akşamların karışımı gibi bir haz aldım. Hayat gibi kokuyordu. Aklımı karıştırıyordu. Hemen ayrılmalıydık. Elinden kurtulmak için çırpınmaya başladım. O ise tuttuğu bileğimi karnıma iyice yapıştırıp tutuşunu sıkılaştırdı. Kafasını saçlarıma yaklaştırıp,

“Ben de sana davranışlarım konusunda hesap vermeyeceğimi söylemiştim.” diyerek derin bir nefes alıp iyice yanaştı. “Bu oyun devam edecek ve sen de bu davranışlarıma katlanacaksın.”

Davranışları artık katlanılacak gibi değildi. Biz gerçekten sevgili değildik. Bu bir oyundu. Bunu biliyordu. Yavaşça burnunu boynuma değdirip daha derinden bir nefes aldı. “Şimdi bacağıma vurmanın hesabını vermen gerekiyor.” diyerek erkeksi bir gülüş sergiledi. “Ne yapsak?” bunu bana sormuyordu kendi kendine düşünür gibi söylemişti. Ne yapacaktı ki? Sıkı tutuşunu bir an olsun gevşetmeden “Hadi beni herkesin görebileceği bir yerde öp.” dedi.

~ Bir ay önce pazartesi sabah 07.00 suları…

Bazı beklenmedik durumlar aslında tüm hayatımız boyunca beklediğimiz şeyler olabilir. Farkında değilizdir veya sadece o an beklemiyor olabiliriz. Şaşırmadan, beklemediğini hissettirmeden, yaşa…

Bir tek yaşamaya çalışıyorum. Beklemeden, hissetmeden. Bir gün bunun değişebilecek olması ise şu an için sadece bir hayal ürününden başka bir şey değildi.

Derinden gelen bir sesle aniden gözlerimi açtım. Her sabah bu şekilde mi olmak zorundaydı. Şu alarm sesine bir türlü alışamamıştım. Aslında alışmamam daha iyiydi çünkü uykum çok ağırdı ve narin müzikler asla beni yataktan kaldıramıyordu. O yüzden bu beyin delici sabah neşesiyle uyanmak zorundaydım. Yataktan ayaklarımı zar zor sarkıtıp, sarsak bir halde banyoya gittim. Gözümü açamıyordum kesinlikle duş alıp kendime gelmeliydim. Bugünkü iş, öncekilerden çok farklı olacaktı. İlk defa başka biriyle ortak çalışacaktım ve bu iş nasıl yürüyecekti hiçbir fikrim yoktu ama planım vardı.

Hızlıca duşumu alıp hazırlanmaya başladım. Şirkete gideceğim için biraz ciddi ve klasik giyinmem gerekiyordu. Siyah midi boy yırtmaçlı bir etek, üstüne ekru, ipek, askılı bir bluz seçip giyindim. Ayakkabı olarakta biraz rahatsız olacaktı ama nar çiçeği renginde bir stiletto giydim. Omuzlarımın biraz altında kalan siyah dalgalı saçlarımı ise dalgalarını daha çok belli etmesi için spreyleyip hafifçe dağıttım. En sona makyajım kalmıştı. Makyaj olarakta uzun, kuyruklu bir eyeliner çekip kirpiklerimi bolca rimelledim. Dudaklarıma da gül kurusu renginde bir ruj sürüp makyajımı tamamladım.

Sabahları genelde kahvaltı yapan bir insan değildim özellikle haftaiçi. Ya zamanım olmuyordu ya da acayip sağlıksız şeylerle geçiştiriyordum. Bugün ise canım hiç istemiyordu o yüzden siyah ceketimi ve çantamı alıp evden çıktım.

Üniversite için İstanbul’a geldiğimden beri bu evde tek başıma yaşıyordum. Aslında son sınıfta bir ev arkadaşım olmuştu ama o da mezun olduktan sonra memleketine dönmüştü. Bu zamana kadar sadece onunla anlaşabilmiş ve aynı evi paylaşabilmiştim. Bana göre değildi biriyle aynı evde kalmak. Hele ki kan bağım olmayan bir yabancıyla. Ama o farklıydı. Zaten ondan sonrada bir ev arkadaşı aramasına girmedim ve tek yaşamaya devam ettim. Allahtan mezun olduktan sonra para kazanmaya başladım da kira olaylarında daha fazla anneme yük olmadım.

Annem köyümüzde yani Rize’de yaşıyordu. Yazları genellikle izinlerimin çoğunu köyde geçiriyordum. Emekli Türkçe öğretmeniydi. Babam ise ben çok küçükken kan kanseri sebebiyle vefat etmişti. Annem Rize’de beni büyütürken çok zorluk çekmesine rağmen asla pes etmemişti. Babamın ölümünün ardından yeniden evlendirmek istemişler ama kabul etmemiş. Hatta “Benim kocam ölmüş olabilir fakat ben hala onunla evliyim.” diyerek kesin bir dille istemediği belirtmiş. O zamandan beri de beni kendi kazandığı öğretmen maaşıyla ve dayımın desteğiyle büyütmeye çalışmıştı. Şimdi ise ben anneme elimden geldiğince destek olmaya çalışıyordum.

Evden çıktıktan sonra arabam hala tamirde olduğu için yoldan geçen bir taksiyi durdurdum. Tamirciyi arayıp arabamın durumunu sormam gerekiyordu. Kaç gün oldu hala bir ses yoktu. Taksiye bindikten sonra, saatimi kontrol ettiğimde 08.00 olduğunu fark ettim. Geç kalamazdım. 08:30’da, bugünden itibaren çalışacağım adamla buluşacaktım.

Taksiciye, gideceğim adresi söyleyip çantamdan not defterimi çıkardım. Daha önce üstünde çalıştığım planı tekrar gözden geçirmeliydim. Eğer yaptığım plan doğrultusunda ilerlersek, gayet temiz iş çıkaracağımızı düşünüyordum.

Taksiden inerken buluşmaya sadece 5 dakika kaldığını görmemle adımlarımı hızlandırmam bir olmuştu. Bir daha ki sefere daha erken uyanmalıydım. Yoksa her gün bu şekilde koşarak işe gidemezdim.

Döner kapıdan geçip danışmaya yöneldim.

Hafifçe gülümseyerek, “Merhaba, Bülent beyle görüşmem vardı? Haber verir misiniz lütfen.” dedim danışmadaki kıza. Bülent dediğim adam bizim bu şirketteki muhbirimizdi. Müşterimizin yönlendirdiği içeri giriş biletim yani.

“Merhaba, isminizi öğrenebilir miyim?”

“Nehir.. Nehir Sezgi.” burada kullanmam gereken isim buydu. Her iş yeni bir isim demekti bizim için. Böylesi daha güvenli oluyordu. Göz ucuyla etrafa bakındım. Burası Duman Holding’e ait bir plazaydı. Pek hoşlanmamış, iyi bir elektrik almamıştım. Umarım kısa zamanda işi halleder, çıkardık bu yerden.

Danışmadaki kızın, “Nehir Hanım, Bülent Bey kafe’de sizi bekliyor.” demesiyle ona döndüm. Bülent Bey falan beklemiyordu beni. Bülent sadece içeri girişimi sağlıyordu.

Gülümsedim. “Teşekkürler fakat kafeniz ne taraftaydı?”

“Asansörlerin sağından ilerleyin hemen karşınıza çıkacaktır efendim.” diyerek asansörlerin olduğu tarafı gösterdi.

“Tekrar teşekkürler. İyi günler.” döndüm ve gösterdiği tarafa doğru ilerledim. Topuklular şimdiden ayağımı acıtmaya başlamıştı. Akşama kadar işim vardı bu ayakkabılarla. Kafe’ye yaklaştıkça adamın nasıl biri olduğunu iyice merak etmeye başladım. İş konusunda anlaşabilirsek kolaylıkla hallederiz diye düşünüyordum. Kafe’nin kapısından girince adamı nasıl tanıyacağımı bilmediğim aklıma geldi. Gerçekten bunu nasıl düşünememiştim. İnsan bir fotoğrafını falan isterdi değil mi? Aklım havada geziyorum resmen. Telefonumu çıkardım ve Bülent’in numarasını aramaya başladım. O biliyordu nasıl biri olduğunu tarif ederdi. Tam arayacağım sırada, “Sanırım beni arıyorsun?” diye arkamdan birinin sesini duydum. Aramayı yapmadan arkamı döndüm ama ne dönmek.

Karşımda uzunca boylu bir adam duruyordu.

Evet, ben kısa biri sayılmazdım ama karşımdaki adam gerçekten çok uzundu. 1.85 hatta 1.90 dan daha uzun gibiydi. Yüzüne bakabilmek için kafamı geriye doğru yatırmam gerekmişti. Esmer, hafif uzun, dağınık saçlı ve siyaha çok yakın koyulukta bir göz rengine sahip sakallı bir adamdı. Gözlerinin rengini tam seçememiştim. Daha sonra ise sol kaşının üstündeki çizgi şeklindeki yara izi dikkatimi çekti. Nasıl olmuştu acaba? Derin görünüyordu. Ayrıca yara izi değişik bir hava katmıştı doğrusu. Üzerinde siyah bir takım vardı. Beyaz gömleğinin ilk iki düğmesini açık bırakmıştı. Kravat takmamıştı. Hoştu hem de baya hoş. Böyle hoş adamlar genelde çapkın ve hovarda olurdu. Ön yargı değildi bu doğru bilinen bir gerçekti. Ben bunları düşünüp kendi içimde hesaplaşırken o bana bakıp hafifçe gülümsedi.

“Merhaba. Ben Ali Fırat Namlı.” dedi, elini uzatarak. Sesi ağır ve hırıltılıydı. Konuşunca insanın içine işleyen bir tınısı vardı. Daha önce böyle bir ses duymamıştım.

Yüzüne bakmaya devam ediyordum. Artık nasıl bir ifadeyle bakıyorsam, gülümsemesi genişlemişti. Eli hala tokalaşmak için bekliyordu. Gözüm birden yanağına takıldı. Gamzesi mi vardı? Sanki bir anda ufak çaplı bir felç geçirmiştim. Bir şeyler söylemem gerekiyordu. Ne oluyordu bana böyle.

“Aslında bu kadar kitli kalmaz kızlar, genelde direkt üstüme atlarlar ama.” diyerek elini geri çekti ve göz kırptı. Göz mü kırptı? Rahatlığa bak.

Bu hareketini gördüğüm an kaşlarım çatıldı. Ne demeye çalışıyordu. Pislik. Kaşı gözü ayrı oynuyordu. Demiştim işte çapkın olduklarını daha tanışalı iki saniye olmuştu. Hatta daha tanışmamıştık bile.

“Gerçekten çok komik. Ben de Zeynep Karaca. Bittiyse zevzekliğin işimize bakalım.” Diyerek onu orada bırakıp, arkamı döndüğüm gibi kafenin içinde ilerlemeye başladım. Kızlar bu kadar kitli kalmazmış üstüne atlarmış bak bak ne sanıyor kendini Johhny Depp falan mı? Nereden geliyor bu özgüven. Yakışıklı erkeklerin sorunu bu işte aşırı kendini beğenmiş oluyorlar. Bana bak ya yakışıklı diyorum adama bir de kendime de yazıklar olsun. Böyle kendini beğenmiş bir adamı yakışıklı bulduğum için. Cam kenarına yakın bir masaya geçip oturdum. Çantamı yanımdaki sandalyeye koyduğum anda o da vakit kaybetmeden tam karşıma yerleşti ve gözlerini gözlerime sabitledi. Ciddileşmişti. Bir şey söylemeden beni bekliyordu.

“Şimdi hemen konuya gireceğim.” diye söze başladım. Ellerini birleştirip masaya yerleştirdiği sırada sol elinin üstündeki dövmeyi fark ettim. Daire içinde kanatlarını iki yana açmış bir saka kuşu dövmesi vardı. Çok güzeldi ve hoş görünüyordu. Ben dövmesine dalmış bakarken, “Evet seni dinliyorum.” diye beni daldığım yerden çıkardı. Gözlerimi kaldırıp gözlerine baktım ve konuya girdim.

“Olayımız şu, bu şirketin yönetim kurulu üyesi, aynı zamanda şirketin sahibinin erkek kardeşi olan Erdem Duman’a yakın olacağız ve ne dolaplar çevirdiğini anlamaya çalışacağız..” anlatmaya devam ederken çantama yönelip not defterimi ve dosyaları çıkardım. “Bu sırada elde edebildiğimiz kadar delil elde edeceğiz. Ses kaydı, fotoğraf ne bileyim ruj izi her şey olabilir. Yeter ki Nermin Hanıma delil olarak bir şey sunalım ve paramızı alalım.” sözümü bitirdikten sonra bir süre daha göz temasımızı kesmemişti. Ciddiyetle beni dinliyordu.

Daha sonra kafasını hafifçe yana eğerek, bir şey söyleyecek gibi olduğu anda bir garson yanımıza yanaşıp “Bir şey arzu eder misiniz?” diye sordu. O hala bana bakıyordu. Rahatsız ediciydi. Garsona dönüp, “Bir filtre kahve ve..” diyerek tekrar Fırat’a baktım. Acaba Ali’yi mi yoksa Fırat’ı mı kullanıyordu. Belki de ikisini birlikte. “Çay istiyorum.” dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan. Neden gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Hiçbir duygu seçemiyordum. Ne düşünüyordu. Garson, “Hemen getiriyorum efendim.” diyerek yanımızdan ayrıldı.

Ben ne söyleyeceğimi toparlamaya çalışırken o “Tamam, peki ne yapacağız? Nasıl ilerleyeceğiz?” diye ciddiyetle sordu.

“Şirket bu konuda bir dayatma yapmadı. İstediğimiz şekilde yönetebiliriz. Benim aklımdaki fikir şu şekilde, seninle sevgili rolü yapacağız.” Sırıttığını fark ettim. “Çünkü Erdem denen adam sevgilisi, nişanlısı yani biriyle bir bağı olan insanlara bulaşmayı seviyormuş.” deyip dosyadan adamın fotoğrafını çıkarıp uzattım. Bu seferde kaşlarını çatmıştı.

Fotoğrafı elimden alırken parmakları parmaklarıma değdiğinde sıcacık olduğunu fark ettim, benim aksime. “Ağzına sıçtığımın şerefsizi” dedi fotoğrafı eline aldığında. “Pezevenge bak demek birileriyle bağı olan insanlara bulaşıyor.” Fotoğrafı bana geri verdi ben de hemen dosyaya koydum. Burada adamların kendi şirketinde bu şekilde yakalanmak istemiyordum.

“Ne iş yapacağız burada peki? Hangi konumdayız?” diyerek geriye doğru yaslanıp, dövmeli elini sol tarafında bulunan sandalyenin sırt kısmına doğru uzattı.

Önüme düşen saçımı kulağımın arkasına atarken, “Ben adamın danışmanının yanında sekreter olarak işe başlayacağım.” dedim. Bir an saçlarıma bakıp sonra tekrar gözlerime bakmaya devam etmişti.

“Peki ben?”

“Sen ise adamın şoförü olacaksın.” dediğimde kaşlarını yukarı doğru kaldırıp, “Bu adamın kendi şoförü yok mu zaten?” diye sordu haklı olarak.

“Evet vardı. Fakat biz bir süreliğine adamı, aile meselelerini öne sürüp işten uzaklaştırdık.”

“Nasıl yaptınız bunu?”

“Para teklif ettik ve tabi ki hemen kabul etti.” dediğimde anladım der gibi kafasını salladı.

Garson tekrar masamıza geldiğinde siparişlerimizi getirmişti. Bana filtre kahveyi verirken Fırat’a ya da Ali’ye çayını verip, uzaklaşmıştı.

Kahveme uzanırken, “Hangi ismini kullanıyorsun genelde?” diye sordum. Aslında bunu sormam çok saçmaydı. Çünkü iş dışında görüşmeyecektik ve burada da ona farklı bir isimle hitap edecektim. Yine de merak etmiştim.

“Fırat.” diyerek elini çayına uzattı ve bir yudum aldı.

“Biliyorsun diye düşünüyorum. Burada farklı isimler kullanacağız.” dosyama uzandım ve kullanacağı ismi bulmaya çalıştım. “Hatta senin kullanacağın isim Kadir Çetiner.”

Dosyadan kafamı kaldırıp baktım. Rahatsız olmuşa benzemiyordu.

“Benim için sıkıntı değil.” diyerek çayından bir yudum daha aldı. “Senin kullanacağın isim ne?”

“Ben de Nehir Sezgi ismini kullanacağım.”

“Güzel isim. Sana yakışmış.”

Ben yüzüne bakmaya devam ederken o tekrar konuştu.

“Ne zaman başlıyoruz işe?” kafasını dövmeli eline doğru çevirip saatine baktı. Saatine bakarken, “Sanki biraz geç oldu.” demesiyle kafama dank etti. Benim aklım bu aralar neredeydi ya sürekli bir şeyleri unutuyordum. Hemen çantamı ve ceketimi aldığım gibi yerimden kalktım. Kahvemi bile içememiştim.

“Fırat.. yani Kadir hadi gidip Bülent’le görüşelim ve bizi yönlendirsin.”

Yerinden kalktığını gördüğümde yürümek için döndüm. Henüz bir iki adım atmıştım ki. Elimin içine akın eden bir sıcaklık hissettim. Kafamı elime indirdiğimde ise şoka girmiştim. Fırat elimi tutuyordu.

Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. “Ne yapıyorsun sen?” diye sordum.

“Ne yapıyorum?”

Elimi gösterip, “Neden elimi tutuyorsun şu an?”

“Sen de unutkanlık mı var?” diye alayla sordu.

Evet vardı ama şu an bu ne alaka diye düşünürken, ona sevgili rolü yapacağız dediğim aklıma geldi. Cidden ben artık kendimle baş edemiyordum.

“Sevgili rolü yapacağız demiştin.” diyerek tekrar konuştu.

“Evet dedim ama şu an elimi tutman gerekmiyor.” elim alev almıştı. Aşırı sıcaktı ve bu sıcaklık kolumdan yukarı doğru çıkıp sanki tüm vücudumu kaplamaya çalışır gibi cüretkardı.

Omuz silkip, “Peki.” dediği anda elimden elini çekip kasaya doğru ilerlemeye başladı. Vücudumu kaplamaya çalışan sıcaklığın tekrar aynı yolu izleyerek elime doğru akışını hissettim. En sonunda da sıcaklık tamamen kayboldu. Hareketlenip yanına gittiğimde hesabı ödediğini gördüm. Çantamı açıp cüzdanımı çıkardığımı fark ettiğinde “Bu sefer benden.” dedi.

“Hayır, lütfen. Ben öderim.”

Cüzdanımı açıp para çıkaracağım sırada “Bir daha ki sefere sen ısmarlarsın. Şimdi cüzdanı çantana geri koy.” kaşlarını kaldırmış yüzüme bakıyordu. Belli ki daha fazla ısrar etmemi istemiyordu.

“Tamam, öyle olsun.” dedim ve cüzdanımı çantama koydum.

Ödemeyi yaptıktan sonra kafe’den çıktık. Asansörlere doğru ilerlerken, “Sence bu iş ne kadar sürer?” diye sordu.

Eğer kanıtları hemen bulursak çabucak biterdi. Bu da ikimizin ortak bir şekilde, plan doğrultusunda ilerlememiz ile olurdu. O yüzden kafamı ona doğru çevirip, “Yaptığım plan doğrultusunda ilerlersek sorunsuz buradan ayrılırız.” dedim.

Onaylar gibi kafasını salladığı sırada telefonu çaldı. Elini cebine sokup telefonu çıkardı. Arayan kişiyi gördüğünde yüzünde usanmış gibi bir ifade belirmişti. Kim arıyor olabilirdi ki?

Telefondan kafasını kaldırıp, “İki dakika konuşup geliyorum. Sen asansörlerin orada bekle beni.” diyerek telefonu açıp koltuklara doğru ilerledi.

“Ben sana beni arama demedim mi?” dediğini duyduğumda kimin aradığını daha çok merak etmiştim.

Asansörlere ilerlemek yerine olduğum yerde kaldım. Koltukların oraya gitmişti fakat oturmak yerine bir sağa bir sola yürüyerek konuşuyordu. Hem de baya hararetli bir şekilde. Arada durup elini kolunu sallıyor. Ardından tekrar volta atmaya devam ediyordu.

Kaç dakika bu şekilde konuştu bilmiyorum ama geç kalıyorduk. Daha fazla dayanamadım ve yanına ilerlemeye başladım.

Yanına yaklaştığımda, “Tamam akşam bunu konuşuruz. Şimdi kapat.” dediğini duydum.

Telefonu kapatıp arkasını döndüğünde beni gördü. Gözlerinde anlamadığım bir dalgalanma oldu.

“Ne zaman geldin?” Konuşmasının ne kadarını duyduğumu merak ediyordu sanırım.

“Şimdi.” dedim. Gözlerime bakıyor sanki bir şeyler arıyordu. Bu kadar önemli, belli ki duymamı istemediği ne konuşmuş olabilirdi ki? Bir süre daha gözlerime bakıp, “Tamam. Hadi gidip görüşelim.”

Kafamı salladım ve onu arkamda bırakarak, asansörlere ilerledim.

Asansörü çağırdığımda, yanıma gelmişti. Tedirgin gibiydi. Bu telefon konuşması baya canını sıkmış, ruh halinde değişikliğe neden olmuştu. Konuştuğu kişi kimdi acaba? Belki de sevgilisiydi. Ama sevgilisi olsa benle bu sevgililik oyununu oynamazdı herhalde. Oynar mıydı? Bilemiyordum o kadar tanımıyordum. Asansör gelip içine yerleştiğimizde 15. kata çıkmak için düğmeye bastım. İkimizde konuşmuyorduk. Kata geldiğimizde telefonumu çıkarıp, Bülent’i aradım. Çünkü odasının nerede olduğunu bilmiyordum.

Bülent’le konuşup bizi asansörlerin önünden almasını söyledim. Fırat’tan hala bir ses çıkmıyordu. Ellerini cebine sokmuş dikkatlice etrafı inceliyordu. Hiçbir şeyi gözünden kaçırmak istemiyor gibiydi. Ben bu şekilde Fırat’a bakarken, Bülent gelip “Zeynep Hanım değil mi?” diye sordu.

“Nehir deyin lütfen. Burada bu ismi kullanacağım.” dedim sessizce.

Kafasıyla onaylayıp, “Öyleyse hemen odama geçelim. Ben size durumu anlatayım.”

Fırat’a baktım ve “Tamam geçelim.” diyerek Bülent’in peşinden yürümeye başladım.

Yeni başladığım bu iş, ya benim için büyük bir felaketle ya da her zamanki gibi başarılı bir şekilde sonuçlanacaktı. Bunu belirleyecek kişi ise ortak çalışacağım insandı.

Okuduğunuz için teşekkür ederim..

Tags:
Paylaş
0 Yorum

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account