BÖLÜM [1] RÜYA

“Neredeyim ben?”

Yürüdükçe ayağının altında ezilen yaprakların hışırtısı, hiçbir sesin duyulmadığı ıssız sokakta kulaklarını zonklatmaya yetiyordu genç kızın.

 

Kapkaranlık yolda ondan başka kimsenin olmadığını görmek oldukça ürkütüyordu da. Lakin yolun sonunda kırılarak toprağa karışan ışık hüzmesini görüyordu ardından.

 

Işığa doğru adımlamak istiyordu. Fakat az önce yürüdüğü kuru yapraklı yol, şimdi ayağına beton dökülmüş gibi bırakmıyordu onu. Bacakları ona itaat etmiyordu hiçbir şekilde. 

 

“Dilara!”

 

Boş sokakta yankılanan sesle ayağıyla uğraşmayı bırakıyordu. Gelen sese odaklanmaya çabalıyordu. Bu ses, bu ses babasına aitti.

 

“Kızım! Bana yardım et!”

 

Sanırım beyni ona oyun oynuyordu. Çünkü bu imkansızdı. Babasının ona seslenmesi gibi bir şey söz konusu olamazdı. Aynı tanıdık sesi tekrar işittiğinde ise etrafına bakındı önce. Bu ses inanmak istemese de babasına aitti. Ama nereden geldiğini idrak edemiyordu genç kız.

 

Daha sonra bir kaç kez daha çevirdi etrafta bakışlarını. Bu sefer görmüştü O’nu. Ama bu adam, kırk beş yaşlarında vefat eden babasının altmış beş yaşındaki haliydi adeta. Kır saçları ve acıyla kıvrılan yüz hatları ile alnından aşağı süzülen ter damlalarını gördü genç kız.

 

“Baba! Babacığım! Neden bu haldesin? Sen hiçbir zaman kötü bir insan olmadın ki! Neyin cezası bu?”

 

Babasının nasıl bu hale geldiğini merak ediyordu Dilara. Sesini duyduğunda hazır ola geçen yaşları, sicim gibi boşalıyordu şimdi.

 

“Kızım. Bana yardım et! Ancak sen yardım edebilirsin. Sana öğretmediklerimin cezasını çekiyorum ben. Vazifemi düzgün yapamadım, o yüzden bu haldeyim!”

 

Ne demekti bu? O’na öğretmedikleri derken, ne demek istiyordu babası? Ne yapması gerekiyordu babasını bu azaptan kurtarmak için?

 

Bu sefer babasının geri geri gittiğine şahit oluyordu genç kız. Ayağındaki prangaları ise o vakit fark ediyordu babasının. Ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Hıçkırıklara boğulmak dışında yapabileceği bir şey yoktu o sırada. 

 

“Seni kurtaracağım babacığım! Ne pahasına olursa olsun yapacağım bunu!”

 

•••

 

 

“Dilara! Kızım uyan. Ah, ne çok terlemişsin yine!”

 

Meliha hanım kızının odasına, O’nu uyandırmak için geldiğinde bir haftadır olduğu gibi yine aynı manzarayla karşılaşmıştı. Babasının ölümünden iki sene sonra başlayan bu kabuslara anlam veremiyordu kadın.

 

Genç kız kirpiklerinden süzülen yaşlarla araladı gözlerini. Kan ter içinde kalmıştı tüm vücudu. Vücuduna ne olduğu umrunda değildi. Kalbinin tam ortasında bir hançer vardı sanki. Sızan kanı görense sadece kendisiydi.

 

Babasının kıldığı namazlar düşüyordu önce aklına. Ona öğretmediği namaz. Daha sonra babaannesinin örtüsü ve nasihatleri..

 

Yatağının kenarındaki baskıyla bakışlarını oraya çevirdi genç kız. Yanında oturan kadına, annesine baktı. 

 

“Anne.”

 

Acıyla dudaklarından süzülen bu sözcük çok şey anlatıyordu aslında.

Hiçbir şey düşünmeden koynuna attı kendini. Ana kucağıydı orası. En kötü acıların dindiği yerdi.

 

Günü geldiğinde, her acının orada dinmediğini görecekti. Hatta acısının katlandığını, zamanı vardı.

 

Meliha hanım ise kızının bu hâlini hiç iyi görmüyordu. Psikiyatri uzmanından destek almasını sağlamalıydı bir an önce genç kızın. 

 

“Kızım. Artık itiraz kabul etmiyorum. Hemen bugün bir uzmandan randevu alacağım. Böyle nereye kadar gidecek? Bu kabuslarla yaşayamazsın.”

 

Annesinin söylediği şeyle geri çekildi Dilara. Bilmiyordu ki bunun psikolojik bir durum olmadığını. Hayatında yanlış olan bir şeyler vardı. Bunun içindi bu kabusları.

 

Yine de annesine olumlu anlamda kafa sallamakla yetindi. Ardından kırklı yaşlarda olmasına rağmen ablası sandıkları annesinin odadan çıkışını izledi.

 

Bir şeyler yapması gerekiyordu.

Bir haftadır ağzının tadı kalmamıştı genç kızın. Ne yediği içtiği şeylerden zevk alıyor ne de dünyalık zevklerin sefasını sürebiliyordu.

 

Hayatın anlamını sorguluyordu sürekli. Dünyaya geliş amacının yiyip içip ölmek kadar basit olamayacağını düşünüyordu. İçini kemiren bu duygulardan kurtulmak istiyordu. En önemlisi, babasını kurtarmak istiyordu.

 

Saçını başını çeke çeke dağıttı. Allah’a, O’na yol göstermesi yalvarıyordu. 

 

“Ne yapmam gerekiyor?!”

 

Ah olamazdı! Bugün üniversite son sınıfın ilk günüydü. Bir de okula mı gidecekti bu ruh haliyle? 

 

Bir dakika, bir dakika! Bulmuştu işte! Tüm bunların cevabını alabileceği birini tanıyordu. Hem de okuldan birini.

Aynı sınıfta okuduğu bir kız vardı. İslâm ahlâkı üzerine bir hayat sürdürüyordu o kız. Edebi, giyinişi ve üslubuyla tam bir müslüman kadınıydı.

 

“Adı neydi? Neydi, neydi? Hah buldum!”

 

Yatağından adeta fırlayan genç kız, artık okula gitmek için can atıyordu. Neredeydi az önce ki ayağının ucunu kıpırdatmak istemeyen kız, neredeydi şimdi ki içi karıncalanan koşturarak hazırlanmaya başlayan kız? 

 

Banyoya gidip eline yüzüne suyu çarparak teninde bıraktığı canlanma hissini doyasıya yaşadı Dilara.

 

Hemen dolabının önüne geçip beyaz üzerine siyah ‘mood’ yazılı bir tişört, altına da mom-Jean dedikleri bir kot pantolon çıkarıp giyindi.

 

Saçlarını tarayıp açıkta bırakarak yüzüne bir tane bile makyaj ürünü kullanmadı. Şuan yapacağı en son şey bile değildi çünkü makyaj.

 

Çantasının içini kontrol edip beyaz sporlarını giydi kapı önünde. Tam çıkacakken annesine haber vermediği aklına geldi genç kızın.

 

“Anneciğim! Ben çıkıyorum.”

 

Kadının cevap vermesini dahi beklenmeden kendini atmıştı sokağa. Attığı her adımda ise içini kaplayan huzuru hissediyordu. Doğru yolda gittiğine daha da emindi şimdi.

 

•••

 

Marmara Üniversitesi’nin bu sene seçtiği genç hocalarından Muhammed Emir, yeni dönemin ilk dersine gireceği için oldukça heyecanlıydı. İlk kez bir üniversitede çalışacaktı.

 

Doktorasını Eski Türk edebiyatı üzerine tamamlayan genç adam en büyük hayallerinden birini gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyordu. Küçüklüğünden beri ilgi duyduğu şiirler, beyitler ve eski Türkçe şimdi işi olmuştu Emir’in.

 

“Ups!”

 

Tam köşeden dönüyordu ki, çarpıştığı genç kızla neye uğradığını şaşırdı genç adam. Üstelik sade bir çarpışma değildi bu. Emir, bir beyaz gömleğinin üzerinde ahenkle dans eden kahveye bir de çarpıştığı kıza bakıyordu.

 

“Hay Allah!”

 

İki gencin aynı durumda verdiği farklı tepki hiçbirimizin gözünden kaçmıyor değil mi?

 

“Be-ben özür dilerim.”

 

Kahverengi saçları ve bal rengi gözleriyle utangaç tavırlar sergileyen ve karşısında küçüldükçe küçülen genç kızın bu haline, dudakları kıvrıldı Emir’in. Yaşadığı bu duygu karmaşasına kendi bile inanamazken genç kızın kendine bakmasıyla, dışarıya karşı sergilediği tutumuna geri döndü genç adam. 

 

Zamane gençleri çığrından çıktığı için kendini onlara karşı gard almak zorunda hissediyordu.

 

“Önemli değil.”

 

Tam gidecekken tutulan koluyla yerinde çivileniyordu genç adam. Yavaşça bedenini ele geçiren sinirine zar zor hakim oluyordu şimdi. Gözlerini kolunu tutan parmaklara kaydırıp ardından parmakların sahibesine bakıyordu.

 

Öte yandan Dilara adamın çatılan kaşlarına anlam veremiyordu. Jilet gibi tertemiz takımına kahve döküldüğünde bu kadar çatmamıştı kaşlarını. Neye bu kadar sinirlenmişti ki?

 

“Şey ben, yapabileceğim bir şey var mı diye soracaktım.”

 

Siyah saçları, sert yüz hatları ve insanı içine çeken kömür gözleriyle genç adamın etkisi altına giriyordu Dilara. Elleri ondan bağımsız hareket etmiş ve olanlar olmuştu.

 

“Hayır. Ben hallederim. Şimdi, izninizle derse yetişmem gerek.”

 

Yavaşça kızdan kurtardığı kolu ve depar atan kalbiyle ortamdan uzaklaşmayı umdu genç adam. Zira harama bakılmayacağını, dokunulmayacağını küçüklükten öğrenmişti. 

 

Genç kız ise adamın verdiği cevabı algılamaya çalışıyordu. Nasıl yani, burada mı okuyordu? Üniversite öğrencisi olmak için biraz büyük değil miydi?

 

“Neyse ne?! Zaten ilk günden rezil oldum. Bir de derse geç kalıp ikinci rezilliği yaşamak istemiyorum.”

 

Tam on dakikadır yeni dersliği bulmak için dönüp duruyordu genç kız. Artık ayak uçlarından başlayan sinir tepesine ulaşmak üzereydi. Elini beline koymuş ne yapacağını düşünürken sağından gelen ses ve aynı zamanda başının kenarına konulan öpücükle afallıyordu.

 

“Sevgilim?”

 

Ne? Kaan’ın burada ne işi vardı? Hani son sınıfı yurt dışında okumaya gidiyordu?

 

“Ah, şaşırdın değil mi? Seni bırakıp gideceğimi nasıl düşünürsün? Tabii ki şakaydı. Hem ben sensiz ne yaparım?”

 

Genç kız, sevgilisi yurt dışına gideceği için içten içe sevindiğini kendine bile itiraf edemezken, adamın onu bırakamayacağını düşünmesi, söylemesi ne büyük ironiydi değil mi? 

 

Kaan ile küçüklükten tanışıyorlardı. Aileleri dosttu. Babası vefat ettiğinden şimdi sadece anneleri görüşüyordu. Bu ilişkiyi en çok isteyen ve onaylayan da onlardı hiç şüphesiz.

 

Başından beri birilerinin gönlü olsun diye sürdürdüğü bir ilişkiydi bu ve hayatına alacağı en mantıklı kişiydi Kaan. Herkes mutluyken, Dilara’nın mutsuz olması onlara ihanet ediyormuş gibi hissettiriyordu. Onun da mutlu olması gerekiyordu. 

 

Oysa ki mutlu olsa, mutlu olmak zorunda hissetmezdi ama bilmiyordu. Öğrenecekti.

 

“Dersliği bulmamız lazım Kaan. On dakikadır dönüyorum ve bulamadım. Madem sen de buradasın yine aynı sınıftayız, bulalım şunu. Derse geç kaldık zaten.”

 

Kaan sevgilisinin endişe içinde sarf ettiği sözlere az kalsın gülüyordu. Tam karşısındaki dersliği görmemiş miydi yani?

 

Kaşlarıyla sağ çaprazındaki kapıyı gösteren genç adama anlamazca bakıyordu genç kız. “Ne?”

 

Kafasını çevirip yukarıdaki yazıyı okuduğunda, Adnan Menderes Amfisini görüyordu. İnanamıyordu. Bu kapının önünden belki üç kere geçmişti ve görememiş miydi yani? Bir haftadır yaşadığı şeyleri düşününce, bunların olmasına o kadar da şaşırmaması gerekiyordu aslında.

 

Kaan’a bir şey demeden sınıfa yöneliyordu hemen. Allah vere de yeni hoca anlayışlı biri olsa bari. Kapıyı çalıp sesin gelmesini bekliyordu. Arkasına yetişen Kaan’ı ise görmezlikten gelmek istiyordu. Bir insan sevgilisinden neden bu kadar rahatsız olurdu ki?

 

İçeriden gelen sesle kapının kulpunu indirdi genç kız. Ardından gıcırtıyla açılan kapının aynı sesle kapanmasını bekledi. Tam hocaya dönüp özrünü sunacakken kürsüdeki yüzle boğazına koca bir yumrunun oturduğunu hissetti. O yumrudan dolayı ne yutkunabiliyor, ne de konuşabiliyordu.

 

Üzerine kahve döktüğü adam, esen rüzgarda savrulan saçları ve çatık kaşlarıyla ona bakıyordu. Tam ağzını açıp konuşabilmeyi deneyecekken Kaan’ın sesiyle tekrar kapattı.

 

“Hocam geç kaldığımız için özür dileriz. İzninizle derse girebilir miyiz?”

 

Emir ise karşısında gördüğü kızın ona olan bakışlarını ve yanındaki adamın birinci çoğul eki kullanarak konuşmasını şaşkınlıkla izliyordu. Ne bekliyordu ki? Böyle güzel bir kızı çakallarla dolu bir okulda elbette rahat bırakmayacaklardı.

 

Kafasını sallayıp geçmelerine izin verirken, düşündüğü şeye sinirlenmeden edemiyordu. Güzel bir kız mı demişti O? Sen iyice zıvanadan çıktın Emir! Kendine içinden dışa vuramayacağı sözler söyleyen genç adam, sarı saçlı adamın kızın belinden hafifçe ittirmesinde takılı kalıyordu bu sefer de. Neden bu kadar tepki gösterdiğine anlam veremezken genç kızın Kaan’ı bırakıp hiç tahmin etmediği bir yere oturduğunu görüyordu.

 

Dilara, Kaan’ın yanında sınıfta oturacak yer ararken gördüğü yüzle, aklına bu sabah verdiği sözler geliyordu. Sevinçle sevgilisini bırakıp genç kızın yanına İlerliyordu. Ona tebessüm eden kıza “selam!” Diyordu.

 

Alacağı cevap belki de Emame’den öğreneceği ilk şey olacaktı. Hayatı boyunca söylemekten bıkmayacağı ilk şey…

 

“Aleykum Selam Dilara!”

 

Zeytin gözlü, beyaz yüzlü Emame’nin yüzündeki nuru o kadar net görebiliyordu ki, bir an için gıpta etti O’na.

Hocanın gazabına uğramamak adına sessizce fısıldadı daha sonra.

 

“Emame, dersten sonra işin yoksa bir konu hakkında seninle konuşmak istiyorum.”

 

Emame’nin merakla kısılan gözlerine ve hayretle açılan ağzına gülmemek için kendini sıktı genç kız. Onunla konuşmak istemesi bu kadar mı abesti yani?

 

Sonuçları ne olursa olsun kurtaracaktı biricik babasını. O’nu kurtarmak isterken esas kurtuluşu kendisinin yaşayacağını bilmeden ettiği niyet, ömrünü bereketlendirecekti. 

 

Belki bu yolda sadece, babası ve onun hayatı değil bilmediği nice insanın hayatı da değişecekti.

 

Kim bilebilirdi? 

Gaybı yalnızca Allah’u Teala bilirdi. Biz bilemezdik.

 

•••

 

Not;

Kimse kimsenin günahını çekmez, bunda hem fikiriz. Fakat Allahu Teala müslüman ebeveynleri evlatlarını İslam üzerine yetiştirmek için vazifelendirmiştir. Anne baba, çocuğunu güzelce yetiştirir de yine de o çocuk İslamı yaşamazsa, burada ne anne, ne de baba sorumlu değildir. Çünkü onlar üstüne düşeni yapmıştır. Sorumlu tutulanlar evladına İslamı anlatmayanlardır.

 

Ve dâhi;

Evlat hayırlı ise anne babanın amel defteri kapanmaz, hayır işledikçe onlara da sevap yazılır.

 •••

 Dilara İsminin Anlamı => Gönül Süsü

Bölüm Sonu


Tags:
Paylaş
4 Yorum
  1. selma 2 sene önce

    Çok güzel bir bölüm olmuş emeğinize sağlık…

  2. hayalperestyazarr02 2 sene önce

    Başarıların daim olsun canım, aramıza katıldığın için çok sevindim. Eline emeğine sağlık güzel yazarım.

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account