Hayat bize iki yol sunar. Birinci yol ağaçlı bir yol. Kuşların cıvıltıları, dalında lezzetli ve mis kokulu meyveler. Güneş tepede, cıvıl cıvıl her yer.
İkinci yol ise engebeli, karanlık ve soğuk. Zorluklarla dolu ve sabır gerektiren bir yol. Siz hangi yolu seçersiniz? İnsanlar genelde birinci yolu seçer. Ama şunu unutuyorlar ki yolun sonunda kimse ne olduğunu bilemez.
Savaşmadan elde edilen zafer, zafer değildir. Ancak savaşarak kazanılır zaferler.
Ben hayatımın her döneminde kolaydan kaçtım. Ne zaman ki yorulup bir şeyleri kolayca halletmek istesem, annem aklıma gelir ve bu düşünceyi kafamdan silerim. O kesinlikle birinci yolu seçti. Ölmeyi seçti. Ölmek ona çiçekli bir yol gibi göründü ama cehennemde yanmadığını kim bilebilir ki?
Gözlerimi açtığımda beyaz boyası dökülmüş duvar görmekten bıktım artık. Gözlerimi kapatıp sonsuza kadar düşünmek istiyorum. Yatakta doğrulup etrafıma bakındım. Çantam ve telefonum komodinin üzerindeydi.
Eğer başıma bir şey gelmezse bu gece için farklı planlarım vardı. Hızlıca telefonumu çantama attım. Hava serin olduğu için hırkamı alıp evden çıktım.
Doğa bu kadar güzelken neden dört duvar içinde yaşar insan? Ona yaşamak mı denir? Asıl yaşam, ağaçlarla, toprakla olmak.
İstediğim yere geldiğimde çantamı kenara atıp çimenlere uzandım. Burası ağaçlarla dolu ve başını hafif kaldırdığında İstanbul manzarasını bütün ihtişamıyla sunan bir yerdi. Burayı insanlar daha keşfetmediği için o kadar mutluydum ki. Gözlerimi kapatıp bir süre sadece dinledim.
Etrafta dırdır eden insanlar yoktu, deli gibi korna sesleri yoktu, araba sesleri ve daha nice sesler yoktu. Sadece ben vardım. Sadece kendimi dinliyordum.
“Benden başka birinin burayı bilmesine üzüldüm” gözlerimi açtım. Bir adam yanımda oturmuştu. “Rahatsız olma. Sadece birkaç karar verip gideceğim” omuz silktim. Her ne kadar umursamaz görünsem de korkuyordum. Yerimde doğrulup çantamı aldım.
“Benim yüzümden mi gidiyorsun?” Ciddi ciddi soruyordu. “Evet” dedim kaşlarımı kaldırarak.
“Ben birazdan gideceğim zaten. Rahatsız olmana gerek yok”
“Bir daha gelmem zaten buraya. Sadece bana özeldi burası” yalan söylemiştim. O gittikten sonra yine gelecektim.
“Çok bencilsin” dedi yarım sırıtmayla. “Hayır, değilim” dedim bir adım yaklaşıp ona tuhaf bir şeymiş gibi bakarak. Ayağa kalkıp üstünü düzeltti.
“Hmm o zaman şu ‘Bana özel’ düşüncesi bencilce” göz devirdim. Kelime oyununda başarılıydı. “İstersen kalabilirsin seni rahatsız etmem. Birinin benden rahatsız olması, beni de rahatsız ediyor” beni de rahatsız ederdi eskiden. Birinin senin varlığından rahatsız olduğunu bilmek kadar kötü bir his yoktu.
17 yaşına kadar bu hisle yaşadım. Her hareketim göze batıyordu. Nefes almam bile evdekileri çıldırtıyordu resmen.
“Tamam ama tek kelime etmek yok” ağzına hayali fermuar çekti. Tekrar oturdum. Çantamı kenara bıraktım. Benden biraz uzakta oturdu o da. Bacaklarımı kendime çekip kollarımı sardım. Çenemi dizime yaslayıp manzarayı izlemeye başladım. Şehir her dakika hareketliydi. Yanıp sönen ve değişen ışıklar gözümü yoruyordu.
Gözüm yan tarafa kaydı. Başını eğmiş çimleri koparıyordu. Kendi içinde savaş veriyor gibiydi. Hiç bitecek gibi durmuyordu. Bir yanım ne olduğunu sormak istiyordu ama bir yanım da bunun yanlış olduğunu söylüyordu. Başını kaldırdığında göz göze geldik.
“Kim kazandı?” Diye sordum bir anda. Gülümsedi. “Kim kazandı bilmiyorum ama ben kaybettim” derin bir nefes aldım.
“Kendi içinde verdiğin savaşta asla kaybetmezsin. Çünkü kazanmak için olacakların senaryosunu sen yazarsın” yanıma kaydı. “Nereden biliyorsun? Belki buradan sonra intihar ipi almaya gideceğim?” Yüzünü inceledim.
“Derdin o kadar da büyük değil” gülerek önüne döndü. “Anlatsana” dedim tek nefeste. Ne yaşadığını öğrenmek istiyordum. Belli ki çok büyük bir şey değildi. Belki bu küçük dert beni kendi düşüncelerimden kurtarır.
“Az önce tanıştık… Hatta tanışmadık bile sana neden anlatayım?”
“Çünkü ben yabancıyım. Seninle bir daha karşılaşmam. Bak ben buradayım” diyerek İstanbul’un bir ucunu gösterdim. “Ben orada insanların arasındayım. Sen ise şuradasın” diyerek diğer tarafı gösterdim. “Orada bir yerlerdesin ve ben seni hayatım boyunca bir daha asla görmeyeceğim. Sırrın bende kalmak zorunda kalacak” beklentiyle ona baktım.
“Çok ikna edicisin” dedi gülerek. “Sen hiç aşık oldun mu?” Başımı olumsuz anlamda salladım. “Ben oldum galiba. Tam bir yıl bir ay önce. Çok aşık olduğum kişiye çıkma teklifi ettim ve kabul etti. O kadar mutluydum ki… Dünya benim için artık sevgiyle dolu bir yerdi. Ve tam bir yıl sonra beni aldattığını öğrendim.” Sesi boğuklaşmıştı. Çenesi titriyordu. Gerçekten aşk bu kadar önemli miydi?
“Bir ay boyunca her gün böyle yas mı tutuyorsun?”
“Hayır. Bugüne özel bir şeyler oldu” diyerek bir kurdeleli davetiye çıkarıp önüme bıraktı. Gözlerimi kısıp davetiyeye baktım. Bir ayda mı evlenme kararı almışlardı yani? “Sen onun seni aldattığını nasıl öğrendin?”
“Yanlışlıkla sosyal medyaya fotoğraflarını atmıştı”
“Peki ne zamandan beri seni aldatıyormuş?” Kaşları çatıldı. “Nasıl yani? Sadece o gün tanıştıklarını ve biraz yakınlaştıklarını söyledi.” Göz devirdim.
“Hadi ama! Çocuk bile anlardı. Resmen sen öğren ve ayrıl diye yapmışlar. Biri nasıl bir aydır tanıdığı biriyle evlenir ki?” Bakışları yere indi. “Ben evlenirdim herhalde. Bu yüzden bana çok absürt gelmedi.”
“Hayır evlenmezdin. Kimse evlenmezdi. Seni basbaya aylarca aldatmış” Başıyla onayladı. “Çok acımasızsın ama haklısın” diyerek bana baktı.
“Ne? Aptal olduğun için senden özür dileyecek değilim. Bakma öyle” göz devirip önüne döndü. “Gerçekten aşkı bulduğumu sanmıştım” fısıldadı. Onu teselli etmek istedim ama benim teselli etme şeklim onu daha çok üzebilirdi. Biraz dobra konuşuyordum. Kelimelerimi törpüledim kafamda.
“Aşk bu kadar basit değil. Bulduğunda aptala döneceksin.” Dedim gülümseyerek. Bana baktı. “Yani sen tam bir aptal olacaksın” dedim başımla onaylayarak. Güldü.
“İyi geldi. Birilerine anlatmak. Sen de anlatsana”
“Bu kadar muhabbet yeter. İyi geldiyse git” dedim geçiştirerek. Anlatmaya başlasam sabaha kadar buradaydık. Birden elimi çekti. “Eline bakılırsa ergenliktesin ve aşıksın” elimi geri çektim. Yara izleri vardı elimde.
“Onları ben yapmadım”
“Kim yaptı?” Dedi kaşlarını kaldırarak. “Şiddet mi görüyorsun?”
“Hayır. Bunlar eskiden kalma. Şuan çok mutluyum. İyi geceler” diyerek çantamı alarak kalktım. Kolumdan tutunca durmak zorunda kaldım.
“Senin için İstanbul’un bir ucunda olabilirim ama her gece burada olacağım. İçine sığmadığında buraya gelip bana anlatabilirsin.” Kolumu yavaşça elinden aldım. Hiçbir şey söylemeden çıkışa yürüdüm.
Bundan sonra hayatıma kimseyi almaya niyetim yoktu. Çünkü her gelen, gidiyordu. Ve gittiği zaman bıraktığı acı geldiği zaman verdiği mutluluğu yok ediyordu. Ben kendimle mutluyum.
Tags: arkadaşlık aşk Gençkurgu mizah