Misha
Sanki küçük elleriyle sımsıkı tuttuğu ipi gevşetse, bütün sevincinin, bütün he
yecanın ın ve tutkusunun da kaçacağını zannediyordu. Gerilen yüz hatlarından,
sıktığı dişlerinden ve öne doğru sürekli hamleler yaparak, her bir hamle de çı-
kardığı tuhaf seslerden bir adım dahi olsa ilerlemek için harcadığı çabanın zorlu-
ğunu sezebiliyordum.
İpi elinde sımsıkı tutmuş, bir an olsun gevşetmeyerek olduğu yere oturmuş,
derin derin nefes almıştı. İpin boynuna takılı olduğu Köpeğin baygın bakışlarına
büyük bir sevgiyle bakmıştı.
İkisinin de yitirdiği ilgi ve şefkati birbirlerinde bulmalarının sevinciydi bu ba
kışmanın karlılığı. Kaybedilen ve yitirilen sevgilerin açtığı derin yaraları iyileş-
tirmek için etkili bir ilaç değildi zaman. Yılların mevsim-mevsim tazelediği bir
sızıydı sadece.
Bir an bile olsa ,kaybetmenin korkusuna sığınan telaşı’nın sebebi buydu çocu-
ğun.
Boşta kalan eliyle, elle örülmüş kazağının boğaz kısmını sürekli ileri doğru çe
kiyor, boncuk-boncuk ter tanelerinin çoğaldığı alnını rengi solmuş kazağının
kolu ile siliyordu. Güneş tepeye doğru yükselmiş, soğuk yerini geçici de olsa ka
vurucu sıcağa bırakmıştı. Rengini kaybetmiş, ince ,kırmızı elektrik teli ile iki bo-
ğumundan bağcık yaptığı uçları yırtık ve kenarlarından açılmış ayakkabılarına
baktı bir süre. Ayaklarında çorap yoktu. Bileklerinin biraz üzerinde duran kot
pantolonunun kapatmadığı yerler, kabuk tutmuş yaralar içindeydi.
Kıvırcık ve sık siyah saçları biraz uzamış, alnına dökülüyordu. Derin bir nefes
alıp ve daha derin bir nefesi dışarı veren köpeğin tüysüz kulakları düşmüş, başı
öne eğilmişti, gözleri baygın bakmaktaydı..
Sırtının birkaç yerinde tüyleri dökülmüştü. Zayıflıktan kaburgaları ortaya çık
mış, sağ bacağının eklem yerinde büyük bir yara görünmekteydi. Toz ve kir içinde kalmış yaranın açık kalan yerlerinde kurumuş kan lekeleri
vardı. Titreyen ince bacakları üzerinde ürkek, korkak ve çekingendi. ,
Evlerinin arka tarafında ,biraz yüksek tepe de olan bu düzlük, Deprem de yıkı-
lan binaların inşaat atıkları ile doluydu. Bu büyük beton molozları arasında her
biri ayrı renkler de iç içe geçmiş boyalı duvar parçaları, güneş ışığı ile parlayan
fayans ve cam kırıkları, büyük beton blokları arasında ezilmiş, toz halinde birbi
rine karışmıştı.
Arada bir , büyük bir gürültü ile onlarca çingene ,peş peşe yaklaşan At Araba
ları ile bu dağ gibi moloz yığınlarına hücum eder, genci, yaşlısı, çoluğu ,çocuğu
, ellerinde kazma, balyoz ve çekiçlerle bir parça demir için var güçleri ile çalışır
lardı.
Büyük bir toz kütlesinin etrafı sardığı, göz gözü görmediği zamanlarda küçük
bir demir parçası için kavga ettiklerine şahit olabilirdiniz. Paslı ,uzun bir demir
parçasına sarılan el, o nu bırakmak istemezdi . Bağırışmaları, küfürleri, çığlıkları
hemen aşağıda bulunan mahalleden dahi duyulurdu.
Sonrasın da ne olursa bilinmez, ortalık bir anda sakinleşir, sanki hiçbir şey ol
mamış gibi az önce saç saça ,baş başa birbirlerine giren bu insanlar, az önce kal
dıkları yerden ,kırıp dökmeye, parçalayıp un ufak etmeye devam ederlerdi.
Moloz yığınları arasından küçük bir Fotoğraf karesi bulan kızıl saçlı, tombul
yanaklı genç kadın, kınalı parmaklarıyla, şalvarını dizlerinden yukarı çekmiş, ol
duğu yere oturmuş, uzun uzun ve hayretle elinde ki Fotoğrafa bakıp bir şeyler
mırıldanmıştı.
Bu bir dua mıydı bilinmez fakat, yüz kıvrımlarına dek işleyen acının ,titreyen
kınalı, kirli parmaklarının ,dolan gözlerinin onda var ettiği duygu, büyük bir ıstı-
rap ve çaresizliğin kendisiydi. Tozlu ve kirli ellerinin tersi ile gözyaşlarını sil
meye çalışıyordu, dudakları titriyordu.
Sol kolunda, biçimini kaybetmiş, altın rengin de iki adet ince bilezik vardı,
rüzgarın hafifçe kaldırdığı eşarbından mavi küpeleri fark ediliyordu.
Fotoğrafı olduğu yere usulca, sanki incitmemeye çalışarak bırakan genç kadın,
içini derin derin çekerek moloz yığınlarından dikkatli, her adımını yavaşça ata
rak aşağı inmişti. Düzlüğe çıktığında ,üstündeki tozları elleriyle silkeleyerek ko-
şar adımlarla gözden kaybolmuştu. Bu durum hiç kimsenin ilgisini ve dikkatini
çekmemişti. Sanki koşarken ,acılarını ve hüznünü de beraberin de götürmüştü.
Bazen bir Fotoğraf karesi, bazen bir bez parçası, bazen oyuncak bir bebeğin
kolu, bacağı ya da herhangi bir uzvu ellerine geçtiğinde tozundan arındırmak
için üfler, tekrarlanması gereken bir ritüel gibi, ellerinde ki kazmayı ,küreği bir tarafa bırakır ,buldukları ve ellerinde tuttukları o nesneye kutsal bir eşya gibi bir
süre bakarlardı. Büyük bir saygı ve minnetle buldukları nesneyi olduğu yere bı-
rakır, az önceki kaldıkları yerden devam ederlerdi. Hiç birinin tepkisi, az önce
nefesi düğümlenip, hıçkıra hıçkıra koşar adımlarla, renkli eşarbının ucuyla sü-
rekli gözyaşlarını silen, bir süre sonar gözden kaybolan genç kadın gibi olma
mıştı şimdiye dek. Yorulmak bilmeyen bu insanlar çıkarabildikleri kadar demir
parçasını çıkarıp, aynı gürültü ve yaygara ile geldikleri yoldan At Arabalarının
bıraktığı tozu geride bırakarak şehre inen kıvrımlı yoldan bir sis bulutu gibi git
tikçe küçülerek gözden kaybolurlardı.
Her gün istilaya uğrayan bu büyük moloz birikintileri sanki daha çok büyür ve
daha çok yükselirdi.
Elinde tuttuğu ipi büyük bir öfke ve nefret ile bir tarafa savuran çocuk, yerin
den kalkıp köpeğe doğru koşarken ayakkabısı çıkmış, çıplak ayakları ile çakıl
taşlarına her basışında canının yandığını hissederek kopeğin önünde diz çöküp,
kahverengi tasmasının demir halkasına bağladığı ipi çözerek sağ tarafındaki in-
şaat molozlarının bulunduğu tarafa sinirle fırlatmıştı.
Boğazını sıkan tasmayı çıkardığın da tasmanın arkasında ‘’Misha’’ yazmak
taydı. Kirden kararmaya başlamış tasmayı’da bir tarafa savurdu.
Çocuk ‘’Misha’’ dediğin de , köpek kulaklarını kaldırmış, kuyruğunu sallayarak
, tuhaf sesler çıkarıyor çocuğun gözlerine bakıyordu.
-Boynuna taktığım bu ip için Özür dilerim Misha, Demişti.
Küçük kollarıyla köpeğin boynuna sarılan çocuk, ince ve titreyen sesiyle,
-Sen benim Köpeğim ol Misha, benimle gel, evimizin bahçesindeki kulübede
var, orada eskiden köpek varmış ama şimdi yok. Kardeşim de seni görünce çok
sever.
Tüm bu söylenenleri Köpek anlıyor muydu bilinmez, sıska ve titreyen bacak
larını bir adım öne atar gibi olmuş fakat sonra vazgeçmişti. Küçük Çocuğun ka-
çıncı konuşmasıydı bu bilinmez. Bir türlü bu moloz yığınları etrafından ayrıl
mama isteğine anlam veremiyordu. O nu buraya hapseden şey neydi?
Ayağa kalkıp, az ilerde ayağından çıkan ayakkabısını almak için seke-seke
geri gidip , ayakkabısını ayağına giyip arkasını döndüğün de köpeğin hemen ya
nın da olduğunu görünce kirli parmaklarıyla ağzını kapatmıştı.
Köpeğin yanına eğilerek ,işaret parmağıyla kırmızı çatıları görünen ,gri, yor
gun , iç içe geçmiş ve biçimsiz evleri tarif ederek; -Orası, işte evimiz orada, hadi gidelim, sen benim köpeğim ol Misha, evimizin
bahçesinde kulübe var, ama şimdi orada köpek yok, eskiden varmış.
Bu sözleri söylerken heyecanla yürümeye başlamıştı bile. Birkaç adımdan
sonra Köpeğin gelmediğini görünce, yürümeye devam etmiş ve biraz uzaklaştık
tan sonra, diz üstü çöküp ‘’gel, hadi gel Misha’’ diye tekrarlamıştı ellerini birbi
rine vurarak.
Sesinde sevinç ve heyecan vardı. Adını duyan köpek, havlıyor ve bir adım atıp
geri gidiyordu. Gelip gelmemek arasında kalan köpek, titreyen bacaklarıyla tam
hamle yapacağı sırada nedense sürekli vaz geçiyordu .
Çocuk birkaç adım daha uzaklaşıp, eğilip baş parmağını ve işaret parmağını
birbirine sürterek ‘’gel-hadi gel Misha’’ diye bağırıp, belli belirsiz ıslık çalı-
yordu. Köpek, tüysüz kulaklarını bir anlığına kaldırıyor, cılız kuyruğunu sağa
sola sallıyor, ince bacakları üzerinde ileriye atlayacakken etrafına bakıyor, yine
vazgeçiyordu.
Aynı hareketleri sürekli tekrarlıyor, korku ve istek arasında büyük bir karam
sarlığın içinden çıkamıyordu Misha. Cesaretini toplayıp ileri atılsa, bütün duvar
ları yıkmış ve özgürlüğüne kavuşmuş olacaktı. Sanki orada, bilinmeyen bir el,
gitmesine izin vermiyordu.
Belirsizliklerin korkuları ile dolu geçmişi, cesaretine engel oluyordu. Ya da bi
tip tükenmek bilmeyen ait olma duygusu, onu buraya hapsediyordu.
Çocuk ,kolu ile alnının terini silerek, tekrar geri gelmiş, öfkesini ve sinirini
içine hapsederek köpeğin yanına diz çöküp, kulağına bir şeyler fısıldamıştı. Ka-
çıncı başarısız mücadelesiydi bu? Onu buradan evlerinin bahçesine götürmek
için başlattığı kararlı girişim bir türlü sonuç vermiyordu. Ve çocuk, her şeye rağ-
men vazgeçmiyordu.
Bu çelimsiz, tüysüz, hastalıklı Köpeğe karşı içinde beslediği sevgi, bütün kö-
peklere besleyeceği sevginin çok dışında olmalıydı. Sahiplenme arzusunun bu
kadar yoğun olduğu ,ayakta durmakta güçlük çeken ve zayıflıktan yarı ölü –yarı
canlı bu köpeğe karşı hissettiği duygunun ardındaki o büyük ve kudretli hissin
kaynağı neydi?
Ayağa kalkıp, çakıllı yolda önce yavaş adımlarla ilerledi, arkasına bakmıyordu
Çocuk. Köpeğin geleceğinden emin adımlarla ,adımlarını daha yavaş atıyor,
adımlarının çakıllarda çıkardığı sesi yavaşlatmaya çalışarak kulağı arkada her
hangi bir kıpırtıyı ya da sesi dinlemek için dikkat kesiliyordu. Bir ara, sanki çakıl taşlarının birbirine sürtüp çıkardığı sesi anımsar gibi oldu.
Bu kendi adımından kaynaklanan ses değildi. Dikkat kesildi, ikinci kez emin ol
mak için olduğu yerde adım atmadan durdu ve çakıl taşlarının birbirine sürttüğü
sesi tekrardan duydu.
Kalbi hızlı hızlı atmaya başlamıştı.
Güneş batıya doğru ışığını ve ısısını kaybederek evrilmişti. Gölgeler uzamaya,
serin bir meltem samanlı dağlarının ötesinden önüne katıp getirdiği yabani nane
ve kekik kokuları ile etrafı sarıp sarmalamaya başlamıştı. Süpürge otu çiçeğinin
pembe ve mor renkleri arasında görünen birkaç kelebek, son kanat çırpışlarının
özgürlüğü altında ani reveranslarla gözden kaybolurlardı.
Sonbahar’ın bu aylarında , gökyüzünü kaplayan kara bulutlar birden dağılır ve
gökyüzünün engin mavisi ortaya çıkardı. Kuş sesleri birbirine karışır, bütün gü-
zel renklerin harmanlandığı bu mevsimin hüzünlü şarkılarında ,Sonbahar sarı,
kızıl, mor renklerine veda ederlerdi.
Bu veda biraz hüzün, biraz da özlem kokardı. İlk cemre,nin müjdesine dek
kendi kalbine kapanan doğanın can çekişi değil, yeniden ve daha güçlü doğmak
için var oluşuydu Sonbahar.
Güneş , sanki yazdan kalma kavurucu sıcağı ile kendini hissettirirdi bu ay
larda. Hiç beklenmedik bir anda daha çok kuzeyden gelen bulutlar birden havayı
karartır, az önce ki güneşin etrafa saçtığı yedi ayrı renginden ve ışığından eser
kalmazdı.
Gri dallarına, son bir can havli ile tutunmaya çalışan yaprakları savuran rüzga
rın ardından, yağmur başlardı. Kuş seslerinin notalarından dökülen veda şarkı-
ları sessizliğe bürünür, nane kokuları getiren serin rüzgar ; büyük bir uğultu ile
fırtınaya dönerdi. Bütün renkler daha çok solgunlaşır ve kararırdı.
Kuzeyden gelen bulutlar, gökyüzünün bir kısmını karartmıştı. Çocuk arkasına
dönüp baktığında, köpeğin topallayarak yavaşça o nu takip ettiğini görmüştü.
Sevinçle ‘’Misha’’ diye bağırıyor, yürümeye, yürürken sürekli arkasına bak
maya devam ediyordu. Yürüdükleri yol, biraz öte de, önce birer minare gibi
gökyüzüne doğru uzanan kavak ağaçlarının ortasından geçer ve mahalleye dek
devam ederdi.
Güneşin bulutların arkasında kalmasıyla serin meltem yerini yavaş yavaş rüz
gara bırakmıştı. Köpeğin bir an o nu takip etmediğini düşünüp korku ile arkasına
baktığında, köpek ile arasındaki mesafenin kapanmış olduğunu görmüştü. İçindeki sevinç, evlerine, evlerinin bahçesine dek hiç durmadan, soluklanma
dan koşma isteği uyandırıyordu. Yerden kalkan toz, gözlerine doluyordu. Tek
eliyle gözünü ovarken ,diğer eli ile pantolonunu yukarı çekmeye çalışıyordu.
Koşuyordu.
Koşuyordu.
Dili dışarda, artık koşmaya mecali kalmayan köpek, yaralı bacağını yere değ-
dirmemeye çalışarak çocuğu can havli ile takip ediyordu.
Bütün duvarları yıkılmış gibiydi. Korkunun ve beklemenin geride kaldığı bu
kıvrımlı yoldan koştukça, her şeyi arkada, bıraktığının farkındaydı. Bir an olsun
geriye bakmak ister miydi Misha?
Sanki, yıllarca esaret altında kaldığını hissettiği bütün zincirler kırılıp etrafa
savrulmuş, büyük bir karanlıktan aydınlığa çıkar gibi koşuyordu Misha.
Her şey geri de kalmıştı, fakat bitmemişti.
Bir gün, yer altından gizemli seslerin geldiğini duyan Misha, yattığı sıcak top
raktan kalkıp, ürkek ürkek etrafını izlemeye başlamıştı. Hiçbir kıpırtı, hiçbir ha
reketlilik yoktu. Ağustos ayı’nın en sıcak gecelerinden biriydi. Su kabında bulu
nan suyun küçük küçük dalgalar oluşturduğunu gördü, gök yüzü yıldızlı ve
açıktı.
Bir an da kesilen bu ses, birkaç saniye sonra daha şiddetli bir şekilde ortaya
çıkmış ve Misha havlamaya başlamıştı. Gecenin sessizliğini bölen bu havlayışa,
uzaktan birkaç köpeğin sesi daha katılmıştı.
Yine bir an da kesilen ses, uzun bir müddet devam etmiş, huzursuzlanan
Misha bahçe de bir aşağı bir yukarı koşarak havlamaya, gecenin bir yarısı çevre
sindeki her şeyi rahatsız etmeye başlamıştı.
Önce yavaş yavaş yerin altından gelen bu ses tekrardan başlamış, bu kez bü-
yük bir titreşimi de devamında getirmişti. Bahçe duvarına ön ayaklarını koyup
dışarı çıkmak istiyordu. Gittikçe artan sarsıntı, Misha’nın dahi ayakta durmasını
güçleştiriyordu.
Her şeyi yerinden oynatan bu sarsıntıya ,biraz sonra bir çok ses daha karış-
mıştı. Bütün sokak lambalarının ışığı sönmüş, her yer zifiri karanlığa toza bü-
rünmüştü.
Kırılan pencere camlarının sesini kopan kirişlerin gürültüsü, yıkılan duvarların
sesini binlerce farklı sesin oluşturduğu çığlıklar, feryatların sesini yine gürültü ile çöken binaların inanılmaz uğultusu bastırıyordu. Karanlıkta hiç kimsenin hiç-
bir şeyi fark edemediği bu saatlerde binlerce acı çığlık, yıkıntı sesleri arasında
kah kayboluyor, kah çoğalarak devam ediyordu.
Yakınlardan, uzaklardan ve daha uzaklardan kopup gelen acı çığlıklar birbi
rine karışıyordu.
Misha, hemen önünde bulunan binanın çöktüğüne şahit olmuştu. Bahçe duva
rından atlayıp ,evin önüne, giriş kapısına çıkmak ve sahibinin yanına gitmek is
terken ,arkasını dönmesi ile ,binanın büyük çatırtılar koparıp, her katı’nın birbiri
üstüne yıkıldığına şahit olmuştu.
Çatı kiremitlerinin ,çöken binanın üzerini kapladığı enkaz altında bir soluk, bir
ses işitmeyi bekliyor , sürekli etrafı kokluyordu. Küçük bir karartıdan giriyor,
büyük bir yıkıntının arasından toz için de çıkıyordu. Silkelenip, yıkılan kolonla
rın aralığından girip , farklı bir bölgeden çıkıyordu. Bazen beton kalıbını eşer
gibi tırmalıyor, kalıbın altına girmek için büyük bir uğraş ve gayret sarf edi
yordu. Bu bitmek tükenmek bilmeyen gayret ve kararlılık, gün ağırınca ya, iş
makinaları gelinceye dek devam etti.
Aradan tam iki gün geçmiş, iki gün boyunca enkaz etrafında, üstünde, çevre
sinde, içinde keşfettiği gizli tünellerde, kapalı geçitlerde sadece bir nefes, bir
koku, bir kıpırtı almak için kendini perişan etmişti Misha.
Onun, bu hiç durmayan hareketliliğini gören insanlar, duygularına hakim ola
mayıp gözleri doluyor ve büyük beton yığınları karşısın da çaresizce uzaklaşı-
yorlardı.
İş makinaları kurulmuş, çalışmalar büyük bir titizlikle başlamıştı. Enkazdan ne
zaman büyük bir beton parçası kaldırılsa, Misha kulaklarını dikip ileri atılıyor,
yerinde duramıyordu. O nu enkazın hemen karşısın da ki ağacın gövdesine , en
kazda bulunan çamaşır ipi ile bağlamışlardı.
Günlerce süren çalışmalar sonunda , bütün hayatını yitirenler teker teker çıka
rılıp morglara gönderilmişti. Misha’nın sahibi olan kız çocuğunun cansız bedeni,
itfaiye erinin kolların da yıkıntılar arasından çıkarılmıştı bir sabah.
Yüzü tıpkı bir melek gibiydi, saçlarında cennetin kokusu vardı, İtfaiye eri’nin
gözyaşları, tozlu elbiselerinin üzerine düşüyordu. Aşağı sarkan sol kolunun bilek
kısmında kan lekesi vardı. Parmakları ile sımsıkı tuttuğu küçük bir ayıcık sağa
sola sallanıyordu. Her tarafı toz için de olmasına rağmen, yüzüne bakan o’nun sanki tebessüm ettiğini, çok güzel bir Rüya’ya kaldığı yerden devam ettiğini
zannederdi.
Ağaca bağlı olan Misha, havlıyor, hırlıyor, uluyor, bağlı bulunduğu ipi kemir
meye çalışıyor, olduğu yerden kurtulmak için mücadele ediyordu. Köpeğin huy
suzluğu karşısın da ,orada bulunan herkes durumu fark etmişti.
Misha’yı bağladıkları yerden çözmediler. Havlamaları, inlemeleri, hırlamaları
hiç susmadı. Önüne konulan hiçbir şeyi yemiyor, su içmiyordu. Bir süre sonra
kendi içine kapanıp, sessizleşti, olduğu yere uzanıp saatlerce , sadece belli bir
noktaya odaklanıyor, gözlerini dahi kırpmıyordu.
O’nu ,evin yıkıntıları büyük hafriyat kamyonlarına yüklenirken çömüşlerdi.
Hiç bir şey yapmadı Misha. Sadece oturduğu yerden kulaklarını kabartarak kep-
çenin yüklediği moloz yığınlarına baktı. Etrafında olan biten her şeye karşı ka
yıtsız, bütün dikkati ile Hafriyat Kamyonunu izliyordu.
Yüklenmesi biten Hafriyat kamyonunun arkasına takılmış, kilometrelerce
uzaktaki bu enkaz Hafriyatlarının bulunduğu yere kadar Kamyonu takip etmişti.
Misha’ belki de bir yıl ı aşkın bir süredir, bu enkaz yığınının başından ayrıl
madı. Günlerce en ufak bir kıpırtı aradı durdu bu koca enkaz yığınında. Bula
madı.
Aç kaldı, susuz kaldı, taşlandı, kovuldu, fakat burayı bir an olsun terk etmedi.
Tozlu yol sone ermişti. Yavaşlayan çocuk, bir süre sonra ,avuç içlerini dizle
rine dayamış ,eğilir vaziyette, soluk soluğa, nefes alıp veriyordu ‘’Benim köpe-
ğim-Benim köpeğim Misha’’diyerek, önünde durup seyrek tüylü kuyruğunu sal
layan Köpeğin, gözlerine bakıyordu.
Biraz sonra yerden bir kucak dolusu yaprağı alıp bütün gücü ile havaya savu
ran çocuk, ellerini iki yana açıp gök yüzünden yağan yapraklara bakarak olduğu
yerde dönüyor ve ‘’Misha’’ diye bağırıyordu.
Sesi az ilerde biçimsiz evleri, yıkık ve çatlak duvarları ile sokaklarda yankıla
nıyor, sağında ve solunda birer minare gibi gökyüzüne uzanan kavak ağaçlarının
sarı yaprakları usul-usul üzerlerine yağıyordu.
Misha Çocuğun ailesi tarafından kabul edilmiş, kısa bir süre için de mahalleli
tarafından sevilmiş ve sahip çıkılmıştı. Gün geçtikçe iyileşen bu hastalıklı, bitkin
ve yorgun köpek, güçlü, kuvvetli bir Kangal Köpeğe dönüşmüştü. İri bacakları üzerinde taşıdığı iri gövdesi, bir Aslanın kafasını andıran başı, o nu tanımayan
ları korkuturdu.
Mahalledeki bütün çocukları önüne katar ve onlarla oynardı, bazen ağzında bir
oyuncağı kaçırıp çocukları peşine taktığına da şahit olurdunuz.
Her Sonbahar mevsiminin bu günlerin de Misha’ bir çok kere mahallenin az
yukarısında bulunan tepenin düzlük kısmına, bir zamanlar depremden kalma in-
şaat atıklarının bulunduğu düzlüğe çıkar, buradan şehre bakarak, heybetli duruşu
ile tıpkı bir kurt gibi dakikalarca ulurdu.
Sesi ,gün batımının sessizliğinde yankılanıp karanlığa karışırdı. Bu uluma sesi,
bütün şehrin sokaklarından, caddelerinden duyulurdu. Misha nın hikayesini bi
len herkes, bu ses karşısında hüzünlenip, içlerin de iyileştiremedikleri yaraların
sızısı ile deprem de kaybettiğimiz şehitlerimizin aziz ruhlarına Fatiha okurdu.
Ayhan YALÇIN
Kocaeli / 2020 / Kasım
Tags: #aşkzede #aşk #şiir #özlem #hayalhanem sevgi