Soğuk hava, amacına hizmet etmek için delirircesine çalışıyordu. Görünmez bir battaniye gibi bütün vücudumu sarıyordu. Neredeyse bütün vücudum titremeye başlamıştı. Fazlasıyla üşüyordum. Göğsümün altındaki karın neden olduğu acı beni yavaş yavaş dondurmaya başlıyordu. Bütün giysilerim sırılsıklam olmuştu. Çevrede beni sıcak tutabilecek hiçbir şey yok. Sabahları uyandığımda, parlak güneşin beni karşılama hissini, saçlarımı dağıtan ılık rüzgarı özlemeye başlamıştım. Bana verilen görevi başarıyla tamamlamıştım, fakat şu an bulunduğum durum içler acısıydı.
Buradan nasıl kurtulabileceğime dair iki seçeneğim vardı. Ya burada bu acının beni ele geçirmesine izin verip yavaş yavaş acılar içerisinde ölecektim. Ya da kalan bütün gücümü kullanarak buradan sürünerek kurtulacaktım. Henüz yaşamıma dair hiçbir şey yapamamışken böyle aptalca ölmek bana göre değildi. Bir anlık azimle hızlıca ayağa kalktı. Bacaklarım soğuktan titriyordu. Pes etmek benim kurallarımda yoktu.
Bir süre sonra yürümek için takatim kalmamıştı. Yolun sonunda bir villa görünüyordu. Eğer oraya ulaşabilirsem içeride yaşayan birileri varsa onlardan yardım isteyebilirim diye düşünüyordum. Güç toplayabilmek için “dayanabilirim, yapabilirim, pes edemem” tarzı cümlelerle kendimi motive etmeye çalışıyordum. Yolun sonuna geldiğimde evdeki hiçbir ışığın yanmadığını fark ettim. Zaman kavramını kaybetmiştim. Umarım gecenin bir yarısıdır ve insanlar uyumuştur diye ümit ettim. Villanın girişine doğru yönlendirdim adımlarımı…
Gözlerimi kapatıp “Lütfen içeride birisi olsun” diye dua ederek kapının zilini çaldım. Bekledim,
bekledim. Uzun bir süre bekledikten sonra ümidimi keserek arkamı döneceğim sırada evdeki bir ışığın yandığını fark ettim. Tekrardan zile doğru yönelttim parmaklarımı. Diyafon ekranı açıldı. Soğuktan her tarafım buz tutmuştu. Mimiklerimi oynatabilecek halim kalmamıştı. “Yardımınıza ihtiyacım var.” diye fısıldadım. Karşı taraftaki kişi endişeli bir halde, “iyi misiniz?” diye seslendi. Hiçbir şekilde cevap verebilecek halim kalmamıştı. Ekrana dümdüz bakarak kafamı sağa sola sallayarak iyi olmadığımı belirtmeye çalıştım. Kapı yavaş bir şekilde sürüklenerek açılmaya başladı. Artık kendimi ayakta tutamıyordum. Bilincim kapanmaya başlamıştı.
***
Bilincim yavaş yavaş kendine doğru gelirken etrafta tabak sesleri geliyordu. Parmaklarımı yavaş yavaş oynattığım sırada birisi parmaklarımı tuttu. İçeri doğru ‘Baba’ diye bağırdı. Gözlerimi yavaş yavaş açıp etrafı kontrol ettim. Nerede olduğumu hatırlamıyordum. Kaçırılmış mıydım? Ah hadi ama bu olamazdı. Bu görevi hiçbir şekilde kanıt bırakmayarak tamamlamıştım. Gayet başarılıydı. Oturduğum koltuğun altında çantamı bıraktıklarını gördüm. Hızlı adımlarla doğrulup, çantaya uzandım. Silahım yoktu. Elbisemin kemerindeki gizli bıçağı çıkardım. Elimin altına saklayarak içeriye doğru adımladım.
Küçük çocuğu havaya kaldırmış bir şekilde kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Ne söylediğini duyamadığım için kaşlarım çatılmıştı. Çocuk hızlı adımlarla koşarak odasına gitti. Hızlı ve sessiz adımlarla içeri doğru ilerledim. Kollarından tutup kapı duvarına yasladım. Kulağına doğru, ‘Ben neden buradayım? Ne istiyorsunuz benden?’ diye fısıldadım. Bileğimin ucundaki bıçağı görünce kalp atışı hızlanmaya ve elleri titremeye başladı. Ani refleksle bağırarak, ‘Gerçekten senden hiçbir şey istemiyorum. Panik atak hastasıyım. Lütfen o elindeki bıçağı çeker misin? İkimizde burada kriz geçirmemi istemeyiz değil mi?’ dedi.
Tags: #Aksiyon #drama #istihbarat #Ajan #Görev #Güçlükadın #Kadın #intikam