“Canım yanıyor.” Küçük bir kız çocuğunun fısıldayışı doldu karanlığa. Daldığım boşluğu dolduran sesin sahibi bendim. Gözlerimi kaçırdım ve karşımda kısa, kızıl saçları ile duran çocukluğumun gözyaşlarına şahitlik ettim. “Avcumun içinden sana uzanan, sarmaşığa dolandın.” Avuç içlerime geçirdim tırnaklarımı lakin bir nebze acı hissetmedim. Bana doğru yürüdü çocuk. Ayakları altında bir çok kurumuş yaprak ve ayaklarımın ucuna kadar uzanan sarmaşık var oluverdi.
“Saf bir çocuksun, Merza Karan.”
Sesindeki tonlama, küçük bir kız çocuğuna dokunmuyordu. Sesinin ardında yaşlı bir kadın var gibiydi. Usulca üzerime adımlıyordu. Ondan kaçamıyordum.”Senin için yapabileceğim şeyler bunlarla sınırlıydı.”
Avcunu çukurlaştırdı ve kollarını iki yana açtı. Avuç içlerinde beliren alevi gülümseyerek karşıladı ve o an bedenime yayılan şok dalgasıyla çığlığımı boşluğa bıraktım. “Lakin şimdi yok olmayı göze alarak sana bir iyilik daha yapacağım,” dedi. “Kötü ruhuna rağmen.”
Avuç içlerimde acı hissetmeye başladığımda hâlâ ne anlatmaya çalıştığını algılayamıyor, zihnimin bana oynadığı oyunlardan şüphe ediyordum.
Fakat o an bir şey oldu.
Avuç içinde büyüttüğü ateşi sarmaşığa fırlatarak alevden bir deniz yarattı. Ayaklarından tırmanarak bedenine uzanan ateşi zevkle izledi.
“İyi tarafını yok ediyorum, Merza,” dedi. Artık ağlıyordu ama yüzündeki tebessümü bir kenara fırlatamıyordu. “Seni güçlü kılıyorum.”
Şimdi anlıyordum.
Yaptığım, yıktığım ne varsa, tüm yük bu kız çocuğunun omuzlarına yüklenmişti. Beni karanlığımla yalnız ve bir başıma bırakarak cezalandırıyordu. Elim ona doğru uzandı ve dudaklarım arasından, zihnimde onca kelime, binlerce cümle dönmesine rağmen sadece, “Gitme.” çıktı.
Vücudu aleve teslim olan bedeni bir süre sonra yere yığıldı. Bir güç tarafından hareketlerim kontrol ediliyor gibiydi. Kalkmak istedikçe oturuyor, bağırmak istedikçe susuyordum.
Onu yakan ateş, bana zarar vermiyordu. O benim ruhumun saflığıydı.
Ve o yok oldu.
Gözlerim titreyen ruhuma el uzatarak beni uykudan çekip tam o anda çıkardı. Şakaklarımdan elmacık kemiğime uzanan ter damlalarını, elimin tersiyle ittim. Bir rüya olduğunu bilmek her ne kadar içimi rahatlatsa da tuhaf bir hisse kapılmıştım.
Nefeslerimi dengeledim.
Yatakta doğrularak bağdaş kurdum ve kuruyan boğazımın ihtiyacını yutkunarak gidermeye çalışarak avuçlarımı açtım. Bileklerimi dizlerime koyarak avuç içlerimi çukurlaştırdım ve tıpkı o kız çocuğu gibi avuçlarımda bir alevin belirmesini diledim.
İçim titredi.
Başımı ellerimin arasına alarak şakaklarımı ovuşturdum.
Karanlık henüz aydınlanmamıştı fakat sabah olmaya yakın bir saatti.
Yatakta bedenimi kaydırarak bacaklarımı sarkıttım ve ayaklarımı yavaşça parkelere sabitledim. Bedenimin ağırlığını ayaklarıma yükleyip ayaklandım ve küçük odamın yer yatağında uzanan Deniz’e temas etmeden banyoya doğru yürüdüm. Odanın kapısını ağır hareketlerle açıp sessizce çıktım ve kolidorun sağındaki lavaboya adımladım.
“Kurtar beni.”
Fısıldayan sesi işittiğimde çatılan kaşlarımla beraber omzumun üstünden ardıma baktım. Sadece ben ve deli saçması düşüncelerimdi. Beynimin bana düzenlediği ucu bucağı olmayan oyunlardan sadece bir tanesiydi. İlaç saatimi geçirmiştim. Dilimi damağıma vurarak onaylamaz bir ses çıkardım ve dudaklarımı birbirine bastırarak tuvalete girdim.
Lavabonun ışığını açmam ile karşımdaki küvetin içinde uzanan kadını yeşil gözlerini üzerime dikmiş bir şekilde ölü bir ifadeyle baktığını görmek boğazıma yüklenen feryadı dışarı salmamı sağlamıştı. Ardından ellerim dudaklarımın üzerine kapandı ve gözlerim şok içinde birbirinden ayrıldı.
Bu görüntünün doğruluğu yoktu.
O ölmüştü.
Onu öldürmüştüm.
Burada olamazdı.
Gözlerimi kapatarak ovuşturdum ve bir süre öylece bekledim. Ardından açtım gözlerimi.Beyaz bir küvet, sıradan bir banyoydu. Gözlerim klozetin üzerine çevrildiğinde aynı ifade ve yeşil gözlerle bana bakan kadın bilincimi parçalayarak ;
“Yaşat beni,” diye fısıldadı.
Bulanıklaşan görüşüm ile bacaklarım beni taşıyamaz hâle geldi ve bedenim kapı boyunca kayarak fayanslara kapandı.
“Özür dilerim,” diye fısıldadım.
Gözlerimden yanaklarıma uzanan sıcak sıvılar yavaşça çeneme yol alıyordu. Öylece hiç kıpırdamadan bir ceset gibi yatarken,bu sefer tam aksini fısıldadı;”Öldür beni.”
Kafamı deli gibi iki yana salladım. Burnum sızlıyordu ve göz yaşlarım göz pınarlarıma doluşuyordu.
“Sen zaten ölüsün.”
Ve bunu ben yaptım.
Kız çocuğunun avcunda biriken o alev benim günahlarımdı. Öldürdüğüm bu kadının masumca bedeninde dolanan kanı. On yedi yaşımın katiliydim ben. Cehennem bile benim günahlarımı kabul edemeyecek kadar küçüktü.
“Sen yaptın,” dedi.
Yanaklarımdan sicim sicim boşalan gözyaşlarını çenemden elimin tersi ile ittim. Artık tutamıyordum ve meyus ruhum bir günahın içinde kamçılanıyordu.
“Ben yaptım.”
Denizin üzerindeki kırık ay ışığı hayatıma yansıyıp, keskin parçalarını kaderime batırdı. Kanayan yaralarıma ilave olan kesikler kapanmaksızın daha da dibe batarak bana acı veriyordu.
Hayatım, bana acı veriyordu.
Yaşananlar, bana acı veriyordu.
Hissizleştikçe yorulan benliğimi, karanlık emiyordu.
Ellerimi yüzüme kapattım ve hıçkırdım. Avuçlarıma doğru aralarken dudaklarımı, çığlık attım. Nefesim darlanıyor ve gözyaşlarımın yanı sıra dudaklarımdan çıkan kelimeler canımı acıtıyordu.
“Lütfen, git.” Yalvardım. “Kaldıramıyorum, git.” Gözlerimi ovuşturarak bağardım. Ağlamam şiddetlendikçe düşüncelerime bulanan bu kadının sesi beynimde güç buluyordu.”Deliriyorum, git.” Katil bir ruha sahip olduğum o andan beri düşüncelerim arasında dolanan yeşil gözler benim sonumdu. “Ölüyorum, git.”
Ellerimi gözlerimden çektim ve kadın kayboldu. Bu kadardı. Gözlerimin bana oyunu bu kadardı lakin zihnim…ona çare bulamıyordum. Bir yerden kovarken bir yerden canlanıyordu silüeti.
“Arınamayacaksın,” dedi. “Bu senin sonun olacak.”
Ben bir katildim. Bir kadını öldürmüştüm. Arafın kapısını aralayarak ruhumu eşeliyordu. Bu azap,vicdan azabıydı. Yıllardır benimle birlikte beslenip büyüyordu.
Beynimin içindeydi, bedenimdeydi, ruhumdaydı. O kadının sülietinden kurtulamıyordum. Yeşil gözlerinin nefretinden kaçmak imkânsızdı.
Sağ tarafımdaki sabunluğa uzanıp ağlayarak küvete fırlattım. Cam küvete temas edip kırıldı ve binlerce parçaya ayrılarak gürültüyle fayanslara dağıldı
“Yeter!”
Bağırdım. Sesim duyulsun diye. Ruhum özgürlüğe kavuşsun diye. Belki ölüm için. Belki sadece cehennem. Fırçalık, sabunluk ve oje kutusu. Elime geçen her şey sona koşuyordu. Delirmişcesine etrafıma saldırıyordum.
“Merza!”
Bir ses.
Yirmi bir yıllık hayatım boyunca kulaklarıma temas etmesin diye yalvardığım o ses.Beni bu halde olmaya zorlayan merhametsiz kadının sesi. Nevra Karan’ın iki dudağı arasından çıkan ismim kapının ardından dahi bedenimi acılar içinde boğuyordu.
Arkasına dayandığım kapıyı açamamak onu delirtiyordu.
Ve tekrar zihnim o kadını bana getirdi. Küvetin önünde tıpkı benim gibi oturuyor, bana elini uzatıyordu. Gözyaşları içinde emekleyerek eline uzanmaya çalıştım lakin başarısız olmamın yanı sıra diz kapaklarım, ellerim ve bacaklarıma yaralar açan cam parçalarıyla öylece kalakalmıştım. Kapı gürültüyle açıldığında içim çıkacak gibi ağlıyordum. Ciğerlerimin koparak ağzıma geleceğini hissedecek derecede şiddetliydi ağlayışım.
Boğazım yırtılırcasına haykırıyordum.
Ablam belimden destek olup kaldırmaya çalıştığında onu öyle bir kuvvetle ittim ki bedeni klozete çarparak kapağını şiddetle düşürdü.
“Dokunma bana,” diye bağardım. Gözlerim yanıyor odağına sahip çıkamıyordu.
Bana en son böyle dokunduğunda bir sokağın köşesinde cesedin başında hissizce boşluğa bakıyordum.
“Geçecek.” diye fısıldadı ve bana doğru uzandı. Bedenimi geri çekerek dolaba tutundum ve ayağa kalkmaya çalıştım.
“Annemiz için yaptın.” dedi. Beni rahatlatmaya çalışıyordu. Sesini duydukça beynim iki duvar arasında sıkıştırılıyormuş gibi hissediyordum.
“Babam o kadınla mutluydu,” diye bağırdım dakikalardır yaptığım gibi. Sadece ağlıyor ve bağırıyordum. “Ve ben onu öldürdüm.”
Ablam soğukkanlılığını bozarak ayağa kalktı ve sinir içinde bana baktı. Hırçın gözyaşlarım sessizce akıyordu. Başımı ona çevirdi ve nefretle baktım yüzüne.
“O kadın yüzünden annesiz büyüdün sen,” diye bağırdı. Yıllardır beni bu kelimelerle bu hale gelmeye zorlamıştı. Bir çok ilaç, sürekli bir uyku ve tamamen sessizliğe bürünmüş bir odadan asla çıkamayacak hâle o getirmişti beni.
“Seni affetmeyeceğim.” dedim ruhumun ölümüne sebebiyet veren bu kadını asla affetmeyecektim.
Düşündükçe çıldıracak gibi hissediyorum. Kaybolan benliğimi arayışlarım umut doluydu. Tükenen umudumun ardında dolanan karanlık, mürekkebini umut dolu düşüncelerime damlatıyordu. Yavaşça ruhuma yayılan lekelere, esir olduğumu hissediyordum.
Her zaman farklı bir kız olmuştum.
Doğacak olan felaketlere gebe olan yangının sahibi bendim.
Bu işin sonu yangındı, lakin ben çoktan kül olmuştum. Küllerim bir çayır rüzgarına kapılıp, bahçesi ölüm olan bu evin kapısına düştüğünde; çaresizliği tüm bedene kabul buyurmuştu.
Tanrı beni huzuruna kabul ettiğinde, sırtıma inecek olan kırbaçlar eşliğinde saçlarıma yansıması vuran cehenneme bahşedilecektim. Birini öldürmüştüm. Ve cehennem beni kolları arasına şevkatle çekecekti. Işte o zaman geldiğinde bedenim asıl ateşin içinde kavrulmanın acısıyla küle dönecekti.
Velhasıl kelam; ben cennete ait değildim, asla olmayacaktım.
Ve günahlarım sadece bir bedenin katili olmakla kalmayacaktı. En karanlık geceyi bile aydınlığa kavuşturan bir güç var iken; benim günahımı karanlığa gömecek bir avuç toprak yoktu.
Fayanslara yığılan bedenimi kaldırdım ve ayağa dikelerek kapıda sessizce bizi izleyen Deniz’le göz göze geldik. Elindeki telefonu indirerek cebine sıkıştırdı ve dudaklarının içini dişledi. Bacaklarımı harekete geçirerek banyodan çıktım ve yıllar sonra evden çıkmak istedim. O an içimde öyle boğucu bir his oluştu ki bu evde alacağım birkaç nefes belki de sonum olacaktı.
Vestiyerden ceketimi alıp üzerime geçirdikten sonra ayakkabılarımı giydim.
“Nereye gideceksin?”
Deniz’in sesindeki kuşkuyu çeken bedenim sorusunu yanıtsız bırakmak üzere kapıyı açarak evden çıktığımda koşmaya başlayan bacaklarıma itiraz etmedim.
Koştum, koşabildiğim kadar koştum.
Bacaklarım beyaz bayrağını sallayana kadar, her adımda sarsıntıyla düşüp kaybolan düşünceler yok olana kadar, belki ölüm beni bulana kadar, belki sonu görene kadar.
Bedenim ihtizaz ile koşmayı kesti. Bedenime yayılan sıcaklık ve dinen gözyaşlarımı saklayarak taşlarla çevrelenmiş evin duvarına yaslanarak bekledim. Nefesimin dinmesini, gecenin bitmesini, her şeyin zihnimden silinmesini.
Düşüncelerim, beni bir kapanın içine hapsediyordu. Korkudan titreyen, iliklerime kadar acıya susayan, yok olmayı arzulayan bir benliğim vardı.
Bu karanlık sokağı aydınlatan sarı sokak lambalarının dahi vakti gelmesine rağmen inatla yanmaya devam ettiklerini görüyordum.
“Acı çektiğini bilmek güzel, Karan”
İşittiğim erkek sesi ile bedenim paniğe kapılarak yaslandığım duvardan ayrıldı. Etrafımda kimse yoktu ve sesi saniyeler içinde kulaklarıma tekrar doldu. “Ölüyor olduğunu bilmek kadar.”
Gözlerimi kapattım ve usulca çevremde dönerek yan sokağın başına bir bakış attım. Kim olduğunu kestirebiliyordum ancak hazır değildim. Senelerdir bu anı yaşamamak için dört duvar arasında nefes almaya çalışıyordum.
Beyaz elbisemin eteklerini savurarak döndüm ve gözlerimi araladım. Uzun boyu ve gecenin kasvetine gömülen varlığı beni korkutarak bir adım gerilememi sağlamıştı.
Elleri ceplerinde öylece bana bakıyordu. Tepemize vuran ölü sokak lambası ile yüzünü o kadar net görebiliyordum ki; siyah kirli sakalları, içe gömülen yanakları, dağınık siyah kaşları ve hafif uzun saçları.
Ellerim önümde birleşti ve gözlerini cam gibi parlayan mavi gözlerinden çektim. Mavi gözlerine takılan geçmişin perdeleri, bir tiyatro oyunu gibi üç kısımdan oluşuyordu; acı, kan ve ölüm.İçimdeki korkunun külleri bir Anka misali tekrardan canlanıp dev bir gölgeyle zihnime uzandı.
Sekiz Haziran iki bin on bir.
Bir caddenin sapağında, uzun gri bir direğin ardında babam ve birlikte olduğu kadını çocuk gibi izlemeye gitmiştik.
Ablam huzursuzca kıpırdanıp, oflayıp puflardı ve tedirgin bir biçimde sağ bacağını titretir dururdu.
Çocuk aklıma o saatler eğlence gelirdi. Sadece babamın sevgilisiyle gizlice buluşmasını izler, içten içe onlarla alay ederdim.
Ablam için bu öyle değildi. O kadına bakışları beni hep korkuturdu.
“Güzel kadın,” diye fısıldadığımı hatırlıyorum gülerek ablama. Başımı parmak uçları ile itip “Aptal,” dedi dişlerinin arasından ve sokağın başında baş gösteren alımlı kadına çevirmişti bakışlarını.
Onu kin ve nefretle inceledi o an baştan sona. Her zaman gittiğimiz o sokakta sadece olanları izler alay ederdik lakin kuşku ve şüphe ablamın yüz hatlarını ele geçirmiş, bedenime akıyor gibiydi o gece.
O gece her zamankinden farklıydı.
“Bugün bir şey öğrendim, Niran.” Demişti bana. Aslında bu cümleyi bana çok önceden kurmayı düşündüğünü biliyordum. O gün ona göz devirip o an ne diyeceğini pek umursamadan kadını izlemiştim. Haziran sıcağına aldırmadan kabarık saçlarını salmış, pantolonu ve beyaz gömleği üzerinde avuç içlerini gezdiriyordu.
“Ters giden bir şeyler var.”
Ona aldırmadan arkasına geçip saklandım ve bir yılanın yuvasından sinsice çıkarmasını taklit ederek tısladım.Ablam dirseğini karnıma hafifçe geçirerek kızgın bakışlarını üzerime yöneltti.
“Bir şeyler ne zaman düz gitti?” Diye sordum.
Direğin arkasında saklanan bedenini bana çevirdi ve beni sessizce sokağa iterek azarlamaya başladı.
“Annemin odasına girdim dün gece,” dedi. Ona dehşet içerisinde bir küfür savurdum.
“Babam bunu biliyor mu?”
Soruma cevap vermek yerine anlatmaya devam etti.
“Çekmecesinde bir kartpostal buldum.”
Bunu normal karşılayarak tepki vermedim lakin bedenim hâlâ az da olsa şoktaydı. “Bu kadın ve babamın bir bankta oturup gülerek kameraya baktığı bir fotoğraf.”
Kaşlarım çatıldı ve anlamadığımı belli eden bir ifade ile yüzüne bakmaya devam ettim. “Ne diyorsun ya,” diye sitem ettim.
Işaret parmağını şakağıma bastırarak kafamı itti ve “Çalıştır şu kızıl kafanı.” Dedi.
Oflayarak elini ittim ve kafamı iki yana sallayarak onu es geçip sokağın köşesinden kadına baktım.
“Babam annemi aldatıyordu.”
Yüz ifadem bir an düşmüş düşüncelerim allak bullak olmuştu. O an bunu düşünememiştim. Her şeyi şakaya vuran bir yapım olduğu zamanlara içten içe küfürler savuruyordum her saniye, hayatı böyle ucuzca aşağılayarak yaşadığım için.
“Biri anneme onların resmini gönderdi ve annem buna katlanamayarak bizi bu kadın yüzünden terk etti, Merza.”
Ve bir çok kışkırtıcı söz daha zihnimin içinde milyonlarca yankıya dönüşerek yayılıyordu fakat bakışlarım bu kadından ayrılmıyordu. Uzaktan çelimsiz görünen bedeninde dolanan gözlerim buğulanıyordu.
“Annemizi hatırlıyor musun?” Diye fısıldıyordu. Direğe biraz daha sokularak gözlerimi kapattım. Daha beş yaşındaydım. Kızıl saçları ve açık kahve gözlerinden başka hiçbir şeyi hatırlamıyordum. Ona ait canlanan tek görüntü kızıl küt saçlarıydı.
“O çok narin bir kadındı, Merza.”
Gülümseyerek açtım gözlerimi. Bir damla göz yaşı gözlerimden firar ettiğinde bakışlarımı omuzlarımdan tutup bedenimi kendisine çeviren ablam yüzünden bu kadından ayırmıştım.
“Sen onun kokusuna muhtaçken, bu kadın onu bizden ayırdı.”
Onu iktirerek “Sus!” diye bağırdım. Gözlerindeki zeferi simgeleyen ifade bayraklarını havalandırmıştı. Bunu o an fark edemesem de gün geçtikçe o ifade gözlerim önünde şekilleniyor ve beni öldürüyordu.
“Saçmalıyorsun Nevra, kafanda kurup duruyorsun. O odaya giremezsin. Anahtarı babamda oranın.“
Bu inancı bir süre daha inkar ettim fakat o an gözlerime sokarcasına uzattığı fotoğrafı görene kadar.
Bedenim içinde bir boşluğa düşen ruhumu tam o anda kadınla karşı karşıya kaldığımda ayaklandırabildim. Saklandığım direğin dibinden tüm nefretimi çekerek çıkmıştım.
Kadın şaşkın bakışlarla sokağın köşesindeki bedenlerimize bakarken sert adımlarla ona doğru ilerlemeye başladım.
Ablam o direğin dibinden ayrılmıyordu. Çünkü olacakları biliyordu.
Askılı tişörtümün düşen askısını omzuma sabitlerken koşmaya başladım ve kadın şok içerisinde geri adımlıyordu.
Tüm nefretimle kadının dibinde bittiğimde güzelliğine lanet okuyarak onu iktirdim.
“Ne oluyor?” diye şaşkınlıkla soluduğunu net bir şekilde hatırlıyorum. O gün kadının söylediği her cümle zihnimde her an şekilleniyordu lakin kendi davranışlarım ve cümlelerimden eser yoktu.
“Mutlusun değil mi?” diye bağardım. “Mutsuzluğumuzla mutlusun, değil mi?”
Kadın kekelemeye başlarken cümlelerini toparlayamıyor gibiydi. Salık saçlarımdan önüme gelen birkaç tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdım ve gözyaşlarımı sildim.
“Babam sana istediğini verebiliyor mu?” Diyerek bağarmaya devam ettim ve kadını omuzlarından iktirdim. Büyümüş yeşil gözleriyle bana bakıyor iktirmemin şiddetiyle geriliyordu. Kim olduğumu anlamıştı.
“Annemden istediğini çaldıktan sonra, istediğini alabiliyor musun?”
“Ben kimseden bir şey çalmadım!” Diye bağırarak üzerime doğru eğildiğinde cümlesine karşılık küfrettim.
“Başkalarının hayallerini çalarak nefes almayı nasıl başarıyorsunuz?”
Kadın, göz yaşlarını akıtmaya başladığında daha da öfkeleniyordum. Kendimi kontrol edemiyor, onu aciz görmekle daha da tatmin oluyordum.
Ablamın varlığını yanımda hissettim ve koluma sarılarak elime bir şey tutuşturdu.
Kadın korkuyla çığlık atarak yardım diledi, kaçmaya çalıştı, yapamadı. Ablam arkasına geçerek hareketlerini kısıtladı ve kaçmasını engelledi.
“Babanı mutlu ettim diye beni suçlayamazsın!” Diye bağırdı. Ses tonu beni daha da suça teşvik ediyordu. “Annenizin ona veremediği mutluluğu bende bulduğu için beni suçlayamazsınız!”
“Kes sesini!” Ablamın yüksek ve nefret dolu ses tonu üzerine haykırarak ablamdan kurtuldu ve üzerime atıldı.
“Bana ne yapabileceğini sanıyorsun sen?” Diyerek bedenimi iktirdiğinde üzerine hırsla atılarak bıçağı kalbinin altına sapladım ve geri çektim. Çığlığı boğazında düğümlenip nefesi buharlaşıp gökyüzüne karıştığında gecenin ayazında seyiren sarı sokak lambaları sönmüştü.
Zihnim bir anda yaptığımı idrak ederken ablam dilinde biriken kelimeleri bir zehir gibi üzerime salıyordu. Onu dinlemiyordum.
Kadının bedeni yavaş bir biçimde dizleri üzerine çökerken onunla birlikte yere çöktüm. Bir elim omzunda bir elim ise boşluğuna sapladığım bıçağın üzerindeydi. Donup kalan zihnimi açan ablam olmuştu. Beni geriye çekerek kadının yere yığılmasını sağladı ve bıçağı kadından çekip alarak kurtardı.
Kadın hiçbir şey söylemeden sessizce gözyaşını dışarı iterek serbest bıraktı.
Elime bulanan kan, kadının beyaz bulizinde yayılıyor ve kırmızıya boyuyordu.
“Abla,” diye fısıldadığımda belime ellerini destekleyip bedenimi kaldırmaya çalışmıştı.
“Gidelim.”
Kadının bakışları gözlerimden ayrılmıyordu yeşillerinin etrafını kan bürürken eli karın boşluğuna giderek parmaklarına bulanan kana baktı.
“Abla, o ölmeyecek değil mi?”
Ayağa kalktım ve belimde elleri sarılı olan ablamın yüzüne baktım.
“Merza, hadi ablacığım, gidelim buradan. Biri var.” Derken sesindeki kusursuzluk tenimi ürpertti.
Kadın acı içinde inledi ve yardım diledi. Ses tonunu asla unutmayacaktım.
Ağlayışım o saniye şiddetlenip bedenim titremeyle kadının yanına yığıldığında ağlayarak haykırdım.
“Neden yaptın!” Diye bağardım kadının eline uzanırken.
Kan, arzuyla yayılırken adımlarını hızlandıran ablam sokağın etrafında gözlerini gezdiriyordu.
“Lütfen ölme.”
Elini tutup yalvardım. Sesimi duyuyor, dokunuşumu hissediyor gibi bir hali yoktu. Gözleri öylesine boş bakıyordu ki sanki kör biri sadece sesleri dinliyordu.
“Lütfen, ölmesin.”
Ablam kolumdan çekerek cılız bedenimi kaldırdı ve sürüklemeye başladı. Elimdeki bıçak kayarak yere düştüğünde çıkan ses zihnimin derinliklerindeki çukura düşen ruhumun çıkardığı sesle aynıydı.
Uzakta kalan camit bedenden aldığım gözlerimi sokağın diğer ucuna çevirdiğimde ellerimdeki kanı umursamadan koluna sarıldım.
Ablam kolumdan tuttuğu gibi adımlarını hızlandırarak koşmaya başladı.
Zeval olan bedenimde latif bir nur belirdi. Çorak bir şehrin esen rüzgarıyla sürüklenen bedenim nurun içinde kaybolarak uzaklaştı.
Tags: #kaçış #sır acı aksiyon #psikoloji intikam ölüm romantizm
13*
”…ruhunu da kucakladım…”
Uras der susarım.
”Parmak uçlarına dokunsam yeter.. ”
En*di.
Hoş geldin Irmak…
Hoş buldum??❣
Geldi iki gözümün çiçeği ?? Çok güzel beee?
Hoş geldin yazariçem ?
Sayende Deniz’im. Hoş buldum???
?❤️