Kafada Biten Aşk

1. Bölüm

Kulağımda, hayat bulduğum onsuz asla yaşayamayacağımı düşündüğüm kulaklığımla gecenin üçü dışarıda dolaşıyordum. Yine kendimi huzursuz hissetmiştim ve soluğumu evden kaçmakla almıştım. Artık ufak tefek kaçamaktan bile sayamıyordum bu eylemi, son zamanlarda çok sık sık çıkma gereği duyuyordum ve bu günlük rutinim haline gelmişti. Amacım evimde rahatça alamadığım nefesi dışarlardan toplamaktı. Belki bir umut dışarıya adım atarsam ciğerlerime temiz hava girerdi.

Bu pislenmiş dünyada temiz havayı nerede bulacaktım ben? Bizim mahallede bulamayacağım kesin. Ama elimden gelen maalesef sadece buydu. Mahallede üç beş tur atmak bir nebze de olsa temiz hava aldığımı da düşünerek içimi rahatlatıyordum. İçime soluduğum egzoz kokusu istediğimin zıttı olsa da bana evimde hissetmediğim rahatlığı veriyordu. Ne derdim vardı da bu egzoz kokusuna maruz kalmak beni mutlu ediyordu ki?

 Hangi evlat gecenin bu saatinde sıcacık yatağından, evinden kaçardı ki? Ben. Ne yatağım sıcaktı ne de evim bir yuvaydı. Tek konforu başımın üstünde bir çatının olmasıydı.

Şükret. Onu bulamayanlarda var.

Buna gerçekten gülerim işte. İstediğiniz her yerde bir çatı bulabilirsiniz, yağmur yağarsa sizi hasta etmekten korur ama çatınızın altı, evinizin, olduğunu düşündüğünüz yerdeki insanların sizi göz göre göre ıslatıp hasta ettiğini bilseniz çatısız kalmak bile isteyebilirdiniz.

Geçecek bu durum ve kurtulacağım. Çok az kaldı sadece biraz daha dişimi sıkıp beni tımarhaneye göndermelerine engel olmam gerekiyor. İşte o zaman kendime yeni bir çatı bulup altında huzura erebilirim.

Kendi kendime artık eve gitme zamanı geldi uyarıları yapıyorken kulaklığımdan en sevdiğim türkü başlamıştı. Kişiliğim ne kadar Aleyna Tilki dinleyen kızlara benzese de ruhum çökmüş gariban bir Anadolu evladıydı. Kendime türkünün bitimine kadar izin vermiştim sonrasında ise koşa koşa eve gitmeliydim. Başıma bir iş gelmeden ailemin olduğunu düşündüğü yere, yatağıma, girmeliydim. Bugün baya kötü bir gün geçirmiştim, bu nedenle de ‘temiz hava alma ihtiyacım’ maksimumdaydı.

Kafamda dolaşan hain tilkiler eve gitmemem için yalvarsa da yolumu değiştirmeyip geldiğim rotayı birebir geri dönmüştüm. Müstakil evde oturmanın avantajları ne bir bahçenizin olması ne de komşu seslerinin çok uzaktan gelmesidir. Tek avantajınız evden kolaylıkla kaçmaktır.

Aralık bıraktığım pencereyi tam açıp tutma yerlerinden tutarak kendimi yukarı çektim. O kadar ustalaşmıştım ki düz duvara tırmanıp camdan içeriye girebiliyordum. İlk kaçışımı hatırladım da en az on dakika boyumu hayli aşan cama ulaşmaya çalışmıştım. Umudumu kesip, bahçede uyuma kararı alınca içimde hissettiğim ani adrenalin yoğunluğuyla tek nefeste kendimi odamda bulmuştum.

Gerçek hayatına hoş geldin kraliçe! Bir bacağımı içeriye doğru atıp diğerini de dışarıdan çekip odama ayak basmak istiyordum ki ayağımı yere basmadan oturduğum cam pervazından yeri boylamıştım. Çıkardığım ses, maç tribünlerinin takımlarını ateşlemek için çıkardıkları sesle eşdeğerdi. Yere düşüş ne kadar gürültülü olabilirdi ki?

İçimden kimsenin duymaması için dua ederken ayakkabılarımı hemen çıkarıp bir köşeye bıraktım. Biraz daha ses çıkarırsam kafam bedenimden kopardı, bu kesindi! Hiç risk almadan direkt odamdaki banyoma yöneldim elime çalışma sandalyemdeki pijamalarımı alarak. Eğer birisi gelirse, gece tuvalet için uyandım ve ayağım takıldı derdim. Yalan söylemek işte bu kadar basitti, benim için çocuk oyuncağıydı. O kadar sık yalan söylerim ki, gerçek kimliğimi kaybetmek üzereydim. Hayatım yalandan ibarettir benim. Herkese tek tek yalan söylerim ve bunu öyle bir profesyonellikle yaparım ki insanlar kendinden bile şüphelenir ama benden asla. Benden tek şüphelenen kişi yine benimdir. Önceden çok umursamazdım fakat son zamanlarda her söylediğim yalanda kalbime bir ok saplanıyordu. Vicdan mıydı bu acıya sebep olan yoksa gerçekten kalp problemlerim mi vardı?

Banyoda uzun bir süre oyalandıktan sonra ve kimsenin de beni kontrol etmeye gelmediğine göre rahatlıkla yatağıma geçebilirdim. Saat neredeyse dört olmuştu ve benim gözüme bir gram uyku girmemişti. Eğer okula gideceksem birkaç saat de olsa uyumam gerekirdi. Uzun süredir de okula gitmiyordum, yakında yakalanacaktım. Ya annemin burnuna pis kokular gelecekti ya da hocalarımdan birisi ötecekti. Ailem beni öldürmeden önce intihar etmem daha mantıklı olurdu böyle bir durumda. Ölümümden bile sebep olmalarını istemezdim.

İç çekerek kafamda yazı tura atıyordum. Yazı çıkarsa okula gideceğim, tura çıkarsa evde duracağım. İki olan kazanır. Kafamı yastığa tamamen gömüp tavana bakmak için en rahat pozisyonu aldım. Bir, tura. İki, yazı. Sonuncusu ne çıkacak? İçimden tura çıksın diye geçiştirirken hayal dünyamda gördüğümle iç çektim.

YAZI.

Birkaç saat sonra okulun iğrenç öğrencilerini görmek zorunda kalacaktım. Hem geri zekâlılar hem de bundan haberdar değiller. Cahilliğin çağımızın en kötü hastalığı olduğu aşikâr ama cahil olmadıklarını iddia edip cahilliğinde yobazlığını yapan tipleri tutup alnından vuracaksın. Mesela tüm sınıfımı.

Gözlerim hala tavana sabit durumda annemlerle bugün yaşadığım olayı düşünüyordum. Bazen bu kavgalarımızda keşke evlatlık olsam da kolayca çekip gidebilsem diyorum ama yüzde yüz annemin babamın çocuğu olduğumu biliyorum.

Çığlık atmamak için avucumu ısırıp hıncımı güzel yumuşak elimden almıştım. Delirtiyordular beni. Aslında benim deli olduğumu düşünüyorlardı onların hiçbir suçu yoktu. Davranışlarım, düşüncelerim onlara uymuyordu ve bu yüzden kendi kızlarına deli damgası vurmuşlardı. Onlardan uzaklaşmam için ellerinden geleni yapıyorlardı ve bundan gayet memnundular.

Beni bir psikoloğa götürme amaçları neydi ki? İnsanları sevmediğim için ruh sağlığım neden bozuk olsun? Zamanında götürdüler de ellerine ne geçmişti? Hiçbir şey. Seneler sonra beni yine mahvetmek için ellerinden geleni gerçekten yapıyorlardı. Ne zaman anlayacaklardı, benim sorunumun onlarla olmadığını. Benim sorunum kendimleydi ve ben bu durumdan şikâyetçi değildim. Ben yalnızlığı seven, gölgelerde durmayı seven bir insandım. Beni kendi gölgemden çıkarmak beni daha sağlıklı bir insan yapmazdı aksine beni olmadığım depresyona sokardı.

Sahte gülücükler, sahte samimiyetler sahte insanlık bana göre bir şey değildi. Dobra birisiydim ama gerçektim. Kimse işime karışmazdı kimsenin de işine karışmazdım.  Ben kendimi bildim bileli böyleydim ama annemler zamanla bu tavırlarımdan bıkmaya başlayıp benden uzaklaştılar. O kadar buzlanmış bir soğukluk var ki aramızda evim diye adlandırdığım, ailemle yaşadığım yeri, yuva olarak bile göremiyordum.

Benim hakkımda birçok karar almışlardı zamanla, bir yatılı okula yazdırmak o olmazsa bir yurda yerleştirmek, yeter ki insanlarla beraber yaşayıp bir umut konuşkan birisi olurum diye. Zaferi onlara yaşatmadan her kurdukları planı mahvetmeyi becerdim, okuldan atıldım, yurttan kaçtım. Uzun zamandır haince bir plan peşinde değillerdi, düşüne düşüne de bir psikoloğa gitmemi mi düşünmüşler?

Hayır, anlamadığım tek şey: Gitsem ne değişecek? Tanrım, çıldıracağım şimdi.

Kendimi rahatlatmak adına komodinim en alt çekmecesinden siyah deri defterimi çıkardım. Defterin yaprak kokusu uyuşturucu etkisiyle beni anında rahatlatmıştı. Şiir defterim, tek varlığım.

Türkü dinlemem gibi bu da beni dışarıdan gören birisi için aşırı absürt bir durum olabilirdi ama ne yalan söyleyeyim şaşırtmayı severim. Karşımdaki insanları aptal yerine koymak, yalan söylemekten sonra en sevdiğim aktivitelerden birisidir.

Şiir okumayı da yazmayı da çok severim. Aklımdan birkaç kelime seçip onlar hakkında şiir bile yazabilirim.

Okulda, bir kompozisyon yarışmasında anonim olarak teslim ettiğim dokümanlar birinci seçilmişti geçen sene ama ödüllendirecekleri kimse olmadığı için birinciliğim elimden alınmıştı. Gölgelerde yaşayan birisi olarak, törende müdürün yanına gidip ödülü almak benim için intiharla eşdeğerdir. Gölgeden kaçıp insanların göz önüne çıkmamak için anonim olmayı tercih etmiştim ve bundan da asla pişman olmamıştım. Güzel yazdığımın farkındaydım ve bu birincilik sadece benim böyle düşünmediğimi kanıtlamıştı.

Gölgelerde yaşayan kız. Ben tam olarak buydum işte! Adıma bu kadar yakışacak karaktere sahiptim ben.

SAYE!

Belki de adımdan dolayı böyle bir insanımdır. İsmin, bir çocuğun karakterini oturtması için ne kadar önemli olduğunu biliyorum.

Yapacak bir şey yoktu, ben karanlığımda yaşamaktan memnundum ailem memnun değilse de bana ne; alışmamaları kendi problemleri.

Defterimin birkaç sayfasına göz gezdirirken acaba ben de bir gün aşka inanacak mıyım diye kafamdaki tilkiler beni düşündürmeye zorladılar.

Türküler, aşk için sevda için söylenir; şiirler de aynı şekilde, aşk için yazılır. En azından çoğu şiir öyledir. Peki ya ben tam olarak bu soyut kavramın gerçekliğine inanacağım? İçimde bir yerlerde bu kıvılcımın yaşadığını biliyorum, biraz ıslatılsa aşk adında çiçekler açacağını da biliyorum ama beynim sürekli beni yalanlıyor. Aşk sadece filmlerde olur Saye diyor bana.

Nasıl olur da bir aşk şairi yazdığı mısralara inanmaz?

İnanmamaktan ziyade, kendime yakıştıramıyordum. Ben yalnızlığın kraliçesiyken elin adamıyla bir hayat paylaşmak bana dünyanın en saçma şeyi gelir. Ayriyeten, aşk; filmlerde gerçekten daha güzeldi. Nasıl etrafımdan az çok şahit olduysam güzel şeylere, üzücü şeylere de o derecede şahit oldum. Kalp kırıklıkları, fiziksel acılar, gözyaşları hep sevmekten dolayı gelmiyor mu kadınların başına? Üzücü şeyler bir zamandan sonra daha da ağır basınca aşka inanmamın da bir anlamı kalmıyor, mutlu etmediğini bildiğim bir şeyin hayalini kurmak benim gibi bir kıza yakışmaz.

Krem rengi sayfaları kirleten siyah mürekkep izlerinin üstünde parmaklarımı gezdiriyordum, okumasam birkaç mısra gözüme asla uyku girmezdi. Böylelikle kendime alışkanlık edinip yatmadan önce en az on dakika yazdığım şiirlerden veya sevdiğim şairlerden alıntı yaptığım satırları okurdum.

Her gece kendime adadığım bir şans sayfası olurdu, parmağımı defterin ilk yaprağına koyup gözlerim kapalı sayfalar arasında parmağımı gezdirip en sonunda bir tanesinde durup o şiiri okurdum.

Bugün bahtıma ne çıkacak acaba?

Gözlerimi hafif aralayıp okuduğum ilk iki kelimeye bir çığlık atmak istedim. Attım da! İçimde çığlıklar uçuşuyordu ama kimsenin duyamayacağı bir şekilde.

Ahmet Arif. Benim idolüm, benim kahramanım; kendisine senelerdir hayrandım belki de beni şiire teşvik eden şair de kendisiydi. Ondan birkaç mısra okumak bana kesinlikle dünyanın en iyi birkaç saat uykusu armağan edilebilirdi. İsmini görmek bile simsiyah hayatımda bir ışık olurken onun yazdıklarınla kendime gelmem çok yüksek olasılıktı.

Günlerdir hissedemediğim hissi, rahatlamayı, bahşetmişti bana kendisi. Şimdi sırada bir ağrı kesici alıp uyumak var. Uyku ilacımı içsem okul için uyanamazdım o yüzden onu bu günlük kullanmayacaktım. Ağrı kesici. Annemin uyku ilaçlarından çaldığım beş haptan iki tane kalmıştı zaten. Beni sadece üç gün idare eden haplar bana kısa bir süreç olsa da rahatlama hissi vermişti. Yaklaşık bir aydır kaç koyun saysam da bir gram uyku girmiyordu gözlerime. Ben de çareyi annemin haplarını çalmakla buldum, aslında paketini komple çalıp kendinsin kaybettiğini düşündürmem daha kolay oldu. İçinden alsam kesin anlardı.

Ne uyku uyuyabiliyordum, uyusam dahi asla rahat olamıyordum. Rüyalarından korkan bir kız olup çıkmıştım. Sebebini ise bilmiyordum ve bu durumu da ailemden gizlemekten daha büyük bir amacım yoktu. Hele ki annemin beni psikoloğa götürme isteğinden sonra asla ona bu sırrımı veremezdim. Sırrımı senelerdir kendime saklamak benim için oldukça yorucuydu ama anlatmak için kendimde o cesareti bulamıyordum. Bazen düşünüyorum, annedir o diyorum illaki hissediyordur neler çektiğimi diyorum ama bana hiç acımadı. Acılarımı görse bana acıyıp üzülmez miydi? Acıyı kızından çekip koparmak istemez miydi? İstemeliydi ve istemedi. Demek ki her anne yavrusunun acısını hissedemiyormuş.

Rüyalarımda, kendimi görüyordum. Sürekli mutsuzum, sürekli ağlıyorum. Şimdiki hayatımda da mutlu olduğum söylenemezdi ama o rüyaların sebebini anlayamıyordum. Önceden hayal gücüm çok güçlü olduğu için Harry Potter izledikten sonraki gecelerde rüyalarımda döner siparişi veren bir insandım. Sihirle! Ama bu acılar beni yıpratıyordu, kan ter içinde uyanıyordum. Bazı geceler ise gözlerim yaşlı uyanıyordum. Ağlıyordum ve bunun sebebini bilmiyordum. Bana gelecekten mesaj geliyor hissi verse de kıyafetler olsun, bulunduğum evler olsun hepsi çok çok eskiydi. Gelecekten geliyorsa uçan arabalar görmem gerekirdi. Kendim hariç birisini de görmüyordum ne annemi ne babamı. Bu da durumu daha da tuhaf kılıyordu. Seslendiğim birisi vardı ama uyandığımda o sahneler hep bulanıklaşıyordu.

Gözümü kapatmamla açmam bir oldu. Alarmımın çalmasıyla hemen yataktan kalkıp ayağa dikildim. Her zamanki gibi ani bir kalkışla başım dönmeye başlamıştı ki son an komodinime tutunarak birkaç saniye öylece ayakta bekledim. Hatalarından asla ders çıkarmayan birisiydim.

Rüyamda bir şeyler gördüğüme eminim ama bugün ne ağlayarak uyandım ne de bir acı hissettim sol tarafımda. Aslına bakarsak biraz neşeli bile uyanmış olabilirim. Dolabımdan aldığım kıyafetlerle banyoma yöneldim ve soğuk bir duşun okul öncesi iyi geleceğini düşündüm. İlk birkaç saniye o soğuk suyun beni yakması bütün gün dinç olmamı sağlıyor. Saçlarımı orman meyve kokulu şampuanımla yıkarken kokuyu bağımlısıymışım gibi içime çektim. “Bu şampuanı bulan insan, binlerce kez teşekkür ederim!” diye yabancı insanlara şükranımı da sununca çıkmak için küvetten bir adım attım. Atmamla ayağımın yerde biriken köpüğe basıp kayması bir oldu. Gözümün önüne gelen bir yeşil tonu vardı ama gerisi yoktu.

Küvetin içinde uyandığımda kendimi çıplak bir şekilde bulmam aklımı baya karıştırdı. Kim soydu beni? Tecavüze uğrayıp kesilmeye hazır bir şekilde filmlerden fışkırmışçasına öylece yatıyordum. Kafamın sol tarafında hissettiğim acıyla yaptığım sakarlığı anımsadım. Daha birkaç saat önce düşmüştüm. Yeni bir rekora adım adım ya da düşe düşe gidiyordum. Ayağa kalkıp buz gibi olmuş vücudumu bornozuma sardım. Bayılmıştım, ne kadar orada yattığımdan haberim bile yoktu. Okula geç kalmış mıydım acaba?

Saye, az önce bayıldın ve şimdi okula geç kalıp kalmadığını mı dert ediyorsun? Gören de seni okul düşkünü bir kız sanar.

Banyodan hızlı adımlarla çıktığımda yatağım üzerinde duran telefonumu elime alıp saate baktım. Sadece birkaç dakika baygın kalmışım. Okul için hazırlanmama vakit vardı o zaman. Hazırlanmak, okul üniformamı giyip saçlarımı taramaktan ibarettir. Yasak olmasına rağmen makyaj yapan kızlardan değilimdir ve hiç de olmamışımdır. Doğal halimi sevmeyebilirim ama kendimi de sahteleştirip güzel yapacak değilim. Okuldaki veletlerin hoşuna gideceğim diye kirpiklerimi kaşıma kadar uzatacak da değilim. Bu makyaj kim için ne için yapılır? Cevabı hala belirsizdir bende.

Dolabıma fare girse herhalde kaybolup çıkamazdı bir daha o kadar karışıktı ki en doğal fare tuzağı olabilirdi. En son ne zaman okula gittiğimi hatırlamadığım için formamı baya derinlerden bulup çıkardım. Karışık olması çok da önemli değildi üstüme bir hırka geçirdim mi kimselerin ruhu duymaz.

Hazır bir şekilde odamdan çıkarken mutfaktan gelen seslere yöneldim. Annem büyük ihtimalle kardeşimi yediriyordur. Kafamın ağrımasını aldırmadan annemin yanından geçip buzdolabından soğuk su aldım.

“Sabahları soğuk su içme diyorum sana Saye. Hasta olacaksın,” derin bir iç çekerek uyarıda bulunan annem bu durumdan oldukça sıkılmıştı. O demeden bıkmamıştı ama ben duymaktan bıkmıştım. Her gün bu uyarı yapılır mıydı? Yapılırdı. Nilüfer Hanım asla vazgeçmezdi.

“Ben zaten hastayım ya,” göz kırparak parmağımı şakağıma götürdüm “tam olarak buradan. O yüzden beni doktorlara götürmüyor musunuz?”

Cevabını beklemeden hızlı adımlarla mutfaktan çıktım. Kavga edecek halim yoktu. Uykusuzluktan ölüyordum ve dün gece o kadar geç saate kadar kaldığım için pişmandım.

Tags:
Paylaş
1 Yorum
  1. Anka 2 sene önce

    Emeğine sağlık kuzucum ☺️ diğer bölümü merak ile bekliyorum ❤️

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account