Allahü Teala bazen insanı öyle bir sınava tabi eder ki insan nasıl içinden çıkacağını bilemez. Akıllı olan; sınavı yapan öğretmenin, en iyi yardımcı olacağını da bilir, bilmeyenler hayata, kadere, şansa, kendisine, zamana lanet edip durur.
Hayat bir sınavsa; bilmediğimiz çok zor sorular olacak ve en yüksek puanlar da o soruların doğru cevabından olacaktır.
Dünyaya gelmek sınavın habercisi, blüğ çağına girmek sınavın başlaması demektir.
“Allahü ekber” diyerek birinci secdeye giderken sırtına atlayan küçük bedenin minik elleri boynuna dolandı. Oturur vaziyete geldiğinde kıkırdayarak sıkıca tutunan kızıyla ikinci secdeye giderken kahkaha attığında dudaklarını birbirine bastırdı Ekrem.
“Esselamü aleyküm ve rahmetullah” diyerek sol tarafına selam verdi. Boynuna dolanan minik eli sevgiyle öpüp çekerek kucağına aldı Nida’sını.
“Kızım namaz kılarken sırtıma çıkınca dikkatimi dağıtıyorsun ama!” Dedi sevgiyle gülümseyerek.
“Baba oynayalım mı?” Dedi masumca yüzüyle. Gülümseyen yüzü daha da gülerek cevap verdi kızına.
“Dua edeyim oynarız, beni bekle olur mu?” Dediğinde kucağından kalkarak yanında dikildi babasının. Ellerini birbirine kavuşturan Ekrem dualarını ederek ellerini yüzüne sürüp seccadenin üstünden kalkarak katladığı seccadesini koltuğa bıraktı. Yerinde duramayan kara gözlü kızını kucağına alarak sevgiyle yanağından öptü.
“Gel bakalım yine eşekçilik oynayacağız belli.” Dedi ve yere bıraktı kızını. Neşeyle gülen kızının önünde eğilerek sırtına oturmasını sağladı.
Kahkaha atarak kendini sabit tutmaya çalışan Nida; “Hadi baba parka gidelim.” Dediğinde salonun içinde emekleyerek yürümeye başladı. Odaya giren kadın neşeyle iki göz ağrısına bakarak gülümsedi.
“Kızım yine nereye gidiyorsunuz?” Dedi.
“Parka gittik şimdi markete gidip çikolata alacağız babaanne.” Dedi kendi diliyle Nida.
Odadan çıkan kadın mutfak çekmecesinden aldığı çikolata ile salona geri döndü.
“Çikolatan geldi küçük hanım, hadi babayı bırak işe gitsin.” Dediğinde hızlıca babasının sırtından inerek çikolataya koşarak elinden aldı.
Nefes alarak ayağa kalkan Ekrem, üstünü düzelterek kızının yanağından öptü.
“Ben işe gidiyorum sana gelirken ne alayım prensesim?”
“Çikolata, şeker, süt bir de sakız.” Dedi parlayan kara gözleriyle.
“Tamam babaanneyi üzme güzelim.” Diyerek hole çıktı Ekrem. Yatak odasından çıkan sevdiği kadın da hazırlanmış kızını öperek yanına geldi.
“Anne biz çıkıyoruz!” Diyerek seslenen eşinin elini tutarak evden çıktılar her gün yaptıkları gibi.
Özlemle tutulan ellerini daha sıkı kavrayarak yürüdüler yolu. Yakın olan marketin önüne geldiklerinde yanağından hafifçe öperek ela gözlerine baktı.
“Akşama hayırlısı ile görüşürüz güzelim.” Dediğinde aynı sevgiyle karşılık veren karısı elini ayırarak çalıştığı marketin merdivenleri çıkarak içeriye girdi.
Gönül huzuru ile yürüdüğü yolun sonunda iş merkezine girerek üçüncü kata çıktı Ekrem. Kumral teni, kahverengi saçları normal boydaki Ekrem iş arkadaşlarına selam vererek ceketini çıkarıp askıya astı. Her gün yaptığı gibi ilk önce bilgisayarını açarak dosyalarını hazırlamaya başladı. Yurt dışına ihracat yapan firmada muhasebeden sorumlu şefti.On yıldır çalıştığı bu firmada sevilen sayılan Ekrem’i sakinliği, efendiliği ve adaletli olmasıyla tanımıştı herkes onu.
Erkek olsun kadın olsun saygı duyulan, sözüne güvenilen biriydi Ekrem.
“Ekrem bey, yeni firmanın dosyasıyla odama gelin.” Diyen Zerrin hanımın ardından masasından aldığı dosyayla arkasından takip etti genç kadını. Kendinden bir kaç yaş büyük olan kadının otoriter tutumundan hiç haz etmeyen Ekrem odanın kapısını kapatarak masaya yaklaştı.
“Ekrem bey dosyayı onaylayarak müdüre neden iletmediniz?” Dediğinde anlamıştı adam.
“Çünkü iki dosyada yazan fiyat aynı değil!” Diyerek üstü kapalı cevap verdi.
“Fiyat doğru hemen dosyayı onaylayın ve müdüre verin. Firma malların neden gemiye yüklenmediğini, her saat için zarar ettiğini söylüyor. ” Diyerek kızgın gözlerle baktı adama.
“Fiyat doğru değil! Bizim anlaşma dosyasında yazan fiyatımız ile firmayla yaptığımız anlaşma dosyasında yazan fiyat arasında fark var. Ve bu…” Derken sözünü kesti kadın.
“Fiyatların doğruluğunu da işimi de sizden öğrenecek değilim. Burası sizin şirketiniz değil ve siz sadece işinizi yapın. Dosyayı hemen müdüre yollayın.” Diyerek emir veren kadına hiç cevap vermeden arkasını dönerek odadan çıktı.
Iki yıldır burada çalışan kadının tutumsuz davranışları bir çok çalışanın dikkatinden kaçmıyordu. Elindeki dosyayla birlikte muhasebe müdürünün açık olan kapısına tıkladı.
Başını önündeki bilgisayardan kaldırarak ‘Gel Ekrem’ diyen adamın karşısındaki koltuğa oturdu.
“Müdürüm şu dosyadaki bizim ve firmanın anlaşma kağıtlarını inceler misiniz?” Diyerek dosyayı önüne bıraktı. Adam dosyayı açarak bir süre kağıtları inceledi.
“Burada ki fiyatlar neden değişik yazılmış?” Dedi kaşlarını çatarak.
“Bu firmayla Zerrin hanımın öncülüğünde anlaşma imzalandı. Ve Zerrin hanım dosyayı bu haliyle müdüre vermemi istiyor. ” Dediğinde memnuniyetsizlik yüzüne çöktü müdürün.
“Ekrem dosya bende kalsın genel müdürle ben konuşurum. Artık gerisi ona kalmış. Eğer varsa günahları Zerrin hanımı işe alan müdürle onun boynuna.” Dedi.
“Müdürüm öyle de o dosyada benim imzamın olması şart. Umarım müdür bey öyle bir günah işlemez ve günahın altına imza atmamı istemez.” Dediğinde “umarım” diyerek ellerini havaya kaldırdı müdür. Ekrem odadan çıkarak masasına yeniden oturarak diğer dosyalarla ilgilenirken yine öğle yemeğinin geldiğini anlamamıştı. Diğer masada çalışan arkadaşı Mesut’un sesiyle başını kaldırdı.
“Ekrem dosyaların içinden çık artık yemeğe gidelim.” Diyerek ceketini giyen arkadaşına baktı. Kendi de telefonunu alarak odadan çıkarken kendi odasından çıkan Zerrin hanımın sinirli bakışları ile karşılaştılar.
Zerrin arkasını dönerek merdivenlere giderken Mesut Ekrem’in kulağına doğru yaklaşarak fısıltıyla konuştu.
“Şu kadının baş örtüsüne, fiziğine ve yüzüne bakan insanın içi gitmesi gerekirken kutuplar gibi itici geliyor. Bu kadın hiç tekin biri değil bir türlü sevemedim.” Dediğinde aynı fikirleri paylaşan arkadaşına baktı Ekrem.
“Sen bile sevemediysen iticiliği doğrudur!” Dedi düz bir sesle. Neşeyle yedikleri yemeğin ardından okunan ezanla camide namazını kılan Ekrem tekrar işinin başına geldi. Çalan şirket telefonunu açtı.
“Ekrem bey odama gelin lütfen!” Diyerek telefonu kapatan Genel Müdür Hikmet beyin odasına yöneldi.
“Bismillahirrahmanirrahim. Bakalım neler olacak! Sen doğruluktan ayırma yarabbi!” Diyerek yürüdü.
Attığı her adımda bir sıkıntı olacağına daha çok inanarak kapıyı tıklayıp içeriye girdi.
“Otur Ekrem.” Diyen babası yaşındaki adamın önündeki koltuğa oturarak gerginlikle gözlerine baktı.
“Ekrem; Turgay beyin anlattığı fiyat sorununu fark etmişsin. Senin hak yemeyen biri olduğunu biliyorum. Aferin evlat. Ve bende Allahtan korkarım Ekrem. O yüzden anlaşmayı iptal ederek hızlıca doğru olan fiyat ile yeni bir anlaşma yapılmasını istedim. Şirket şüphe ederek belki anlaşma yapmaya bilir ama Zerrin hanım çok sinirlendi. Ben onu arkadaşımın tavsiyesi ile işe aldım. Fakat o kadın bize sıkıntı yapabilir özellikle sen dikkat et. ” Dediğinde sinirle güldü Ekrem.
“Sizin desteğinizin olmasına çok sevindim Hikmet bey. Allah ne yazdıysa o olur. Allah yanımızda olduktan sonra ne yapabilir; en fazla kendi suçunu bana atar, işten attırır rahatça çalışır.” Dedi.
“Sen bu firmada benden eskisin öyle kolay değil seni buradan attırmak. Dikkat et yine de!” Dediğinde gerginlikle nefes alan Ekrem yerinden kalkıp izin alarak odasına yöneldi.
Bir kaç defa yanlış fiyat yazımı yüzünden sıkıntı olmuş firmada ilk defa böyle bir ahlaksızlık ile karşılaşmışlardı ki firma dürüst iş yapması ile tanınmış ve oldukça büyük bir firma haline gelmişti.
Mesai saati bitip herkes evine dağılırken odasının kapısında dikilen Zerrin şeytanı temsil eden gözlerle Ekrem’e bakarak adeta nefretini haykırmıştı.
Yanındaki Mesut bile anlamıştı bakışlarında ki öfkeyi.
“Allah’tan sabırlar dile arkadaşım. Artık nur topu gibi düşmanın var. İnşallah işinden etmez seni.” Dediğinde gerginlikle cevap verdi Ekrem.
“Rızkı veren Allahtır, kullar aracı. Helal lokmamız neredeyse orada yemeyi nasip etsin rabbim.” Dediğinde içten bir “Amin” dedi Mesut.
İçine çöken sıkıntıyla yürüdüğü yolların ardından eşinin çalıştığı markete girerek gözleriyle sevdasını ararken kasada olduğunu gördü. Önce kızının istediklerini ve bir kaç şey alarak kasaya gitti. Yüzüne gülümseyerek bakan eşinin verdiği huzurla yüreği hafiflerken elindekileri önüne bıraktı.
“Her zaman ki gibi siparişlerini unutmayalım.” Dedi gülümseyerek. Önündekilere bakan kadın içinden şekeri çıkararak yan tarafına bıraktı.
“Çok şeker yiyor dişleri çürüyecek canım.” Dedi.
“Ya çocuk istedi ne diyeceğim ben sorduğunda!” Dedi Ekrem memnuniyetsiz haliyle.
“Annen vermedi dersin canım!” Dedi gülerek.
“Kaçta geleceksin güzelim?” Dedi Ekrem eşinin gözlerinin içine bakarak.
Kolundaki saate bakarak” iki saat sonra evdeyim canım.” Dediğinde ödemesini yaparak elindeki poşetle evinin yolunu tuttu. Kapının ziline basarak beklerken önce kapı açıldığında annesinin arkasından salondan koşarak gelen kızını kucağına aldı.
“Selamün aleyküm anne!” Dediğinde ağzında lafı yuvarlayan üç yaşındaki kızına baktı.
“Alkümçelam babacım.” Dediğinde gülerek yanağından öptü kızını. Şimdi yüreğinde ne sıkıntı kalmıştı ne de aklında iş.
Gece mesaisinden gelip uykudan uyanan babasının yanına oturarak hal hatır sordu önce.
Kızıyla vakit geçirmiş yemek hazırlayan annesinin ardından eşi de gelmişti işten. Huzurla yedikleri yemeğin ardından kızını uyutan eşi çayla birlikte yanına gelerek oturdu.
Bardaklarında ki çay yarım bile olmamıştı ki çalan kapıyla birbirlerine bakarak Ekrem kalktı yerinden. Arkasından babası gelirken kapıyı açtığında karşında iki tane polis görmeyi beklemiyorlardı.
Şaşkınlıkla yüzlerine bakarak “Buyrun memur bey!” Dedi babası.
“Ekrem Kahraman siz misiniz?” Dedi memurlardan biri.
“Evet benim sorun nedir?” Derken konuşmaları duyan iki kadında gelmişti yanlarına.
“Hakkınızda şikayet var, bizimle şubeye gelmeniz gerekiyor.” Dedi memur.
Şaşkınlıkla hepsi birbirine bakarken “Şikayet nedir memur bey, kim etmiş?” Dedi babası.
“Onu karakolda anlarsınız, gidelim.” Dediğinde Ekrem portmantoda asılan ceketini alarak giydi.
“Oğlum yanlış anlama vardır. Bizde arkandan geliyoruz merak etme!” Dedi babası. Ekrem polislerle birlikte çıkarken odasına giden eşi hızla hazırlanarak kapıya yöneldiğinde ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Kayınpederinin arkasından inerek şubenin yolunu tuttular.
Ekrem polislerle birikte içeriye girdiğinde Mesut’u ve üç iş arkadaşını görmeyi beklemiyordu.
Mesut’un yanına durması söylendiğinde selam verdi arkadaşlarına.
Mesut’un ve diğerlerinin yüzlerindeki ifadeleri o kadar kötüydü ki anlamak mümkün değildi.
Allah aşkına sorun ne hepimizi buraya toplamışlar?” Dedi şaşkınca.
Sinirli gözlerinde ateşler çıkan Mesut arkadaşının kulağına doğru eğildi.
“Zerrin şıllığı onu taciz ettiğimizi söyleyerek bizi şikayet etmiş! Dediğinde birden başından vurulmuşa dönmüştü Ekrem.
“Taciz mi?!
Ne tacizi Mesut manyak mı bu kadın?” Dedi kekeleyerek.
“Orası kesin buradan hayırlısı ile çıkarsak dayak manyağı yapacağım orası da kesin!”dedi Mesut.
Böyle bir iftirayı atmak için nedeni neydi anlamıyordu. Hiç mi Allah korkusu yoktu? Hadi bugün olanlardan dolayı kendisine kızgındı ama arkadaşlarıyla derdi neydi? Ya da farklı bir durumdan dolayı mı atmıştı böyle bir iftirayı!
“Yarabbim şeytanın şerrinden ve şeytanlaşmış insanların şerrinden sana sığınırım!” Diyerek kalpten nidası yükselirken tek tek müdürün odasına alınmaya başladıklarında nefes nefese yanlarına gelen eşini ve babasını gördüğünde yüreğine hançer yemişti Ekrem.
Karısına ve babasına nasıl diyecekti şimdi ‘hakkımda taciz şikayeti var’ diye.
“Ne olmuş Ekrem, neden almışlar sizi?” Diyerek kısa bir an Mesut’a ve kocasına baktı kadın. Onlarda az çok arkadaşlarını tanıyorlar ve burada oldukları için şaşırmışlardı. Sakin olmalıydı ve karısının sakin kalması gerekiyordu. Babası da tam yanına gelerek onlara sorgulayan gözlerle baktı.
“Gülay sakin ol sadece! Sakin olun” Derken kaşlarını çatan kadının gözlerine baktı.
“Müdür Zerrin hanım taciz şikayetinde bulunmuş!” Dediğinde beyaz teni daha da beyazlayan karısıyla birlikte babası da gözlerini kocaman açarak “neee” dedi şiddetle.
“Evet baba maalesef doğru. Bize tacizci demiş!” Dedi sıkıntıyla.
“Oğlum saçmalık bu! Ne tacizi sizin gibi pırıl pırıl adamlardan ne istiyor bu kadın, derdi ne? ” dedi bağırarak. Masa başındaki polisin uyarısıyla sinirle yüzünü ovaladı. Artık dayanamayan Gülay ilk defa kayınpederinin yanında kocasına sıkıca sarılarak ağlamaya başladı. Ekrem utansa da itiraz etmeyerek kollarını sardı yarine. Mesut ve diğerlerinin ifadeleri alındığında müdürün odasından çıkan memur onlara dönerek; “Savcılığa sevkiniz var gidiyoruz.” Dedi.
Üzüntü ve sinir bulutları yürekleri kaplarken zorda olsa yürümeye başladılar.
Ne büyük bir çamur atılmıştı onlara. Aileler, eşler çocuklar nasıl bir duruma düşecekti, insan hiç mi düşünmezdi.
Mesut ve diğerleri giderken içeriden çıkan polis Ekrem’e bakarak; ” Sen bekle senin ifaden ayrı alınacak!” Diyerek gitmişti. Ekrem’in yanındaki polisin işaretiyle müdürün odasına girdiğinde selam verdi. Bir an ona bakan müdür selamı aldıktan sonra gözlerine bakarak sordu; “Ekrem arkadaşlarının suçlaması başka, seninki başka. Senin hakkında tecavüze yeltenme şikayeti var!” Demesiyle Ekrem kaya gibi donup kalmıştı.
“Ne-ne diyorsunuz müdürüm! Ne tacizi ne tecavüzü. Allahım sen beni nasıl bir sınava sokuyorsun?” Dedi bir anda.
“Evlat senin bu kadınla ne derdin var!” Dedi müdür sakince.
“Benim derdim yok! Onun benimle derdi var. Bugün haksız kazanç sağlanmasına engel oldum. İntikamını böyle alıyor demek ki!” Dedi artık engel olamadığı siniriyle.
Müdürün uzunca ifade almasının ardından Ekrem artık bitap düşmüştü. Dosyayı imzalayan müdür memura uzatırken Ekrem’e baktı.
“Evlat sizin için çok zor bir sınav ama inşallah atlatırsınız. Fakat senide savcılığa sevk etmem gerekli. İnşallah düşündüğüm savcı nöbetçi olupta size denk gelmesin.” Dediğinde zorla odadan çıkan Ekrem iki saate yakın kapıda bekleyen eşine ve babasına gözleri nemlenerek baktı.
“Savcılığa sevk ettiler!” Diyebildi sadece. Bir kaç adımda atarak kocasının belinden sarıldı Gülay. Bedeni titrese de dik durmaya çalıştı. Şimdi yıkılma zamanı değildi.
“Biz seni çok iyi biliyoruz. Bütün ülke aynı sözü söylese de umrumda değil. Biz sana güveniyoruz üzülme.” Dediğinde polisin uyarısıyla ayrılarak yanında yürümeye başlayarak dışarıya çıktılar.
Adliyenin kapısından önlü arkalı girerek merdivenleri çıkarken Mesut’u görünce seslendi Ekrem.
“Mesut ne oldu sen-” Derken sözünü kesti arkadaşı.
“Savcı doğru sonuç olarak serbest bıraktı! İnşallah sende aklanacaksın dostum. Seni bekledim çıkana kadar buradayım.” Diyerek arkadaşının arkasından içeriye girdiler. Polisin yönlendirmesi ile nöbetçi savcı Sema Uygun yazan odanın kapısına tıkladı orta yaşlarda ki polis. Gel sesinin ardından kapıyı açık bırakarak içeriye giren polis memuru dosyayı savcı hanımın önüne bıraktı. Otuzlu yaşlarda genç ve güzel bir kadın olan savcı Sema dosyanın kapağını açarken konuştu.
“Suçu nedir? Bakalım!” Dedi ilk sayfaya göz gezdirerek.”Tecavüze yeltenme!” Derken sinirle başını kaldırıp önce polise sonra kapının önünde onu bekleyen Ekrem’e bakarak hükmünü verdi.
“Tutuklayın!” Dedi dosyanın kapağını kapatarak.
Savcı dışında herkes ani karara şaşırırken tecrübeli polis memuru cevap verdi;
“Savcım dosyayı okuyun lütfen. İfadeyi okumadınız bile!” Demesi ile “İşimi sizden öğrenecek değilim! Tutuklayın dedim. Hemen!” Diyerek yüksek sesle karşılık alması bir oldu.
Kapı önünde kaderinin çizgisini bekleyen Ekrem ve sevdiklerinin kulaklarını kanatan cevap hepsini olduğu yerde çökertti.
Mesut hızla odaya girerek ;” Savcı hanım biz beş arkadaş aynı kadın tarafından iftaraya uğradık. Biz bir saat önce savcı tarafından serbest bırakıldık. Dosyayı okumadan nasıl karar verirsiniz!” Dedi sakin kalmaya çalışarak.
Karşısındaki kadın gözlerini sinirle ona dikmişken ; “seni de yanına göndermeden çık dışarı!” Dedi emir verir sesiyle.
Polis memuru dosyayı alarak usulca kolundan tuttuğu Mesut’u dışarıya çıkarıp Ekrem’in koluna girerek “Gidelim Evlat.” Dediğinde bir çıkmazın içine doğru adımladı herkes.
Arkasından gelen babası; “Ekrem en iyi avukatı tutup hemen seni oradan çıkartırız. Üzülme Oğlum!” Derken ağladığını belli etmemeye çalışıyordu.
Kapının önünde bekleyen ekip arabasına bindirmeden Ekrem’e bakan polis” Evlat ailenle vedalaş cezaevine gelmesinler, daha çok üzülürler.” Dedi.
Arkasını dönerek “Baba gelmeyin artık. Annem yalnız kaldı delirmiştir eve dönün.” Diyerek gözlerinden akan yaşlarla kolunu dahi kaldıramadan sevdiği kadına baktı. İki koluyla sıkıca sarılan eşinin başından öpen Ekrem zorlukla konuşarak; “kızıma iyi bakın benim gittiğim yeri sakın söylemeyin. Allaha emanet olun.” Diyerek karısından kendini ayırarak ekip arabasına oturdu.
► İffetli, hiçbir şeyden habersiz ve mümin olan kadınlara iftira edenler, dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır. (24/Nûr 23)
► Kim de bir hata ya da günah kazanır, sonra suçsuz olan birinin üzerine yıkarsa hiç şüphesiz, bir iftirayı ve apaçık bir günahı yüklenmiş olur. (4/Nîsa 112)
Gözyaşlarıyla oturduğu ranza da aklına gelen ayetlerle biraz kendini teselli eden Ekrem ellerini açarak; “Yarabbim benim bu sınavı sabırla ve hakkıyla kazanmamı nasip eyle!” Diyerek yüreğinden kopan Amin sesiyle kendini rabbine teslim etti.
Öyle bir zamanda yaşıyorduk ki başına Kuranı kerimin ayetini takan kadın, yine kuranı kerimin büyük günahlarından birini işlemeye korkmuyordu. Ayetler; iffetli kadınlara iftira atmayın diyerek kadını savunurken, kadın; iffetli erkeklere iftira atmaya çekinmemişti bile.
Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün ne kadar anlamlı bir özlü sözdü.
Akşam yemeğinde neşeyle dolan evin için de tarif edilemez hüzün vardı. Hastalık değildi, ölüm değildi, kaza ile birinin ölümüne neden olup sonucunda hapise girmemişti Ekrem. Bir kadına yapılabilecek en büyük kötülük ile suçlanıyor, kendi namusuna en kötü söz söyleniyordu.
Namus sadece kadınlara ait değildi elbette. Erkeklerin de namusu vardı.
Kirada, birlikte oturan iki ailenin maddi imkanlarıyla tutulabilecek en iyi avukat tutulmuştu. Dosyayı okuyup Ekrem ile görüşen Avukat Selami bey Ekrem’den sonra babasıyla konuştu.
” Ali bey, Ekrem’in suçsuz olduğu aşikar olsa da ilk mahkemeye kadar cezaevinde beklemek zorunda maalesef. Veee… ilk mahkeme dört ay sonra ya gün verildi. İş yerindeki diğer çalışanların ve kendi ifadesiyle ilk mahkemede çıkartacağız inşallah. ” dedi umut vermek isteyerek.
Yüreğinin yangınını söndürmeyen konuşma umut ışıklarını yakmaya yetmiyordu Ali beyin.
“İlk mahkemede karşı taraf itiraz ederse ne olur?” Dedi Ali bey.
“Muhtemelen edecektir. Fakat ellerinde doğru bir kanıt yok. Bizde bunun üstüne giderek itiraz edeceğiz. Ayrıca Savcı hanım hakkında da HSKY’a şikayette bulunmak doğru olur.” Dediğinde Ali bey; “Ne gerekiyorsa yapın Selami bey. Benim suçsuz oğlumun içeride olmasının nedeni sadece şikayet eden yüzünden değil. İşinin doğrusunu yapmadan yargısız infaz yapan Savcıda suçlu.” Dediğinde vedalaşarak ayrıldılar.
Evin kapısını çalan Ali bey karşısında ona umutla bakan ailesine durumu anlatmanın zorluğunu düşünüyordu.
Kocası tecavüzle suçlanan gencecik bir gelin, kendisi gibi evlatları için yanan bir eş ve en zoru yine aynı soruyu soran torununa cevap vermekti.
“Dede babam işten ne zaman gelecek. Ben babamı özledim.” Hepsini her defasında yıkan bir soruya aynı cevabı vermek ne kadar zordu.
Gülay üzüntüden hasta olmuş bu yüzden iştende ayrılmak zorunda kalmıştı. Hiç biri ne yemek yiyebiliyor, ne gülebiliyordu. Ayda bir olan görüş günü ayrı bir kahır ile geçsede özlemin üstüne özlem eklemekten başka hiç bir işe yaramamıştı.
Her günü aylar gibi geçen dört ay nihayet bitmiş mahkeme günü gelmişti.
Bir yanları bugün bitecek dese de ya bitmezse korkusu ise baskın geliyordu.
Bu dünyanın mahkemesinde hak aramak ne kadar zormuş ilk defa anlamışlardı. Sizin şerefinizle oynayan insan karşınızda duruyor, ne tepki verebiliyorsunuz, ne de sonuca varabiliyorsunuz. Korktukları başlarına gelmesi ayrı bir zulümdü zaten. Zerrin’in avukatı Ekrem’e bakarak sırıtıyor, psikolojik olarak galip geleceğini söylemesi sabır taşını çatlatmak üzereydi.
Yalan ile büyük bir iftira atan insan üstüne nasıl bir de doğruyu söyleyeceğine yemin ederek iftirasına devam edebilirdi.
Yalan dünyanın mahkemesi Adalet Sarayları ise, gerçek dünyanın mahkemesi de Mahkeme-i Kübra’ydı. Orada şahit olup her şeyi olduğu gibi yazan iki melek ve yaradanın kendisi şahit olacaktı madem haksızlık yapanları da Allaha havale etmek en doğrusudur.
Karar; diyen hakim ile herkes ayağa kalktı.
“Davacı olan tarafın dosyaya konulmasını istediği müştekinin telefon kayıtlarının incelenmesine, bir sonraki mahkeminin görüleceği beş ay on gün sonraya bırakılmasına ve davalı Ekrem Kahraman’ın tutukluluk halinin devamına karar verilmiştir.”
Yine sabır duaları ile kader mahkumu Ekrem’e cezaevi yolu görünmüştü.
İkinci bir yıkımın altından kalkmak zaten yaralı olanlara ne kadar zormuş. Kalkmaya çalıştıkça enkaz üstlerine daha çok baskı yaparken insanda derman mı kalırdı.
Birinci mahkemenin ardından ilk görüş gününe bir gün kala Ekrem karısını aradı.
“Gülay’ım bir şekilde ayarlayın Nida’mı getirin çok özledim kızımı.” Demesi enkazın altında nefes alamaz hale getirmişti hepsini. Bütün akşam düşünmeyle geçen gecenin sabahı göz kırpmadan olmuştu. Herkes hazırlanarak arabaya oturduklarında Gülay kucağında olan kızını kendine döndürdü.
“Prensesim şimdi seninle bir oyun oynayacağız.” Dediğinde heyecanla ellerini çarptı Nida.
“Şimdi ben senin gözlerini kapatacağım, körebe oynayacağız ama ben açmadan gözlerini açmak yok. Vee hiç gözlerini açmazsan sana bir sürprizim olacak. Anlaştık mı!” Dedi.
“Tamam anlaştık. Sürpriz ne anne?”
“Söylersem sürpriz olmaz ki!” Dedi Gülay gülümsemeye çalışarak.
Cezaevinin görünmesi ile birlikte “oyuna başlıyoruz kızım hadi gözlerini kapatalım.” Diyerek eliyle gözlerini kapattı kızının. Bu sayede kızı annesinin göz yaşlarını da görmezdi. Girişte yapılan işlemler sırasında gözlerini açmak isteyen Nida’yı ikna etmek zor olsada görüş salonuna nihayet girdiklerinde Gülay kızının kulağına neşeyle fısıldadı.
“Prensesim aferin sana şimdi sürpriz zamanı. Hadi bir, iki, üç!”
Gözlerini kırpıştırarak açan minik kız;
“Babaaa!” Diyerek annesinin kucağından babasının kucağına uçmuştu adeta.
Gözlerden akan yaşın hesabını yapmak akılların yetmediği bir hesap gibidir. Ama elbet onu sayan vardır ya! Her zerremizi bildiği gibi!
“Baba eve neden gelmiyorsun?” Dedi yanağını okşayan kızı.
“Bak buradakilerle birlikte çalışmam gerekiyor. Biraz daha kalayım inşallah geleceğim kızım.” Dedi Ekrem.
“Ama ben seni çok özledim.” Diyerek yanağından öpüp sıkıca boynuna sarılması artık şifa değil kalbini yakan bir kor ateş gibiydi.
Hâl hatır sorarak hasret ne kadar giderilebilirdi. Kısıtlı saatler, kısıtlı görüş ne kadar huzur verebilirdi ki.
“Mahfetti bizi lanet insan. Bu dünyada gün yüzü görmesin. Öbür dünyada iki elim yakasında zaten.” Diyen annesine hak versede beddua etmesine razı değildi gönlü.
“Annem, bu benim sınavım. Ne işimden olduğuma, ne kaybettiğim zamana, ne hasretinize üzülmüyorum. Benim namusuma sürülen lekeye üzülüyorum. Bu benim kaderim ve ben kader mahkumuyum. Allahtan gelene isyan edemem. Lütfen beddua etmeyin.” Dedi.
“Nasıl etmeyeyim oğlum şu halimize bak.” Dedi göz yaşlarıyla.
“Anne; birinden bütün dünya kadar hak alacağın olsada ettiğin bir beddua ile bütün haklarını alırsın. Devamında ettiğin beddualar kendi hakkını ona geçirir. Bu yüzdendir beddua edenin başına dönmesi. Karşı tarafa o kadar hak verirsin ki sonunda o da senden hakkını senin sayende alır. Sakın bir daha beddua etme anne.” Dediğinde başını sallayarak onay verdi kadın.
Neredeyse beş aylık hasrete yeter miydi bir saatlik özlem gidermek. Boynundan zorla ayırdıkları Nida’yı yine gözlerini kapayarak dışarı çıkarıp eve döndüklerinde savaştan çıkmıştan beter halleri vardı.
Kolay değildi bir evladın, babanın ve bir eşin tecavüzcü damgasını silmek.
Haksızlığa uğradıklarını kanıtlamak ne kadar zormuş. Çamur at izi kalsın misali adını temizlemek hiç kolay değildi.
Anne yüreği dayanırmıydı evladının haksız yere dört duvar arasında olmasına. Elinden geleni ardına koymayarak adresini bulduğu Zerrin’in kapısına dayandı.
Kapıyı açan Zerrin’in başındaki örtüye baktı kadın.
“Bu örtünün de bir namusu var, senin gibi namussuzlar örtüyor diye namusunu kaybedip kirlenmez. Benim oğluma attığın iftirayla oğlum da kirlenmeyeceği gibi. Seni de o savcı kadını da Allaha havale ediyorum. Dilerim benim beddualarım onun azabının yanında hafif kalır.” Dedi ve arkasını dönerek çekip gitti.
Azap ile geçen günlerin sonunda nihayet ikinci mahkeme günü gelmiş çatmış, sabır sınavının en zor olduğu anlardan birindeydiler.
Zerrin’in avukatının istediği telefon kayıtlarını inceleyen hakim Zerrin’e döndü önce.
“Telefon kayıtlarında senin şikayette bulunduğun saatlerde attığın üç mesaj dışında bir taciz mesajı yok.
1. Sen bana yaptıklarının hesabını vereceksin!
2.Arkadaşlarında senin gibi hesap verecek!
3.Yaptıklarınıza pişman olacaksınız!
Diyeceğin başka bir şey var mı?” Diyen hakime bakarak “Yaptıklarını yazmaya utandım. Ne yazıyorsa doğrudur.” Diyebildi sadece. Hakim Ekrem’e dönerek ” Senin mesajlar hakkında Diyeceğin başka bir şey var mıdır?” Diye sordu.
Ekrem’in avukatı söz aldı.
“Müvekkilim iş saatleri dışında kendisiyle telefonda hiç irtibat kurmamış, attığı mesajları dahi görmemiştir. Bu delillerle sabittir. Bu yüzden davanın düşmesini müvekkilimin beraatini talep ediyorum.” Dediğinde hakim ve savcı fısıltıyla konuşarak ayağa kalktılar.
“Kararı açıklamadan önce on dakika ara veriyoruz. ” diyerek arkalarında bulunan odaya gittiler.
İlk defa Ekrem Zerrin’in gözlerine baktı.
Şeytan insanın içini mesken edindimi bir daha orayı terk etmezdi. Ve onun gözlerinde şeytan bakışları vardı.
Bakışlarını şeytandan çekip arkasında oturan ailesine çevirdiğinde huzur buldu yüreği. Güven veren ela gözlerinin sahibi sevdiği varken kim isterdi şeytanla bakışmayı. Hakim ve savcı odadan çıkarak yerlerine oturduklarında savcı söze başladı.
“Yapılan incelemeler ve mahkemeye sunulan deliller doğrultusunda müşteki Ekrem Kahraman’ın beraatini, şikayetin adli tutanaktan silinmesini yüce mahkemeden arz ediyorum.!”
Ne güzel bir duyguydu umut etmek. Allahtan umut kesmek yanlıştı değil mi! Son karar hakimin verdiği karardı ki savcının hangi suç olursa olsun istediğinin tam tersine karar verebilirdi.
“Karar!” Diyen hakimle mübaşir herkesi ayağa kaldırdı.
“Müşteki Ekrem Kahraman’ın suçu teşkil edecek bir kanıtın bulunmaması, şahitlerin verdiği ifadeler ve savunmasında suçlu olmadığını ispatlamıştır. Bu kararla Türk ceza anayasasının maddesi gereğince Ekrem Kahraman’ın beraatine, sicilinin temiz kalmasına, temyiz isteme hakkı kapalı olmasına karar verilmiştir. Şikayetçi olan Zerrin Yılsız’ın yirmi beşbin lira ceza almasına karar verilmiştir. ” Diyerek dosyasını kapatıp yeniden arka odaya gittiklerinde artık sevinç ile göz yaşlarının akma zamanıydı. Ilk önce avukatının boynuna sarılan Ekrem’in elindeki kelepçeler çıkartıldı da yaşadıklarını hafızalardan nasıl çıkaracaklarını bilmiyorlardı.
Zaman gerçekten her şeyin ilacımıydı yoksa ilaç olan Allaha güvenmek miydi! Bunu tek anlayan ihlaslı bir imandı.
Evin kapısını anahtarla açan babasının ardından adımını içeriye atan Ekrem salondan koşarak gelen kızıyla bakıştı önce.
“Babaaa! İşe gidecek misin yine ?” Diye soran kızının karşısına dizlerinin üstüne çökerek minik ellerini tuttu.
“Allahım bir daha bana böyle iş vermez umarım. Gitmeyeceğim kızım senin yanındayım artık.” Dediğinde kucağına atlayan kızını kaç defa öptü kokladı saymadı.
Ekrem evindeydi artık. Alnına sürülmek istenen kara lekeyi sabır silgisiyle silmiş sınavı kazanmıştı. Bu dünyada ki ödülüydü ailesinin yanında olmak. Ne kadar saçlarına düşen aklar, yüzüne çekilen çizgiler, bedeninin zayıflamış haliyle yaşadıklarını unutmadan yaşayacak olsa bile.
Şükür namazlarını eda etmek kadar huzurlu bir eğiliş yoktu bu dünyada! Şükür ettirene şükürler olsun!
Tags: # sınav #cezaevi #dua #mahkum #sabır #yazokurkitapları kader
Döktürmüşsünüz yine cevherlerinizi?? kaleminiz daim olsun
Teşekkür ederim efendim ?
Sağol Leyla sultan ?
Güçlü kalemden yine muhteşem bir anlatım ???