GUSMENA S.N.
GUSMENA ŞAHİDİMDİR Kİ!
Sus, dedi sadece. Ve bende sustum. Çünkü bunda başka yol yoktu diye düşündüm. Ama şu anda arkama dönüp bakıyorum da, ne kadar şükretsem az ‘Zaman’a. Ben ve diğerleri. Kurtuldu işte. Kurtulduk. Ve böylece bitti o zorlu günler. Elveda sarı krallığın kırmızı çiçekleri. Az taç yapmaya çalışmadım sizleri. Elveda mor sarayın turuncu biberleri. Yemekler az acı değildi sizin yüzünüzden. Elveda.
… … …
İşte yine oldu. Her yer yine karardı. Ne yapmam gerek, diye düşünmeden edemiyorum. Akaron kuşları boşuna ötmüyor desene. Adım adım ilerliyorum koca imparatorluğun altında. Zemin. Tünel. Ve sonsuz karanlık. Ya yanlışlıkla odalardan birine denk gelirsem? Bakayım denk gelir miyim? Hayır. Neden? Çünkü bu kapıların rehberi benim de ondan. Hahaha. Çıngır çıngır öten anahtarları sağ cebimin kenarında taşıyorum. En az bir kilo, o da baksan otuz tane Lekra çiçeğine bedel. Şu anahtarları bir satsam şuradan baksan bir hafta bizim krala bedel hayat yaşarım da, neyse. Memurluk bilinci. N’aparsın? Her adımda siyahın vahameti biraz daha anlaşılıyor. Nereden mi biliyorum? E, her yeri ‘Gusmena’lar basmış da ondan. Var ya, önceden kimse bilmezdi bunların kıymetini. Ahh, tabi o zamanlar ışığın bol olduğu, güllük gülistanlık zamanlardı. Bu ‘Gusmena’lardan daha kıymetli bitkiler vardı. Tabi biz öyle zannediyorduk. Yani sorulsa ‘Bu nedir?’ diye, ‘İşte öyle bir çiçektir,’ der geçerdik. Meğerse ne ahmakmışız. O büyük günden sonra, büyük karanlıktan sonra, ah o perdeden sonra, sonra… Gusmena’lardan başka çiçek göremez olduk. Karanlıkta yol gösteren tek çiçek. Pırıl pırıl. Bu pırıltısından mütevellit, biz de onlara ‘’Parıltı Çiçeği’’ anlamında ‘’Gusmena’’ adını verdik. Daha doğrusu, çoook eskiler vermiş bu adı onlara. Biz de kabul ettik. En karanlık mağaralarda bile, yolumuzu aydınlatan tek çiçek, ‘Gusmena.’ Dedim ya o büyük günden sonra diğer bitkilerin forsu atınca, yer Gusmena’lara kaldı. Tabii. Ah, o canına yandığımın gelinlik sevdalıları yok mu? Oku ile Sakaronları elinden düşürmeyenlerden korkacaksın. Gider ormanın en kuytu köşesinde ormanın en vahşi hayvanın tek darbeyle yere indirip, mor kanıyla kollarına dövme yaparlar sonra da neymiş canım ben düğünümde en az yüz tane Gusmena isterimler. Hah bulursun sen yüz tane Gusmena’yı. Gündüz vakti o kadar karanlığa rağmen biz bulamıyoruz, hanımefendiler ‘’Yüz tane Gusmena isterim!’’ diye tutturuyor. Ha bir de böyle dudaklarını öne doğru büzüştürüp de minik bir bebeğe dönmüyorlar mı? Nerede o parmaklarından akan kanla ziyafet çekenler nerede o minnoş bebekler?
Neyse, bende elimde sıkı sıkıya tuttuğum üç Gusmena ile krallığın yerin altındaki gizli yollarında fink atmaya başlıyorum. Ah, Lehya. Sen olmasan kendi üzerime lanet olsun, yeminle adım atmam böyle pis bir yere ya. Hepsi senin aşkından. Lanet olsun içimdeki yaratık sevgisine. Ben de az muzır değilim hani. Sen git koca krallıkta, kralın kızına âşık ol. Puhaha. Sırf kızının hatırına bana müsamaha göstermiyorsa kral, bak ben de neyim? Haklı. Ben olsam, ben de benim gibi mendebur birini kızıma damat diye almam. Sen git ülkedeki herkesi Gök halkına karşı galeyana getir, savaşa sürükle, koca ülkeyi yerle yeksan et. Sonra gel, ‘Ben kızınıza aşığım.’ de. Ama Lehya! İnan ki seni çok seviyorum. Hatta, O’nu. Evet, O’nu sevdiğimden bile çok. Evet. O’na. Nasıl da şaşırmıştı Gök halkı ama. Fiyuu! ‘’Hayır!’’ demiştim. ‘Benim seni seven. Ben sevdim seni en çok. Ben. Ben. Ben. Ya Sen nasıl benim yerime O’nu alırsın?’’ Nasıl? naSIL? NASIL!!! Neyse, en güzel intikam başarıdır. Ve seven en çok sevdiğiyle sınanır. O’nu çok seviyorum ama benim yerimi almanın ve başkasını koymanın da elbette bir bedeli olur. Oldu da… Çatur çutur nasıl yedirttim elmaları ama. Ohh, sefam olsun. Kırk yıl ayrılık size az bile. Müstahak. Tabii, canım, banane. Elimdeki Gusmena’ları da sepetime ekleyip, ateşime biraz daha hâr verip dehlizlerde yol almaya devam ediyorum. Derken kısa bir molayı çiçekleri saymak için bahane sayıp dinleniyorum. Bakayım. Kaç tane olmuş? Doksan iki, doksan üç…doksan altııı ve bu da sonuncusu doksan yedi. E ben de tünelin sonuna vardım sayılır. Ne olacak şimdi? Lehya. Çatlak kız! Hadi iyisin, iyi. Seni seviyorum.
Sona geldim dedim de acaba bu kaçıncı son, merak etmeden de duramıyorum. Çünkü yol bitmiyor. Ben gidiyorum, gidiyorum. Yol bitmiyor, bitmiyor. Hay Benim üstüme! Güya anahtarlar bende ve rehberim bu yere. Devam beni gidi beni. Biraz daha yol alıyorum. Hadi, diyorum. Bu sefer farklı bir yer olsun. Sağı seç. O kadar yıldır yaşıyorsun şu lanet topraklarda. Hep sol, hep sol. Hiç olmadı yakarım bu dünyayı. Sağ taraf. İçim hiç rahat değil. Ne diye girdiysem bu yola. Ama baya da ilerledim. Ohh, mis! Kaybettim de. Ne o? Sesler mi geliyor yoksa? Evet. Hem de, biraz daha dikkat ediyorum. Evet, hem de Onatra’nın sesi bu. Kral Onatra. Lehya’nın babası Onatra. Benim müstakbel kayınpederim Onatra. Kendisini gram sevmediğim mübarek adam. Lakin yanında biri daha var muhakkak ama ben tanı(ya)mıyorum. Mutlaka duymuş olmalıyım bu sesi. Ama nerede? Zaman ile mekân arası, Kalû Belâ’da. Eveeett. Gök halkı arasında baya muhabbeti dönmüştü de şu benim yerime geçecek olanın inşası sırasında. Her yer vıcık vıcık toz, toprak, çamur olmuştu. Iıyyhhh, iğrenç. Hiç Gök halkına yakışır yaratık mıydı o ya? Hah, şimdi dünyada çok görürler O’nu. Neyse, o inşa sırasında bazı sesler duymuştuk. Evet, O. Orada duydum bu sesi. Benim ismimle yan yana. Kısa bir süreydi. Daha başka sesler de vardı. Ama. Neyse. Hatırlıyorum bu veledi.
Biraz daha ilerliyorum. Kapı yarısına kadar açık. Demek bu sefer bu tarafa gelmiş zaman kapanları. İlginç. Vay sen yakalanmaya gör bu kapanlara. Çok duydum bu zaman kapanlarının muhabbetini. Krallığın altı normal değil ki, köstebek yuvası mübarek. Hay bin lanet! Her yerde bir tünel, her yerde bir geçit. Ve gizli odalar. Hah işte bu gizli odalardan birkaçında hala gizemini korumakla beraber esrarını sadece birkaç kişinin bildiğine inanılıyor. Buna inananlardan biri de elbette benim. Ya odalardan birine denk gelirsem yanlışlıkla?!. Galiba, evet, denk gelmişim. Baksana nasıl da konuşuyorlar hala. Bir tane düzgünü olmaz şu yerde. Ben olduğum sürece, tabii ki de hayır. Ohh, kendimle de iyi eğlendim. Biraz daha bekliyorum kapının yamacında. Olaya iştigal etmek niyetinde değilim. Bana dokunmayan yelona bin yaşasın. Umurumda değil. Onatra’da bir kitap ve bu kitabı yanındaki velede veriyor.
‘’Yağmur,’’ diyor Onatra. ‘’Ben Kral Onatra, kızım Lehya ve Krallığım adına Sana ve yanında bulunan arkadaşına çok teşekkür ederim.’’ Biri Lehya mı dedi?!. ‘’Bu kitabın ehemmiyeti kelimelerle kifayet edilemez, maalesef. Ve bu kılıç, adıyla yaşasın ‘Gazap’, daima seninle olmasını umarım. O bir Gazap, sende biliyorsun ki onu koruman gerekir. Hiçte iyi niyetlerle kullanılma…’’
Konuşmayı şen şakrak bir ses bölüyor. Aman ben! İçim kıpır kıpır oldu. Cıvıldamıyor da şakıyor! Lehya. Endamıyla, yüzündeki gülüşüyle, ellerinde tuttuğu bir demet Gusmena’sıyla seke seke gidiyor, Yağmur’un boynuna atlıyor. Sımsıkı sarılıyor. Yanağından da mı öptü O?!. Bir şey geliyor sırtımdan boynuma doğru. Ipıl ıpıl ılık, yok hayır, alev alev sıcak, içimdeki dumansız ateş kor alıyor. Dişlerimdeki gıcırtılara engel olamıyorum. Avuçlarımın içleri kaşınıyor, dayanamıyorum. Gözlerim. Gözlerim. Kapatsam bile görmeye devam ediyorum. Belli belirsiz ‘Lehya.’ diyorum. Ama Lehya hala Yağmur’un yanında ona ışıldayan gözlerle bakmaya devam ediyor. Ben dayanamıyorum. ‘’Lehya!’’ diyorum bu sefer. Herkesin bakışları bana dönüyor. Onatra’nın bir kaşı kalkmış, muhtemelen ‘Bu Damat bozuntusunun da ne işi var?’ diyordur. Yağmur çoktan kitabı koynuna saklamış, Gazap kılıcını havaya kaldırıp savunma pozisyonuna geçiyor. Lehya. En şaşkınları O. Bir, elindeki Gusmena’lara bakıyor bir Yağmur ile Babasına bir de bana.
‘’Azazil Aşkım!’’
Bir adım atıyorum içeriye doğru. Ayaklarımdaki titreme geçiyor. Bir adım daha atıyorum. Tüm bedenim şu ana ‘hapsoluyor.’. ‘Zaman’a kapılıyorum. Bu oda beni ‘bu ana’ mahkûm ediyor. Ne geçmiş ne gelecek. Sadece şimdi. Gelecekten gelen Yağmur ve geçmişin yitik evladı ‘Ben.’ Ama gözlerim de Lehya’da. ‘’Lehya…’’ diyorum. ‘’Bunu nasıl yapabildin? Ben ya, ben. Benim seni seven. Sadece Ben!’’ Lehya şaşkın, kırılmış ve gururlu. Söz hakkı bile tanımadan direkt Yağmur’un üzerine üzerine yürüyorum. Ne Lehya kalıyor gözümde bu sefer ne de Onatra. Bir tek O. Benim ilk ve tek aşkım. O. Beni yer halkının zulmetinden kurtarıp da kendi yanına alıp yetiştirip büyüten, O. Beni en iyi makama getiren, O. Sonra o’nu yaratan, O. Benim yerime o’nu geçiren, O. Ve O’nu çok seven ben. Lehya’nın öpmediği ben. Benim yerime Yağmur’u öpen Lehya. Benim yerime o’nu seven O. Daha fazlasını ne düşünebiliyorum ne de aklım alıyor. Ayaklarım kendiliğinden hareket ediyor sanki. Yağmur’a doğru yürüyen ben değilim sanki. Onatra’nın askerleri çağırışı bile kulağımda vınlayıp geçiyor sadece. Yağmur son bir gayretle Gazap’ı bana doğru indirmeye kalkışıyor. Ama, hey yavrum hey. Sem kim, ben kim? Senin gücün kuvvetin kime, ne kadar? İçimdeki Dumasız alev, daha bir hâra vuruyor kendini. Toprağın, ateşe üstünlüğü nerede görülmüş? Tek bir hareket, Gazap elimde. Gazap deli. Gazap huzursuz. Gazap beni istemiyor. Ama Gazap artık benim elimde. Benimle artık, herkesin üzerinde. Sımsıkı kavrıyorum Gazap’ı. Tek bir darbe, Yağmur’un işi tamamdır. Lakin işler hiçte tahmin ettiğim gibi gitmiyor. İndirdiğim Gazap darbesini, maalesef Lehya alıyor. Göğsü baştanbaşa kan. Yerde yatıyor. Yağmur’a bir şey olmasın diye, Yağmur’un önüne kendini zırh yapıyor. Yağmur’u kenara itip, kendi yaralanıyor. Yağmur için, kendi canından oluyor. O, o’nun için beni kovuyor göklerden. Ben onları çok sevmeme rağmen kimse beni sevmiyor. Yerde Lehya. Askerlerin seslerini duyabiliyorum. Yaklaşıyorlar. Yağmur, çoktan gitmiş. Burası zaman kapanı. Buranın zamanı ‘Şimdi.’ Ve yerde Lehya. Sonsuza kadar hep, ölümü tadacak. Elinde tuttuğu Gusmena’lara bakıyorum. Lehya, bu sonsuz karanlıktaki gecemi aydınlatan umut ışığım. ‘Lehya, Işığım.’ Ve ışığım yavaş yavaş sönüyor. Demetten bir tane Gusmena alıyorum elime. Lehya’nın saçlarını kulağının arkasına alıp Gusmena’yı oraya koyuyorum. ‘Işığın hiç sönmesin, Lehya. Gusmena pırıltıları dolsun yüzüne.’ Bir tane daha Gusmena alıyorum elime. Askerler, duyuyorum. Buraya doğru gelmekteler. Onatra bir el darbesiyle beni itmek istiyor. Ama nafile. Bir elimde Gazap, diğer elimde Gusmena. Alev alev olmuş gözlerle Onatra’ya bakıyorum. Aynı zamanda, geri geri adım atıp kapıya doğru gidiyorum. Tekrar Lehya. Ve son kez Onatra’ya bakıp kapıdan çıkıp gidiyorum. Küllenen bu savaşı tekrar ateşe vurdunuz. Evet, hepsi sizin yüzünüzden. Ben çok sevdim. Siz hiç sevmediniz. ‘Ben,’ diyorum. ‘Ben, ben. Sadece ben.’
Bu savaş burada bitmedi. Bitmedi, bitmeyecek. O güne kadar, o son güne kadar, bana verilen mühlete kadar, en sevdiklerinizle ve en sevmediklerinizle, yani kısacası ‘SİZ’le, kendinizle bizzat ben, ben, ben savaşacağım. Bu savaş bir ömür ‘SİZİN’le olacak. Asla unutmayın bunu! Asla! ‘Şeytan Severse’ nasıl olurmuş, bunu her bir yaratılmışa göstereceğim, yaşatacağım. O’nu bir tek ben sevdim. En çok ben sevdim. Hep sevdim. Ve… İşte bu, Gusmena şahidimdir ki! Ben hep sizinle olacağım? Peki ya siz kiminle olacaksınız?
… … …
___ Cenk Enes Özer – Şeytan Severse, adlı eserinden hayran kurgu yapılarak yararlanılmıştır. Öyküdeki kimi olay, yer ve kişileri biraz kurgu ile tekrar yazmak istedim.___
NOT : DEĞERLİ YAZAR’IMA SEVGİLER. ARTIK DİNOZORLAR DA BİZİ GÖRECEK Mİ? J
Tags: #aşk #polis #doktor #gençkurgu #acı #mutluluk #hastane #başkomiser #tutku #türk #vatan #gençkızedebiyatı #sevda #şeytan aksiyon aşk evlilik Gençkurgu genelkurgu melek romantizm
Güzel bir hayran kurguydu. İlk başta orijinal sanmıştım, emeğinize sağlık.
BEN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM ASIL. BEN ÇOK MUTLU OLDUM DEĞERLİ YORUMLARINLA. NİCE GÜZEL VE BAŞARILI İŞLERDE GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE. SEVGİLER. 🙂