TANITIM
Kendimi bildim bileli onu seviyordum işte. Biz çocuktuk büyüdük benimle birlikte ona olan, aptal platonik aşkım koca bir dünya olmuştu içimde. Filistin sokakların ‘da o taş kaldırım da her sabah eksik dişlerim ile onu beklerdim, küçücük kalbim de ve bedenim de ona ait kocaman aşk taşıyordum ama sadece ondan duyduğum tek kelimeydi abiciğim. Biz büyüdük o kelime benim kalbimi çok acıttı her söylediğim de bir taraftan yeşil gözleri, bir taraftan
“Hicran çocukluğumun en güzel yanı sendin”
Sözleri aklımı ve kalbimi öylesine bir savaşa sürüklerken diğer yandan hiç tanımadığım bir adamın sözleri bu savaşın tam da ortasına düşmüştü.
“Üzülme ben senin annen olurum.”
1.BÖLÜM GİRİŞ
Sizin hiç küçükken düştüğünüzde dizlerinizin soyulduğu yerlere bakarak,soyulan yerlerin acısı ile ağlamaya başlayarak annenize koştunuz mu?Ben…
Ben koşamadım…
Koşarak canım çok acıyor anne diye,sarıldınız mı?
Ben sarılamadım…
Dizlerimin yara almış yerlerine bakarak öperim de geçsin diyen bir annem olmadı benim. Benim annem o annelerden, yaralayıp ardında hiçbir şey yokmuşcasına kaçan annelerden. Dizlerimdeki yaraları kendi kendime sarmayı öğreten annelerden benim yüzünü zar zor hatırladığım annem. Bazen düşünüyorum benim kafamın içinde,neden tek bir iyi anı yok diye ailemle kendi dizlerimi sarmayı öğrendim ama kendi kalbimi saramıyorum daha.Sarsamda olmuyor işte yapamıyorum beceremiyorum kimseye iyi gelemiyorum ben kendime bile.Korku dolu anılarım var benim herkes gibi,annesi terk etmiş çocuklar gibi.Küçükken yaşadığınız herhangi bir olay varya travmaya bile sebep olan,peşinizi bırakmayan korku dolu anılarınız işte benimki ondan da kötü her gece beni uykumdan uyandıran en zayıf noktam olan en kırılgan noktam olan en çaresiz,noktam olan içimdeki küçük kız çocuğunun hiç büyümediği noktam annem…
Sizce ne zor tamamen annesiz kalmak mı yoksa annesi varken de annesiz olmak mı?
Benim hikayem annem ve babamın aşkları ile başladı…
Annemi gören babam aşık olur ilk görüşte aşk dedikleri başına gelir adamın ama karşılıksızdır zira kadın çocukluk aşkına adam ise hiç hissetmediği duyguları ilk defa kadında hissettirmiş…Günler geçer adam artık gider ve ailesinden kadını ister annesi zulüm görmüş kadın ise çaresizce annesizin sözlerini dinler aşık adamdan zarar gelmez diye….Peki ya kadın kendi çocukluk aşkını bırakacak mıdır ? Kadın annesini dinler ve evlenir evlenmeden 1 gün önce masumca içten içe sevdiği adam ile son kez vedalaşır ve adam ona şu sözleri söyler son kez kadının gözlerine bakıp, ellerini narinlikle tutar.
“Eğer bir kızın olursa ona hicran ismini ver lütfen senden son ve tek isteğim bu.”
Hicran…
Ve adam gider sevdiğini kadının saçlarını son kez koklayarak öperken.Ve kadın biter sevdiği adam öperken son kez kokusunu içine çekmekten.Kadın istemediği adam ile mecburen evlenmek zorunda kalır.Aradan 2 yıl geçer ve kadının bir kızı olur, o kadar güzel bir bebektir ki kadın bebeğinin yüzüne bile bakmaz sevmediği adamdan çocuğu olduğu için. Bir müddet sonra bebeğe isim düşünülür ve kadının aklına sevdiği adamın şu sözleri gelir…
“Bir kızın olursa ona hicran ismini ver lütfen senden son ve tek isteğim bu…”
Kadın kızına hicran ismini verir ve,bu ismi merak eder araştırır meğer hicran ismi ayrılık keder acı demektir. Adam bilerek her kızına baktığında ayrıldığımızı acısını hatırlasın diye mi demiştir bu adı, yoksa sevdiği kadın ile hayalini kurduğu kendi kız çocuklarınamı.Mis gibi çiçek kokan bahar sabahına gözlerimi açtığım da daha güneş,yeni yeni yüzünü gösteriyordu.Yatağımdan sessiz şekilde kalkmaya özen gösteriyorken pijamaların üzerine, pembe yeleğimi giyiyordum. Ayna karşısına geçtiğim de saçlarımı toplamayı bilmediğim için süpürge gibi duran saçlarımı umursamayarak annemle babamın odasına gitmiştim.Sanırım saat daha çok erkendi muhtemelen 8 yaşında olduğum için daha saatlere pek hakim değildim açıkçası.Sessiz şekilde dış kapıya yöneldiğimde kalbim çok hızlı atıyordu,annemin bana 5 numara büyük gelen terliklerini giydiğim de acele ediyordum. Evimizin önündeki taş kaldırama heyecanla oturduğum da kalbim yerini belli edercesine hızla atıyordu Avuç içimi kalbime bastırdığımda gözlerimi sakinleşmek için kapamıştım,derken biraz uzaktan gelen ses kalbimin yerinden çıkıyormuşçasına atmasına çoktan sebep olmuştu bile.
“Hicran?”
Hicran.Evet bu benim adım onun dudaklarından dökülen daha doğmadan,isminin kaderini yaşamak zorunda olan Kız.Gözlerimi adımın onun dudaklarından dökülen sesi ile açtığım da nefes almayı belki unutmuştum bile,çünkü o herşeyden daha güzeldi benim için.Birine aşık olduğunuz zaman hatırladığımız ilk şey ne olabilir? Hele ki çocukluk aşkınsa…Sizi bilmem ama benim hatırladığım ilk şey,o yemyeşil gözleri ve sıcacık gülümsemeydi.Serhat Meral…Çocukluğum,masum hislerim,ilk hislerim diğer adıyla. Her sabah annesi onu fırından taze taze çıkmış ekmek için erkenden uyandırırdı,bende artık bildiğim için her gün o soğuk taş kaldırımda onun gidişini izlerdim.Daha aşkın ne olduğunu bilmeden eksik dişlerim ile onu beklerdim,Küçücük bedenimde ve kalbimde ona ait kocaman aşk taşıyordum.Ama ondan duyduğum tek kelimeydi
Abiciğim…
Demiştim ya hani çocukluğum,masum hislerim,ilk hislerim diye bunun yanı sıra ilk aşk acım ve yıllarımı zehir eden bir histi aynı zamanda ona duyduğum aşk. .Benim için hayaldi onun beni sevmesi onunla hayallerim vardı benim mesela ilk baharın gelişinde ağacın altında o benim dizime,yatıcak ben onun saçlarını okşayıp ona masallar anlatacaktım.Birlikte lunaparklara gidecektik ben,pamuk şeker gördüğüm için oradan oraya çocuklar gibi hoplarken o gözlerini devirecekti.Bu arada hiç pamuk şeker yemeği sevmezdi.Bana pamuk şeker aldığın da ben ansızın tüm şekeri ağızına zorla sokmaya çalışıcağım,ve o ağzındaki pamuk şekerleri iğrenerek temizlerken bende kahkahalar atacaktım.Birlikte restoranta gittiğimiz de o iştahla yemeğini yerken,ben onu gülümseyerek izleyecektim. Ben hasta olduğum zamanlar hastanede ben içeri de tedavi oluyorken,o koridorda beklerken uyuya kalacaktı ve bende onu doktoruma şikayet edecektim.Ben kitap okuyorken o televizyon izleyecek ve bende kitabın arkasından, onun mimiklerini hayranlıkla seyredecektim.Birlikte pazara gittiğimiz de çok ağır olan poşetleri,benim taşımama izin vermeyip kendisi eve gidene kadar parmakları kızaracaktı ağırlıktan…Bunlar benim ona karşı akıllanmaya başladığım zamanlardan beri kurduğum hayallerdi, çok sıradan şeyler olabilirdi herkes için.Ama benim için imkansız denecek kadar zordu.Hayal dünyamdan çıktığım da sesi kalbimi çoktan doldurmuştu bile.
“Burada seninle neredeyse yarım saattir duruyorum ve ismini söylüyorum yine nerelere daldın acaba?”
Sorusu biraz utandırmıştı utanınca yanakları elma şekeri gibi olan gruplardandım bende.Gülümsedim eksik dişlerimi saklayarak çünkü onun karşısında çirkin duruma,düşüceğimi zannediyordum ta ki gülümsememi yerle bir eden söz kalbimi doldurduğunda az önce kalbimi neşe ile doldurmuştu ama hepsini bir sözü ile kalbimden çekip alması zor değildi onun için.
“E hadi benimle fırına gel madem erken uyandın abiciğim”
Dudaklarım düz çizgi olduğunda kalbimin ilk kırıklığını o zaman tatmıştım.İlk kıran çocukluğum dediğim adam olmuştu.Galiba kalp kırıldığı zaman yutkunmak zor oluyordu bunu ögrenmiştim aynı zamanda,başımı olumlu anlamda salladığım da fırına doğru gidiyorduk.Fırına doğru gidiyorken yüzüm pek gülmüyordu sanırım oda bunu fark etmiş olacak ki,yine okulun kütüphanesinden tanıdığımız yazarın sözleri sessiz sokağı doldurmuştu.
“Evlât hayat dolu bir insan melankoliye kapılırsa bu neye işaret eder?”
Bu kitabı biliyordum.Bu soru iki tane cevap içeriyordu ve ben kitaptaki gibi galiba birinci cevabı verecektim.
“Bu büyük bir işaret efendim,üzgün görünmenin işaretidir.”
Beklediği gibi cevap verince onunda yüzü düşmüştü. Aslında kitap da armadonun uşağından beklediği 2. cevap şuydu: Bu aşık olmanın işaretidir.Serhat burada armado ben ise uşak oluyordum işte.İç çekti seslice devam etti son repliğe.
“Ee,üzüntüde aynı kapıya çıkmaz mı çocuk?”
O sustu ben sustum çünkü ikimizde biliyorduk anlamıştık içinde olduğumuz durumu.Fırının önüne geldiğimiz de olduğun yerde bekle beni demişti,o fırından ekmek alıyorken bende konuşmamızın neyi kastettiğini anlamaya çabalıyordum çocukluk aklım ile.Fırıncı Mehmet amcadan sıcacık ekmekleri alıyorken onu izliyordum gülümsedim,beni ne kadar kardeşi olarak görsede ben onu kendimi bildim bileli seviyordum işte.Omuzuma aniden gelen darbe beni çok korkutmuştu arkamı döndüğümde ise,nefes nefese bizimle aynı yaşta olan bir erkek koşarak gidiyordu.Sükût içinde olan sokağı adım sesleri doldurduğun da aynı zamanda,kaybettiğinde arkasından bakıyordum.Umursamayarak gülümsediğim yerden devam etmek için fırının olduğu yöne dönüyordum ki,gözüme yerde duran bileklik çarpmıştı.Sanırım o çocuk düşürmüştü bilekliği yerden küçük avuçlarıma aldığım da üzerindeki R harfi dikkatimi çekmişti.Çocuğun gittiği yere doğru bakıyorken serhat çoktan yanıma gelmişti bile.
“Hadi gidelim selma teyzeler merak etmesin seni”
Bilekliği yeleğimin cebine koyduğum da cevap verdim.
“Gidelim”
Fırının önünden uzaklaşırken taze ekmek kokusu ile gözlerimi istemsizce kapamıştım.Gözlerimi kapattığım da kıkırdamıştı kaşlarımı çatarak gözlerimi geri açtığım da,ekmeğin ucundan bölmüştü bana uzattığın da utanmıştım.Gülümsedi bana iyice yaklaştığın da ilk defa yakınlaştığı için heyecandan,yutkunmuştum sır verir gibi fısıldadığında kalbim saniyede küçük bedenimde kaç kere attı bilmiyordum.
“Annem kızmaz merak etme ben yedim anne derim aramızda küçük bir sır”
Benden uzaklaştığında nefes almayı tekrar hatırlamıştım.Gülümsedim çünkü onunla aramızda olabilecek tek şey sırdı.En azından buda bir şeydi ilk defa benimle bir şey paylaşmıştı,içten içe bu duruma seviniyorken sevincim boğazımda resmen düğüm olarak kalmıştı.
“Hem abiler bugünler için vardır”
Gözlerim doluyordu ama onun yanında ağlayamazdım cebimdeki bilekliği avucumda sıkıyorken gülümsüyordu.Eve kadar ağlamamak için kendimi zorladığımda sonunda gelmiştik onunla yürümemin bir an önce bitsin diye dua edeceğimi tahmin edemezdim.Tam bana bir şey söylemek isterken ardıma bile bakmadan,koşarak evimizin bahçesine girdiğim de annem çiçeklerini suluyordu.Gülümsedi annem sıcacık hemde sanki her şeyi biliyormuşta kalbimin acısını hafifletmek için gülüyormuş gibi. Yanıma çiçeklerini bırakıp geldiğin de elimden tutuyordu yeşil gözleri ile,yeşil gözlerime bakıyorken yine sıcacık gülümsedi ince parmaklarının uçlarını saçlarımda gezdiriyorken sanki boğazında düğüm varmış gibi fısıldadı.
“Hadi saçlarını örelim”
Annem hep benim saçlarımı önemli bir yerlere gidiyorken örerdi annem saçlarımı hep ördüğü,bağladığı için saç yapmayı bilemezdim.Önemli biryere de gitmiyorduk ama annem saçlarımı örmeye karar vermişti,düşüncelerimi bir kenara attığım da annemin elinden tutmuş odama doğru gidiyorduk.Yatağıma oturduğum da ise annem yine gülümsüyordu yanıma yaklaştı saçlarıma gömüldüğünde içine çekti,saçlarımın kokusunu yine aynı zamanda ince parmakları saçlarımın arasında geziniyorken fısıldadı.
“Seni çok seviyorum kızım”
Yatağıma oturduğun da saçlarımı narince örüyordu ilk defa bu kadar özenerek örmüştü annem saçlarımı,saçlarımı örüyorken bir masal anlatmak istediğini söylediğin de başımı olumlu anlamda sallıyordum.Öksürdü boğazını temizlemek istercesine masalı anlatmaya başladığın da avuçlarımda tuttuğum bileklik ile oynuyordum.
“Bir varmış bir yokmuş denizi çok güzel olan bir şehirde prenses yaşarmış.O prenses hergün denizin en güzel kıyısına gider uçsuz bucaksız,denizin maviliğini izlermiş.Bir gün yine kendi kıyısına gittiğin de bir prens ile karşılaşmış,prens çok üzgün görünüyormuş prenses yardım etmiş üzgün prense ve o an birbirlerine aşık olmuş prens ve prenses.Prensesin annesi yani kraliçe çok kızarmış prens ile görüşmesine prenseste gizli gizli buluşurmuş prensi ile.Zaman geçmiş prenses çok güzel bir kız olmuş bunu fark eden diğer ikinci prens gelmiş almış kraliçeden prensesi.Ama prenses hâlâ birinci prensi seviyormuş ikinci prens onu görkemli bir saraya getirmiş,ama prenses için o saray zindandan farksızmış.Prenses ve ikinci prensin çok tatlı bir kızı olmuş prenses kızını çok seviyormuş ama birinci prensi onu bulmuş,prenses mecbur birinci prense gitmek için küçük prensesini bırakması gerekiyormuş.”
Kaşlarımı çattığımda masalın devamını dinlemek istiyordum ama serhat’ın annesi bahar teyze anneme seslenene kadar.Annem odamdan hızla çıktığında odamın camına yönelmiştim belki annesi ile serhat gelmiştir diye,heyecanla camdan dışarı bakıyorken serhat annesinin yanında duruyordu bile.Onu gördüğüm de kalbim yine çok hızlı atmaya başlamıştı şu an attığı yeri belli edercesine hızla atıyordu,küçük parmaklarımı cama sardığım da onu izliyordum.Başını hafifçe kaldırdığın da yeşil gözleri beni bulmuştu utanmıştım çünkü doğrudan onun gözlerine hiçbir zaman bakamıyordum,başımı yere eğdiğimde ise yatağımın üzerinde duran bir şey yere düşmüştü.Camın önünden uzaklaştığımda yere düşen bilekliğe baktım elime aldığım da ters dönen,R harfini düzeltiyordum o çocuğu bulmalı ve bu bilekliği vermeliydim.Bilekliği avucuma sakladığım da annemgilin yanına iniyordum koridorun merdivenlerinden onları izliyordum, gülümsedim serhat fark etmemişti tabiki ama.Daha çok üzgün görünüyordu annemgilin konuşmasına kulak verdiğim de,ne olduğunu anlamam uzun sürmemişti evlerinde besledikleri köpekleri dün gece eve hiç gelmemişti.Serhatın en sevdiği şeydi evcil hayvanı biliyordum bu yüzden çok üzgündü anlamıştım,köpeği bulduklarında ise kalbinden tarafı yaralanmıştı.Anneme doğru yaklaştığım da bahar teyze ile salona doğru yönelmişlerdi geldiğimi fark etmemeleri güzel birşeydi,serhat ile utanmadan konuşabilirdim ona yaklaştığım da beni fark etti bana doğru geldiğinde ise donup kalmıştım.Kolları beni sardığın da kokusu üzerime sindiğinde heyecandan nefes alamıyordum,kulağıma fısıldadığında ise kalbimin atışını hissetmemesi için içimden bildiğim tüm duaları ediyordum.
“Tarçın çok kötü”
Sesi titrediğinde üzülsem mi sevinsem mi bilemiyordum bile çünkü bana ilk defa sarılmıştı.Benimle ikinci defa duygularını paylaşmıştı o soğuk serhat değil de,başka biri vardı karşımda kollarım bedenini bile saramıyordu hayal olduğunu düşündüğüm için.Neşesini biraz yerine getirmek için en sevdiği kitabın replikleri döküldü dudaklarımdan.
“Zavallıcık hasta mı yoksa?”
Durakladığında yine onun oyununu oynadığımı anlamıştı.Sessizce fısıldadı yine sarılıyorken.
“Yüreğinden vurulmuş”
Derin bir nefes aldığım da kalbimin atışı daha da hızlı atıyordu artık.
“Vah vah,bırak kanasın.”
Evet sırf o seviyor diye bir kitabı daha okumayı öğrenmeden ezberlemeye çalıştığım olmuştu.Ona olan sevgim bir kitap ezberlemek ile sınırlı değildi ki hem,ben onun herşeyini ezbere biliyordum artık.Bana yine aynı seslilikte cevap verdi.
“Bu ona iyi gelirmi?”
Tam sıradaki repliği söylemek için hazırlanıyorken sarılmayı bıraktığın da gözlerime baktı.Hiç bu kadar yakın gözlerime bakmadığı için,yutkunmuştum sıradaki replik için bakmıştı istediği için değil canımı bu acıtıyordu işte.
“Gözlerinizle onu düzelte bilirmisiniz?”
Bu replik tam tersi olmalıydı bu cevabı ben değil serhat vermeliydi.Çünkü ona yakışırdı bu söz ben, yüreğinden vurulan serhat ise bıçağı ile iyileştirendi bizim tarafımız da.
“ Ne yazık ki hayır,ancak bıçağımla…”
Birbirimize bakmaya devam ediyorken birşeyleri anlamasını beklemiştim ama,bu repliklerin tersine dönmesi de serhatın kardeşce bakan gözlerinin aşka dönmesi de imkansızdı.Gözlerimi gözlerinden çektiğim de o gözlerin bana karşı asla,farklı bakmayacağını iyice anlamıştım.Başımı yere eğdiğimde kalbim yine kırılmıştı biz sustuk ortam sustu herşey sessizleştiğinde,sesi tüylerimi diken diken yapmıştı.
“ Teşekkür ederim.”
Fısıldadı boğazı kurumuşcasına neden ediyordu ki hem? Ona olan sevgim ile kendime resmen zulüm ettiğim için miydi bu teşekkür? Gülümsemeye çalıştığım da gözlerime bakıyordu tebessüm ettim,oda bana karşılık olarak tebessüm ettiğin de dökülen sözler dudaklarımdan canımı acıtmıştı.
“ Hem kardeşler bugünler için vardır. “
Ona yakın olabilmek için kardeşi bile olsam yeterliydi benim için.Omuzuma kardeşçe hafif yumruk attığın da gülümsüyordu,annesi seslendiğinde gidiyorlardı tebessüm eden dudaklarımın yerini gözyaşları alıyorken odama koşuyordum.Unutmuştum doğruya onunla aramızda olan duvarları hatırlamak için adının yanına koyduğum kelimeyi.
Abiciğim…
2. BÖLÜM KOLYE
İnsan kendini ne zaman değersiz hisseder? Herkesin farklı bir bakış açısı olabilir ama benim bakış açım,sevdiği insan tarafından fark edilmeyince veya sevdiği insan tarafından üzülünce.Uyandığımda okula gitmek için hazırlanmalıydım bugün benim için özel bir gündü,doğum günümdü her doğum günümde annem kendi elleri ile pasta yapardı hemde en sevdiğim çilekli pasta.Yatağımdan yavaşça kalktığım da annem yatağımın tam yanında,sandalye üzerinde uyuyordu kaşlarımı çattığımda da soğuk parkenin üzerine ayaklarımı koymuştum.Yavaş şekilde parkenin üzerinde yürüyorken annemin üzerine battaniyemi örtmüştüm.Hazırlanmak yerine annemin uyuyan güzel yüzünü seyrediyordum o kadar güzeldi ki…Büyüdüğüm de anneme benzemeyi çok isterdim çünkü her şeyi çok güzeldi elleri,yemyeşil gözleri,beyaz teni,simsiyah uzun saçları ve her şeye rağmen tebessümün asla yüzünden gitmeyişi…
Parmak uçlarımın üzerinde durduğum da yanağına hafif bir öpücük bırakmıştım.Uyandırmamak için saçlarımı kendim becere bildiğim kadar toplamaya çalışmıştım.Hazır hatta hazır değil yarım yamalak hazır olduğum da merdivenlerden iniyordum,kapının kapanma sesini duyduğum da babam işe gidiyordu.Ayakkabılarımı giydiğim de ağır çantamı sırtıma takmaya çabalıyordum bahçe kapısını bile açamadan çabalıyorken,onun sesi ile baştan aşağı büyülenmiştim bile.
“ İyiki doğdun çimen göz”
Arkamı döndüğüm de bir tek onun bana taktığı çimen göz lakabı ile o seslenirdi bana sadece.Gülümsedim yanaklarım yine elma şekerine bürünüyorken çabalamaya çalıştığım az önceki şeyi,çoktan unuturken çantamı diğer omuzuna takmıştı.Bahçe kapımızı açtığın da filmlerdeki çentilmen şövalyeler gibi buyurun anlamın da elini uzattığın da yanaklarımın yandığını hissediyordum.Yanından utanarak geçiyorken bahçe kapısını ardımızdan kapıyorduk bile birlikte İzmir’in dar filistin sokakların da yürüyorken,tebessüm ediyordum çoktan bulutların üzerine çıkmıştım bile.Parmak uçlarımı parmakları sarıyorken yutkunamamıştım durakladığımda beni kendime çevirmişti,parmak uçlarımdan es geçip elimi tuttuğun da nefes alamıyordum dar olan sokak yok olmuştu sanki içinde bizimle birlikte.Hipnoz olmuş şekilde ona bakıyorken yanaklarımdan ellerime kadar yandığımı hissediyordum artık.Yanan avuç içime soğuk bir metal bıraktığın da irkilmiştim beynime oksijen gitmeye başlayıp sağlıklı düşünmeye başladığım da,bir gerçek vardı onun parmakları benim parmaklarıma karışmıştı elimi tutmuştu.Avuç içimi açtığım da zincirin ucunda küçük melek figürü vardı o kadar nazik ve güzel duruyordu ki kolyenin ucundaki melek…Onun aldığı hediyeye büyüleniyorken tatlı sesi bölmüştü kolyeye aşık olmamı.
“ Küçük bir hediye benden sana güzel ve kırılgan aynı zamanda narin bir kolye hediye etmek istedim aynı senin gibi.”
Kalbim küçük bedenim de ben buradayım diye attığın da şaşkın şekilde kaşlarımı çatmış onu dinliyordum.
“İyiki doğdun hicran ilk arkadaşım sendin benim seninle yazmayı öğrendim birbirimize mektup yazarak seninle okumayı çözdüm ikimizin keşfettiği kitapları merak ederek seninle arkadaş olmanın ne demek olduğunu öğrendim her defasın da yanımda olduğun için işte bu yüzden iyi ki benimlesin…”
Gözlerine kaç saniye öyle bakarak durduğumu hatırlamıyordum rüyada sanıyorken kendimi okulun zili öbür sokağın başından duyulmuştu bile.Gülümsedi şaşkın yüzüme bakıyorken okula doğru yol almışken,sözleri tüm beynimin içinde yankılanıyordu.
“Seninle yazmayı öğrendim birbirimize mektup yazarak…”
Yutkunduğumda sözleri beni içine çekmeyi devam ettiriyordu.
“Seninle okumayı çözdüm ikimizin keşfettiği kitapları merak ederek…”
Hızla nefes alıyorken gözlerimi kapatmıştım istemsizce.
“Seninle arkadaş olmanın ne demek olduğunu öğrendim her defasında yanımda olduğun için.”
Avuç içimdeki kolyeme baktığım da kalp atışım daha da hızlanıyordu.
“İşte bu yüzden iyi ki benimlesin.”
Bu sözler beni gülümsetmeliydi hatta beynimin içinde rio karnavalı verdirmeliydi,ama bu sözlerin hepsi tam tersiydi benim için.Birlikte yazmayı öğrenmemiştik ben ona olan aşkımı mektuplara yazarak kendim öğrenmiştim onunla birlikte okumayı çözmemiştik keşfettiğimiz kitaplar yüzünden,ben onun sevdiği kitabı ezberlemeye çalışırken okumayı çözmüştüm birlikte arkadaş olmayı öğrenmemiştik ben ilk aşkın ne demek olduğunu öğrenmiştim.Bunları bilmemesi hemde gözünün önündeyken bilmemesi o kadar çok canımı yakıyordu ki,benden başka kimseye kör değildi gözleri göremeyecek kadar tek bana kördü gözleri.Bence aşk bir şarkıydı dinlemesini bilene bense kulakları sağır olan birine kendimi bildim bileli şarkılar çalıyordum içimde.İşte böyle farklıydık ona aşık olan beni görmeyen bile o,sınıfa doğru gidiyorken bu düşüncelerimden kurtulmak istiyordum.Sınıfın kapısını heyecandan buz gibi olmuş elim ile tıkladığım da,derse başladıklarını çoktan anlamıştım.Serhat tüm düzenimi sözleri veya hareketleri ile alt üst edebiliyordu işte.İçeri girdiğim de hafsanur hemen elini sallayıp yanına oturmam için işaret veriyordu. Sırama oturduğum da yüzüm asıktı anlaması uzun sürmemişti bir tek serhat konusunu hafsanura anlatabiliyordum ondan başka dinleyecek kimsem yoktu çünkü.Derslere anlamsız şekilde ilgisizken içimde bir his vardı öyle bir histi ki,sanki boğazımda düğüm varmış gibi sanki sevdiğim insana son kez sarılmışım gibi.Anlamsız üzüntümü hafsanur değil tüm sınıf anlamıştı bile. Okul çıkışı zilini beklemekle geçmişti bugün ki günüm.Aksine mutlu olmam gerekiyorken ya anlamsız ya da serhattan dolayı üzgündüm,ama alışmıştım serhatın bu hallerine davranışlarına her ne kadar istemesem bile onu böyle sevmeyi kabullenmiştim artık. Okulun çıkış zili çalar çalmaz koşarak eve gidiyordum. İçimdeki huzurluksuz boğazımda değil, artık kalbimde bide ağırlık yapıyordu koşuyorken ardımda sadece en yakın kardeş bildiğim kızın ismimi defalarca bağırmasını bırakıyordum bile.Bahçe kapımıza geldiğimde ise nefes nefese kalmıştım parmak uçlarım boynuma dokunduğun da,nefesimi normale döndürmeye çabalıyordum.Bunun yanı sıra astım hastası olduğumdan dolayı da normale döndürmek biraz zordu ilacım olmadan açıkçası.Annemin üzülmemesi için astım krizini kontrol altında tutmaya çabalıyorken onun sesi ile irkilmiştim, sesin olduğu yöne dönmeme izin vermeden gözleri ile gözlerimi çoktan yakalamıştı bile.Yeşilin farklı tonları birbirine bakıyordu kökleri aynı renge bağlı ama tonları tamamen farklı gözler birbirine bakıyordu işte.Gülümsedi utanarak onun gülümsemesi bile benim yanaklarımı elma şekerine boyuyorken durakladı,yüzümü inceliyorken kısık sesi ile konuştu.
“İyimisin?”
Olumlu anlamda başımı salladığımda beni kendine çekmiş ve küçücük bedenimi saklamak istercesine,kollarının arasına sıkı sıkı sarmıştı.Kendimi ona bıraktığım da gözlerimi kapamış bu nadir anın tadını çıkarıyordum.İlk defa bana böyle sıkı sıkı sarıldığı için gözlerimi kapamış onun kalbine denk gelen başımı yaslamış göğsüne,dünyanın en güzel sesini dinliyordum hatta dünyanın en güzel sözsüz melodili şarkısını dinliyordum sanki.Kollarından küçük bedenimi çektiğim de bu sonsuz kara deliğin içine daha fazla kendimi atamazdım ki.Gözlerimi ondan kaçırıyorken konuştu şiir gibi kadife sesi ile.
“Sarılmak o kadar güzel bir şey ki hicran o an tüm dertlerini unutuyorsun sevinçlerini paylaşıyorsun ya da üzüldüğün de veya korktuğun da sarılınca hemen geçiyor değil mi? Nedenini hiç merak ettin mi peki?Herkesin farklı düşüncesi olabilir nedeni ile ilgili ama benim düşüncem şu açıkçası”
Gözlerine baktığım da yutkundu omuzundan düşen okul çantasını düzeltiyorken boğazını temizledi.
“Ben birisi beni kolları ile sıkı sıkı sardığın da kendimi başka bir dünyanın içinde hissederim güvenli ve huzur dolu dünya o kişinin iki kolunun arasında aslında bence.Heleki birisi seni saklamak istercesine sıkı sıkı sardığın da sanki ben çok yara almışım da kolları ile saran kişi de bana kalkan olmuş bana gelen yaraları darbeleri kendine almış gibi hissediyorum”
Gülümsedim utanarak gülümsedi oda utanarak birbirimize bakmaya devam ettiğimiz de fısıldadı sessiz sokakta.
“Bende senin böyle hissetmeni istemiştim umarım başarabilmişimdir çimen göz.”
Gülümsedim çünkü sadece ona karşı yapabildiğim tek şey buydu.Serhat benim ilk aşkımdı daha doğrusu ilk kalp kırgınlığımdı ben başka kırgınlık bilmezdim ki hayatım da,bilmek de istemezdim ama öyle olmuyormuş işte illaki birileri bir şeyler kırıyormuş yine kalbini.Bende bunu acı şekilde öğrenmiş olmuştum tek isteğim sevdiğiniz kişi,asla kalbinizi kırmasın çünkü öyle bir kırıklık ki toparlasan bile parçaları en keskin şekilde batıyor kalbine.Bahçe kapısından girdiğim de zili bile çalmadan babam kapıyı açtığın da bir şeyler olduğunu anlamam uzun sürmemişti.Babamın yüzünü incelediğim de ağlamaktan gözlerinin içi kırmızı olmuştu öyle kolay kolay ağlayan bir adam da değildi aslında,babamın ağlaması demek kolay kolay bir şeyin olmaması demekti biliyordum çünkü.Okul çantamı yere bıraktığım da annem kızardı da mutfaktan seste gelmiyordu,yemek yapma sesleri boğazım düğümlendi okulda ki anlamsız duygu şu an tüm bedenim de kol geziyordu sanki. Mutfağa doğru ilerlediğim tezgahta çilekli pastam da yoktu gözlerim bulanık görmeye başladığın da,çoktan yanaklarımdan dökülüyordu yaşlar boğazımdaki düğüm nefes aldırmıyordu sanki babama doğru ilerlediğimde başını iki elinin arasına almış sessizce ağlıyordu.Annem ile babamın yatak odasına doğru koştuğumda ağlayarak direk annemin dolabını açmıştım baktığım da dolabın içi bomboş kalmıştı,tıpkı ev gibi bomboş sessiz sedasız neşesiz renksiz kalmıştı dolabı da.Gittiğini anladığım da bağırmak istedim anne diye gitme annem demek istedim,peşinden gitmek istedim ama yapabildiğim tek şey öylece durmak ve anlamaya çalışmaktı.Ne yani ben onu bu sabah son kez mi öpmüştüm? Olamazdı ki anneler gitmezdi gidemezdi…
Gitseler bile evlatları izin vermezdi ki bende veremezdim neden gitmesini izleyim ki,belki sokak sokak arardım ama bulurdum gelirdi kesin bana beni mutlu etmek için çilek almaya gitmişti pastama kesin öyleydi.Koşarak sokağa çıktığım da ayakkabısız etrafıma bakıyordum gelirdi kesin geç kalmıştı başka türlü olamazdı çünkü,boğazımda artık düğüm olmasını geçtim taş vardı sanki yutkunamıyordum ne yani anneler gidince çocukları böyle mi hissederdi? Sokağın tüm yollarına buğulanmış gözlerim ile bakıyorken annemi bekledim bahçe kapımızda bekledim ama gelmedi.Annemsiz mummu üfleyecektim ben sonunda hangi yoldan gittiğini bile bilmezken sokağın ortasına geçtiğimde her sokağa bakarak,boğazımdaki düğümü unutarak acı ile bağırdım sokağın tam ortasında.
“Anne!”
Dizlerimin üzerine düştüğüm de acısını bile hissetmiyordum.
“Annem!”
Her haykırış biraz daha umudumu kırıyordu.Babam ağlayan gözlerini benden saklamaya çalışarak beni sakinleştirmeye çalışırken aynı zamanda,acıdan kısılmış sesimle bağırmaya devam ettim.
“Annee”
Ellerimden kayıp giden aşk gibi bir şey değildi ki nasıl bunun altından kalkardım ayrıca o kadar çok soru vardı ki neden gitmişti ki? Bizi beni bırakacak kadar önemli olan şey neydi ki,kendi kızını doğum gününe küstürecek kadar zalim olamazdı bi anne değil mi?Babam kucağına aldığın da hatırladığım en son şey anne…
“Anne lütfen gitme…”
Olmuştu.Gözlerimi açtığım da çoktan gece olmuştu etrafıma baktığım da ise odam bana o kadar yabancı geliyordu ki,bazı şeyler olmadan güzel olmuyordu işte mesela dönme dolapsız lunapark olmazdı çizgi filmler olmadan çocukluk olmazdı kalp kırıklığı olmadan büyümek olmazdı annem olmadan odam güzel olmazdı.Ben tek bu sabah annemi değil ki oyun arkadaşımı,sırdaşımı arkamda güvendiğim güvenebileceğim bir dağ saniyeler içinde yıkılmış elime de toprağı tozu kalmıştı sanki.Yatağıma kıvrıldığımda içimden ağlıyordum ses çıkarmadan eğer annem gelirse üzülürdü,annemin beni söyleyerek uyuttuğu ninni kulaklarım da yankılanıyor ve tüm odamı dolduruyordu.
Bebeğimin beşiği çamdan yuvarlandı düştü damdan,
Bey babası gelir şamdan nenni nenni nenni nenni
Nenni nenni nenni bebek oy…
10 yıl sonra
Acı hatıralar ömür boyu kalır kalbinin en icra köşesinde.İşte benim yaramda en icra en derin en sessiz köşede usulca kanıyor öyle.Çok bu zaman dilimin de,bu acılar ile çok çok değişmiştim tek değişmeyen şey hâlâ ona olan aptalca sevgimdi.En yakın arkadaşı olmak daha bi can açıtıyordu hele ki hoşlandığı kişiyi sana anlatışı varya işte orda ki acının tarifi yoktu cümlelerle.Keşke hep çocuk kalsaydık ben terk eden bir annenin ardından çaresiz şekilde bağırmasaydım,serhat hoşlandığı kızı değil de en sevdiği kitabı anlatsaydı yine bana en büyük derdim sevdiğim adamın beni görmeyen yeşil gözleri olsaydı ama…Ama aması var olmadı işte.Ben bağırdım o şairin satırlarını ezbere değil de hoşlandığı kızın gözlerini,saçlarını,ellerini ezbere anlatıyordu işte. Biz büyümüştük anlamam gerekliydi artık bunu ne kalbim kabulleniyor ne de aklım onay veriyordu. Telefonumun gıcık alarmı çaldığın da gözlerimi uykudan açamıyordum bile, alarmı zar zor kapattığım da babamın attığı mesaja denk geldi gözüm
.
“Bugün toplantılarım var gecikebilirim.”
Her zaman ki gibi yine yalnız başıma kalıyordum anlaşılan, yataktan kedi gibi gerile gerile kalktığım da deli gibi uyuduğum için dağılan saçlarımı umursamadım. Bugün üniversite sonuçlarımız açıklanıyordu merdivenlerden hızla inerken, sabırsız arkadaşımın aramaları yoluma kırmızı halı seriyordu. Yaz bitiyordu ben babaannemden kalan alışkanlık ile yine sırtıma ince bir şeyler almıştım İzmir`in küçük sokaklarından terlik seslerim ile yürüyorken fırının önünde ki ses ayaklarımı yere bağlamıştı adeta.
“Söylerim babama selamını Mehmet amca hayırlı işler.”
Aklım hemen utançla üzerimdeki yatak pijamalarıma gitmişken beni görmediğini umarak ve dua ederek, koşa koşa gidiyorken onun sesi tüm sokağa ekmek kokusu gibi yayılmıştı.
“Hicran!”
Sesi ile olduğum yer de yapışmış gibi kaldığım da nefes nefese yanıma gelmişti. Belli ki bana yetişmek için koşmuştu benim için kendini yormuştu,yıllar geçmesine rağmen değişmeyen tek şey hâlâ onun gözlerine bakamıyor olmamdı ya da benim aşkımı göremeyecek kadar onun kör olmasıydı bilemiyordum. Yutkundum siyah saçlarımı gözümün önünden çekmeye çalışıyorken yüzüme doğru eğildi gözleri ile gözlerimi bulduğun da gülümsedi. O gülümseyince istemsiz şekilde ben de gülümsüyordum bulaşıcıydı onun tatlı gülümsemesi. Benden ve yüzümden biraz uzaklaştığında yine kızları kendine çok kolayca aşık edebilicek tarzı ile karşımda duruyordu, bir insan nasıl sabahın köründe bu kadar yakışıklı ve tarz sahibi olabilirdi ki? Ben sabah uyandığımda ayakta bile zor durabilen bir kızdım. Serhat çok kuralcı ve disiplinli bir ailede büyümüştü farkımız buydu galiba. Ben onu süzüyorken onun da beni süzdüğünü fark etmiştim ve hemen kendimi süzmeye başladığım da halimin o kadar komik ve özensiz olduğunu anlamam 1 2 saniye mi almıştı. Utanmıştım hem de çok utanmıştım ellerimi bedenime götürdüğüm de saklamak istemiştim yatak pijamalarımı. Gözlerine her zamankinden daha da utangaç şekil de bakıyorken yan yan gülümsedi. Elini ensesine götürdüğün de diğer eli ile duvara yaslanıyordu, yanaklarım daha da fazla kızarıyorken gülümseyerek konuştu.
“Utanmana gerek yok her kızı şık şık elbiseler arasında görmektense seni her sabah sokakta pijamaların ve dağılmış saçların ve hayatımda gördüğüm en çirkin terliklerin ile bile görmeye razıyım hicran”
Gözlerimi kaldırım taşından alıp direk ona baktığım da gülümsemesi silindi rahat duruşu bir anda yok olduğun da ne dediğini yeni anlamışcasına öksürdü. Annesinin beklediğini söyleyerek yanımdan toz gibi birden kaybolmuştu. Arkasından baktığım da hızlı adımlar ile sokağın en uç köşesinden kaybolmaya başlamıştı bile, sessiz sokağı adım sesleri terk ettiğin de kalbim de yine ona karşı sıcaklık büyüyordu ona karşı umut daha da yeşeriyordu. Ben…Ben aptaldım, yine arkasından gidişini izleyen bir aptal. Arkasından kaşlarım hava da kalmış şekil de bakıyorken bana doğru koşan hafsa nuru fark etmemiştim bile. Nefes nefese kalmış şekilde baktığım yere doğru bakışlarını çevirdiğinde durdu, uzun bir iç çekti gözlerini deviriyorken gözlerime baktığın da kafamın içindeki düşünceleri resmen
Kazıdığını hissetmiştim gözlerimi kaçırmak istediğim de ise bıkmış ses tonu ile konuştu.
“ Neden daha seviyorsun Onu?”
Konuşmama dahi fırsat vermeden kendi sorusunu kendisi cevaplamıştı çoktan, her cevap verdiğin de o sinirlendi ben ise üzülmüştüm.
“Ben söyleyeyim”
Dedi göstermek şekilde gülerek.
“Seni üzdü daha da üzmesine kırmasına izin veriyorsun hicran senin kalbini paramparça ediyor üstelik kalbini bile daha görmüyorken buna ben bile dayanamazken sen o seni bilmiyor o seni görmüyor bunun için kendine dışarıdan bir bak hicran ne halde olduğunu o zaman görürsün.”
Boğazımdaki düğüm her sözün de daha da canımı yakarken kaçmak gitmek istiyordum yanından. Bu sözleri ben zaten biliyordum ama sesli şekilde duymak çok canımı yakıyor ve ben buna dayanmak istemiyordum. Ona beslediğim sevgi onu sevmemeye çalışırken bile onu gördüğüm de tekrar aşık edebiliyordu. Onu sevmemeyi kendime bu kadar şart edinmişken her gördüğüm de sınavdan kalıyordum ne yapabilirdim ki? Onu sevmemeyi kendime bu kadar şart edinmişken her gördüğüm de yeniden aşık olmayı …
Kafamdaki sınav sonucunu unutmuşken hafsa nura kayıtsız şekilde bakıyordum boğazımdaki düğümün geçmesini bekliyordum. Gözlerim yine en ufak şeye doluyorken beni aniden kendine çekip sarıldı. Kollarım havada asılı kaldığın da kulağıma fısıldadı.
“Seni çok seviyorum hicran sen benim en yakın kız arkadaşım değil kız kardeşim gibisin senin artık üzülmeni istemiyorum buna annen de Serhat`ta dahil seni üzmeye kimsenin hakkı yok çünkü hiçbiri senin yanında olmadı.”
Beni kendine iyice çektiğin de saçlarımdan parmakları akıp gidiyordu boğazında düğüm varmış gibi çıktı sesi.
“Hem âşık olduğun için hem annen olduğu için kimsenin sana acı çektirmesine hakkı yok ki.”
Gözyaşlarım yanaklarımdan ne zaman süzüldü, bilmiyordum bile gözyaşlarımı yanaklarıma acele şekilde bastırırken görmemesi için kendimi ondan çektim. Saçlarımdan bir tutam alıp kulağımın arkasına koyduğun da koluma girdi, küçük dar filistin sokaklarında iki arkadaş ağlamış gözlerle eve doğru yürüyorduk. Aylarca çalıştığımız sınav sonucunu öğrenmek için hafsa nurun annesi bizden heyecanlıydı Serhat yüzünden sınav sonucumu bile unutmuştum bu adam böyleydi işte beynin bir işletim tarzı vardı ama Serhat o sistemi gülüşü, bakışı, ses tonu, gözleri ile bozuyordu. Kafamdaki düşünceleri unutmak için başımı salladım hafsa nurun odasına çıktığımız da bilgisayar başında heyecanla bekliyorduk. Kalbim hızla atıyorken ekrana bakıyordum. Hafsa nur çığlık attığın da Nermin teyze kadar ben de korkmuştum, annesi terliğini gösterdiğin de o da biraz ürktü derin bir nefes aldığın da Nermin teyze ile bana bakıyorken tüm evde yankılanan sesi ile bağırdı.
“Kazandım işte İzmir işte konservatuvar bölümü!”
Nermin teyze kalbini tutmuş içini çekerken ben bu deli kızın hallerine kıkırdıyordum, hayal ettiği bölümü kazanmıştı sevinmiştim tek arkadaşım tek hayalini gerçekleştirmişti. Nermin teyze telefonuna sarıldığın da hava atmak istediğini anlamıştık hafsa nur beni sandalyeye oturttuğun da sınav sonucum için bekliyordu. Parmaklarım klavye de asılı kaldığın da anlamsız üzüntü tüm bedenimi sardı. Ya buradan başka bir şehir çıksaydı? Ya evimden mahallemden babamdan ve o…O yeşil gözlü adamdan uzak düşseydim. Hafsa nur omuzuma dokunduğun da irkildim
“E hadi ama hicran! Aç şu sonucu gelsin üniversite partileri gelsin yakışıklı çocuklar”
Nermin teyze geldiğin de onu dirseğim ile uyardım, sinsice güldüğün de annesine yaklaştı.
“Galiba hicran korkuyor anne yeşil gözlü yâreninden ayrı düşer diye”
Gözlerimi devirdiğim de arkamı döndüm
“Hiç komik değil!”
Arkamda kıkır kıkır hafsanur ile annesi gülüyorken sonuçlarıma girmeye çalışıyordum ellerim heyecandan buz gibi olmuştu yine ya ayrı yer çıkarsa ya serhat`tan hafsa Nur’dan ayrı yere düştüysem. Durdum öylece karşıma baktığım da Hafsa nurun beni omuzumdan sallamasına uyanıyordum.
“Hicran ekrana baksana”
Gözlerimi ekrana çevirdiğimde aynı anda hem üzülmüş hem de sevinmiştim.
İstanbul üniversitesi edebiyat fakültesi
Gözlerim dolduğun da başımı hafsa nura çevirmiştim yüzüme anlamsız şekilde baktığın da kaşlarını çatıyordu.
“Hicran kendin demisin? İstediğin bölümü kazandın İstanbul`a gidiyorsun!”
Annesi aramızda ki diyaloğu anlamaya çalışıyorken bilgisayar ekranı öylece karşım da duruyordu. Ortam sessizleştiğinde annesi kısık ses ile konuştu.
“Keşke annen de bugünleri görebilseydi ama ne yazık”
Ne dediğinin farkına varmışçasına sözlerini birden kesti. Yüzüne baktığım da aniden kapıya doğru yöneldi Hafsa nur omuzuma elini teselli etmek için koyuyorken aniden masadan kalktım. Kendimi bahçeye atışım ile kalkışım bir olmuştu bahçe kapısında yanaklarımdan dökülen usul usul gözyaşlarını giysime silmeye çalışıyorken Hafsa nurun seslerini geri de bırakıyordum.
“Hicran!”
Hızla uzaklaşırken son defa şu sözlerini duymuştum.
“Hicran annem öyle demek istemedi”
Küçükken ben Serhat ve Hafsa nurun gittiğimiz deniz kıyısına yürüyordum. Orada çok nadir insan olur hep koca koca taşlar ve bol bol kıyılara vuran dalga sesleri olurdu. Ne zaman bu kadar hızlı geldim hatırlamıyordum bile giysimin kolları hep gözyaşı olduğun da soluğu burada alıyordum. Geçmemişti galiba bu acı geçti sandım geçmişte kaldı sandım ama geçmemişti. Boğazımdaki düğüm içimdeki kız çocuğunun bağırmasıydı biliyorum yıllarca olduğu yerde kanayan o çocuk bağırdığın da boğazım yanıyordu adeta. Ama sadece ben duyuyordum o kızın bağırmasını başka kimse duymuyor ya da duyamıyordu. Parmak uçlarım da koca taşların üzerinde yürüyorken ayağımın kaydığını hissettiğim an teslim oldum kendimi bıraktığım da tanıdık bir ten hissi belimi sarmıştı gözlerimi sıkıca kapattığım da burnuma gelen o koku, o koku çocukluğum kokuyordu ve ben bu kokuyu tenime değil kalbime ve aklıma kazımıştım. Gözlerimi sıkıca yumduğum yuvasından yavaş yavaş açıyorken yeşilin hayatım boyunca gördüğüm en güzel tonu merhaba dedi bana.
Serhat meral…
Başım her derse girdiğin de karşım da bu yeşil gözlü adamın belirmesini seviyordum. Vücutlarımız birbirine o kadar yakın duruyordu ki kalbimin hızlı atmasını hissetmesinden korkuyordum. Belimi saran sıcak elleri tenimi yakıyordu ya da ben öyle hissediyordum bilmiyorum şaşkın şaşkın yüzüne bakıyorken benim duymadığım müzik vardı galiba birden bir elini diğer elime sararken taşların üzerin de dans ediyorduk. Kaşlarımı iyice çattığımda gülümsedi delice hem de kahkahalara boğuluyorken fısıldadı.
“Bazen en kötü anıları en iyiye dönüştürmek bizim elimiz de”
Burnumun ucundaki yakın varlığı kalbimi titretiyordu sanki rüzgarla birlikte savrulan ağaçların yaprakları gibiydim, ben bir ağacın yaprağı sevdiğim adam ise rüzgarıydı. Gülümsedi böylesine bir adama nasıl aşık olamazdım ki? Öksürdüm boğazımı temizlediğimde kibirle konuştum.
“E ama müzik nerede çalıyor ben duymuyorum?”
Gülümsedi yine yeşil gözlerimiz birbirine bakarken ciddiyetini koruyarak konuştu.
“ Müzik denizin sesi en güzel müzik koca bir orkestra ile çalıyor bak”
Ağızımdan birden dökülen cesaret ile sözlerden çok utanmıştım
“Ve buna senin yeşil gözlerin eşlik ediyor”
Gülümsedi ben ise olmadık yerde tutan cesaretimden yerin dibine girmiştim.
“Hayır”
Dedi gözlerimin içine bakamıyorken konuştu
“Buna ikimizin yeşil gözleri eşlik ediyor.”
Elimi bıraktığın da bedenini hızla çekti benden gözlerine kalbimin güm güm atışı ile bakarken artık yorulmuştum. Ona aşık olmak ışığı tutmaya çok yakınken düşmek gibiydi adeta ben düşmekten o ışığın tam avuçlarım arasında olduğunu biliyorken birden kaybetmekten burnumun ucundaki varlığın dan kokusundan sözlerinden o kadar bıkmış ve yorulmuştum ki bağırarak konuştuğum da sessizce beni izledi.
“O zaman bir kötü anıyı daha güzelleştir Serhat abi gidiyorum buradan hem de sonsuza dek sınav sonuç yerleştirmem İstanbul`a çıktı bunu da güzel diyebilir misin?”
Yüzü, yüz hatları o kadar gergin olmuştu ki dışarıdan bunu kolayca görebilirdim dudakları aralandı sonra vazgeçti demek istediği şeylerden, boğazını temizledi yine alaycı mizahını takındı yüzüne bana yaklaştığın da yüzüme baktı gözlerimin içine kendisi gülüyor ama gözleri farklı bakıyordu. Anlamıyordum o bakışlarını elini uzattığın da oturmayı teklif etti yan yana oturduğumuz da hiç konuşmadık öylece yanımda durdu. Dakikalar geçti denizin şiddetle kıyılara vuran seslerini dinmiyorken konuştu.
“ Geldiğim de yanakların pembeydi sen ağladın mı?”
Yüzüne hiç bakmayacak konuşmaya çalıştım konuştuğum da sesim boğuk çıkıyordu.
“Evet”
“Neden ki?”
Dedi başımı en sonunda ona çevirdiğimde gözlerime derin derin bakıyordu güldü histerik şekilde.
“Hem belki babandan sonra hayatına seveceğin bir erkek daha girer”
Kalbime resmen bıçak sapladığın da gözlerim yavaş yavaş doluyordu hayatıma babamdan sonra bunu diyen adam girmişti yıllar da kalıyordu orada ama bunu o adamın yeşil gözleri ile bana bakıyorken demesi o kadar çok açıtıyordu ki. Sustum ayağa hızla kalktığım da peşimden geliyordu. Arkamdan söylenerek geliyorken en sonun da bağırdı ben ise gözyaşlarımı silmeye çalışıyordum.
“Heyy! Pijamalı kız neden her şeyi yanlış anlıyorum”
Üzerimdekilere baktığım da gerçekten de pijamayı unutmuştum hele ki Serhat`ın tabiri ile dünyadaki en çirkin terliklerimi bile unutmuştum. Dudaklarımı utangaçlık ile kemirirken ağır adım sesleri bana yaklaştı terliklerimi gözü kaydığın da gülmekten yanaklarımıza ağrı girdi. Huysuz çocuklar gibi homurdandım kollarımı göğsüm de birleştirirken başımı gururlu şekilde yana çevirdim.
“Sen kendi annenin tetkiklerine bir bak hem önce sonra bana gülersin Serhat abi”
Dediğim de bozuldu bana iyice yakın olduğun da kibirli şekilde aynı hareketi yaptı.
“Benim annem en azından pijama altına giymiyor terliği”
Gözlerine baktım gözlerime baktı gülümsedik başımı köpek seviyor okşadığın da mahalleye yürüyorduk. Filistin tabelasını görene kadar hiç konuşmadık eski bir okul arkadaşı gibi usulca yürüyorduk derken bu kuralı Serhat bozdu.
“Gidince ziyarete gel olur mu? Çünkü ben kimin terlikleri ile dalga geçeceğim çimen göz”
Dudaklarım da olan tebessüm hafifçe yok oluyordu ona baktığım da mahalledeki taşları ayak ucu ile kenara itiyordu. Cevap anlamın da sadece başımı olumlu anlam da sallamıştım. Sessizlik ile devam ettik usulca yürümeye küçük dar sokaklardan geçtiğimiz ve bahçemize geldiğim de durdum. Gözlerine bakamayarak konuştum.
“Hoşçakal Serhat abi hazırlanmam gerekli artık yavaş yavaş biliyorsun”
Bana baktığın da gülümsedi buruk şekil de elini bana uzattığın da sıktım aynı yumuşaklık ile bana karşılık verdiğin de elim elimden kayıyordu, bahçe kapımızı açtığım da durakladım.
“Hazırlanın madam, hazırlanın!
Siz de kızlar, silâhlanın.
Huzurunuzu bozacak bir saldırı planlandı.
İkna silâhları ile, donanmış aşıklar
Gizlice sokulacak. Sizi esir alacaklar.
Aklınıza başınıza toplayın ve siper alın.
Ya da savaş alanını terk edip korkaklar gibi saklanın.”
Bahçe kapımız önünde dizlerim titriyordu bağı çözülmüş gibiydi sanki o kitap dan yıllar sonra bana ezbere bir bölüm okumuştu. Sadece ikimizin bildiği bir nadir kitap ve sözlerinde ki gizli anlamlar daha da cezbediyordu kitabı. Arkamı döndüğüm de seslice nefes alıyordum heyecandan. Yaklaştı bana doğru bir elini bahçe duvarına dayıyorken bana baktı.
“Hicran… Çocukluğumun en güzel yanı sendin.”
Anlamsız o anlamsız umut daha da büyüyordu şu sözleri ile. Bunu yapmasından nefret ediyordum sanki ona olan şu koca anlamsız sevgiyi görüyordu, sadece hoşuna gittiği için yapıyordu bunları yıllardır beni gözünün önünde görmeyen adamın böyle sözler demesi kalbim ‘de o kadar büyük umut tohumları büyüyordu ki. Yutkunduğum da dudaklarımdan zorla çıkan bir kaç kelime olmuştu sadece.
“ Görüşürüz serhat abi”
Gözyaşlarımı sildim. Yılların paslanmış demirli kapısını ittiğimde gıcırdadı evimize girdiğim de durdum mutfak tezgahına baktım o gün ki gibi çok değişmişti mutfak salona baktım o gün ki babamın oturuşunu hayal ettim ağlayan gözlerini sakladığını.Merdivenlerden çıktım yavaşça dağınık saçlarım ile sabahın erken saatlerin de parmak uçlarım üzerinde sessizce yürüdüğümü hayal ettim Serhat’ı beklemek için kaçtığımı bu merdivenden,hafif tatlı bir tebessüm oluştu dudaklarım da birlikte ucundan böldüğümüz ekmek kokusu gıdıkladı burnumu sardı sanki etrafımı o koku.Odama çıktığım da yatağıma baktım annemin söylediği ninni eşlik etti kulaklarıma bu sefer de,kendimi bu anılara bırakırsam eğer ağlardım kesinlikle.Hem iyi yönünden bakmam lazımdı belkide babam kafasını dinlerdi belki serhat…Belki ona olan sevgim görmezsem eğer biterdi ya da azalırdı ya da bunların hepsi saçmalık yıllarca yeşil gözleri ile beni görmeyen birini sevmeyi becermiştim,bir kırk sene daha sevebilirdim onu ben çünkü ben saftım hala onu sevebilecek kadar saf… Düşünceler insan beynini en çok yoran şeylerdi artık düşünmekte başıma ağrı giriyordu, buradan gidecek olmam mı yoksa onun o bir cümlesi ile hayatımın bakış noktasını değiştirmesi mi düşünemiyordum bile. Odama girdiğim de etrafa baktım bu oda benim arkadaşım olmuştu hafsa nur ile yaptığımız çılgınlıklar, Serhat`ı bu küçük penceremden mahalle maçları yaparken izleyişim ve onu deli gibi desteklemem annemin söylediği o ninni bu odada yaşayan o kadar anı vardı ki… Valizlerimi yavaş yavaş toplamam gerektiğini biliyordum muhtemelen babam gelecek ve biletimi avuçlarıma verip gidecekti. Ona kazandığıma dair sadece kısa bir mesaj göndermiştim aramız da ki konuşmalar bundan ibaretti annem gittiğin den beri. Valizleri hazırlıyorken kendime de çeki düzen vermem gerekliydi biliyordum ona son kez pijama ile veda etmiştim pijama. Nedense hep böyle enteresan şeyler beni buluyordu kafamı toparlamam gerekliydi valizleri yapmaya başlamaya ara vermiştim küçük penceremin önüne geldiğim de istemsizce gülümsedim. Penceremi açtığım da anılar da rüzgarla birlikte odama giriş yapmıştı…
“Hicran! Annem börek yaptı kapıyı acarmısın vereyim”
Onun seslenişleri daha da gülümsetti beni.
“Hicran! Ben maç oynamaya gidiyorum geliyor musun?”
Ve maç oynamak yerine bizim zorumuzla evcilik oynardı en çok bu anı gülümsetti hep bizi çağırır maçlarına destek amaçlı taraftar gibi isterdi yanında ama sonu hep parkta bank önün de bizimle evcilik ve çay partileri oynamaya bağlanırdı. Parmak uçlarımı pencere kenarına sardığım da o sokağa bakıyordum birlikte ekmek yediğimiz, çikolata paylaştığımız sokak loş ışıklar altın da o kadar güzel duruyordu ki. Bir Kitap’tan fırlamıştı sanki filistin sokakları penceremi kapatmak üzere iken korkudan gözlerim kocaman olmuştu.
“Hicran!”
Bahçemize baktığım da şaşkınlık ile kaşlarım havada kalmıştı.
“ Serhat abi!”
3. BÖLÜM MERDİVENLİ YOKUŞ
Onu bu bahçede çok nadir gördüğümden dolayı büyüdüğümüzden beri şaşkınlıkla dışa vurmuştum diyeceğim şeyleri.
“Serhat abi burada ne işin var?”
Durakladı yine elini ensesine götürüyorken dudaklarını kemiriyordu loş sokak ışıkları yüzüne vuruyorken aşağı inmemi bekliyordu. Penceremi yüzüne kapattığım da ellerim titriyordu görüyordum aynaya baktığımda saçlarımı düzelttim yeşil gözlerimin içine baktım her seferinde onu gördüğüm de çocukça heyecan yapmayacağıma söz verdim kendime. Merdivenlerden hızla iniyorken ayakkabılarımı nasıl giydim hatırlamıyordum bile. Kapıyı sertçe açtığım da ilk başta ürktü sonra ise gülümsedi. Daha kötü ne yapabilir ki derken gülümsedi ve dünyanın en güzel gülümsemesini sakladı benden. Şu an eylül değil biz bahar ayına dönüş yapmış bulunmaktaydık kekelememek için hiç konuşmadan bahçe kapısına yöneldim, kolumu saran sıcak ellerini hissettiğim de durdum. Onun kokusuna bulanmış ceketini omuzlarıma bıraktığın da tüm vücudum adeta ısısız kalmışta onun sıcaklığı ile baştan aşağı büyülenmiş gibiydi. Nefesi yanaklarıma yakın olduğun da adeta nefes alamıyordum nefes alma alanım kısıtlanıyordu sıcak nefesinin buğusu ile, benden uzaklaştığında kapalı gözlerimi görmemesi için telâşlandım kolunu bana uzattığın da sıcacık konuştu.
“ İstanbul`da evden çıkarken üzerine bir şeyler almayı unutma orada ben yokum kimse üşümemen için ceketini vermez”
Bakışlarımı bahçedeki çimenlerden aldığım da loş ışık altın da parlayan yeşil gözlerine baktım yanaklarım pembeleşirken ceketime gömüldüm.
“ Önüm, arkam, sağım, solum sobe! Çocukların saklambaç oyunu gibi. Ben de tıpkı bir yarı tanrı gibi oturmuşum gökyüzünde, zavallı çılgınların sırlarını gözlüyorum dikkatle. Bakalım daha neler çıkacak hırsızın torbasından.”
Önce şaşırdı sonra o şaşkınlığın yerini hayran bakışlar aldı. Gülümsedi dudaklarını araladı yutkunduğunu ben bile görmüştüm, havadan dolayı üşümüş kızarmış hafif de elini bana uzattığın da geri vazgeçti. Yine gözlerim bahçeyi incelerken utançla koluna girdim vücudu o kadar sıcaktı ki hani bir manyetik alan olur ya çekimine asla karşı koyamayacağınız, onunla ne zaman yan yana gelsek vücudum da kalbim gibi yanından ayrılmak istemiyordu. Aklım ve kalbim o kadar çok savaş veriyordu ki birisi galip gelecekti bir gün ve galip gelen bir itiraf yaptıracaktı bana. Sessiz sükûnet içinde olan sokaklardan yürüyorken yanımda olan adam sanki hayal ürünümdü ya da yine onunla ilgili kurduğum saçma bir hayal. Çocukken oynadığımız parka geldiğimizi anladığım da kalbim biraz acımıştı çocukken önün de oynadığımız banka oturduk. O bank…O park…O hatıralar…O yeşil gözler… Çocukluğumun pembe dizisi gibiydi adeta yine o parkta, o bankta, o hatıralar yan yana oturuyorduk ama ikimiz de konuşmuyorduk ama eminim onun da bu parkta ki küçüklüğümüz geliyordu. Aynı anda baktığımız da güldük yanaklarım yine elma şekerine bürünüyorken bakışları sertleşti.
“ Hastamı oldun sen?”
Dudaklarını alnıma bastırdığın da tüm vücudum gerildi kalbim saniye de milyon kere attığında nefes alışım hızlandı. Dudaklarını alnımdan çektiğin de beyaz ten renginin hayalet rengine döndüğüne emindim.
“Yanakların pembe oldu ateşin var sandım annem de hep ateşimi dudakları ile kontrol ederdi daha iyi anlaşılıyormuş bende dediğini uygulamak istedim”
Ayağa aniden kalktığım da daha fazla bu yakınlığa dayanmak istemedim. Onun için herşey belki oyundu ama benim tüm hayatımı etkiliyordu yaptığı hareketler dediği şeyler sürekli beynimi kurcalıyordu. Arkamdan seslendiğin de yine vücudum benden bağımsız hareket ederek durdu olduğum yere bir sesi ile sabitlenmiştim yine.
“Hicran bekle!”
Nefes nefese yanıma geldiğin de gözlerimi devirdim kollarımı göğsüm de birleştirirken bana bakıyordu.
“ Böylemi veda edeceksin bana?”
Anın da kibirle şekilde göğsümde birleştirdiğim kollarım iki yanıma düştü. Doğru veda ediyordum ona sarılmak o kadar çok istedim ki bu bana bakan yeşil gözlü adamı seviyordum… Çok seviyordum hatta ama onun kokusunu içime çekersem gidemezdim ki buralardan mahkûm ederdi beni bir on yıl daha kokusu bu İzmir`e bu filistin sokaklarına. Dudaklarımı araladım ama demekten vazgeçtim hem ne diyecektim ki? Seni çok seviyorum ben sana aşığım abi demek çok canımı yakıyor mu diyecektim? Asla… Ben kendi içimde bile bunları demekten o kadar çok korkuyordum ki birde bunu onun yeşil gözlerine bakarken demek ki? Düşüncesi bile kalbimi yerinden çıkarıyordu… Tebessüm ettim elimi arkadaşca uzattığım da üzerimdeki cekete sokuluyordum, elini uzattığın da nazikçe sıkmasını bekledim ama elimden tutup kendine çektiğin de afalladım. Başım onun tam kalbinin üzerine denk geldiğin de kokusunu yıllar sonra bu denli içime doya doya çekiyordum. Çok tehlikeliydi kokusunu içime çekmek ama ona karşı koyamıyordum sanki ayrılan iki abi kardeş değil de birbirine sırılsıklam aşık heyecanlı iki sevgili gibiydik. Kendimi ondan çekmek istesem de yapamadım kokusu çocukluğumu annemin büyük gelen terliklerini hatırlatıyordu ve bir de bu yeşil gözlü adama olan platonik aşkımı.Aptalcaydı belki platonik aşklar ama senin elinde olmuyordu ki onun gülümsemiş resimlerine baktığın da bile,sana gülümsedi sanıyordun öyle bir aşktı benimki de birlikte yan yana yürüdüğümüz de bile onunda bana aşık olduğunu düşünüyordum.Kendini benden çektiğin de gülümsedi gözlerimin önüne düşen uzun siyah saçlarımı kulağımın arkasına nazikçe aldığın da heyecandan yutkundum.Gülümsedik birbirimize loş sokak lambaları altında eylül soğuğu kendini iyiden iyiye hissettirirken konuştu tatlı sesi ile.
“Beni unutma olur mu”
Yutkundum.Onu aklımdan bir saniye bile çıkaramazken bunu demesi boğazıma düğüm oluyordu.
“Unutmam”
Dedim düğümü yok sayarcasına konuştuğum da ağızımdan çıkan buhar eylülü gözler önüne seriyordu.
“Hoşçakal Serhat abi”
Ceketini tenimden söküp aldığım da kalbim de vücudum gibi rüzgara esir olmuştu. Ardımda onu bırakmak ne kadar zor olsa da gitmek de istiyordum artık. Evime girdiğim de kapıya yaslandım ellerim ile alnımı ovuşturdum elime kalbimi koyduğum da sanki kalbim kan ağlıyordu, ona aşık olan ben gözlerime bile bakmayan oydu… Babamın sesini duyduğum da salona yöneldim kendimi toparlayarak yanına gittiğim de telefon konuşmasını hemen sonlandırdı. Çatık kaşları altın da gurur duyan bakışları ile karşılaştım.
“ İstanbul biletin yarın sabah 9`da otobüsün kalkıyor.”
Telefonunu yine arama yapmak için aldığın da salondan gidiyordu. Aramızdaki bu duvar o kadar canımı yakıyordu ki ben o duvarın altın da hergün ölüyordum ama bunu babam bilmiyordu galiba. Avucumdaki bilete baktım yarın gidiyordum tatiller de bile döneceğimi sanmıyordum açıkçası da ne umursayan bir babam ne de karşılıksız olan aşkım beklemezlerdi zaten beni biliyordum. Ama ondan bu kadar ayrı kalmak nasıl olacak bilmiyordum bile. İzmir`den ve hayatımda tek kalmış babamdan bile gitmek istediğim bir acıydı ona olan sevgim. Yeni bir şehir yeni bir sokak yeni insanlar… Oraya gittiğim de kesinlikle hayatıma beni üzmeyen insanları alacaktım bu benim yeni hayatımın ilk kuralıydı. Çocukluktan beridir onun sadece 2 blok ötesin de olmaya alışkındım birden bire onunla arama kilometreler koymak ne kadar mantıklı bir karardı bilemiyordum.Ama daha fazla da böyle olamazdı ben bir çiçektim o ise kurumuş yaprağı eğer onu kesmezsem,tüm yeşilliklerim onun zehrini içecek ve sararacaktı.Avucumdan yere düşen kağıt parçasını elime aldım gözlerimi kapattığım da düşüncelerin gitmesini istedim her şeye alışmıştım neydi ki şimdi bu çocukluk? Kendi kendimi motive ederken eski ahşap merdivenlerden odama doğru yol alıyordum.Yatağa kendimi attığım da siyah uzun saçlarım yüzümü kaplamıştı bu saçlardan sıkılmış şekilde yüzümden oflayarak çekmiştim.Saçlarımı çocukluktan beridir hiç kestirmemiştim nedeni ise Serhat`ın bir gün okuldan eve gelirken fırının önün de “saçların çok uzun tıpkı prensesler” gibi demesiydi.Ondan duyduğum tek ve son iltifat bu olunca hiç kestirmeme kararı almıştım.Kesinlikle hiç kimse saçlarımı kestirme kararı aldıramazdı o beni böyle seviyordu…O beni seviyordu önemli olan tek şey buydu.Gülümsedim tavana bakarak aptalca hemde.Mesaj zil sesi gülümsememi böldüğün de kaşlarımı çattım.
“Sana gitme demeyeceğim lavinia”
Serhat ismini görünce kalbimin vuruş hızı daha da yükseliyordu.
“Ama gitme lavinia”
Yine çocukça oyunlarından birini oynuyordu bana karşılık vermek yerine telefonu masaya koydum tavanı düşünceli düşünceli izliyorken yeni evime bakmıştım telefondan babamın tuttuğu eve çok küçük ama çok şirin ve tarihli bir sokaktı. Merdivenli yokuş evlerinin sıra sıra yan yana olduğu sokağın sonunun denize bağlandığı ve uzun yokuşlu dik ölümüne yorucu merdivenleri sokağın hakkını veren merdivenleri… Dolabıma yöneldiğim de R harfi işlenmiş o bilekliği avuçlarıma aldım nedenini bilmiyordum ama hâlâ saklıyordum o çocuğun bilekliğini… Yatağıma tekrar uzandığım da bilekliği kalbime bastırdım düşüncelerden kurtulmak istedim bilekliğin sahibini düşündüm sürekli belki o çocuk büyümüştü belki de bambaşka bir şehir de bambaşka bir hayatı olmuştu. İsmini sürekli boş zamanlarım da tahmin etmeye çalışırdım hep bu bana eğlenceli geliyordu kafamda bir sürü isim bir sürü yüz, sima göz rengi oluşuyordu seviyordum bunu ama hiç tanımadığım birinin bir parçası bendeydi ve kendimin gibi sahiplenmiştim artık bunu. Bilekliği bileğime taktığım da huzurunu tüm vücudum hissetti yeni evimi düşünürken dudaklarım sessizce fısıldadı.
İstanbul…
Merdivenli yokuş…
Telefonumun çirkin alarmı çaldığın da tek gözüm açık kapatmaya çalışıyordum. Başımı yastığın altına gömdüğüm de yapacak hiçbir işim yokmuş gibi uyumaya devam ediyordum. Ta ki odamın kapısı çığlıklar ile açılırken…
“ Biip İstanbul yolcusu kalmasın biip! “
Yataktan deve kuşu gibi başımı çıkardığım da deli danalar gibi odada koşuşturuyordum hafsanur ise ardım da deliler gibi gülüyordu. Gözlerimi devire devire hazırlanıyorken gülümsemesi silindi kıyafetlerimi giymeye çalışıyorken yaklaştı utanarak.
“ Seni özleyeceğim “
Seslice nefes aldığım da ona baktım küçük yavru kedi gibi bana baktığın da boynuna atladım ikimiz de sıkı sıkı sarıldığımız da ağlamamak için havaya bakıyorduk eminim.
“ Havaya bakıyorsun değil mi?”
Kıkırdadım birbirimize bakıyorken aynı anda hem üzüldüm hem de seviniyordum. Birlikte eski günleri konuşuyorduk hazırlanırken beni otobüs durağına kadar bırakacağına söz vermişti, kıyafetlerimi giydiğim de makyaj yapmak için o kadar duygu sömürüsü yapmıştı ki daha fazla dayanamayarak onaylamıştım. Bütün herşey hazır olduğun da taksi çağırmak için telefon konuşması yapmaya gitmişti içeri hafsanur. Bu anı fırsat bilerek Serhat`a yazmak istiyordum dün aptal gibi ona cevap vermeyerek ayıp etmiştim. Rehber de adını bulduğum da ellerim titriyordu yazma kısmına geldiğim de seni seviyorum yazmak çok istiyordum ama yapamadım kaç senelik aşkımı bir mesajla itiraf etmek çok aptalca olurdu. Ona duyduğum sevgi mutluluk yerine acıya mahkûm ediyordu beni artık. Sevgi senin canını ve kalbini yangın yerine çeviriyorsa, artık bağlandığın sevgi iplerini bırakmak gerekiyor. Bak o ipi sıka sıka ellerim de kalbim gibi yara olmuştu. Telefonumu çantama geri koyduğum da son kez vedalaştım evimle bahçeye çıktığımız da valizler elimde duruyordum, annemin gidişini hatırladım şimdi o sokaktan ben gidiyordum bir de üzerine. Valizleri sürükleyerek arabaya taşıdığımızda Hafsanur elimi sıkı sıkı tutarak gülümsedi, ben de aynı şekilde tuttuğum da karşılık verdim. Arabaya bindiğimiz de camdan son kez izledim evimi, penceremi, o sokağı, onun evini, bahçemizi, anılarımızı son kez hatırladım ve hepsini burada bitirmeye kendime şart koşmuştum. Yol da giderken Hafsanur` a hiç bakmamıştım konuşmuyorduk ikimiz de telefonum elimde bekliyordum kimin yazmasını ama? Başını toplantılardan kaldırmayan babam mı? Herşeyden bir haber olan karşılıksız aşkımdan mı? Camı açtım umursamadım saçlarımı hepsi rüzgara eşlik etti gözlerimi kapattım, gidiyordum sahiden hem de o şehir de tek başıma olacaktım üstüne üstelik. Taksi durduğun da kalbim daha da heyecan ile çarptı İzmir terminal yazısını gördüğüm de avuç içlerime tırnaklarımı sıka sıka batırdım. Valizlerimi indirdiğimiz de Hafsanur bana bakıyordu, aramızda ki konuşmama mührünü açmıştık galiba.
“ Bekle beni yanına geleceğim her tatil de tamam mı?”
Başımı olumlu anlamda salladığımda gülümsedik dolu olan gözlerle. Ona sıkıca sarıldığım da saçlarımı kokluyordu bir anne gibi davranıyordu bana her zaman o bende buna alışmıştım sadece. Otobüsüme yöneldiğim de arkamdan beni izlediğine çok emindim, ama o dizilerde ki klişe sahneleri yapmayacak ve arkama dönüp bakmayacaktım kesinlikle. Otobüsüme yerleştiğim de Hafsa nur ile bakışıyorduk soğuktan buğulanmış cama, onun için kalp çizdiğim de kalbini tuttu sanki bir ok atmışım gibi bayılma numarası yapıyordu. Gülümsedik birlikte son kez kulaklığımı taktığım da en sevdiğim şarkıdan mısralar döküldü kulaklarıma…
Güldürür müyüm Seni bıktırır mıyım bilmem baktırır mıyım yüzüme eğer güldürürsem…
Şarkının o güzel piyano melodisine kendimi bıraktığım da otobüsüm hareket ediyordu. Derin bir iç çektiğim de kendimi yeni bir hikayeye çıkmış gibi hissediyordum. Yanıma yolculuk yapan arkadaşım oturduğun da kalbim biraz acımıştı.
“Anne ne zaman orada olacağız?”
Annesinin gözlerine hayran şekilde bakan o kız çocuğun da kendimi görmüştüm bir anda, bende anneme hep biryere gideceğiz zaman hemen soru sormaya başlardım aynı şekilde. İstanbul benim için şimdiden pek iyi başlamamıştı anlaşılan düşünceleri kafamdan atmak istedim hepsi İzmir`de filistin de kalmıştı bitmişti gitmişti geçmişti. Gözüm kolumda ki bilekliğe takıldı parlayan R harfini parmak uçlarım sevdi yine vücudumu huzur kaplıyordu o bilekliğe bakınca. Tüm yolculuk boyunca gömülür şarkısını dinleyerek ve kraker yiyerek geçirmiş olmam yanı sıra, ara da uyuklamış da olabilirdim. İstanbul`a ayak bastığım ilk an ne yapacağımı düşünüyordum umarım o koca büyük şehir de kaybolmazdım tek başıma. Gözümü açtığım da saat akşam 7`ye geliyordu ben hiç molalar da inmediğim için çok uzun gelmişti bu yolculuk bana. Esneyerek gerildiğim de her yerim resmen ağrıyordu otobüs durduğun da tüm uykum dağılmıştı, gelmiştim işte yeni şehrime yeni evime yeni insanlara. Otobüsten indiğim de yağmur yağdığını yeni anlamıştım galiba bu şehir beni ağlayarak karşılamaya karar vermişti, valizlerimi ve paltomu aldığım da nereye gideceğimi bilemeden öylece duruyordum. İstanbul`a baktım resimlerden ve anlattıklarından daha da güzel di masal gibiydi adeta gecenin loş ışıkları denize yansıyor, bunu daha güzel kılan ise boğazın renkli ışıkları oluyordu…
Gözlerimi kapattım deniz kokusu kazınmış olan midemi daha da acıkmış hale getirmişti, telefonumu elime aldığım da Hafsanur çok aramıştı ona kısa mesaj atmıştım iyi olduğum ile ilgili. Küçük filistin sokaklarından kocaman bir şehire gelmiştim yağmur kendini iyiden iyiye belli ediyorken, küçük bir otobüs durağı görmüştüm. En iyisi bir taksi çağırana kadar orada beklemek daha iyiydi koşa koşa durağa gittiğim de üşümüştüm. Paltoma kızarmış yanaklarımı saklıyorken evi nasıl bulacağımı düşünüyordum tüm sorunlar hemen burada kendini belli etmişti, yağmur evi bulamamam babamın hiçbir şey dememesi Serhat`ın gelmemesi derin bir iç çektim elim saçlarıma gidiyorken durdum. Kulağıma gelen tanıdık müzik melodisi geliyordu en sevdiğim şarkı gömülür melodisi. Burada yalnız olmadığımı anladığım da bakışlarımı sol tarafıma doğru çevirdim, soğuk havadan dolayı karşım da duran adamın nefesinin buğusu görülüyordu. Kulaklığından çalan müziğe eşlik ederken dudakları onu izliyordum.
Güldürür müyüm seni bıktırır mıyım bilmem baktırır mıyım yüzüme eğer güldürürsem…
Dudaklarına istemsizce baktığım da gözlerine kaydı bakışlarım anın da yağmurdan ıslanmış saçlarının altından o bal rengi ela gözler merhaba dedi keskin bir karşılık ile bakarak.
“ Hanımefendi iyimisiniz?”
Gözlerimi hemen ondan çektiğim de paltoma iyice sokuluyordum cevap vermek istemedim paltomun kısıtlı bakış açısından onu incelediğim de durdum. Loş ışık altın da suratı o kadar da belli olmuyordu uzun boylu saçları siyah ve o ela bal rengi gözler loş ışık altın da o kadar kendini belli ediyordu ki yutkundum. Babamın aramasını gördüğüm de hemen anın da dikkatim kaymıştı sonunda evin tam adresini veren babamla telefonu kapattık. O kadar gergindim ki daha yeni ki çocuğa bile sapık muamelesi gibi davranmıştım çocuğun olduğu yere doğru döndüğüm de, olduğu yerden yok olmuştu sanki birden hayal mi görmüştüm ya da? Benimle iletişime geçen bu şehir de ilk insanı da saniyeler içinde kaybetmiştim anlaşılan. Taksim geldiğin de etrafıma bakmaya devam ediyordum Serhat`tan sonra ilk defa bir erkeğin gözlerinin içine bakmıştım işin garip olan kısmı, çocukla sadece birbirimize bakmamızdı ilk karşılaştığım kişinin böyle olmasını beklememiştim. Taksici amcayla mahalleyi zar zor bulduğumuz da valizlerime yardım etmişti utanarak saçlarımdan bir tutam kulağımın ardına koyarak teşekkür etmiştim. Gülümseyerek karşılık verdiğin de mahallenin önünde duruyordum mahalleye baktığım da uzun dik yokuşlu merdivenler hoş geldin demişti bana, eskimiş kiremit desenli evin taşında asılı olan eskitme bir yazı merdivenli yokuş yazısına baktım. Anahtarı çiçeğin içine saklamıştı öyle demişti babam yeni evime girmek için sessiz mahallede yürüyordum valizlerim ile. Yağmurdan ıslanmış sokaklar da balat kokusu yayılıyordu, yağmur ve karışık balat kokusu ili tuhaf gelse de bu değişik kokuyu sevmiştim. Küçük evlerin pencerelerine kafamı çevirdiğimde meraklı teyzeler beni izliyordu. Burası galiba aile olan bir mahalleydi hep ilk öğrenci ben olduğum için bana son derece değişik varlık görmüş gibi bakıyorlardı. Babam eminim beni buraya bilerek taşımıştı aile olan bir mahalle de güvende olduğumu düşünmüştü kalıbı basardım buna. Sessiz sokakta valiz tekerlek sesleri ve adımlarım yankılanırken anahtarımı arıyordum. Çiçeğin içinde elimi gezdirdiğim de sonunda bulmuştum derin bir nefes alarak elimde anahtarı, kapı deliğine sokmuştum çevirdiğimde kalbim deli gibi atıyordu. Evimin küçük pembe kapısı açıldığında gözlerimi açmıştım o kadar şirin ve sıcacık bir yuva gibi duruyordu ki içeriye adım attığım da her yeri baştan aşağı süzüyordum. Bilekliğime bir öpücük bıraktığım da kendimi kanepeye atmıştım tavana baktığım da kıkırdadım.
“ Bu küçük ev benim bana ait görüyorsun değil mi R?”
Bileğime baktığım da R harfi loş ışık altında parlıyordu parlayan metale gülümsedim gözlerim üst kata tırmanan küçük merdivenleri gördüğün de heyecanla yerimden doğruldum. Merdiven basamağına bastığım da eski ahşap gıcırdadı tıpkı oradaki evim gibi… Bu hissi sevmiştim merdivenli yokuş bana Filistin’i aratmıyordu merdivenlerden hızla çıktığım da küçük balkonlu bir odaya girmiştim. Burası benim odam ’dı yeni odamı daha da ayrı sevmiştim. Küçük pembe renkli balkona ilerlediğimde parmaklarımı balkon duvarına sarmıştım. Sokak lambaları altında ıslanmış sokaklar parlıyorken gözlerimi kapattım, içime yağmur ve balat kokusunu çekerken yeni evime daha da alışıyordum. Balkon duvarımdan baktığım da aşağıya doğru, yeşil sarmaşıklar evimi süslüyordu bunu daha da çok sevmiştim. Mahallemi gözlerim hayranlık ile süzüyorken zil sesim bu anın büyüsünü bozmuştu bile.
“ Aşk kendi ayı olan mayısta,
Hoş kadınsı bir havada
Güzeller güzeli bir gonca gördü.
Rüzgâr kendini göstermeden,
Kadife yapraklar arasından bir geçit buldu;
Ölesiye seven aşığın yüreği
Cennetin nefesi ile doldu.
“Ey hava” dedi o, “şişir yanaklarını rüzgarla;
İçime dolsun aşk nefesin,
Belki o zaman hayat bulabilirim!
Yeminimle elim kolum bağlı ne yazık ki,
Asla dikeninden ayırıp koparamam seni.”
Bizim kitabımız`dan tanıdık mısraları okuyorken bir bildirim daha düşmüştü ekranıma.
“ Beni ve Shakespeare unutma tamam mı?”
Yutkundum. Terminale adım dahi atmamışken yüzünü son kez bile görmememe rağmen ona kızgın kalamıyordum. Ayrı şehirler de olsak bile kafamı yine karıştırmayı başarıyordu, telefon ekranına ne yazacağımı bilemeden öylece duruyordum. Mısra’nın devamı aklıma geldiğin de heyecandan titreyen ellerim ile mesaj yazmaya çalışıyordum.
“ Böyle bir yemin hiç yakışmaz gençliğe,
Gençlik için uygun olan sarılmaktır güzele.
Yeminimi bozdum diye senin uğuruna
Günahkâr diyemezsin bana.”
İletmeye bastığım da derin bir nefes aldım, telefonu kalbime bastırdığım da başıma giren ağrıyı umursamamaya çalışıyordum. Hayır bu çok saçmaydı kesinlikle buna izin veremezdim ben buraya gelirken söz vermiştim, yeni hayatım da o yoktu evet. Saçma bunlar çok saçmaydı gözlerim doluyorken boğazım yine acıyordu, telefonu yatağıma fırlattığım da kendimi tutamıyordum. Kalbimde büyüttüğüm aşka lanet ettim ağlıyordum hem de deliler gibi, neydi şimdi bu gözyaşları anlam dahi veremiyordum. Sanırım annesiz olduğum gibi aynı anda hem babasız hem de sevdiğim adamsız kalmıştım, bunun ağır yükü yanaklarımdan süzülüyordu evet. Valizlere kısa bir bakış attıktan sonra pencereme vuran yağmur damlalarının sesi ile uykuya çoktan dalmıştım bile…
Gözlerimi güneş ışığı yüzünden zar zor açıyorken baş ağrım hâlâ devam ediyordu. Yatak da oturur vaziyete geldiğim de telefonuma kısa bir bakış attım, bakmak şöyle dursun elime bile almak istemiyordum telefonu artık. Derin bir of çektikten sonra bugün benim üniversite hayatımın ilk günüydü koca yerde amfiyi nasıl bulacaktım bilmiyordum bile. Şimdi de kendime bunu dert ettiğim de oflayarak hazırlanmaya çalışıyordum, bildirim sesi yine herşeyi berbat edene kadar hazırlanmam iyi gidiyordu. Bu sefer bakmayacaktım o mesaja evet bile bile kendimi üzmeyecektim, hazırlanmaya odaklanmaya çalışıyorken daha fazla kendimi tutamayıp o mesaja bakmıştım.
“ Yeni hayatın da başarılar ve ilk dersin de iyi dersler kızım”
Buruk bir gülümseme dudaklarımı esir aldığın da kızım kelimesini o kadar çok özlemiştim ki… Tavana baktığım da ağlamama kuralımızı uyguladım hafsanur ile yaptığımız. Babamın kızım demesi çok nadir oluyordu bana bende ona kızmıyordum, anne kelimesi benim dudaklarımı yıllardır yakan bir kelimeydi. Belki babamın da dudaklarını yakan kelime kızım demekti onu terk eden bir kadının, parçasına kızım demek açıtıyordu belki kendimi böyle teselli ediyordum. Saate baktığım da gözlerim kocaman olmuştu, buranın trafiği dillerde meşhurdu çok duymuştum acele etmeliydim. O ünlü İstanbul trafiğine takılmak istemiyordum hızla evden çıktığım da dik merdiven yokuşundan koşuyordum. Eskitmeli tuğlalı evin merdivenli yokuş tabelasına geldiğim de nefes nefese kalmıştım, bu dik merdivenler kilo kaybetmeme sebep olacaktı belli ki. Yutkunduğum da otobüs durağına koşuyordum dün ki yağmurdan sığındığım durak evimin yakının da bir yerlerdeymiş `ti bunu öğrenmiştim. Otobüsün gelmesi için adeta dua okuyorken kulaklığım da çalan müziği bile fark etmemiştim.
Sen bilmezsin benim gözlerim nasıl büyütür olmayan işaretleri nasıl net görür…
Gözlerimi kapattığım da ela gözler zihnim de canlandı durakta aynı yerdeydim aynı şarkı çalıyordu, dudaklarının şarkıya eşlik edişi canlandı bu sefer de aklımda. Derin bir nefes aldığım da gözlerimi açtım otobüsüm geliyordu bile, gülümsedim ilk defa kendi başıma birşeyleri başarıyordum. Bu zamana kadar hep başarısız olmuştum aşkta, annede, babada… Kampüsün önünde otobüsüm durduğun da kalbim yerinden çıkıyormuş gibi atıyordu. Şu an kalbim ağızıma kadar gelmişti yemin edebilirdim. Kampüsün içinden ilerlediğim de grup öğrenciler takılıyordu ağaç diplerin de onlar galiba büyük üst sınıflardı. Kıyıda köşede tek başına duran ve telefon da hararetli konuşmalar yapanlar ise 1. Sınıftı galiba. Ben ise ortada gezinen ördek grubuna giriyordum nereye gideceğimi bilemiyordum, nereye adım atacağımı dahi bilemezken üniversite girişinin önünde kendimi bulmuştum bile. İçeriye öğrenci kartımı göstererek girdiğim de kalbim ağızımdan çıkmıştı bile sanki, gözümün yettiği her yere bakmak istiyordum adeta. Telaşla yürüyen öğrenciler arasından zar zor ilerliyorken diğer üst sınıfları inceliyordum kimileri sarılıyor, kimleri öpüşüyor kimileri de onların dedikodusunu yapıyordu. Yüzümü bu manzaralara iğrenerek çeviriyorken küçük mahallemi ilk defa özlediğimi fark etmiştim. Kendimi koca üniversite duvarları arasında yalnız hissetmiştim hemen, amfiyi ne kadar uğraşırsam uğraşıyım bir türlü bulamıyordum. Bende artık işi bozuk parama bırakmıştım hangi yöne atarsam oraya denk gelen yöndeki, ilk kapıya gideceğime söz vermiştim. Etrafıma baktığım da koca koridor da tek ben kalmıştım hızla bozuk paramı attığım da sağ tarafa doğru düşmüştü. Sağ tarafa doğru ilerledim ilk gelen kapıya doğru baktığım da yüzüm düşmüştü.
Kütüphane
Kendi sözümü tutmam gerekliydi kütüphane de tek başıma otururdum en fazla hem ne olabilirdi ki? Kütüphane kapısını dikkatlice ittiğim de hızlıca etrafa göz gezdirmiştim. Derin bir nefes aldığım da kapıyı parmak uçlarım da kapatmıştım. Orta masaya ilerledim çantamı yanıma koyduğum da oturdum, saçlarımı kurcaladım seslice nefes alarak. Daha ilk günden yorulmuştum koca bir 4 sene nasıl geçecekti bilmiyordum bile. Shakespeare kitaplarından okumaya karar vermişken yine o müzik melodisi kulaklarımı ve sessiz kütüphanenin her yerini kaplamıştı…
Güldürür müyüm seni bıktırır mıyım bilmem baktırır mıyım yüzüme eğer güldürürsem…
Kütüphane rafları arasına kitabı masaya bırakarak ilerlediğim de kimse yoktu. Acaba hayal mi duymuştum o müziği etrafa, dikkatlice göz gezdirirken arkamdan sıkıca kavrayan el beni raflara doğru yapıştırdığın da dudaklarımı baskı yapıyordu parmakları kalbim çok hızlı atıyordu. Gözlerine baktığım da o otobüs durağındaki ela gözleri hemen hatırladım. Kalbim yerinden çıkıyormuş gibi atarken müziği kapatmıştı parmaklarını dudaklarımdan yavaş yavaş çekiyorken, gözlerime bakıyordu hiç gözlerini ayırmadan. Beynime daha yeni oksijen gitmeye başladığın da sessiz kütüphanede bağırmaya başladım.
“Sen kimsin be deli!”
Gözlerini devirdiğin de başını ovalıyordu. Seslice nefes aldı gözlerime bakıyorken.
“Tamam güzel bir başlangıç yapalım otobüs durağındaki tuhaf kız”
Kaşlarımı çattığım da anlamayarak ela gözlerine bakıyordum bende. Elini bana nazikçe uzattığın da gözlerinden ellerine kaydı bakışlarım.
“ Ben Refhan”
Gözlerine tekrar baktığım da kiraz dudaklarını yine araladı.
“Refhan Araslan”
Aklıma gelen tek bir düşünce benim sistemimi kilitleyene kadar cevap verememiştim.
Bileklik! R! Refhan…
4. BÖLÜM BİLEKLİK
İzmir… Fırının önü onu izliyordum… Hayran bakışlarla ona odaklanmışken omuza gelen, o ani darbe ile bakışlarımı o çocuğa yöneltmiştim. Gözüme yerde duran bileklik çarpmıştı sanırım o çocuk düşürmüştü bilekliği yerden, avuçlarıma aldığım da üzerindeki R harfi dikkatimi çekmişti. Çocuğun gittiği yere doğru bakıyorken serhat çoktan yanıma gelmişti bile…
Evet
Hatırladığım karşımda duran ela gözlere bakınca hatırladığım, tek şey bu anı olmuştu bileğimdeki R harfinin metali tenime değdikçe yaktığını hissediyordum. Nefes almayı unutmuştum gözlerine öylece bakıyordum sadece bu, bu kadar tesadüf olamazdı değil mi? Refhan… Bileklik aynı şarkı dinlememiz. Gözlerinden tanışmak için uzattığı eline bakışlarım kaydığın da, kahkahası tüm kütüphaneyi kaplıyordu bile. Nefesimi normale döndürmeye çalışıyorken ona belli etmiyordum kaşlarımı çattığımda da, geriye doğru adım atıyordum ona yakın olmamak için. Kahkası bittiğinde kütüphanenin ana masasına doğru umursamaz bir tavırla ilerledi, olduğum yere yapışmış şekilde onu izliyordum evet bu çok tuhaftı. Oturduğum yere çantamın yanına oturduğun da ellerini ensesinde birleştirdi, ayaklarını masaya doğru uzattığın da hâlâ onu izliyordum. Gözlerini bedenim de gezdiriyorken baştan aşağı beni süzüyordu, büyük üst sınıflardandı bu çok belliydi ukala tavırlarından. Dudakları haylaz şekilde yukarı doğru kıvrıldığın da utanmıştım hemde çok, serhat gelmişti aklıma beni pijamalarla baştan aşağı izlemesi gelmişti birden gözlerimin önüne. Ama üzerimde ne pijama vardı ne de beni izleyen bir serhat… Onun yerine bu ukala adam karşımda haylaz şekil de sırıtıyordu ve ben bu durumdan nefret etmiştim. Düşüncelerimi sesi böldüğün de onu izliyordum.
“Yeni sınıfların ilk günden dersi asmaları hiç hoş olmasa da bu durum hoşuma gitti burada en azından yalnız başıma olmayacağım uğraşacak bir eğlence oldu banada”
Kaşlarımı sinirle çattığımda seslice nefes alıyordum bu adam, beni tembel olarak adlandırmaya başlamıştı şimdi de. Ona doğru adım attığım da masada duran kitabımı ellerine almıştı. Serhat ve benim kitabımız dı bu durum hiç hoşuma gitmiyordu, onun en sevdiği şeyi bu ukala adam elleri arasına almış şimdi de onu inceliyordu. Dudaklarını ıslattığın da siyah saçları altın da kalan ela gözleri beni bulmuştu. Ayaklarını masadan indirdiğin de yanıma gelmek için bana doğru adım atıyordu, ben ise bu ukala adamdan gözlerimi ve bedenimi uzak tutmak istiyordum. Geriye adım attığım da durdu beni baştan aşağı gözleri ile yine süzüyorken, ela gözlerini oymak istiyordum adeta.
“Demek Shakespeare aşkın emeği boşuna okuyorsun”
Anlamayarak kaşlarımı çattığım da gururla başımı kaldırdım, gözlerinin içine kendimden emin şekilde bakıyorken bıkkınlık ile konuşmuştum.
“Evet ne olmuş ki? Hem sen nereden biliyorsun?”
Ukala sırıtışı anın da kaybolduğun da bana doğru adım atıyordu. Her adımın da vücudum çok geriliyordu ben alışkın değildim, bir erkeğin yabancı bir erkeğin bana bu kadar sıcak olmasına. Şu an küçük filistin sokakların da pijamalarım ile bile, onun beni izlemesini tercih ederdim o kadar gerilmiştim bu adamın yanında.
“Hangi aşık bilmez ki Shakespeare’i”
Yutkunduğum da elleri arasın da tuttuğu kitabı mı gururla ellerinden çekmiştim. Kitabımızı kalbime bastırdığım da, burnumun ucunda ki yakın varlığını umursamamaya çalışıyordum. Ana masaya doğru hızlı adımlar ile ilerlediğim de çantamı alel acele topluyordum. Kütüphane raflarına yaslanmış ukala bakışları ile beni izliyorken, sesli nefes alıyordum buradan acilen gitmem lazımdı evet kesinlikle. Çantamı koluma taktığım da sinirden başıma ağrı girmesini unutmaya çalışıyordum, çıkış kapısına ilerlediğim de elim kapının kulpun da şaşkınlıkla durmuştu.
“ Ama yine de eski çılgınlıklarımızın izi kaldı bende.
Biraz katlanmalısınız bana oldukça bitkinim şimdi.
Yavaş yavaş kendime gelirim. Durun biraz düşünelim:
Bu salgın onları da buldu, yürekleri doldu aşk vebasıyla
Ve sizin gözlerinizden yakalandılar bu yürek sızısına.”
Kalbim saniye de milyon kere atıyorken Serhat`tan başka birinin, kitabımızdan mısralar dudaklarından dökülüyorken tek düşündüğüm bu adamın sıradan biri olmadığıydı. Bu kitap sadece bizim içindi anlamını herkesin bilmediği onunla ve benim, tüm satırlarını ezbere bildiğimiz özel kitap’tı. Daha fazla bu adama katlanmak istemiyordum ilk günden bana sorun olmuştu, sabahtan beri beni süzüyor bedenime yakın olan bedenini düşünmemeye çalışmaktan yorulmuştum. Çok dolmuştum babamın tavırlarından İzmir’den uzak kalmaktan onun aşkıyla yıllardır yanarken, birden ondan uzak olmaktan ve karşıma hayatım boyunca gördüğüm en ukala adamın çıkmasından çok yorulmuştum. Ona doğru hızla adım attığım da tüm bunların, acısını o güzel yakışıklı yüzüne sıkı bir tokat atarak rahatlamıştım. Derin derin nefes alıyorken dolan gözlerim ile ona bağırmıştım.
“Benden uzak dur tamam mı!”
Çıkış kapısını hızla vurup çıktığım da boğazım düğümleniyordu onun anıları, beni her yerde buluyordu bundan nefret ediyordum ben onu acıyan kalbimi tek başına kanatması için sevmemiştim ben onu benimle kanaması için sevmiştim. Derin bir nefes aldığım da telefonuma bakıyordum hafsanur` dan gelen mesaj bildirimi dikkati mi çekmişti.
“ Umarım ilk günün güzel geçiyordur benim ki harika bir sürü yeni arkadaş edindim kızım hele bir de amfiyi görsen çok güzel “
Buruk bir gülümse ile mesajı okuduğum da en azından birimizin günü iyi geçiyordu. Yanaklarımdan süzülen yaşları sildiğim de bileğimde ki R harfini kalbime bastırıyordum. Bilekliğin bu adama ait olması imkansızdı kesinlikle bana çocukluğumdan beri, huzur veren bileklik bu şımarık kendini beğenmiş ukala adamın olmasını imkansız kılıyordu. Derin bir nefes aldım beynimi kurcalayan düşünceleri kafamdan atmaya çalışıyordum, artık kalbim bu aşkı kaldıracak kadar iyi değildi. Ben ona çok aşıktım ama o aşkıma karşılık vermesini bırak, benim sevgimi bile göremeyecek kadar kördü. Üniversite de ilk günümün çok kötü olmasına izin veremezdim, kendimi motive ettiğim de amfiyi bulmak için koridorlarda geziniyordum. Sonunda elimde ki belgenin üzerin de yazan koca amfiyi bulmuştum girdiğim de çok utanmıştım profesör ders anlatıyordu, sessizce sıraya doğru ilerlediğim de tüm amfi beni izliyordu. Köşede yerin dibine giriyorken profesör beni inceliyordu beni yanına çağırdığın da, çok gerilmiştim kesinlikle fırça yiyecektim.
“Adın nedir? Neden ilk günün de ilk derse bu kadar geciktin? “
Kalın sesi ile ciddiyet içinde sorduğu sorulardan çok korkmuştum. Gözlerim yeri izliyordu ismimi söylemeye bile şu an çok korkuyordum.
“ Hi… Hicran”
Kekeleyerek ismimi söylediğim de tırnaklarımı avuç içlerime bastırıyordum gerilmekten. Neden bu aptal şehire gelmiştim ki? Herşey berbat olmuştu ilk günüm de. En azından orada alışkındım babamın tavırlarına, ona olan kalbimde ki tek taraflı koca aşka küçük filistin sokaklarına… Çok alışmıştım kendimi samanlıktaki iğne gibi hissediyordum çok yalnız. Gözlerim doluyorken profesör kalın sesi ile tekrar sorduğun da, bana yavaşça yaklaşıyordu.
“ Neden geç kaldın?”
Yerden gözlerimi aldığım da gözlük altında ki mavi gözlerine bakıyordum, o mavi gözler sanki her an beni öldürecek gibi bakıyordu. Cevap vermeye çalışıyorken tüm amfi de dedikodum yapılıyordu duyuyordum. Tüm amfinin sesini ta ki kapı çalması bölene kadar.
“Hocam”
Sesi ile başımı olduğu yöne çevirdiğim de haylaz ela gözler ile gözlerim birbirine bakıyordu. Bu çocuk tam bir baş belam olmuştu kesinlikle büyük baş belası hemde. Tüm amfi Refhanı izliyorken profesör`e gülümseyerek tatlı bir öğrenci gibi yaklaşıyordu. Yanımda durduğun da yutkundum attığım tokat aklıma geldiğin de dudaklarımı kemiriyordum.
“ Yeni öğrenciniz benimleydi müdüre burs için bir kaç imza vermesi gerekliydi ben götürdüm sizede haber vermeyi unuttum benim hatam özür dilerim”
Gözlerim şaşkınlıktan kocaman olduğun da onu arkadan dürtmüştüm. Bu hareketime sadece haylaz şekilde gülümsemişti. Profesör Refhanın gözlerinin içine baktığın da hafif bir tebessüm ederek, sıraya geçmemi işaret etmişti. Ve ben olan şeylere çok şaşırıyordum neydi şimdi bu yardım? Ona tokat attığım adam geliyor ve beni kurtarıyordu. Düşüncelere ve kafa karışıklığına dalmışken aniden yanıma oturan kişiye çevrildi bakışlarım.
“ Ah bir pelerinim eksik sadece tokatçı leydim”
Bunu söylerken dudakları hazla yukarı doğru kıvrılıyordu ve ben ona iyice tam anlamıyla gıcık oluyordum. Seslice bıkkın bir nefes aldığım da sadece gözlerimi kapattım ve, onun burada yanımda olmadığını hayal etmeye çalışıyordum ama bu herif buna bile izin vermiyordu.
“ Benden uzak dur Refhan!”
Sessizce fısıldadım daha fazla bu adamın yanında olmak istemiyordum ama, elim kolum şu an bağlıydı hocaya karşı mahcup bir durum içerisindeydim hemde. Siyah kot ceketinin yakalarını düzelttiğin de dersi dinliyormuş gibi duruyordu. Kaşlarını anlamayarak çattığın da ne yaptığını çözmeye çalışıyordum. Tahtayı izliyorken kulağıma doğru eğildiğin de çok utanmıştım, yanaklarım elma şekeri rengine bürünürken onu dinliyordum.
“ Neden senden uzak durayım? Belki benim gözlerim senin kadrajıma girmenden çok memnun oluyordur”
Yakın varlığını kendimden uzaklaştırmak için ayağa aniden kalktığım da tüm amfi de hoca da, Refhanın haylaz gözleri de beni izliyordu… Etrafıma kaşlarımı çatmış yerin dibine girmek istercesine bakıyorken hocanın gözlük altından, kızgın mavi gözlerini çok net görebiliyordum. Yanımda ki bu yaramaz çocuk gibi oturan adama nefret ve sinirle baktığım da, sadece bana aptal gibi sırıtıyordu gözlerimi devirdiğim de hocanın kızgın sesi tüm amfiyi doldurmuştu.
“ Bayan Hicran sınıftan çıkarmasınız lütfen “
Dudaklarımı kemiriyorken çatık kaşlar altında kalan yeşil gözlerim doluyordu hissediyordum. Çantamı hızla omuzuma taktığım da ardıma bakmadan, amfiyi hızlı adımlar ile terk ediyordum. İlk günüm mahvolmuştu ilk anım olacak gün resmen hayal kırıklığım olmuştu en çok buna üzülüyordum. Yanaklarımdan yavaş yavaş süzülen yaşları giysimin koluna siliyordum, hemen gözleri dolan bir kızdım ben bundan nefret ediyordum herşey de gözleri dolan bir insan olmaktan artık bıkmıştım. Şu an filistin sokakların da küçük penceremden bahçemi, seyretmek için her şeyimi verirdim hemde her şeyimi. Burnumu seslice içime çektiğim de çıkış kapısından hızla kampüs alanına koşuyordum, çok yorulmuştum herşeyden herkesten hayatımda ki aptal aşktan beni umursamayan babamdan. Gözlerimi kapattım kampüsün ortasın da öylece durduğum da derin derin nefes alıyordum. Parmaklarım kalbime gittiğin de acıyor gibi kalbimi tutuyordum, yutkunmak istedim ama boğazımdaki düğüm buna izin vermiyordu. Konuştuğum da sesli sesim puslu çıkıyordu, zorla bir kaç kelime söyleye bilmiştim sadece.
“ Seni çok özledim anne!”
Gözyaşlarına boğulmamak için kendimi zar zor tuttuğum da nefesim daralıyordu. Ellerimin titremeye başladığını gördüğüm de anlamıştım, işte şimdi gerçekten zor duruma düşüyordum yine şiddetli bir astım krizim kapıda gelmek üzereydi. Doğduğumdan beridir alerjik astım hastasıydım çocukluktan beridir ne çiçek koklayabilir ne de, parfüm sıkabilir ne de sigara içen ortamlar da kalabilirdim. Genetik di bu hastalık annemde de vardı, annemin bana tek bıraktığı şey bu hastalık geni olmuştu. Kampüsün ağaçlık alanına doğru ilerlediğim de sıkışan kalbime, parmaklarım ile baskı uygulamaya çalışıyordum. Kampüs duvarına kendimi zar zor attığım da sırtımı dayamıştım çantam da ventolin arıyorken telaşla, nefesim daha da daralıyor ve boğazımı biri sıkıyormuş gibi hissediyordum. Gözlerimi kapattım içimden sayı saymaya başladığım da, sesi ile durakladım ona baktığım da bana ürkek bir ceylânmışım gibi yaklaşıyordu.
“ İyimisin?”
Gözlerine baktığım da durakladı sorudaki sesi telaşlı ve üzüntülü gelmişti. Vicdan azabı çekecek gibi bile görünmüyordu bu adam. Onu umursamamaya çalışıyordum sıkışan kalbimi ve zar zor aldığım nefesimi kontrol altında tutuyorken, ondan uzaklaşmak istedim duvarlardan denge kurmaya çalışarak gidiyorken gözlerim kararıyordu. Arkama bakmak istemedim çünkü biliyordum adım sesleri arkamdan beni takip ediyordu, gözlerim daha da kararıyorken duvardan denge sağlamaya çalıştığım parmaklarım yavaş yavaş gidiyordu. Kendimi bıraktığım da hatırladığım en son şey ela gözlerin beni sıkıca tutmasıydı. Gözlerimi açtığım da başımda çok keskin bir ağrı vardı nerede olduğumu anlamak için başımdaki ağrıyı umursamadım. Başımı yavaşça kaldırdığım da kampüsün çıkış kapısındaydık, arabanın içinde tek başıma oturuyordum. Kampüs içinde kalan ağaçlara baktığım da hatırladım ela gözlerini, beni tuttuğunu kucağına alarak arabaya getirdiğini hatırladım. Bu adamdan uzak kalmaya çalıştıkça burnumun dibin de bitmesi gerçeği beni sinir ediyordu. Derin bir nefes aldığım da çantamın içinde telefonu mu arıyordum mesaj bildirimlerini gördüğüm de, meraklandım merakla yerimden doğrulduğum da serhat yazısına tıkladım.
“ Filistin sokakları çirkin terlik seslerini özledi…”
Gülümsedim. Boğazımda ki yanma hissine aldırmadan diğer mesaj bildirimini okudum.
“ Bu arada ben de özledim…”
Telefonu çantama geri koyduğum da boş şekilde önüme bakıyordum. Neydi şimdi bu mesajlar? Abi kardeş gibiydik abiler kardeşlerine böyle şeyler yazar mıydı hiç. Sanki ona olan yıllardır beslediğim çocukluk sevgisini biliyordu, sanki bilerek yapıyordu bu hareketleri bu mesajları. Ben buraya gelirken söz vermiştim yeni hayatım da o yoktu onsuz bir hayat onun, yıllarımı zehir eden karşılıksız aşkı olmadan bir hayat istiyordum. Onun ilk aşkını dinlemiştim onun gecesi sabaha kadar gözlerim şişene kadar ağlamıştım onun dudaklarından dökülen, aşk tanımlarını dinlemek beni kaç kere öldürdü bilmiyordum bile. Benim ona olan aşkımı duysa ölürdü herhâlde aşk öyle kolay tanımlanamazdı aşkı benim gibi sessiz sedasız ölenlere sormak gerekiyordu… Oysaki ben aşkından kül olmuştum onun parmağının ucu yanmazken. Ben yıllardır yanarken bir ah bile dememiştim yeşil gözlerinin kalbimi mum gibi eritmesine, ses dahi etmemişken onun bana gülümseyerek anlattığı aşkı ne yapabilirdim. Biz çocuktuk büyüdük benimle birlikte ona olan aptal platonik aşkım koca bir dünya olmuştu içimde, ben bilemezdim tanıştığımız ilk gün bu kadar yara alacağımı onun aşkıyla. Yeşili sevmeyen ben şimdi iki çift dünya güzeli yeşil göze canımı feda etmiştim. Serhat meral… ismi hep içimde kanaması durmak bilmeyen yaram olarak kalacaktı. Gözyaşlarımı yanaklarıma bastırdığım da ağlamaktan kızarmış burnumu seslice içime çektim, karşıdan telaşla gelen haylaz bakışları yerine korku olan adam gelene kadar toparlanmaya çalışıyordum. Arabanın kapısını hızla açtığım da durdu arabaya yaslandığın da hızla aldığı nefes seslerini duyuyordum, yanakları koşmaktan hafif kızarmıştı onu dikkatle incelediğim de bu adam dergi kapaklarından fırlamış mankenler gibi duruyordu adeta yeni fark ediyordum. Yutkunduğun da boş bakışlar ile onu izliyordum elindeki su şişelerini arabanın üzerine koyduğun da bana yaklaştı, gözlerime baktığın da ne düşünüyordu bilemiyordum derin bir nefes aldığın da gözlerini kapattı. Kafasındaki düşünceleri atmak için sanki alnını ovaladığın da bıkkın sesi ile konuştu.
“ Çok korktum iyisin değil mi? “
Kendimi şu an çok tuhaf bir durumun içerisinde hissediyordum. Çatık kaşlar altında ki yeşil gözlerim ile ona kısaca bakış attığım da beni izliyordu. Simsiyah saçlar bal rengi gözler kumral tenine yakışan uzun siyah kirpikler, e tabi yakışıklı yüzünü daha da yakışıklı yapan siyah kısa sakallar… Sapık gibi vücudunu izlediğimi fark etmemesi için ondan hızla uzaklaşmak istedim.
“ Bak Refhan benden uzak dur tamam mı? Sana bunu kaç kere tekrar etmem gerekli belli ki kendine eğlence arıyorsun ama eğlence aramak yerine buradaki son yıllarını ders çalışarak geçirsen senin için daha verimli olur ben kimsenin eğleneceği bir oyuncak değilim anladın mı?”
Yüzüne baktım mimiklerini merakla izlemek için vereceği tepkiyi merak ediyordum. Bedenimden uzaklaşmak için geriye doğru adım attığın da gülümsedi. Bıkkınlık ile gözlerimi devirdim ellerimi göğsümün üzerinde bağladığım da ellerini suçlu gibi havaya kaldırmıştı.
“ Tamam korkma bak sana yakın değilim şu an sana dokunmuyorum bile gördün mü?”
Tam cevap verecektim ki beni susturdu.
“Şhhh tamam kendini savunma moduna geçme hemen. Anlam veremiyorum neden erkeklerden bu kadar korkuyorsun?”
Küçük mahallem de sadece erkek olarak etrafım da olan tek kişi bu zamana Serhat’tı öyle alışmıştım. Başka bir erkek yanımdan geçince bile ona ihanet etmişim gibi geliyordu, karşılıksız aşkıma ihanet etme düşüncesi ne kadar aptalca olsa da bu böyleydi. Kendimi bu düşüncelerden alamıyordum eğer bu karşımdaki adam bunları bilirse benimle muhtemelen fena şekilde dalga geçerdi. Bir keresin de bahçemiz de oyun oynuyorken çok susamıştık eve su içmeye geldiğimiz de, onun içtiği su bardağını o eve gittikten sonra babam görmeden saklamıştım dolabıma. Her gece o bardağa bakıyor yerine geri saklıyordum bu kadar büyük ve aptal bir sevgiydi işte benimkisi. Kalbim onun aşkıyla öylesine doluydu ki kimseye yer yoktu orada resmen. Bu düşüncelerimi eğer alnımdan bu ela gözlü adam okusa bundan mizah kitabı bile yazardı eminim. Kendimi toparladığım da ardıma bakmadan otobüs durağına hızla yürüyordum. Daha fazla düşünce istemiyordum beynim hata verme uyarısına doğru ilerliyordu artık. Otobüsün geç geleceğini anladığım da yürümeye karar vermiştim merdivenli yokuşa, hem düşünceler kafamdan giderdi belki de hem de bu şehri tanımış olurdum az da olsa. İstanbul boğazına baktığım da kokusunu ciğerlerime çektim kendime gelmek için, ne yapıyordum ben ya? Tek başıma çalışarak en güzel şehir de üniversite kazanmıştım. Bunun gururunu yaşamam gerekliyken hayatım da gördüğüm en haylaz ela gözlerle uğraşıyordum. Eskitmeli tuğlalı evin önüne geldiğim de uzun dik yokuşlu merdivene bir adım atmıştım, tabelaya baktım tuğlalı evde asılı eski tabelaya. Sıra sıra bitişik renkli evleri izledi gözlerim balat kokusu tüm mahallede yayılıyordu adeta. Gözlerimi kapattığım da Filistin’i hayal ettim o ekmek kokusu burnumu gıdıkladı, onunla fırına gittiğimizi ekmekleri bölerek ucundan yediğimiz anılar film gibi canlandı beynimde. Tuğlalı evin sağ tarafına doğru baktığım da fırın olduğunu görmüştüm adımlarım benden bağımsız, fırına yöneldiğin de o ekmek kokusu kalbimi çok acıtmıştı. Basit bir koku kalbimi sanki birisi almışta üzerinde tepinmiş gibi hissettirebilir miydi? Yutkundum titreyen çene kaslarım ile adeta dudaklarım yanıyordu. Fırın camının önüne geldiğim de melek figürlü kolyeme gitti parmaklarım, hediyesi boynumu sıkan bir ip gibiydi adeta nefes alamıyordum. Annemden sonra ki en büyük kalp acım ona olan on senedir ona olan karşılıksız aşkımdı. Uzaktan sevmek o kadar zordu ki çok yakınım da olmasına rağmen uzaktan seviyordum ben onu. Ama artık ayrı şehirlerdeydik bana uzaktı ama kalbim filistin de onunla kalmıştı, sanki ondan her uzaklaşmaya çalıştığım da kalbim biraz daha onunla kalıyordu. Fırının camından ince parmaklarım yavaş yavaş kayıyorken 1 tane taze ekmek almıştım. Sıcak buğusu üzerinde süzülüyorken kokusunu ciğerlerime iyice çektim, gözlerimi kapattığım da çocukluğumun yarası olan adamı çok özlediğimi fark etmiştim. Ekmeğin ucundan böldüğüm de gözlerim doluyordu buruk bir gülümseme ile yanımda ki hayali Serhat`a ekmeğin diğer ucunu uzattığım da hüngür hüngür ağlayarak gülümsüyordum. Serhat beni böyle yapıyordu yanında gözlerim farklı dudaklarım farklı benden bağımsız hareket ediyorlardı. Gözyaşlarımı mahalleye girmeden sildiğim de kimsenin görmemesini umut ediyordum özellikle, o yaşlı dedikoducu teyzelerin beni ilk geldiğim gün camdan izlemelerinden sonra temkinli olmaya karar vermiştim. Dik yokuşlu renk evlerin yanında ki merdivenden nefesimin son kalan kısmına kadar çıktığım da, koca bir ekmeği bitirmiştim bile. Anahtarları çantam da bulmaya çalışıyorken halime gülümsüyordum, ayaklarımın ucuna baktığım da yerdeki çiçeği yeni fark ediyordum. Ağızımdaki son lokmamı heyecanla yuttuğum da yerdeki koca lavinia biletini kollarım arasına almıştım. Kaşlarımı anlamayarak çattığım da bu diğer ismi ile ölüm çiçeğini kimin yolladığını anlamam notu okuyana kadar uzun sürmemişti.
“ Sana gitme dedim lavinia ama sen yine de gittin…”
Parmaklarım da tuttuğum not kağıdı ellerimi yakarmışçasına yere attığım da artık yaptığı eylemlerden bıkmıştım. Kapıyı sinirle açtığım da çantamı da elimde ki koca lavinia buketini de yere fırlatmıştım. Kapıya yaslandığım da ellerim saçlarıma gidiyordu, parkeye yavaşça oturduğum da bacaklarımı karnıma doğru çekiyordum avazımın çıktığı kadar ağladım. Ölüm çiçekleri beni öldürüyordu gerçekten de yeşil gözlerinin yıllarca öldürmesi yetmediği gibi şimdi de lavinia çiçekleri ile öldürmeyi başarıyordu. Olduğum yerde ağladım öylece ağladım tek yapmak istediğim tek elimden gelen buydu çünkü. Ağlamalarım hıçkırığa dönüştüğün de kalbim daha da çok acıyordu, sevgi aşk denen şey bu kadar kalbe yara açabilir miydi? Sevgi ve aşk insanın kalbine yara değil merhem olurdu ama onun aşkı benim kalbimin katiliydi. Ben katilim için senelerimi zehir ediyordum ve etmeye de devam ediyordum bu çok aptalcaydı. Biz hep kardeş gibiydik ben üzüldüğüm de hep yanımda o olurdu geçecek abiciğim… Derdi hep bana aksine bunu dediği zaman ben ölüyordum. Ama o görmüyordu bile bıkmıştım kör birini sevmekten, benim kalbimin aşk melodilerine kulakları sağırdı gözlerinin kör olması gibi. Gözyaşlarımı yanaklarıma bastırdım kalbimin acı ağıtlarını zorla kalbime geri bastırdığım da, telefonumu elime aldım parmaklarım titriyordu kalbim gibi aynı. Yutkunduğum da her yazdığım kelime de gözyaşlarım usulca süzülüyordu.
“ Ne sen Özdemir Asafsın ne de ben laviniayım serhat abi.”
Yutkundum düğüm boğazımı çok yakıyordu. Telefonu koltuğun üzerine fırlattığım da anahtarları öylece alıp çıkmıştım evden. Nereye gittiğimi bilmiyordum renkli evlerin yanında ki dik merdivenden sessizce ağlayarak, koşuyordum yüreğimin acısı beni nereye götürecek merak etmiyordum açıkçası. Şu an sadece kalbim çok acıyor boğazlarım çok sigara içmişim gibi yanıyordu. Gündüz geldiğim fırının önüne gelince ayaklarım yere sabitlenmişti. Soğuk havadan çıkan nefes buğuma baktım parmaklarımın eklem yerleri ağrıyor, ve kızarmıştı soğuktan parmak uçlarım fırının camına tehlikeliymiş gibi korku ile dokunduğun da gözlerimi kapattım. Anılar sinema filmi gibi gözlerimin önünden geçiyordu…
“Hicran hayatımda gördüğüm en güzel yeşil gözler sendeler”
Gülümsedim buruk gülümsemelerden ‘di bu da. Alt dudağım titrediğin de annemin gidişini söylediğim gün geldi ona aklıma.
“ Ben varım abin olarak bak Hicran ben buradayım seni asla bırakmam abiler gitmez hem hiç”
Bu sözlerle kalbimin bir yarısını annem gitmesi ile diğer yarısını o bu sözleri demesi ile öldürmüştü. Gözlerimi açtığım da fırının yansımasından kendime bakıyordum yeşil gözlerim ağlamaktan kızarmıştı, burnum ren geyiği gibi olmuştu adeta ben kendime zarar veriyordum artık platonik aşk ile. Ya bu aşkı kalbimden ve kafamdan kazımam gerekliydi ya da ona itiraf etmem, yoksa bu sorunun başka çözümü yoktu kalbime başkasını asla alamazdım unutmak için başka birisinin duygularını kullanamazdım da bu bana tersti. Üşüyen vücudumun kollarına gitti parmaklarım ısınmak için kollarımı parmaklarım ile nazikçe ovaladığım da, saatin bayağı geç olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Mahalleye doğru yürüdüğüm de merdivenli yokuş tabelasının altında ki ilk merdiven basamağına oturmuştum. Mahallenin sonuna doğru baktığım da kızarmış burnum ile gülümsedim. Yeni evimin sonu kısa bir yola ve kocaman bir denize çıkıyordu. Boğazın ışıklarını izledim sonra bakışlarım gökyüzüne çevrildi acaba şu an o da gökyüzünü benimle izliyor muydu? Onunla gökyüzüne aynı anda bakmak bile bana mutluluk veriyordu. Kalkmak için duvardan destek aldığım da arkamdan gelen ses ile irkilmiştim.
“ Ah kızım hasta olacaksın üzerine bu havada bir şey de almamışsın”
Şaşkınlıkla mahalledeki yaşlı teyzeyi izliyorken omuzlarıma elinde tuttuğu örgü yeleği örtmüştü. Şaşkınlık yerini sıcacık gülümsemem aldığın da anne şefkatini çok özlediğimi fark ettim, tekrar merdivene oturduğum da teyze de yanıma zor olsada oturmuştu. Mahallenin deniz manzarasını yanımdaki yabancı teyze ile izliyordum bakışlarımı utanarak teyzeye çevirdiğim de, acı dolu kahve gözlerinden yaşlar süzülüyordu usul usul. Neden birden bire ağladığını merak ettiğim de ona sormak ve ona sarılmak çok istedim. Bana hiç gözlerini çevirmeyerek cebinden çıkardığı çikolatayı uzattığın da dudaklarından dökülen sözleri dikkatle dinledim.
“ Neden bu gözyaşlarını o fırının önünde kimin için döktüğünü bilmiyorum ama yanaklarından dökülen o yaşlar sevginin o kadar büyük olduğunu gösteriyordu ki seni izlerken bu kızın kalbini bu kadar kaplayan büyük sevgi ne olabilir dedim sonra üşüdüğünü gördüm ve üzüldüm gözyaşlarının sahibi gibi seni o soğukta bırakmak istemedim ve işte şimdi bu yaşlı bunak halimle evimden hiç çıkmayan biri olarak genç bir kızın yanına geldim ve bu ölesiye soğuk merdiven de birlikte oturuyoruz şimdi.”
Uzattığı çikolata paketini elinden yavaşça aldığım da gülümsedim. Çikolata paketimi açtığım da bu yabancı teyzenin omuzuna başımı koymuştum. Yıllar önce ki anne sıcaklığını o kadar özlediğimi ve o kadar çok bu hissi unuttuğumu anlamıştım ki çikolatamı yerken boğazımda olan düğümü yok saymıştım. Bu hareketime karşılık teyze ise saçlarımı okşamıştı çikolata kabını cebime koyduğum da başımı omuzundan yavaş yavaş kaldırıyordum, yabancı teyzenin kahve bakışları ile karşı karşıya geldiğim de gülümsedi bende gülümsedim. Yanağımı bir anne şefkati ile sevdiğin de kalbim titriyordu o kadar çok özlemiştim ki bunları teyzenin avuçlarına utanmasam öpücükler konduracaktım. Teyzenin kalkmasına yardım ettiğim de gülümsedik diğer yokuşlu merdivenin renkli evlerinden birinin önünde durduğumuz da, teyzeye bakıyordum küçük bir kız çocuğu gibi sevgi gördüğüm de bu şekilde oluyordum maalesef. Anahtarlarını bulmaya çalışıyorken teyze bana döndü yeşil gözlerime dikkatle baktığın da teyzeyi vefat etmiş babaannem olarak görüyordum resmen.
“ Benim evim burası adım filiz ne zaman yanaklarını dolduran sevgin kabarırsa bu kapıyı çalman yeterli.”
Utandım başımı yere eğdiğim de gülümsedim teyzeye baktığım da başımı onay vererek jestle salladım. Karşı merdiven yokuşuna geçtiğim de evime giriyordum içeri giriyorken adımlarım durakladı, teyzenin evinin kapısına baktım bu tatlı yabancı teyze kalbimi çok ferahlatmıştı burada artık yalnız değildim yaşlı bir arkadaşım vardı. Bu düşünce ile gülümsedim eve girdiğim de gözlerim kanepede duran telefonuma gitti hemen, hiç elime almak istemedim eğer alırsam yeni arkadaşımı erkenden ziyarete giderdim bu da hiç hoş olmazdı. Omuzlarımda ki örgü yeleği astığım da merdivenlere ilerledim odama çıkmak için, küçük odama geldiğim de yatağıma kendimi bırakmıştım. Tavanı izliyorken hayatı sorguluyordum bu benim yaptığım en alışıldık hareketlerimden birisiydi. Vücudumda kol gezen üzüntüyü def etmek için bilekliğime sarıldım sanki gerçek bir canlıymış gibi onu, yastığımın yanına koyduğum da parlayan R harfini izliyordu bakışlarım. Gözlerimi kapattığım da gerçek bir insanmış gibi fısıldadım ona.
“ İyi geceler R”
Tatlı loş gece lambası ışığı altında sükunet ile uykuya dalıyordum bile.
İzmir…
Gözlerimi açtığım da filistin sokaklarının tam ortasında duruyordum. Nasıl gelmiştim buraya? Kim getirmişti beni buraya? Etrafıma baktım sokak lambaları bile ışıklandırmıyordu caddeleri… Etrafıma tekrar göz gezdirdim herşey çok karanlıktı küçük parmaklarım kalbime gittiğin de, kalbim kanıyordu avucumun altında ki kalbim gerçekten kanıyordu. Avuç içlerime baktım kan damlaları çıplak ayaklarıma düştüğün de o yola baktım annemin gittiği yola… Siyah gece gibi siyah saçlarının altından yeşil gözleri ile karşılaştım. Kalbimin kanamasını boş verdim hemen, bu annemin beni bırakmasını engellemek için son şansımdı evet hissediyordum. Peşinden çıplak ayak seslerim ile koşmaya başladığım da durdum. Karşımda fırının önünde ki o çocuk vardı bana baktı ela gözleri ilk defa gözlerini görmüştüm, o çocuğun da benim gibi avuçlarının altında ki kalbi kanıyordu. Kaşlarımı çattığım da bileğime baktım bileklik bileğimden koparak, yere düştüğün de R harfi çocuğun ayak ucuna doğru yuvarlandı. Çocuğa korku ile baktığım da ikimiz de titriyorduk neydi şimdi bu böyle? Parmak uçlarım çocuğa yaklaşmak için hareket ettiğin de parlak bir ışık gözlerimi kör etmişti… Gözlerimi açtığım da güneş ışıkları tam gözlerime vuruyordu kaşlarımın ortası ışık ile çatıldığın da, yerimden aniden doğrulmuştum yanı başımda duran bilekliğe baktığım da o korkunç rüyayı hatırlamamak için yorganı kafama çekiyordum. Ders için hazırlanmam gerekliydi bıkkın bir nefes aldığım da dün ki ilk günüm aklıma geliyordu. Bugün kendimi bugün şart koşmuştum asıl bugün benim ilk günüm olacaktı evet, bütün kötü günleri rüyaları, aşkımı, babamı, bilekliği ve tabi şu yeni hayatımda ki yakışıklı haylaz ela bakışlı çocuğu unutacaktım. Evet! Büyük bir özgüven ile hazırladığım da merdivenlerden iniyordum salona dahi daha adım atmamışken, yerde duran koca lavinia buketi gözüme hemen ben buradayım diye selam vermişti resmen. Derin bir nefes aldığım da alnımı ovaladım çiçeklerin hiç bir suçu yoktu kendime kızmalıydım onları fırlattığım için, buketi kollarım arasına aldığım da büyük bir vazo arıyordum sonunda vazoyu bulduğum da çiçeklerimi ona koymuştum. Gözlerim cam kenarın da duran lavinia çiçeklerini izlerken gülümsedim ta ki bu anı yine mesaj zil sesim bozana kadar… Kanepede duran telefonum yine hayatımı zindan edecekti evet patlayacak bomba gibi telefona yavaşça yaklaşırken, ellerime aldım mesaj bildirimlerine tam elim gidiyordu ki durdum. Telefonu şimdilik çantama atmak daha mantıklı gelecekti kesinlikle çantama hızla koyduğum da kapıdan çıkıyordum bile. Uzun dik yokuşlu merdivenler ile pek iyi anlaşamıyorduk onlar beni çok yoruyordu birbirimizi pek fazla sevdiğimiz söylenemezdi. Ana sokağa çıktığım da otobüs durağına kısa bir bakış attım gözlerim birini arıyordu sanki ama kimi? Buna kendim bile yanıt bulamıyordum beklemek yerine yine yürümeyi tercih etmiştim. Kıyıya vuran dalga seslerine daha çok odaklanmak istedim araba korna seslerini bastırmaya çalışarak, geçiyordu kampüs alanına doğru yürüyüşlerim. Kulaklığımın sesini son ses açtığım da dünya da sadece şu an o şarkının melodileri çalıyordu sanki, tüm bedenim huzur bulduğun da kampüs alanından hızla yürüyordum. Arada etrafı incelemeyi unutmuyordum tabi birinci sınıflar yine ağaç diplerin de yeni bulduğu arkadaşları ile konuşuyor, ikinci kademeli sınıflar erkek veya kız arkadaşlarının diplerin de duruyor üçüncü ve son sınıflar ise dalga malzemesi arıyordu. Tüm bunlara iç çektiğim de gözlerim hemen kızların yanında duran ela gözlere dikkat kesildi. Yine bu şımarık herif ava çıkmıştı eğlence avına ne istiyordu bu çocuk birinci sınıflardan anlam veremiyordum. Yüzümü paltoma saklayarak ilerlemeye çalıştığım da beni görmemesi için dua etmeye çoktan başlamıştım bile. Adımlarım daha da hızlandığın da seslenmesi ile yerimde buz kesilmiştim.
“ Acelen ne çimen göz?”
Giriş kapısına öylece baktığım da gözlerimin dolmasına izin veremezdim. Serhat`ı ben ne kadar unutmaya çalışıyor oldukça kader onu alıp kalbimin ortasına geri koyuyordu. Herşey herkes her baktığım kişi her baktığım gözler resmen onu hatırlatmak için olan bir tuzak gibi geliyordu artık. Bu adam karşımda ukala şekilde sırıtan adam canımı bilmeden o kadar çok yakıyordu ki, işte bu yüzden bu adamdan ilk görüşte nefret etmiştim tüm bedenim ve kalbim ile bu adamdan tanımadan nefret ediyordum artık. Yumruğunu sıktığım da eklem yerlerim beyazlıyordu ona döndüğüm de gözlerimin dolu olmaması için ümit ediyordum.
“ Defol git anladın mı? Uzak dur benden şımarık herif!”
Kendime hakim olamayarak bağırdığım da tüm bahçedeki öğrencilerin meraklı gözleri bizi izliyordu. Refhan` a baktığım da sadece sırıtıyordu ne yani tüm bunlar bu aptal adamın hoşuna mu gidiyordu! Yanaklarım utançtan kızarıyorken giriş kapısına doğru koşmuştum. Tüm öğrencilere rezil etmiştim kendimi ama ne yapabilirdim ki sürekli bana yaram olan bir insanı bilmeyerek, hatırlatıyordu ve benim canım çok yanıyordu. Amfiye girdiğim de en dip sıraya yöneldim kimsenin bu sulu göz hallerimi görmesini istemiyordum artık, profesör içeri girdiğin de mavi gözleri memnuniyetle bana bakıyordu bu sefer. Tüm gün derslere o kadar ilgisiz kalmıştım ki tek düşündüğüm kampüs alanında olan olaydı ve tabi kaçınılmaz olan çocukluk aşkımdı. Telefonumu hiç elime almamaya karar vermiştim bugün son kalan anatomi dersimden çıktığım da, beyin hücrelerimin içeride vefatının gerçekleştiğine yemin edebilirdim. Tüm bunlar beni çok yoruyordu artık mahalleme gitmek ve en kısa sürede kendimi, yatağıma atmak istiyordum uzun koridor da çıkış kapısından bir bir ayrılan öğrencileri izliyordum. Koridorun en sonunda ki sağ tarafta kalan kapıya gözüm kaydığın da anlamsız şekilde oraya gitmek istiyordum. Ayaklarım beni resmen oraya istemeyerek sürükledi bakışlarım kütüphane yazısını gördüğün de yutkundum. Kapıyı yavaşça ittiğim de korkusunu belli etmemeye çalışan kediler gibi kuyruğumu dik tutuyordum resmen, koca kütüphane rafları arasında kalan ana masaya ilerlediğim de etrafıma hızla göz gezdiriyordum. Koca masaya oturduğum da derin bir rahatlama ile iç çektim derken onun sesi tüm bedenime adrenalin aşılamıştı bile…
“ Beni mi özledin?”
Arkama döndüğüm de egolu ela bakışları ile karşılaştım anın da. Bu herif neden bu kadar kendine aşıktı merak ediyordum açıkçası. Cevap olarak seslice nefes aldığım da gözlerimi devirdim kitap okumama geri dönüyorken ona bakmak istedim, hatta şu an ona bakmak için heyecandan ölüyordum kendime anlam veremiyordum. Hem bu adamdan nefret ediyor hem de ona bakmak istiyordum bu çok garipti. Dudaklarımı düşünceler ile kemirmeye başladığım da sandalye sesine odaklandı tüm dikkatim sandalyeyi benim yanıma sürüklediğin de durdu, siyah saçlarını yana attığın da yanıma oturdu elimde ki kitabı daha önce hiç görmemiş gibi incelemeye koyulduğun da onu izliyordum.
“ Aşık mısın? “
Gözlerim şaşkınlıkla kocaman olmuştu eminim yoksa bana tuhaf şekilde bakmasının başka bir izahı olamazdı. Nerden anlamıştı nasıl anlamıştı bilmiyordum başımı gururla kaldırdığım da kitabımı köşeye koymuştum.
“Nereden çıkardın?”
Arkasına yaslandı ellerini ensesinde birleştirdiğinde hayatım da gördüğüm en umursamaz sesle konuştu omuzlarını silkerken.
“ Bunu anlaya bilecek kadar çok zaman geçirdim kızlarla”
Haylaz şekilde dudaklarının yukarı kıvrılmasını izledim. Bu adam sinir bozacak şekilde gıcık ve ukalâ biriydi, böyle insanlardan babam hep uzak kalmamı söylerdi ama bu adam hep burnumun dibinde bitiyordu sevmediğim ot misali… Onun etrafımdaki varlığını yok saymaya çalıştım kitabımı okumaya geri dönmüştüm mısralar da her okuduğum da onu hayal ettiğim de, yanımdaki adamı unutmuştum sahi neden hiçte sesi gelmiyordu merak ediyordum. Kitabın altından onu bakışlarım aradığın da utandım gözlerimiz birbirine denk geldiğin de anın da bakışlarımı başka yöne çevirdim. Baş belası herif yine de beni izliyordu artık bıkmıştım bu durumdan şu an onu bir poşete koymak ve denize sallamak istiyordum evet. Seslice şikayetimi belli ederek homurdandım ama bu onun zoruna gitmek yerine hoşuna gidiyordu adeta dudaklarını hazla, yana kıvrıldığın da gözlerimi devirdim kollarımı göğsüm de bağladığım da kitap okumayı bile düşünemiyordum artık. Bıkkınlık ile sordum.
“ Sen hiç aşık oldun mu?”
Dudaklarını ıslattığın da sanki bu sorumu bekliyormuş gibi gülümsedi yerinden doğrulduğun da beni izliyordu. Daha yeni yeni sinirimin geçmesinden kütüphaneyi saran parfüm kokusunu fark ediyordum, koku ile onu incelemeye başladığım da kayıtsız kaldı bakışlarım. Siyah kot pantolonu beyaz gömleği ve kot ceketi ile magazin dergilerinden fırlamış gibi duruyordu, ona hiç bu şekilde bakmamıştım hatta ona hiç bakmamıştım zengin birine benziyordu giydiği kıyafetlerden konuşma şeklinden bu ukala egosundan. Onu izlemeyi bıraktığım da bakışlarımız yine birbirini yakaladı.
“ Birine aşık olacak kadar delirmedim henüz”
Dedi ciddi bir sesle. Ayağa kalktığın da gözlerim hipnoz olmuş gibi onu izliyordu rafların arasına doğru gittiğin de onu takip etmek istiyordum, ayağa kalktığım da sandalye sesi tüm kütüphane de yankı yapmıştı. Dudaklarımı yine utançla kemiriyorken parmak uçlarım yanaklarıma gitmişti yanaklarıma dokunduğum da, yandığını hissediyordum adeta neden bu aptal herifin yanında daha duruyordum ki bilmiyorum çantamı koluma taktığım da kitaplarımı topluyordum.
“ Davy jones hikayesini bilirmisin?”
Anlamayarak kaşlarımı çattığım da rafların arasında kitapları karıştırıyordu.
“ Hani şu kalbini söküp kutuya koyan adam.”
Hayır bilmiyordum bu hikayeyi ben sadece küçüklükten bu yana onun sevdiği şeyleri sevmiştim onun heyecan ile baktığı şeylere, bende heyecan ile bakmıştım kendimin sevdiği şeyleri bilmeden onun sevdiği şeyleri bildim sevmiştim. Gözlerim kütüphane mermerini izliyorken ciddiyetle konuşan adamın sesi böldü bakışlarımı.
“ Sevgilisi için özgürlüğünü kaybetmiş olan adam. Güçlü denizlerin hakimi iken bir kadının sadakatsizliği ile lanetlenmiş bir adam”
Meraklı gözler ile usulca onu dinliyordum hareket etmeden. Raflardaki kitapları karıştırmayı bıraktığın da bana döndü bedeni ve bakışları.
“ Ben oradaki adamım”
Dedi omuzlarını silkerken. Onu ilk defa bu kadar ciddi görmüştüm karşım da ukala bir adamdan şu an eser yoktu adeta, omuzundan çantamı tekrar masaya koyduğum da dikkatlice oturdum sandalyeye. Tanımadığım bir adam bana koca bir kütüphane de dertlerini anlatıyordu bundan garip bir, tablo bile olabilirdi ukala bir adamın hiç tanımadığı bir birinci sınıf öğrencisine dertlerini anlatması. Hiçbir şey söylemek istemedim onu tamamen dinlemek istiyordum gözlerim önüne düşen siyah saçlarımı, kulağımın arkasına nazikçe koyduğum da mırıldandı.
“ Soğuk ve zalim dalgalar gibi bana hiç geri dönecek misin? Sesimi duy ve gelgitle şarkı söyle aşkım asla ölmeyecek. Dalgaların üzerinde ve mavinin derinliklerin de senin için kalbimden vazgeçeceğim…”
Refhan Araslan…
Tuhaf bir adamdı sözleri ve gözleri yaptığı hareketleri birbiri ile uyuşturmuyordu az önce ukala bir bad boy iken şu an aşktan çok yara almış bir adam gibi görünüyordu. Onu izliyorken yutkunduğunu ben bile görebiliyordum şu an karşımda duran adam, yaralı bir aslandan farklı durmuyordu adeta. Kalbime inen sıcaklık Refhan’a merhamet duygumun oluştuğunu anlamamı sağlıyordu, bu adam resmen bir karadelik gibiydi kendine bir şekilde merhamet ettiriyor ve bağlıyordu. Kafam çok karıştığın da düşüncelerim resmen birbirine girmişti kendi hüzünlü aşk hikayem yetmezmiş gibi, benim erkek versiyon hüzünlü aşk hikayem gibi olan adamın hikayesini kendime dert edinmiştim.
“Hayatın da ilk kırıklığı ne zaman tattın?”
Düşüncelerim bir toz gibi rüzgarla uçuşup gitmişti bu soru ile. Bu zamana kadar kimse bana böyle bir soru sormamıştı hep ben kendime sorardım ayna karşısında böyle sorular, gülümsedim kalbim acıdığı zaman bu gülümseme dudaklarım da dövme gibi kendini belli ediyordu hemen. Konuştuğum da dudaklarımdan dökülen kelimeler boğuk çıktı…
“ Doğum günümde tezgâhın üzerinde çilekli pastam olmadığı zaman”
Onu izlediğim de kaşlarını anlamayarak çattı yanaklarımdan süzülen yaşları yeni fark ettiğim de, kendime lanet ediyordum yine küçücük bir şey de ağlamıştım hemen küçük kız çocukları gibi.
“Yani annem gittiğin de”
Bunu yıllarca kendi içimde söylemiştim şimdi bunu kalbimin en kanayan köşesinden seslice söylediğim de, kalbimden bir parça kopmuştu kalbimden kopan parça yanaklarımdan şiddetle akarken onun kalbin de başımı bulmuştum. Ağlıyordum ona sığınarak küçük bir kız çocuğu gibi ağlıyordum kokusuna gömüldüğüm, de onu kendime o kadar çok bastırmıştım ki kokusundan başka bir şey almıyordum adeta. Kolları beni sıkıca sardığın da sanki bir baba gibi beni sarmalıyordu parmaklarının saçlarımda gezindiğini fark ettiğim de, fısıldadı sessizce koca kütüphane de.
“ Üzülme ben senin annen olurum.”
Tags: Çocukluk aşkı genç kurgu