1.BÖLÜM
Keyifli okumalar :))
Gecenin üçünde balkon denizliğinde yarım oturur vaziyette sokağı aydınlatan sarı sokak lambasına gözlerimi dikmiş izliyordum. Elimde yıllardır tek sığınağım olan anı defterimi göğsüme bastırıp, gözlerimden tek damla yaşın süzülmesine izin verdim. Özellikle yaz aylarında balkon denizliğinin üzerinde oturup sokağın sessizliğini dinlemek, içime anlatmaya gücümün yetemeyeceği bir huzur veriyordu. İşte o günlerden olan bu gece de uykumun tutmamasından dolayı defterime içimi dökmüş gözyaşlarımı da sokağı izlerken dökmek için saklamıştım. Küçüklüğüm ben büyüyene kadar normal olduğunu sanmam aslında hiç normal bir çocuğun büyümesine benzemediğini anladığım anlar, yaşadığım hayata olan nefretim körüklüyordu. Yaşadıklarımı dışa vurabilen bir insan olamadığım için beni iyi sanıyorlardı fakat ben hiç iyi olmadım. Onlar beni anlamaya uğraşmadılar bende kendimi anlatmak için uğraşmadım. Hoş anlatsam da anlayabileceklerini hiç sanmıyorum. Çocukluğumdan beri günlük tutup içimde sakladığım dışarıya yansıtamadığım sessiz çığlıklarımı yazıya döküyordum. Aslında yazıya döktüğüm sözler benim değil iç sesimin sözleriydi. Herkesin susturamadığı bir iç sesi vardır, işte benim de iç sesim hiç susmaz genellikle utandığım ve sinirlendiğim anlarda varlığını hissettirip kafamın içinde konuşmaya başlardı. Kalabalıklar içinde büyüyen yalnız bir çocuğun en yakın arkadaşıdır o içindeki ses. Gözlerimin önüne geçmişimden kopuk kopuk sahneler geliyor, zihnimde canlanan o sahneler ruhumu ürpertiyordu. Tek yapabildiğim düşünmemeye çalışmak ama olmuyordu. Defterimden rastgele bir sayfa açıp gözlerimi gezdirdim. Hayatımda yer edinen insanlara kendimce isimler verip içimi döktüğüm bir sayfaya denk gelince okudum sayfanın üzerindeki ismi.
‘Sorumsuz adam’
Satırlarını ezbere bildiğim sayfaya gözlerimi gezdirmeden kapatıp sokak lambasına diktim. Babamdan bahsettiğim sayfayı ne kadar okusam sonuç değişmiyordu. Sorumsuz bir insandı benim gözümde, bir çocuk babasından böyle bahseder mi? böyle bir babası varsa bahsederdi. Yine de onun hakkında kötü düşünemiyor sadece sitem edebiliyordum. Son yıllarda kendime defalarca sorduğum bir soru var. Babamı düşününce içimde neden bir boşluk oluyor? Sorumun cevabını hiçbir zaman bulamayacak gibi oluyorum. Babam ne kadar sorumsuzsa annem tam tersi sorumluluk sahibi, fedakar bir kadın fakat o da fedakarlıklarının arasında kaybolmuş bir kadın. Hayatın zorluklarını omuzlanmak için kendini feda eden bir kadın. Ah, onu anlatmaya kelimelerim yetmiyor ve sanırım hiçbir zaman yetmeyecek, tam anlamıyla onu anlatamayacağım. Başımı sağa sola sallayıp düşüncelerimden sıyrılmaya çalıştım. Ne kadar süre geçti bilmiyorum ama belimde oluşan hafif sızı saatler geçtiğinin kanıtıydı. Sonbahar aylarına girdiğimizden dolayı üşütmemek için üzerime giydiğim hırkanın cebinden telefonumu çıkarıp saate baktım. Sabah olmasına çok az kalmıştı neredeyse güneş doğacaktı fakat gözlerimde bir gram bile uyku yoktu. Sıkıntıyla iç çekip, oturduğum yerden kalktım. Bugün evde son günümdü okuduğum şehre gidecek, hem bu evden hem de İstanbul’un yorucu kalabalığından uzaklaşacaktım. İstanbul’un kalabalığı, yalnızlık sevenler için çok ürkütücü ve bıktırıcı olabiliyor. Bu yüzden İstanbul’dan daha küçük bir şehirde okumak kafamı dinlemek istemiştim. Okuduğum şehirde gerçekten huzurluyum belki de orada aileden olmayan insanlar olduğu için böyle hissediyordum. Aileden kastım çekirdek aile değildi, aile binasında yaşayan hayatımda söz sahibi olduğunu düşünen insanlar yüzünden yaşadığım evi sevmiyordum. Hayatımı anlatmaya çalışsam da bir türlü yeterli kelimeleri bulamıyor, omuzlarım düşüyordu. Odama girmeden önce yönümü değiştirip mutfağa girdim. Şuan bana en iyi gelen şey bir fincan kahve olacaktı. Dolaptan aldığım kahveyi açıp kokusunu içime çekmek gerçekten huzur veriyordu. Tadından ziyade kokusu mest ediyor bütün derdimi sıkıntımı bir saniyeliğine de olsa unutuveriyordum. Kahve makinasına yeterli miktarda kahve ve suyu koyup hazırlanması için beklemeye başladım. Ruh halime göre içtiğim kahve bazen sade bazen de şekerli oluyordu. Şuan sade kahvenin beni kendime getireceğini düşündüğüm için şeker koymamıştım. Kahvenin hazır olduğunu, burnuma dolan kokusu haber veriyordu. Büyük fincanımı elime alıp kahveyi yavaş hareketlerle doldurdum. Fincanı avuçlarımın arasına alınca sıcaklığının beni bir nebze de olsa güvende hissettirmesini umdum. Odama yavaş adımlarla geçerken koridorda duran aynaya bakmamaya özen göstermiştim. Gecenin bir vakti aynalardan her zaman korkmuşumdur, bakmak içimi huzursuz hissettirdiği için en iyisi bakmamak olduğunu düşünürdüm. Kardeşimin huzurla yatağında uyuduğunu gördüğüm zaman çok özensem de düşüncelerimi kafamdan atıp çalışma masama kahvemi bıraktım. Yatağımın altında bulunan gizli bir bölmede sakladığım hayatımın yönünü değiştirecek planlarımı yazdığım defteri elime aldım. Masa lambasının ışığını açıp defteri yavaş hareketlerle açtım. Burada yazılı planlarım belki beni bu hayatımdan çıkarıp başka hayata sürükleyecekti ama içimin huzurlu olması için ve benim hayatımı yaşayabilmem için her şeyi gün yüzüne çıkarmam gerekiyordu. Hayatıma bir şekilde dokunan insanlara iyi veya kötü çeşitli sözlerim olacak ve bunları onlara dolaylı yoldan aktaracaktım. Yıllar önce düşünüp, karar verdiğim andan beri her adımımı yazıp, gerçekleştirmek için sabırsızlandığım günü bekliyordum. Planlarımı gerçekleştirmek için yeterli paraya ve güce sahip olmak kolay olmadı ama hala biraz eksiğim vardı. Şuan okusam da bu sadece küçük bir paravandı yeteneğimi kullanarak çeşitli tasarımlar yapıyor ve satıyordum. Karşılığında hakkım olan yüklü miktarda paramı alıyordum. Bu olaydan ailemin haberi olmadığı gibi yakın arkadaşlarımın da haberi yoktu sadece tek bir kişi hariç. Özgür…Özgürle üç yıl önce tesadüfen bir kafede tanışıp arkadaşlığımız okulda devam etmişti. Sinema televizyon bölümü öğrencisi olduğu için benim fakülteme uzaktı ama her an yan yana olmamıza engel olmuyordu. O zamanlar yakın arkadaşım olsa da hayatımla ilgili tek bir şey bilmiyordu. Ondan emin olduğum an her şeyi anlatmış planım için yardım istemiştim, yardım edeceğini hem sözlü olarak dile getirmiş hem de gözleriyle bana güven vermişti. Üç yıldır tanıdığım bir insan ömrüm boyunca tanıdığım insanlardan daha yakın olmuştu. Siyah kaplı defterimi köşede duran çantamın içine bırakıp son kez odada gözlerimi gezdirdim. Önemli olan eşyalarımı valizime ve çantama yerleştiğimden emin olunca arkama yaslanıp kahvemin keyfini çıkardım. Her şeyin yerine geleceği gün eski ben olur muyum bilmem ama daha mutlu olacağımı adım kadar iyi biliyordum.
********************************
Uçağımın saatini erkene almam benim için iyi oldu böylece kimse uyanmadan çıkıp gidebilirdim. Zaten sabah uçağım erken olduğunu bilen annem için habersiz gitmem sıkıntı olmazdı. Babamınsa pek umurunda olacağını sanmıyordum. Yıllardır arada sırada da olsa gelip gidiyordum ama bir kere haberi olmamıştı ilk zamanlar beni havaalanına bırakmasını istesem de bu isteğim yanıtsız kalmış bende tek başıma gelip gitmeye alışmıştım. Çağırdığım taksi kapının önünde durup arabadan inen taksici amca, valizimi bagaja yerleştirirken ben çantamı koluma takıp arka koltuğa yerleştim. Uzun süren havaalanına gitme yolculuğum sıkıcı gelse de müzik dinleyerek bu sıkıntıyı en az seviyeye indirmiştim. Taksi nihayet havaalanının önünde durunca ücreti ödeyip indim. Valizimi sürükleyerek havaalanından içeri girerken derince nefes alıp mutlulukta gülümsedim. Uçağımın kalkmasına az kalmıştı aceleyle giderken telefonumun çalmasıyla cebimden çıkarıp arayana baktım. Özgür arıyordu, bekletmeden telefonu cevapladım.
“Efendim”
“Hey intikam perisi naber?”
neşeli çıkan sesine istemeden gülümserken ciddi olmaya çalışıp,
“Bana şöyle seslenmemeni ne kadar daha söyleyeceğim.” diye çıkışınca tabii ki her zamanki gibi takmayıp,
“Ama yalan mı?” diye soru sormuştu. Ağzımı açıp bir şeyler söyleyecekken,
“Neyse, ne zaman geliyorsun patladım sıkıntıdan.” dedi. Hafta sonu bir akrabamızın düğünü için gelmek zorunda kalmıştım. Zorunda diyorum çünkü her ne kadar sevmesem de bütün akrabalarımın bir arada bulunan etkinliklerini annem tarafından zorlanıyordum. Annemi kırmamak için son olmasını umduğum için düğüne katılmıştım. Düşüncelerimden sıyrılıp,
“Geliyorum şimdi uçağa bineceğim.” dedim. Neşeli çıkan sesiyle,
“Tamam o zaman almaya gelirim.” diyen arkadaşımın bu teklifini asla reddetmeyerek,
“Çok iyi olur. Teşekkür ederim.” dedim.
“Ne demek. Sen inince haber ver bana” Özgürü onaylayıp, telefonu kapattım. Hızlı adımlarla uçağıma doğru ilerlerken içim mutlukla dolduydu.
Nihayet uçağım okuduğum şehrin havaalanına inince derin nefes verdim. Koltuktan yavaş adımlarla kalkıp, çantamı omuzlarıma taktım. Çıkışa doğru hızlı adımlarla yürürken cebimde kapalı duran telefonumu açıp, Özgüre indiğime dair kısa mesaj yollayıp tekrar cebime koydum. Nihayet çıkışa vardığımda gözlerim Özgürü arıyordu ki az ilerimde onu görünce kocaman gülümseyerek yanına doğru yürüdüm. Valizimi sürükleyerek yanına doğru giderken Özgür de bana doğru geliyordu. Karşı karşıya gelince valizimi bırakıp kollarımı arkadaşımın boynuna doladım. O da kollarını belime yerleştirip, sarılışıma karşılık verdi.
“Sanırım kemiklerim kırılacak. Bu kadar özlediğini bilmiyordum.” kıkırdayarak kurduğu cümleye karşılık,
“Çok çok özledim.” dedim. Gülüşerek ayrıldığımızda Özgür valizimi eline aldı yan yana arabaya doğru yürürken,
“Bende çok özledim. Havadisleri eve sakla bol bol konuşmamız lazım.” dedi.
“Ne oldu bir sorun yok değil mi?” Çatılan kaşlarıma elliyle vurup,
“Düzelt şu kaşlarını, ufak pürüzler dışında sıkıntı yok” dedi. İnatla,
“Ne oldu anlat.” Diye sorsam da arabaya binene kadar tek kelime çıkmamıştı ağızından. Arabaya binmeden önce valizimi bagaja yerleştirip şoför koltuğuna oturunca bende yolcu koltuğuna oturup, konuşmasını bekledim. Bir şeyler vardı ama umarım planla alakalı şeyler değildir diye düşünmeden kendimi alamadım. Arabayı çalıştırmadan bana doğru dönüp,
“Senaryo ile alakalı ufacık bir problemimiz var.” dedi.
“Nasıl bir problem? En son senarist arkadaşınla ben dönünce çalışacağımızı kararlaştırmıştık.” dedim.
“Problem de o, arkadaşım yurt dışında teklif alınca acilen gitmek zorunda kalmış ve bana gittikten sonra haber verdi. ” deyince ellerimle yüzümü kapatıp sıkıntıyla nefesimi verdim. Benim tek başıma yapabileceğim bir şey değildi ki bu daha senaryo hazır değilken filmi nasıl çekecektik biz.
“Ne olacak şimdi? Arkadaşın senaryo işinde çok iyiydi, daha iyisini nerden bulacağız Özgür?”
Çığlık atıp bağırmak istiyordum daha başında problem çıkarken gerisini nasıl getirecektik biz.
“Sakin ol. Arkadaşım başka bir senarist arkadaşını önerdi onun kadar iyiymiş hatta uluslararası ödülleri varmış. Onunla konuşmuş bize yardım etmesi için adam yarın buraya gelecek senaryo boyunca burada kalacak.”
Anlattıklarıyla yüzüm kısa bir an aydınlanır gibi oldu ama aklıma gelen soruyla aniden düştü.
“Tanımadığımız bir adama nasıl güveneceğiz? Bizi yarı yolda bırakıp bırakmayacağına nasıl emin olacağız?” soru dolu gözlerle Özgüre bakıyordum.
“Merak etme arkadaşım ilk söylediğinde tanımadım ama araştırma yaparken daha önce tanıştığımızı hatırladım. İyi biri, ayrıca arkadaşımda kefil.” diyerek bana güven verircesine gülümseyince başımı ağır ağır salladım. Özgüre güveniyordum onun iyi dediği insandan hiç zarar gelmemişti son olay dışında ama yine de halledilmişti.
“Peki öyle olsun.” dedim.
“Güven bana sıkıntı çıkmayacak.”
“Sana güvenim tam Özgür biliyorsun.” dedim. Gülümsemesi yüzüne iyice yayıldı.
“Biliyorum canım. Hadi gidelim önce bir yerde kahvaltı yapalım sonra sen biraz dinlen. Yarın yorucu bir gün olacak.” deyince onu onaylayıp önüme döndüm. Yarından sonra çok yoğun günler bizi bekliyordu içimde biraz heyecan biraz da sıkıntı vardı. Sıkıntımın tek sebebi senaryoydu onu atlatsak içim rahatlayacaktı. Özgürün son sınıf olması nedeniyle bir yandan bitirme projesiyle uğraşıyor bir yandan da bu film işiyle uğraşıyordu. Filmin yönetmenliğini Özgür yapacaktı güvenim tamdı çünkü bu işte çok başarılı olduğunu biliyordum. Başta daha iyi yönetmenle çalışalım dese de kabul etmemiş onun üstlenmesini istemiştim. Güven problemim olduğunu bildiği için böyle bir şey istemem arkadaşlık bağlarımızı bir kat daha sağlamlaştırmıştı. İlk defa kendimden bile çok birisine güveniyordum hem de hiç tereddüt etmeden. Kahvaltı yapmak için geldiğimiz yere bakınca yüzümdeki gülümseme genişledi. Özgürle tanıştığımız Kafe’nin önünde durunca arabadan hızlıca indik.
“Buranın kahvaltısını özlemişsindir.” deyince başımla onaylayıp Kafe’nin içerisine girdik. Küçük olmasına rağmen sevimli duran mekanın içerisine girince insana huzur veriyordu. Burayı keşfettiğim ilk gün yaşadığım tatsız olay sayesinde Özgürle tanışmıştık. Aklıma gelen anıyla gülümseyip her zaman oturduğumuz masaya yerleştik. Benim aklıma gelen anılar onun da aklına gelmiş olmalı ki hüzünlü yüz ifadesiyle
“Tatlılarımızı karıştıran garson yüzünden az daha ölüyordun.” Dedi. Özgür’ün aksine gülümseyerek,
“Eğer karıştırmasaydı tanışmayacak ve beni çekebilen, böyle iyi arkadaşı ömrüm boyunca arasam da bulamayacaktım.” dedim.
Gülerek kurduğum cümle karşısında o da gülümseyince isteğime ulaşmış gibi mutlu oldum. Özgür fıstığı çok sevmesine karşın benim fıstığa alerjim vardı. Küçük bir lokma bile yesem hastanelik oluyordum. O gün çikolatalı pasta ve kahve istediğimde içinde fıstık olmamasını belirtmeme rağmen, arkamda oturan Özgürün fıstıklı pastasıyla karışmıştı. Karıştırılmayacak gibi değildi görüntüsü, içerisindeki fıstık kremasının yoğun olmayan bölgesinden aldığım bir lokmayla ilk başta fark edemedim. İlk lokmamı yutmamla fıstığın hafif aromasını fark ettim etmesine ama geç kalmış, lokmamı yutmuştum. Nefes almam zorlaşmaya başlayınca gözlerim kararmıştı. O sırada Özgür yanıma gelip beni hastaneye yetiştirmek için çok uğraşmış. O anlar bende yoktu, gerisini tekrar kafeye geldiğimde garsonlar anlatınca Özgüre can borcum olduğunu düşünüp teşekkür etmek istemiştim. Tanımadığım için tekrar gelirse diye garsona, bana haber vermesi için telefon numaramı bırakmıştım. Ertesi gün garson arayıp Özgürün geldiğini söyleyince aceleyle kafeye gittim. Oturduğu masaya gidip karşısına oturunca beni görür görmez hatırlamıştı, teşekkür edip biraz konuştuktan sonra masadan kalmıştım. Birkaç defa da okulda karşılaşınca muhabbeti ilerletmiş, çok sıkı dost olmuştuk. Aklıma film şeridi gibi gelen anılarla yüzümdeki gülümseme sırıtmaya döndüğünü fark eden Özgür de bana gülümseyerek bakıyordu.
“Beni bulmak için o kadar uğraşmasaydın tanışmış olmazdık.” deyince ufak bir kahkahanın dudaklarımdan firar etmesi engelleyemedim.
“Hiç de bile çok uğraşmadım.” yalandan itiraz etmeme karşılık Özgür’ün dudaklarından ufak bir kahkaha koptu.
“Tamam öyle olsun kader bizi bir araya getirdi diyelim.”
Ellerini teslim olur gibi kaldırıp, söylediği sözlerle onu başımla onayladım.
“Kesinlikle öyle” dedim. Yanımıza siparişleri almak için gelen garson çocuk ile sohbetimize ara vermiştik.
“Her zamankinden?” diye soran Özgürü başımla onaylamıştım. Burada kahvaltı yaptığımız zaman genellikle aynı siparişi verirdik. Buranın özel serpme kahvaltısının müptelasıydık yanında eğlenceli sohbetimiz eklenince değmeyin keyfimize. Garson siparişleri alıp gittikten bir süre sonra önden çaylarımızı getirmişti. Çoğu zaman kahve içmeyi tercih etsem de, bu kahvaltının yanında çay çok iyi gidiyordu.
“Anlat bakalım iki gün İstanbul da neler yaptın?” Ağzımın kuruluğunu alması için çayımdan bir yudum alıp, sıcak çayın mideme inişini hissetmeye çalıştım. Özgürün soru dolu gözlerine bakarak omuzlarımı silkip,
“Hayatımın en saçma iki günüydü.” dedim.
“Nasıl? Doğru düzgün anlat Öykü.” arkama yaslanıp kollarımı göğsümde birleştirdim.
“Sevmediğim akrabalarımın yüzünü görmem başlı başına saçmaydı zaten, sırf annem üzülmesin diye katıldım o düğüne biliyorsun.” dediğimde Özgürün beni başıyla onaylamasından sonra konuşmama devam ettim.
“Düğünden sonra genellikle evde annemle vakit geçirmeye çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü beş dakika yalnız bırakılmadık.” dediğim sırada siparişlerimiz de gelmişti.
Garson son tabağı da masaya bırakıp gidince Özgür bana dönüp,
“Kimin yalnız bırakmadığını tahmin edebiliyorum. Bütün bina değil mi?” dedi.
“Aynen öyle” deyip onu onaylarken bir yandan da muhteşem kahvaltımın tadını çıkartıyordum. Ağzıma peynirli börekten büyük bir lokma atıp,
“Of çok acıkmışım. Eee sen anlat?” dedim. Ağzımdaki lokmayı yutmayı çalışırken Özgür bana bakıp gülerek,
“Sakin ol sakin” deyince ona ters ters baktım.
“Açım diyorum aç nasıl sakin olabilirim.” dedim. Beyefendi bana gülmekten önündekileri yiyemiyordu. Çatalımı ona doğrultup tehditkar sesimle,
“Bana bak eğer gülmeyi kesmezsen çatalı batırırım.” dedim.
Eliyle dudaklarına hayali fermuar çekip,
“Tamam sustum.” dedi. Eline aldığı bıçakla ekmeğine fıstık ezmesi sürerken yüzümü buruşturduğumu gören Özgür gözlerini devirip,
“Şöyle bakma, ne yapayım çok seviyorum.” dedi.
“Tamam tamam bakmıyorum. Hadi bensiz ne yaptın anlat.” dediğimde çayından bir yudum içip ağzındaki lokmayı yuttu.
“Ne olsun sen gittikten sonra genellikle evdeydim.” dedikten sonra aniden aklına bir şey gelmiş gibi yaslandığı sandalyesinden doğrulup,
“Bak az daha unutuyordum. Hani sen geçen sene oyun karakteri tasarımı yapmıştın hatırlıyor musun?” dedi. Başımla onu onaylayıp devam etmesini bekledim. Hatırlamaz olur muyum en büyük kazancım o tasarımla olmuştu.
“Sen kendi bilgilerini vermek istemeyince benim bilgilerimi almışlardı. Dün aradılar ve tekrar tasarım yapmanı istediler ve teklif edilen tutar geçen senenin üç katı” son söylediği cümleyle gözleri parladı.
“Aslında çok iyi bir fırsat bu ne kadar zaman verdiler.” diye sorduğumda yüzü düşer gibi oldu.
“Orası biraz sıkıntı çünkü iki gün sonra teslim edilmesi gerekiyor. Bugün geldiğin için kısa süren var.” deyince gözlerim yerinden çıkacak gibi açıldı .
“Saçmalama iki gün çok az nasıl yetişir. Yok yapamam ara söyle yapamayacağımı.” dediğim sırada Özgür,
“İyi düşün üç katı diyorum planladığın işte en çok paraya ihtiyacın olacak. Yaparsın hatta bir günde bile çıkartırsın.” diyerek bana cesaret vermeye çalışması beni kararsızlığa sürüklüyordu.
“Bilmiyorum Özgür yapamayabilirim sıfırdan bir karakter bu.” dedim.
“Bak şimdi şöyle yapıyoruz. Buradan çıkıp sana gidiyoruz ve yarına kadar çalışıyoruz bende sana yardım edeceğim. Birlikte üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir iş yok unutma.” Diyerek bana destek olurken ellerimin üstünde duran ellerini sıkıca tutup,
“İyi ki varsın Özgür, sen olmasaydın ben ne yapardım.” dedim. Kolay duygulanan bir insan olmadığım için şuan bu hallerim ikimize de tuhaf geliyordu ama bende insanım sonuçta. Her an mantığım ağır bassa da taştan yapılmış bir kalbim yoktu. Kalan çaylarımızı içtikten sonra hesabı ödeyip kalkmıştık. Yol boyunca tasarımlarla alakalı fikir alışverişi yapıp, zihnimde bir şeylerin canlanmasını sağladım. Aklımdaki planı sorunsuz hayata geçirebilmem ve daha sonrası için paraya ihtiyacım vardı. Çeşitli tasarımlar yaparak satıyor, kazandığım paralar hesabıma yatıyordu. Kaldığım evin kirası ve giderleri hariç çok para harcayan bir yapım olmadığı için hesabımda senelerdir baya bir para birikmiş olmasına rağmen hala çok açığım vardı. Evimin önüne geldiğimiz zaman Özgür arabayı park etmek için beni indirip, arabayı park etmek için gitti. Eski bir mahallenin içinde küçük bir ev bulduğumda içim çok ısınmıştı içini kendime göre dekore etmiştim. Evim üç katlı apartmanın giriş katındaydı bahçesine sadece evin içerisinden girildiği için çok rahat ediyordum. Ev sahibim başka bir şehirde yaşayan yaşlı bir çiftti genellikle yazın gelir üst katta kalıyorlar. Yıllardır tanıştığımız için sanki onların torunlarıymışım gibi severlerdi beni hatta Nermin teyzeyle yazın okullar kapandıktan sonra sık sık birbirimize gider gelir akşam kahvesi içerek konuşmayı çok severdik. Çocukları ve torunları farklı şehirlerde yaşadıkları için çok sık bir araya gelemiyorlardı, onlarda torunlarının özlemini benimle dizginlemeye çalışıyorlar. Onlara o kadar alıştım ki yaz bitince kendimi çok yalnız hissettiğim oluyordu neyse ki yaz kış hep yanımda olan Özgür sayesinde çok fazla yalnızlığımı düşünüp üzmüyordum. Ben evin kapısını açıp içeri girerken Özgür de arabayı park edip yanıma geldi. Küçük ama şirin olan evimin içerisine girince günlerdir çok özlediğimi fark ettim. Yüzümde oluşan gülümsememle,
“Oh be dünya varmış, çok özledim evimi.” dedim. “Bende bahçeni özlediğim ve hemen gidip hamakta biraz dinleneceğim.
” Mutfaktan bahçeye açılan kapıdan çıkan Özgür bana doğru dönüp,
“Bir kahveye hayır demem doğrusu.” dedi. Odama gidip üstümü değiştirmeden önce sesimi yüksek tutup,
“Uşağın mı var senin kalk sen yap kahve üstümü değiştireceğim.” diye bağırdım.
“Nerede misafirlik anlayışı çok ayıp. Neyse ki böyle şeylere çok takılmayan bir insan olduğum için şimdi kahve yapıyorum.”
Odama girmeden duyduğum cümleyle kahkaha attım. Misafirlik sıfatı Özgüre göre değildi hangi arkadaşının evine gitse hiç yabancılık çekmezdi. Ev sahiplerimle tanıştığı gün bu içten davranışı çok hoşlarına gitmiş ve Nermin teyze Özgürü gördüğü yerde ‘seni torunuma alacağım’ diyerek Özgürü her defasında bıktırmaya bayılıyordu. Şeytan tüyü dedikleri Özgürde ziyadesiyle vardı. Siyah taytımı ve üzerine uzun tunik tarzı yeşil kazağımı giyip odadan çıktım. Mutfağa girmeden harika kahve kokusu burnuma doldu. “Sen bir harikasın Özgür.” diyerek bahçeye çıktığımda Özgür, Hamakta uzanmış gözleri kapalı yatıyordu. Masada duran kahve fincanımı alıp, sandalyeye yayılarak oturdum. “Ohooo şu hale bak, bütün gece uyumayan ben uyuklayan sen, ne güzel hayat” gülerek kurduğum cümleyle Özgür tek gözünü açıp yüzüme bakarken, “Neden uyumadın?” diye sordu. Anlatılacak çok şey vardı ama şu an hiç zamanı değildi. Yüzüme inandırıcı olmasını umduğum gülümsememi sergilerken Özgür’ün gözlerine baktım. “Kahve yüzünden” dedim. “Öykü ne zamandan beri kahve senin uykunu kaçırıyor?” tek kaşını kaldırıp sorusuna cevap bekler şekilde bana bakıyordu. Beni bu kadar detaylı tanıyan birisinin varlığına hala alışamamıştım. Özgür benden cevap beklerken ayaklanıp, “Fazla kaçırmışım” dedim. İçeri doğru yürürken arkamda kalan arkadaşıma doğru, “Hadi bana yardım edeceksen gel” diye seslendim. Benim odam dışında bir oda daha vardı. Odanın içinde bir duvarını boydan boya kaplayan kitaplığım duruyordu evin en sevdiğim yeri orasıydı. Canım ne zaman sıkılsa kitaplarımın tozunu alır teker teker yerine yerleştirirdim. Kitaplığın karşısında duran, açtığın zaman yatak olan koltuğu Özgür’ün ısrarları sonucunda almak zorunda kalmıştım. Bende kaldığı zamanlar salondaki koltuklarda beli ağrıdığı için günlerce başımın etini yiyerek beni zar zor götürdüğü bir mağazadan aldırmıştı. Zihnime dolan anılarla birlikte yüzüm de hafif bir tebessüm belirdi. Lazım olan eşyalarımı alıp, salona geçtim. Özgür salon koltuğunda yatar vaziyette oturup, uyukluyorken onun bu haline gülmeden edemedim. Eşyalarımı masanın üzerine yerleştirip, temiz bir sayfa açtım defterimden. Tek yapmam gereken özgün düşünmek ve kendim olmak…
Devam edecek…
Tags: #geçmiş arkadaş film güvensizlik içses intikam