Nisan ayının sıcak güneşiyle doğa tamamen uyanmış, yeryüzünü yeşil rengiyle süslemişti. Meyve veren ağaçlar artık rengarenk çiçeklerini açmış güneş ile beslenerek meyvelerini vermeye hazırlanıyorlardı.
Ağaçlar, çiçekler, bitkiler, çimenler ve fındık dalları.
Fındık dalları da yeni fındıklarını vermeye mutlulukla hazırlanmışlardı.
Fındığın çiçeğine, yumuşacık olduğu için fındık kadifesi derlerdi. Küçük kadifeler, fındık dallarını süslerken bir kadifecik vardı ki onun haberi olmasa da önemli bir görevi vardı. Görevin başlaması için artık uyanma zamanı gelmişti.
Küçük serçe kuşu konduğu fındık dalındaki yaprağa baktı. Biraz daha yaklaşarak yaprağın altındaki fındık kadifesinin yanında tüm sesiyle güzel bir şarkı söylerken henüz gözlerini açmamış küçük fındık kadifesi korkuyla uyandı.
-Ne oluyor, kimden geldi o ses?” Diyerek etrafına bakındı. Minik serçe görevini tamamlamıştı, uyanan fındığa bir kez daha öterek daldan uçup gitti.
Fındık, serçenin dalından kalkmasıyla hızla aşağı yukarı sallanınca yeniden korktu. Gözlerini aşağıya doğru çevirdiğinde gözleri kocaman oldu.
-Ayyy burası ne kadar yüksek, ya düşersem!” Dediğinde sallanmaya devam ettiğini fakat düşmediğini anladı.
-Düşmem herhalde şu başımdaki küçücük dal sağlam galiba.” dedi kendi kendine.
Etrafına bakarak nerede olduğunu, kimlerin yanında olduğunu anlamaya çalıştı. Her yer yeşil yaprak, aşağıda kalan yer de ise yeşil çimenler ve bir çok renkte çiçekler vardı. Sadece onlarda değil; arılar, karıncalar, sinekler, birbirinden değişik böcekler…
-Ne kadar kalabalık burası, kim bilir benim göremediğim daha neler var?” Diye mırıldandı. Kendini zorlayarak karşısındaki yaprakların arasından gördüğü gökyüzüne çevirdi bakışlarını. Ne kadar güzel bir mavi rengi vardı ve ne kadar yüksekti.
-Vayyy canına!” Dedi şaşkın haliyle.
-Ben ne kadar güzelim!” Diye düşündüğünde kendini görmeye çalıştı. Küçücük ama uzunca olan gövdesine baktı. Etrafındaki ağaçlara ve yapraklara göre küçücüktü.
-Acaba burada yalnız başıma ne yapıyorum?Nasıl öğrenebilirim diye düşünürken etrafında yeşil yaprakların altında olan diğer fındık kadifeciklerini gördü.
-Yaşasın yalnız başıma değilim. Hepimiz aynı şekilde minik fındık kadifesiyiz!” dedi ve meraklı gözlerle etrafını tanımaya devam etti.
Mavi gökyüzünün yavaş yavaş rengi değişiyordu. Önce kızıl sonra siyah oldu.
-Mavi gökyüzü gitti, akşam oldu ve her yer ne kadar sessiz!” Dedi.
-Ama yıldızlar olduğu için karanlıktan korkmuyorum. Sanırım uyusam iyi olacak.” Diyerek gözlerini yumdu ve güzel uykusuna daldı.
Yüzüne vuran sıcaklık ile esneyerek gözlerini açtı fındık kadifesi.
-Yaşasın mavi gökyüzü yine gelmiş ve herkes uyanmış!”Dedi sevinçle.
-Ah, ıh, oy, of çok yoruldum.” diyen sesin sahibini aradı etrafında fakat kimseyi göremedi.
-Kadifecikler bana bakın!” Diyen aynı sesin geldiği tarafa baksa da yine göremedi.
-Neredesiniz sizi göremiyorum!” dedi kadifecik.
-Off yine aynı şey, burdayım hepiniz bana bakın!” diyen sesin sahibi karşısındaki dalda olduğu yerde zıplayarak ön ayaklarını sallayan bir böcekti ya da kuyruklu bir hayvan.
Acaba bu neydi?
-Siz kimsiniz?” dedi kadifecik.
-Kendimi tanıtayım; Benim adım Yeşilbaş. Size bir soru sorayım; sizce benim adım neden Yeşilbaş?”
“Tabi ki yeşil renginden.” Dediler hepsi birden gülerken.
-Sen böcek misin?”Dedi bizim kadifecik
-Hayır ben böcek değilim; ben pullu sürüngenlerden Kertenkele’nin bir çeşidiyim.
“Peki siz ne renk olacaksınız? Dedi Yeşilbaş. Kadifecikler birbirlerine bakmaya başladılar.
“Kırmızı.” Dedi bir kadife.
“Hayır yeşil”
“Karışık renkli mi!” Dediler başka kadifeler.
“Bilemediniz; Fındık kabuğu rengi. Ahahahah!” Diyerek gülerken kendisine şaşkınca bakıyorlar hiç biri gülmüyordu.
“Ihıhım neyse şimdi sizinle önemli bir şey konuşacağım! derken bizim kadifecik sözünü kesti.
-Kaç yaşındasın?
-25 yaşındayım, benim ırkıma göre yaşlı sayılırım fakat sözümü kesmeden beni dinlerseniz sevinirim. Anlaştık mı?” Dedi Yeşilbaş.
Bütün kadifecikler dikkatle Yeşilbaş’ı dinlemeye başladılar.
-Siz şimdi birer kedifeciksiniz. Güneş ve yağmurun yardımıyla büyüyerek birer fındık tanesi olacaksınız. Uzunca günlerin sonunda tamamen büyüyerek fındık oldunuz mu hepinizin birer görevi olacak. ”
-Biz çok mu büyük olacağız?” dedi bizim kadifecik?
-Çok büyük değil fakat şimdiki halinizden biraz büyük olacak ve şekil değiştireceksiniz.
-Nasıl bir şeklimiz olacak kiii!? Diye sorulan soruya yaşlı Yeşilbaş önce bıkkınlıkla ofladı.
-Sizinde bana güleceğinizi biliyorum ama başka türlü anlatamıyorum ki! Diyerek homurdanıp konuştu. Kadifecikler sessizce Yeşilbaş’ın dediğini anlamaya çalıştılar.
-Ahh boşverin; aynı şuna benzeyeceksiniz, diyerek “hub” yaparak ağzını nefesi ile doldurarak yanaklarını şişirdi. Ayak parmağıyla balon gibi şişmiş yanaklarını işaret ederken daha fazla nefesini tutamayarak birden bıraktı.
-Böyle yuvarlak olacaksınız, derken fındık kadifelerinin gülmediğini fark etti. Hepsi sadece tebessüm ediyorlardı ve Yeşilbaş’ta tebessüm etti.
– Neden şekil değiştireceğiz? Dedi bizim fındık kadifesi.
– Çünkü sizin doğanız böyle yaratılmış ve her fındık ile aynı yaşam şekliniz var. Sadece içinizden siz özel seçilmiş fındıklarsınız.” Dedi yaşlı Yeşilbaş.
-Biz ne zaman büyük olacağız? dedi başka bir fındık kadifesi.
-Bu biraz zaman alacak. Güneş ve yağmurun yardımıyla aradan yaklaşık yüz yirmi gün geçtikten sonra büyümüş ve göreve hazır olacaksınız.” Dedi ve sivri uçlu diliyle geniş olan dudaklarını ıslattı.
– Çok uzun zaman değil mi! Biz o kadar nasıl bekleyeceğiz? Daha çabuk büyüsek.” Dedi bizim fındık kadifesi.
-Evet uzun zaman beklemeniz gerekecek fakat güzel ve sağlıklı fındık taneleri olmanız için zamanını beklemeniz gerekiyor. Bu zamana sabır zamanı derler ve çok yavaş geçer. Ama sabretmenize değecek ve sonucundan çok mutlu olacaksınız. Ben şimdilik gidiyorum. Siz büyüyüp fındık taneleri oldunuz mu yeniden geleceğim ve görevlerinizi anlatacağım. Hoşçakalın kadifecikler!” Diyerek yürümeye başladı.
“Ahh belim, ayy ayaklarım çok ağrıyor!” Derken birden fındık dalından kayarak hızla çimenlerin üzerine düştü.
“Bay Yeşilbaş iyi misiniz?” Diye endişeyle sordular kadifecikler.
“Merak etmeyin iyiyim, her zaman oluyor, yaşlılık. ” diyerek çimenlerde yürümeye başladı ve toprağın altına girerek kayboldu.
Bizim kadifecikler uzun süre bay Yeşilbaş ve vereceği görevler hakkında heyecanla konuştular. Nasıl bir görevleri vardı, neden özellikle seçilmiş fındıklardı, görevlerini başarıyla tamamlaya bilecekler miydi, sonra ne olacaktı çok merak ediyorlardı. Fakat sabırla beklemekten başka çareleri olmadığını hepsi anlamıştı.
Güneş git gide daha çok ısınıyor, arada ılık yağmurlar yağıyordu. Her gün başka bir hayvanla tanışan kadifeciklerin artık tamamen yeşil renginde yuvarlak ama alt taraflarında sivri uçları olan kabukları olmuştu. Bu yeşil kabuğa genelde çotanak derlerdi.
Artık kadifecik uçlarını görebilecek kadar büyümüştü. Etrafındaki dallarda olan kendisi gibi seçilmiş arkadaşlarıyla sohbet ederek geçen günlerde biraz daha şekil değiştirmişti. Havaların daha da ısınmasıyla ter içinde kalsada, yağmur yağdığında üşüse de kendisinin büyümesi için dayanması gerektiğini biliyordu ve sabır ediyordu. Bu ne kadar uzun bir zamandı ve beklemesi ne kadar zordu.
Artık sabır etmeleri gereken zamanın bittiğini düşünmeye başladı bizim kadifecik.
Sabah güneşi yeni yeni göğe yükselirken arkadaşlarıyla sohbet eden kadifecik kendinin altında kalan toprağın üstünde birilerinin gezdiğini gördü. Üstelik neredeyse kendisine değecek kadar büyüktüler. Bunlar da kimdi?
Ne yapıyorlardı?
Neden gelmişlerdi?
Bütün kadifecikler onları izlerken bay Yeşilbaş’ın sesini duydular.
“Kadifecikler bana bakın!” Derken yine olduğu yerde sürekli zıplıyordu.
“Bay Yeşilbaş sizi çok özledik!” Dediler hep birlikte.
“Bende sizi çok özledim ve sizi gördüğüm için çok mutluyum.” Dedi bay Yeşilbaş.
“Bay Yeşilbaş aşağıdakiler kim??” Dedi bizim kadifecik.
“Kadifecikler siz artık biraz büyüdünüz ve birer fındık tanesi oldunuz. Size bundan sonra fındıklarım diyeceğim.” Dediğinde hepsi çok mutlu olmuştular.
“Yaşasın!” Diye neşeyle bağırdı fındık tanesi.
“Fındıklarım aşağıdakiler; insanlar ve sizin dallarınıza bakım yapmaya geldiler. Altımızda ki otları temizleyecekler ve sizin göreve başarıyla ulaşmanız için sizi hazırlayacaklar.”
“Bay Yeşilbaş; biz hemen göreve gitmek istiyoruz.” Dedi bizim fındık tanesi.
“Biraz daha sabır edin fındıklarım. Görevinizde başarılı olmak için beklemeniz gerekiyor. Siz göreve gidene kadar insanlar her gün gelecekler. Onlardan korkmanıza gerek yok çünkü size görevde en çok onlar yardımcı olacaklar.”
“Ama ben hemen göreve gitmek istiyorummm.!” Diyerek bağırmaya başlayan bir fındık tanesi kendini sallayarak daldan düşürmeye uğraştı. Bay Yeşilbaş büyük gözlerini daha da kocaman açarak seslendi.
“Küçük fındık hemen durman gerekiyor yoksa göreve gidemeyeceksin!” Dedi.
“Hayır! Ben hemen gitmek istiyorum size ihtiyacım yok!” Diyerek uzunca uğraşarak kendini çimenlerin üstüne düşürmeyi başardı.
Bütün fındık taneleri düşen arkadaşları için üzülmüşlerdi. Ama bu onun tercihiydi.
“Ahhhh canım fındık tanesi. Tam olgunlaşmadan düştüğü için artık hiçbir görevi yapamaz. Lütfen benim sözlerimi dinleyerek biraz daha sabır edin, ne demiş atalarımız ” sabreden fındık, görevini tamamlamış!” Diyerek kendi kendine gülmeye başladı.
“Tamam tamam şaka yaptım. O sözün doğrusu ‘sabreden derviş muradına ermiştir.’ Ben yakında görevinizi anlatmak için yine geleceğim, görüşürüz fındıklarım.” Diyerek daldan aşağıya doğru yürümeye başladı. Yavaşça ve dikkatlice adımlarını atarak aşağıya indiğinde sevinçle yerinde zıpladı.
“Yiii huuu düşmeden inebildim. “Diyerek hızlıca yürümeye başladığında ön ayağı takıldı ve düştü.
“Hay aksi! Burada düştüm.” Dediğinde fındık taneleri sessizce güldüler. Sesli gülüp bay Yeşilbaş’ın utanmasını istemiyorlardı.
Yeşilbaş toprağın altına girerek gözden kayboldu. Bizim fındık tanesi heyecanla günlerin geçmesini bekledi. Gündüz olduğunda insanların gelerek toprağın üstünde sürekli çalışmalarını izledi. Başarıya ulaşmak için hep birlikte çalışmanın önemli olduğunu anlamıştı. Her gün biraz daha büyüyor, yeşil kabuğunun içinde ki yuvarlak kahverengi gövdesi daha sert hale geliyordu. Sabırla beklediği için artık görev zamanının geldiğini hissediyordu.
“Ben bu görevi başarabilirim!” Diyerek kendine güveniyordu. Sürekli hayal kuruyordu.
Sabah güneşinin yaprakların arasından yüzüne vurmasıyla yeşil kabukları yumuşacık olmuştu. Gülümseyerek etrafında ki arkadaşlarına “günaydın” dedi.
“Sevgili fındıklarım!” Diyerek bağıran bay Yeşilbaş’ın sesiyle bir anda ürkmüştüler.
Yapraklarla aynı renkte olduğu için bay Yeşilbaş kendisini gizlemeyi çok iyi başarıyordu.
“Fındık tanelerim artık büyük gün geldi. Bugün göreviniz başlıyor.” Dediğinde bütün fındık taneleri heyecandan birbilerine baktılar.
“Sizin göreviniz çocuklara sağlıklı olmalarında yardım etmek.”
“Nasıl yani hiç bir şey anlamadık!” Dedi bizim fındık tanesi.
“Bir defa anlatacağım beni dikkatle dinleyin fındıklarım! İlk öncelikle insanlar dallarızı kuvvetlice sallayarak sizi toprağın üzerine düşürecekler!” Dediğinde bizim fındık tanesi korkuyla söze atladı.
” Biz ne zaman düşeceğiz?”
“Bugün fındıklarım. Sonra sizi çocuklar toplayacak ve çuvala koyacaklar.”
“Neden çocuklar toplayacak? Dedi fındık tanesi.
“Çünkü siz özel fındıklarsınız ve özel insanlar olan çocuklar toplayacak. Sonra bir çok işlemden geçeceksiniz. İlk işlemde dışınızda olan yeşil kabuğunuzdan ayrılacak ve kahverengi kabuğunuzla kalacaksınız. ”
“Ama ben yeşil kabuğumu seviyorummm!” Dedi bir fındık tanesi.
“Üzülmeyin yeni halinizle pırıl pırıl parlayarak havalı olacaksınız. Devamında büyük bir fabrikaya götürülüp orada tekrar işlemden geçirileceksiniz ve bazılarınız orada kahverengi kabuğunuzdan ayrılacak!”
“Kahverengi kabuğumuzdan da mı ayrılacağız? Hem neden bazılarımız ayrılıyor?” Dedi bizim fındık.
“Çünkü görevleriniz farklı şekillerde olacak. Merak etmeyin İçinizde bir kabuk daha var! Her yeriniz kabuk bağlamış. Hahahaha!” Diye kendi kendine gülerken fındıklıkta birden sessizlik olmuştu. Yaşlı Yeşilbaş kendisinden başka kimsenin gülmediğini anlayınca birden sustu ve boğazını temizledi.
-Iğım ığım neyse.”
-Fındıklarım yarın görev başlıyor.” Dedi ve bizim fındık tanesinin yanına geldi.
-Bay Yeşilbaş ben görevimi çok merak ediyorum!” Dedi.
Heyecanlanmıştı.
-Sevgili findığım. Sen yarın görev arkadaşın Mert tarafından toplanacak ve kuruman için harmana götüreleceksin. Orada kabuğun ayrılacak ve kurutulacaksın. Sonra çuvala koyulup fabrikaya götürüleceksin. Orada sert olan kabuğundan kurtulup içindeki özel besinlerle dolu olan fındığın ile paketlenip yola çıkacaksın.” Dedi bay Yeşilbaş.
Bizim fındık tanesi dikkatle ve heyecanla dinlerken, merakla sordu.
“Bu görev yorucu olacak mı?”
-Evet olacak ama çokta eğleneceksin.
-Görevim ne zaman bitecek?” Dedi fındık tanesi.
-Sağlık vermen gereken çocuğun yanına gittin mi görevin bitecek.”
“Peki ben kimin yanına gideceğim?” Dedi fındık tanesi.
Bay Yeşilbaş gülümseyerek cevap verdi.
-Asya’nın yanına gideceksin. Asya seni yiyecek ve senin içindeki bütün vitaminler Asya’ya enerji verecek ve sağlıklı olmasında yardımcı olacak. Senin sayende Asya sağlıkla büyüyecek ve güçlü bir genç olacak.” Dediğinde bizim fındık tanesi sessizce düşünmeye başladı.
Asya onu yediği zaman o bir daha yaşadığı fındıklığı ve arkadaşlarını göremezdi ki!
“Sevgili findığım. Korkma! Asya seni yediği zaman sen onun bedenine sağlık verdiğin için mutlu olacaksın. Çünkü sen bunun için yaratıldın.” Dediğinde bizim fındık tanesi huzurla gülümsedi.
-Görevini başaracaksın biliyorum.” Diyerek fındık tanesinin alnından gururla öpüp vedalaştılar.
Fındık tanesi bütün gün hayal kurmuştu. Yeşil bir pelerini olan kahraman Fındık olarak uçup, Asya’yı kötü mikropların elinden kurtarıyor ve bütün hastalıkları yeniyordu. O güçlü bir Fındıktı.
Uzun ve zor görev yolculuğu başlamıştı. Fındık tanesi çabalayarak zorlu zamanları kolayca geride bırakıp başarmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Artık görevinin sonuna gelmiş kuruyemişçinin rafında Asya’nın onu bulmasını beklemeye başlamıştı.
Yorgunluktan uyuduğu sırada birden bir el, onu yerinden alarak kağıt paket içine koydu.
Pakette yalnız değildi. Kendi gibi kabukları soyulmuş, beyaz rengiyle en lezzetli fındıkların arasında heyecanla yolculuk yapmaya başladı. Bu paket içinde biraz sıkışmıştı ama mutluydu.
Uzunca bir yolculuk sonunda kendini bir tabağın içine doğru yuvarlanırken buldu. En üstte duruyor ve her tarafı rahatça görebiliyordu. Burası onun büyüdüğü yeşil tarlalardan çok farklı bir yerdi. Konulduğu tabak bir kadın tarafından alınarak hızla başka bir yere gitmeye başladı. Bizim fındık tanesi heyecanlanmış biraz da korkmuştu.
-Görevimi başarabilirim, korkmuyorum, çünkü ben farklıyım ve özelim!” Diyerek kendine cesaret verdi.
Başaracağına yürekten inanıyordu. Dikkatle gittiği yeri inceledi. Bir odaya girdi.
İşte! Oradaki Asya olmalıydı. Ne kadar güzel bir çocuktu. Turuncu, kıvırcık saçlarını ve yüzünde çilleri olan sevimli bir kızdı.
“Annecim kitap okumaya biraz ara vermek ister misin?” Diyen kadının sesini duydu Fındık tanesi.
Kendisini taşıyan kadın demek ki Asya’nın annesiydi.
Tabağın en üstündeki fındıkçığı alan Asya iki parmağıýla tutarak kocaman gözleriyle incelemeye başladı.
“Annecim, biz bugün okulda fındığın içinde hangi vitaminler var onları öğrendik. ” Derken yatağının üzerinde zıplamaya başladı. Bizim fındık tanesinin başı dönmeye başlamıştı. Asya’nın bir anda oturmasıyla rahat bir nefes aldı bizim fındık tanesi.
“Nelere faydası varmış, bana da öğretir misin madem!” Dedi annesi.
” Yüz gram fındıktaki vitamin ve mineraller benim gibi büyüyen çocukların günlük ihtiyacını karşılar.
Fındığın içinde karbonhidrat, kcal, E vitamini, magnezyum ve kalsiyum ile kemiklerin güçlenmesini sağlar. Sinir sistemini koruyan vitamin olarak da bilinen B6 vitamini sayesinde sinirlerin düzgün çalışmasını sağlar. Zihinsel ve psikolojik olarak kişinin daha rahat olmasına yardımcı olur.” Derken elindeki fındığı havaya atıp yeniden tutmaya başladı. Başı dönen fındık ise şaşkınlıkla Asya’yı gözleriyle takip ediyordu. Bu kız ne kadar çok şey biliyor ve ne kadar çok konuşuyordu. Ama konuşurken çok tatlı oluyordu.
“Fındık yersen seninde cildinin güzel olmasına yardımcı olur. Ama sen zaten güzelsin annecim!” Diyerek annesine sıkıca sarıldı Asya.
“Sende iyi ki benim kızımsın. Seni çok seviyoruz canım.” Diyerek kızının yanaklarından kocaman öptü annesi.
Elinin içindeki fındığı bir anda sıkarak annesine baktı Asya.
“Annecim bu fındığı saklayabilirmiyim? “Dediğinde bizim fındık ne yapacağını şaşırdı. Saklamak ne demekti bilmiyordu ki!
“Olur kızım. Onu özel bir yere saklarsan güzel olur.” Dedi.
Asya hızla yerinden kalkarak bir dolabın önüne gelip, rafta duran küçük cam kavanozu aldı. Kapağını açıp masanın üzerine bırakırken, bizim fındığı yine iki parmağının arasına aldı.
“Fındıkcık, sen benim oda arkadaşımsın artık. Buradan bana bakarsan canın sıkılmaz. Derslerimi bitirince seninle oyun oynarız. Görüşürüz fındıkcık.” Diyerek fındığı öpüp kovanozun içine yerleştirdi.
Fındıkcığın aklı karışmıştı. Ne yani Asya onu yemeyecek ve arkadaşı olarak saklayacak mıydı? Ama o zaman görevini başarmış olmazdı ki!
-Bay Yeşilbaşı görmek isterdim. Ne yapmam gerektiğini o bana söylerdi!” Dedi kendi kendine. Onu odanın her tarafını gören bir yere bırakıp, annesinin getirdiği fındıkları yemeye başlayan Asya’yı gördü.
Asya diğer fındıklarını büyük bir iştahla ağzına atarken bizim fındıkcığın aklı iyice karıştı.
-Bay Yeşilbaş ne demişti?
-Sağlık vermen gereken çocuğun yanına gittin mi görevin bitecek.”
Yani fındıkcık görevini tamamlamıştı. Asya onu yememiş, arkadaşı olarak saklamış olsa bile diğer fındıkları yiyerek sağlıklı bir çocuk olmaya devam etmişti.
“Ben başardım, görevimi tamamladım. Yaşasıııınnn!” Diyerek sevindi. Artık diğer fındık arkadaşları yoktu ama onun Asya adında çok akıllı bir arkadaşı vardı. Onunla çok güzel zamanlar geçireceğine emindi.
“Annecim evimizin önündeki arkadaşlarımın yanına oynamaya gidebilir miyim?” Diye annesine soran Asya’yı izledi fındıkcık.
“Asya’nın da arkadaşları varmış. Eminim ki çok güzel zaman geçiriyordur.” Diyerek gülümsedi fındıkcık.
“Annecim arkadaşlarıma fındık götürebilir miyim?”
“Götürebilirsin. Evin önünden uzaklaşmak yok canım kızım.” Dedi annesi.
“Teşekkür ederim annecim.” Diyerek odadan çıktı Asya ve annesi.
“Asya ile çok iyi arkadaş olacağıma eminim.”
Etrafını inceleyen fındıkcık gözlerini heyecanla odanın içinde gezdirdi. Etrafında bir çok kitap, duvarda yıldızların ve güneşin olduğu bir resim vardı. Bu resmi Asya yapmış olmalıydı.
“Çok yoruldum Asya gelene kadar uyusam iyi olacak.” Diyerek huzur ve mutlulukla gözlerini yumdu bizim fındıkcık.
Tags: #çocuk hikayesi #sevgi #görev #sabır #başarı