1. Bölüm-Her şeyin başladığı gün
“İşte şimdi bitmiştim. Haftalardır saklamaya çalıştığım şey sonunda öğrenmesini en son isteyeceğim kişilere söylenecekti. Zar zor bulduğum arkadaşlarımı tamamen kaybedecektim hem de onlar beni olduğum gibi severken. Bu işten nasıl sıyrılacaktım?”
…. Zaman önce
Ders zili çaldığında kütüphaneye gitmek için ayaklandım. Koridorda yine ve yine karşılaşmak istemediğim o grupla karşılaştım. Beni tedirgin ediyorlardı, ben kimsenin yoluna çıkmadan devam ediyordum işte neden beni de diğerleri gibi görmezden gelmiyorlardı ki sanki? Görünmez olmak için fazla güzel olduğumu düşünebilirsiniz ama aslında tam tersi. Ayrıksı ve asosyal tavırlarım belki de göze batan şeyler ve ben güzel değilim, maalesef. Ben Eda. Her okulda olan, kafasını dersle bozmuş o kız. Benim hakkımda edindiğiniz ilk ve muhtemelen en son düşünce bu olur. Kimse beni tanımaya çalışmadı, her ne kadar eskiden arkadaş edinmeye çabalasam da 3. Tekerlek olduğumu fark ettiğim zaman artık çabalamaktan vazgeçtim ve enerjimi en azından karşılığını alabildiğim şeylere verdim: Derslere.
Betül, her zamanki o ukala gülümsemesini suratına yerleştirmişti ve hamlesini yapmaya hazırlanan bir kaplan gibi bekliyordu. Tam yanından geçip gidecekken, “Ders çalışmaya ayırdığın vakti biraz da dış görünüşüne harcasan fena olmazdı. Haksız mıyım Öykü? Şunun göbeğine baksana, boyu desen zaten şöyle böyle. O kadar kiloyu taşımakta zorlanmıyor musun şekerim?” Öykü de onu onaylarcasına mırıldandı. Kıpkırmızı olmuştum. Neden herkesin içinde bunu yapıyordu ki? Birkaç kişinin bana acıyan gözlerini gördüm. Bazıları ise bıyık altından rencide oluşumu izleyerek eğleniyordu. Böyle durumlarda taş kesiliyordum, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemiyordum. Tek kelime bile edemiyordum utancımdan. Yine öyle oldu. Bu sefer duymamış gibi yapıp kütüphaneye gitmeyi başardım ama sözleri aklımdan çıkmıyordu. Tamam aşırı denecek kadar kilolu değildim ama normal kiloda olduğumu da söyleyemezdiniz. Boyum kısaydı o yüzden olduğumdan fazla gözüküyordum. Her kıyafet yakışmıyordu ve gerçekten kendime yakıştırdığım az kıyafetim vardı. Evet ben de kilo vermek istiyordum ama yapamıyordum. Uzun sürmüyordu diyetlerim bu yüzden pes etmiştim. Kafama takmayıp olduğum halimle devam etmeye çalışırken bir de dışarıdan gelen bu sözler gerçekten moralimi bozuyordu. Bazen gerçekten hüngür hüngür ağlamak istiyordum. İnsanların benimle ilgili gördükleri ilk şeyin kilom olmasını istemiyorum ama bu tamamen algı ile ilgili bir şey. Keşke insanların birbirlerinde ilk baktıkları şey kim oldukları olsa ama bu beyhude bir hayal sanırım. Böyle şeyler ancak masallarda veyahut şiirlerde olur. Ben de oraya aidim sanırım, biri beni yanlışlıkla bu dünyaya göndermiş olmalı. Düşüncelere boğulmuşken zilin tekrar çaldığını duydum. Al işte, onlar yüzünden yine odaklanamamıştım, oysa soru çözmem gerekiyordu. Bıkkınlıkla kitaplarımı alıp kütüphaneden ayrıldım.
Sınıfa girdiğimde hâlâ hocanın gelmemiş olduğunu gördüm. Sessizce cam kenarındaki sırama oturdum. Allahtan Betül bu sınıfta değildi de rahat bir nefes alabiliyordum. Tam o sırada sınıfımızın altın kızı içeri girdi. İstisnasız çok güzel bir kızdı Selin. Herhalde tüm okul bu konuda birleşebilirdi. Benim koyu kahve saçlarıma nazaran onun çikolata kahvesi dalgalı saçları vardı. Açık yeşil gözleri ilkbaharı anımsatacak kadar parlak ve güzeldi. Kirpikleri doğal olarak uzun ve kıvrıktı ama tabii ki benim onu bu kadar hoş bulmamın nedeni görünüşü değildi. Çok iyi kalpli biriydi. Yardımsever ve nazikti, içinden gelerek davranırdı. Onun yanında kendinizi huzurlu hissederdiniz. Sakın onu kıskandığımı düşünmeyin! Ona imreniyorum, rol modelim gibi. Yakın arkadaşı Ceyda’nın anlattıklarıyla yine güldü. Selin’e baktığınızda sanki ulaşılamayacak bir kız görürdünüz. Ceyda ona nazaran daha çok ölümlü gibiydi. Sarıya dönük hafif kıvırcık saçları, açık kahve gözleri ve bence onu çok tatlı yapan çilleri vardı. Küçüklükten beri yakın olduklarını duymuştum, sanırım anneleri arkadaştı. Keşke benim de böyle bir çocukluk arkadaşım olsa diye düşünmeden edemedim. 1 tane bile olsa bana yeterdi. Onların yanına gitsem beni asla terslemeyeceklerini biliyordum ama yine de bazen kendinizi bir resme ait hissetmezsiniz ya öyle bir çekingenlik beni bundan alıkoyuyordu. Düşüncelere dalmışken Ezgi hoca içeri girdi. Bu kadar güler yüzlü ve nazik birinin kızının neden Betül gibi biri olduğunu cidden anlayamıyordum. Evlatlık deseler ancak açıklanabilir bir durum olurdu. Annesine benzeyen tek özelliği koyu mavi gözleri ve gözünün hemen yanında olan küçük bir bendi.
“Eda, tatlım en son kitapta nerede kalmışız söyleyebilir misin?”
-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-
Zilin çalmasıyla rahatladım, not almaktan ellerim ağrımıştı.
“Ateş, oğlum hadi gelmiyor musun?” Arkadan gelen sesle gayri ihtiyari döndüm. Her sınıfta olan klasik spor fanatikleri her teneffüs olduğu gibi bu teneffüs de basketbol oynamaya gidiyorlardı. Onlara uymayan bir kişiyi seçmemi isteseler muhtemelen bu Ateş olurdu. Diğer arkadaşlarına göre daha olgun ve aklı başında olan biriydi ve muhtemelen okulun yarısı-yani kızların tamamı- ondan hoşlanıyordu. Bunun nedeni çoğu için yakışıklılığı olsa da bence onu ilgi çekici yapan şey centilmenliğiydi. Her kim olursa olsun eşit davranırdı, nazik biriydi ve saygılıydı. E tabi bu özellikleri onun bal rengi parlak gözleri, kumral saçları ve gamzeleriyle birleşince kızların rüyası oluveriyordu. Bu arada ben bunların dışındayım. Daha önce de dediğim gibi aynı Selin’e bakarken hissettiğim duygu Ateş için de geçerliydi. Onların dünyasına çok uzaktım ben. Onlar ana karakter olduklarını her halleriyle bağırıyorlardı bu yüzden onlara kişisel bir şey hissetmem imkânsız gibi bir şeydi. Kitap karakterlerini sever gibi seviyordum onları diyebiliriz. Ateş kafasını gömdüğü kitabından başını kaldırdı, “Bugün beni pas geçin.” Dedikten sonra yine okumaya döndü. Öğle teneffüsü olduğu için ben de sınıftan ayrıldım ve biraz kütüphanede dolaştıktan sonra yemekhaneye geçtim. Tam yemeğimi alıp bir masaya yönelmiştim ki ayağım bir şeye takıldı ve düştüm. Yemeklerin üstüne düşmemeyi başarmış olsam da ince çorabımın yırtılmasına engel olamamıştım. Dizlerim düşüşün etkisiyle biraz çizilmiş ve kızarmıştı. İçimden ofladım. Arkamdan gelen kıkırtıları duyduğumda kasıtlı olduğunu anladım. Kafamı kaldırdığımda o basketbol ekibini gördüm ve şaşırdım. Betül’den beklerdim ama kendi sınıf arkadaşlarımın bunu yapmasını beklemezdim. Bunu bana niye yapıyorlardı ki? Cevap vermezsem sıkılır ve giderler diye düşünüyordum ama öyle olmamıştı. Özellikle son 1 yıldır daha da artmıştı bu olay. Dişimi sıkıp okuldan mezun olmaya bakıyordum ama gerçekten zorlanmaya başlamıştım. Kalkmaya çalışırken önümde duran ayakkabılara sonra da onların sahibine baktım: Ateş! Önümde çöktü, gözlerime baktı, endişeli bir sesle,
“İyi misin?” dedi. Bana uzattığı elini tutarak ayağa kalktım. Toparlandım,
“Teşekkür ederim, iyiyim.”
“Revire filan gitmek ister misin? Bacakların yaralanmış gibi duruyor.” Diyerek eliyle işaret etti. Çizilmiş olan yer biraz kanıyordu. “Kendim giderim, ama sağ ol yine de.”. Gözlerine baktığımda gördüğüm saf öfkeyle irkildim.
“Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?”
Sınıf arkadaşlarıma hitaben söylemiş olsa da onlar bunu pek takıyor gibi görünmüyorlardı, zaten bir cevap verme zahmetine bile girmediler. Sadece güldüler, “Eğleniyorduk biraz.”. Bunu diyen kişi tabii ki de Samet’ti. Diğerlerini de yoldan çıkaran oydu. Başta o olmasa diğerlerinde bunu yapacak cesaret yoktu.
“Böyle mi eğleniyorsunuz? Bir insanı rencide ederek mi? Nasıl bir insan bundan zevk alır? Şuurunuzu mu kaybettiniz? Kaç yaşındasınız siz? Karşınızdaki kişi size diklenmiyor diye bu yaptığınıza onay verdiği anlamına gelmez!” Öfkesinden yumruklarını sıkıyordu. Tedirgince yanına gittim ve usulca konuştum,
“Ateş, buna gerek yok, ben alıştım.”. Bugün yardım ediyordu ama arkasını döndüğü an bana olan tavırları daha da artacaktı. Zaten zar zor idare ediyordum. Beni 2. gün yalnız bırakacak biri yardımdan çok zarar verirdi.
“Buna alışmamalısın. Böyle davranılmayı hak etmiyorsun. Lütfen kendini ezdirme.” Bakışlarımı indirdim. Belki biraz daha cesaretli olsam bunu yapabilirdim ama şu an sadece tereddüt edebiliyordum. Benim pısırık olduğumu düşünüyorsunuz muhtemelen ama gerçekten onlara karşı çıkacak ne özgüvenim ne de cesaretim var. Basketbol ekibine son bir bakış attım, pek de pişman görünmüyorlardı. Klasik. Ateşin bileğini tuttum, “Hadi gidelim lütfen. Ben iyiyim.” dedim. Sıkkınca nefes verdi ama beni takip ederek yemekhaneden çıktı. Koridora geldiğimizde ona döndüm, gözlerimi onun bal rengi şu an ise öfkeden karamel rengine dönmüş gözlerine diktim ve hafifçe gülümsedim, “Ateş, teşekkür ederim, gerçekten ama endişelenmene gerek yok ben kendi çapımda hallediyorum.”. Gözlerini bir an kapattı, söyleyeceklerini tartıyor gibiydi. “Bak, eğer kendini savunmazsan bunu bırakmazlar. Onların yaptıklarına tepki göstermeyerek sen de boyun eğmiş oluyorsun.” Gözlerimin dolmaması için alt dudağımı sertçe ısırdım, derin bir nefes aldım. Biliyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. O anlarda nedense o gücü bulamıyordum. “Haklısın ama ben iyiyim gerçekten. Bunu kendimce çözmeme izin ver olur mu?” Tatmin olmamış şekilde yüzüme baktı ama cevabıyla kararıma saygı duyduğunu belirtmiş oldu. “Tamam ama yardım gerekirse, veya herhangi bir şey, yanıma gel.” Dedi elini ensesine götürerek. Gelmeyeceğimi ikimiz de biliyorduk ama yine “Anlaştık.” demekten kendimi alamadım.
-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-0-
Revire gidip kanayan bacağımı temizledikten ve yara bandı yapıştırdıktan sonra sınıfa yöneldim. İçerinin boş olacağını düşünmüştüm ama Selin ve Ceyda oturuyorlardı. Beni görünce, “Selam Eda.” Diye el salladılar. “Selam.” Tam sıramdan kitabımı alıyordum ki Selin’in sesini duydum, “Hiii…Eda, bacağına ne oldu?”
“Düştüm ama önemli değil. Revire gittim zaten.”
“Geçmiş olsun, daha iyisin değil mi?”. Gülümsedim,
“Evet, teşekkür ederim.”
“Ama böyle olmaz çorabın yırtılmış, gel değiştirelim.” Kimseden görmediğim şefkati ondan bir anda görünce neredeyse gözlerim dolacaktı. Şefkatle yaklaşmak gerçekten zor değildi ama keşke bu duyguyu çok daha önce hissetme şansım olsaydı. “Olur.”
Beraber kızlar tuvaletine gittik ve yırtılmış çorabımı çıkarıp çöpe attık. Selin, yedek olarak taşıdığı çorabı bana verdi, “Teşekkür ederim. Daha sonra geri veririm.”. Elini önemli değil gibilerinden salladı, “Lafı olmaz, yedek olan çoraplarımdan biriydi zaten.” Tam çıkıyorduk ki bir kız grubu içeri girdi. Bizi görmemişlerdi anlaşılan. “Yemekhanedeki olayı duydun mu?”, “Ne duyması ya ben bizzat gördüm. Eda’yı düşürdüler, ama bayağı komikti. Yemeklerin üstüne düşse tam komedi olacaktı.” Bunu duymalarıyla Ceyda ve Selin’in yüz ifadeleri değişti. Selin’in ağzı şaşkınlıkla açıldı, Ceyda’nınsa yüzü öfkeyle çarpılmıştı, hatta tam üzerlerine yürüyordu ki Selin onu durdurdu. Yeşil gözleri sinirden alev alevdi. Yüzü şu an Ceyda’dan bile daha ürkütücü görünüyordu, “Dur, asıl suçlu onlar değil ama onlara da sıra gelecek.” Şu an bakışlarıyla nasıl bir hava yaydığının farkında değildi. Kapıya doğru ilerlediğimizde bizi gören iki kız bembeyaz kesildi. Sesli bir şekilde yutkundular ama onlara bir şey söylemeden çıktık. Ceyda ise bana dönüp, “Neden söylemedin? Düşmemişsin, düşürülmüşsün.”, “Fark etmezdi.”. Selin bir anda döndü, “Fark ederdi, şimdi onların ağzına sıçacağım.” Bu kadar naif görünümlü bir kızın ağzından böyle bir küfrün çıktığını duyduğumda ağzım resmen “o” şeklini aldı. Ceyda benim suratımın aldığı hali görünce gülmeye başladı, Selin de onu görünce gülmeye başladı. Eh ben de kendimi tutamayıp onlara katıldım. Ortamın ciddi havası bozulmuştu. “Ama gerçekten söylemeliydin…” dedi Ceyda gülüşlerinin arasında. Diyecek bir şeyim yoktu, her zaman yaptığım gibi sessiz kaldım.
“Kim yaptı bunu?” demesiyle Selin’e döndüm.
“Selin, benim için başka biriyle aranı bozmana gerek yok. Zaten beni yalnız yakaladıkları an buna devam edecekler.”
“Seni yalnız bırakacağımızı kim söyledi?” Bazen insan arkadaşının olmadığı gerçeğine o kadar alışıyordu ki birinden naziklik gördüğünden bile şaşırır hâle geliyordu.
Ceyda da ona katıldı, “Ayrıca onlara dur demezsen zincirlerinden boşanmış gibi davranmaya devam edecekler. Sessiz kalmak bir çözüm değil.”
Selin omzuma dokundu, “Bak, buna cesaret edemediğinin farkındayım ama bazen birilerinin sana yardım etmesine izin vermen gerekir.” Kendi içimde tereddüt etmiş olsam bile çoktan “Tamam.” demiştim. Zilin çalmasıyla sınıfa yöneldik, içeri girdiğimizde basketbol ekibi aynı yerindeydi. Selin ve Ceyda onları görünce tiksintiyle suratlarını buruşturdular. İkisi de hızlanarak basketbol ekibinin oturduğu yere yöneldiler, “Selin, Ceyda…Gerçekten gerek yok.” Desem de onların pek umurunda değildi. Selin’in gelişiyle güya kendilerini toparlayan ekip ona bakmaya başladı. Elleri belinde hesap soran Selin’in neler dediğini buradan bile tahmin edebiliyordum zaten çok geçmeden tüm ekibin surat ifadesi değişti, tartışıyorlardı sanırım.
“İyi oldu.” Arkamdan gelen sesle irkildim. Döndüğümde Ateş kapının eşiğine yaslanmış bizi izliyordu.
“Efendim?”
“Hak ettiklerini biliyorsun. En azından biri hadlerini bildiriyor.” Dedi tek kaşını kaldırarak.
“A-” Tam konuşacakken sözüm yarıda kesildi.
“Şu kıza bir bak allah aşkına. Ona gülmeyelim de kime gülelim? Değer verilmeyi hak eden biri mi sence? Kendinle onun gibi birini nasıl karşılaştırabiliyorsun? Saygı duyulmak istiyorsa sevilmeye değer olmalı ama ona şöyle bir baktığımda bunun hiç olmayacağını görebiliyorum. Bunu ona erken söylediysem ne olmuş yani?” Bunları diyen ekibin lideri Samet’ti. Dediklerine pek de pişman olmuş gibi görünmüyordu. Selin’in sinirden suratı kızarmıştı. Ceyda’nın alnında bir damar belirmişti. Kavga en sonunda tüm sınıfın ilgisini çekmişe benziyordu. Herkes -sağ olsunlar- ellerindeki işleri bırakmışlar tenis maçı izler gibi bizi izliyorlardı.
“Yetti artık…” Bunu diyen Ateş yaslandığı yerden doğrulup öne çıktı.
“Bir insana, kadına veya erkeğe, dış görünüşüne göre değer vermezsin. Saygı duymak başkasının özelliklerine göre yaptığın bir şey hiç değil. İnsansan saygı duyarsın.” dedi bastırarak.
Samet alaylı bir şekilde başını yana eğdi, “Böyle havalı lafları söylüyorsun ama onun gibi biriyle sen bile çıkmazsın Altın Prens!” Altın Prens onun okuldaki lakabıydı. Samet, bir konuda gerçekten haklıydı. Benim gibiler ve Ateş gibiler gerçekten aynı sınıftan değildi. O kendi sınıfından kendine göre birini bulacaktı. O kadar başka ve ayrıydık ki bizi beraber hayal etmesi bile şaka gibiydi.
Bu andan sonra Ateş’in sözleri, belki de şu ana kadar olan tüm olayların başlangıcı olacaktı.
“Eğer aşıksam nasıl göründüğünün benim için zerre önemi yok. Aşık olmak için görünüşten fazlası gerekiyor. Ayrıca” başını hafifçe eğdi ve sırıttı, “Ona zaten aşık olmadığımı nereden biliyorsunuz?” Sınıfta bir an kocaman bir sessizlik oldu. O an tek duyduğum şey, kalbimin göğüs kafesimi döverek atan sesiydi.
Merhaba arkadaşlar, bu benim ilk hikayem olmasa da bu platformda yayınladığım ilk hikaye. Gerçekten acemiyim o yüzden yapıcı olan her türlü eleştiriye açığım. Yorumlarınızı merakla bekliyorum, umarım severek okursunuz.
Tags: #arkadaşlık #ilkaşk #platonik #çirkin #şişman #aşk #dost #güzellik #tesadüf #romantik #romantizm #gençkurgu #gençkız