IMG-20201202-WA0008

BÖLÜM

1

İNTİKAM

“Her kalp atışının bir sonu vardır.”

              Her insanın hayattan alacağı vardır. Mutluluk, para, aşk ya da intikam… Benim bu hayattan, bu yeryüzünde yaşayan insandan, insanlardan alacağım bir intikamım var. En çokta sevdiğim, evleneceğim adamdan… Benden aldıklarını hiçbir zaman geri veremeyecek olsa da bana yaşattıklarını yaşamadan veda edemeyecek gökyüzünün maviliğine…

 “Prensesler gibi oldun güzel kızım.” Serap Hanımın sesini duyduğumda, aynada kendimi incelemeye son vererek arkamı döndüğüm. Kapıyı kapatıp, gülümseyerek yanıma yaklaştı. Bana bakarken gözlerinin içi gülümsüyordu. Onun bu samimi yaklaşımına karşın, somurtuk olan yüzüme zoraki bir tebessüm kondurdum. Serap hanım ellerimi avuçlarının içine aldı ve “dön bakayım bir. İyice bakayım kızıma,” dediğinde olduğum yerde bir tur attım. “Maşallah,” dedi hayran hayran bakarken. Bana bakarken âdeta gözleri ışıldıyordu. Olacaklardan habersiz sadece oğlunun mürüvvetinin mutluğunu yaşıyordu.

Uzun yıllardır tanıyordum Serap hanımı ve annemin ölümünden sonra bana anne olmuştu. Beni hiçbir zaman gelini olarak görmeyip, kızı olarak görmüştü. Her daim, ne olursa olsun ondaki yerimin hep başka olduğunu söyler ve hissettirirdi. Hatta zaman zaman derdi ki; ‘Sen hiç olmayan öz kızım gibisin.’ Sadece onun hatırına Fırat’tan intikam alacak olmam zor geliyordu. Fakat yaptıklarını düşündüğümde gözüm Serap hanımı dahi görmüyordu. Ona karşı olan nefretim, kinim, öfkem o kadar büyüktü ki, Serap hanımın iyiliği bile öfkemi dindirmeye yetmiyordu. Çünkü Fırat aynı Fırat’tı. Kötü her zaman kötüdür. İyilik kötüden üstündür lakin nefretin gözü iyiliği bile görmezdi kimi zaman.

 Ellerimi yeniden sıcak avuçlarının arasına alarak, dolan gözleriyle konuşmaya başladı Serap hanım, “Çok mutlu olun, birbirinizi hiç üzmeyin. Birbirinize olan saygınızı, sevginizi hiçbir zaman yitirmeyin. Eşler arasında evlilik boyunca illaki tartışmalar olur. Bazen ufak olsa da bu tartışmalar, kimi zaman büyük kavgalara da dönüşebilir. Ama siz yine de günün sonunda dargın uyumayın. Her şeye rağmen sımsıkı sarılın,” dedi ve akan burnunu içine çekti. Annelik görevini yerine getirmek için öğütlerde bulunuyordu. Hem de bu öğütleri, yalnızca saatler sonra oğlunun hayatına son verecek kadına bulunuyordu… “Ben oğlumu ilk defa bu kadar mutlu görüyorum, senin sevgin onu iyileştirdi Afife ve iyileştirmeye de devam ediyor. Onu hiç yarım bırakma kızım, olur mu?” dediğinde gözünden bir damla süzüldü. Ağlamamak için kendimi sıkıyordum. Dudaklarıma buruk bir gülümseme yerleştirerek kollarımı Serap hanımı boynuna doladım. Tek kelime etsem sesim titreyecekti. O, bu dünya için fazla iyiydi. Onun gibi bir anne, Fırat gibi bir evladı hak etmiyordu.

Kısa süren sarılmamızın ardından kendini geriye çekti, “Ağlattın beni de,” diyerek parmağının ucuyla gözlerinin altını sildi.

“Gözleriniz aksa da hep güzelsiniz,” dedim gülümseyerek. İçten bir gülümseme bahşetti bana.

“Ben aşağıya iniyorum, davetliler gelmeye başlamıştır,” diyerek odadan ayrıldığında içimde tuttuğum nefesimi gürültüyle dışa bıraktım. Aynanın karşısına geçerek kendimi incelemeye başladım.

Her kızın hayali olan beyazların içindeydim. Oysaki üzerimdeki gelinlik benim kefenimdi.

Günün sonunda bu beyaz gelinliğim kan lekeleri ile süslenecekti.

Günün sonunda bir cinayet işlenecekti.

Günün sonunda birisi daha bu hayata veda edecekti. Ve o kişi Fırat Yaman, yani evlendiğim adam olacaktı.

 “Bu son oyunun Fırat Yaman! Bu son oyununu bu gece bozacağım!” diye tısladım dişlerimin arasından. Kendimi bu halde görmek bile beni deli ediyordu. “Benden çaldıklarının bedelini ödeyeceksin, kirlettiğin hayatımın, yıktığın hayallerimin bedelini ödeyeceksin!” Aniden açılan kapı ile irkilerek bakışlarımı kapının olduğu yöne doğru çevirdim.

“Hayatım.” Fırat Yaman’ın sesinden dahi nefret ediyordum. Bir zamanlar her zerresine âşık olduğum adamın, şimdi her zerresinden iğreniyordum. Onu tamda şuanda öldürmemek için yumruk yaptığım elimi sıktım ve sertçe yutkunarak yüzüme gülücükler saçtığım maskemi takındım. Ayağa kalkarak karşısında dikildiğimde, baştan aşağıya süzdü ve âşıkmış gibi bakmaya başladı. “Çok güzel olmuşsun sevgilim,” dedi baygın baygın bakarak. Alayla dudağımın kenarı kıvrıldı.

“Fırat, burada bizden başka kimse yok, güzel sözcüklerini kendine sakla,” dediğimde gülümsedi. Birkaç adım atarak aramızdaki mesafeyi en az düzeye indirdiğinde ve elleriyle kollarımı tuttuğunda, çatılan kaşlarım ellerine kaydı.

“Her şeye rağmen seni sevdiğimi biliyorsun,” dedi kulağıma doğru yaklaşarak fısıldadı, “hayatım,” dedi ve yanağıma kuş tüyü bir öpücük kondurduğunda gözlerimi kapatarak bu anın son bulmasını diledim. Yeşil gözleri, ela gözlerimi hedef alırken dudaklarını araladı. “Ve gerçekten çok güzel olmuşsun,” dedi ve göz kırparak benden uzaklaştı. “Misafirlerimizi bekletmeyelim hayatım,” dedi ima dolu ses tonuyla. Her ne kadar öfkelensem de yalnızca birkaç saat daha dayanmam gerekiyordu bu evcilik oyununa. Sonra her şey son bulacaktı. Tek bir gecede harcayacaktım onu, tıpkı kardeşimi harcadığı gibi…

?

Ağır adımlarla önümüze serilen kırmızı halının üzerinde yürürken, salona yaklaştıkça müzik ve alkış sesleri artıyordu. Salondaki insanların görüş alanına girdiğimizde bir kez daha sahte maskemi takındım. Herkes, büyük bir hayranlıkla bizi izliyor, alkışlamaya devam ediyordu. Bu durum bir yandan keyif veriyordu. Çünkü Fırat Yaman’ın ölüm öncesi alkışlarıydı. Bu yüzleri son kez görecekti, bu insanların ona gösterdiği son ilgiydi. Buradan sonra ailemi aldığı toprağa karışacaktı. Kardeşimi, annemi sonsuz uykuya mahkûm ettiği gibi kendisi de o cemreye esir düşecekti.

Alkışlar dinmiş, yerini gülümseyerek bakan gözlere bırakmıştı. Arka planda çalan ‘Aşk Duası’ şarkısı…

Şarkıyı duyduğum zaman şaşkınlık dolu bakışlarım Fırat’ı buldu. Tahmin etmeliydim bu şarkıyı seçeceğini. Bu, onunla ilk dans müziğimizdi. Ellerimiz ilk defa bu şarkının notalarında buluşmuştu. Bilerek yapıyordu, geçmişi unutturmamak için yapıyordu. Dudağının kenarı kıvrıldığında genzimi temizleyerek bakışlarımı kaçırdım. İstemeyerek, nefret ederek son defa bu dansta eşlik ettim. Bu anların biran evvel son bulmasını umuyordum.

Dansımız son bulduğunda bedenimi ondan kurtararak, bizim için hazırlanan masaya doğru ilerledim ve bana ayrılan sandalyeye oturarak boş bakışlarımla insanları izleme başladım. Ben acılar içinde kıvranırken, onlar eğlencenin tadına varıyorlardı. Her şeyden habersiz, sözde mutluluğumuza eşlik ediyorlardı.

Saniyeler sonra yanı başımda hissettiğim kıpırdanma ile Fırat’ın geldiğini görerek umursamayarak başımı çevirdim.

“Az sonra bana, sonsuza kadar evet diyeceksin.” Saç diplerimde hissettiğim nefesi ile göz ucuyla bir bakış attım. Oldukça mutlu, hâline bakılacak olursa bu durum ona zevk veriyor olmalıydı. Etrafa göz attığımda kimsenin bizi izlemediğine emin olarak Fırat’a doğru eğildim.

“Sana neden evet dediğimi sende çok iyi biliyorsun Fırat, şansını zorlama,” dedim öfkeli çıkan sesimle. Bana biraz daha yaklaşarak önüme düşen saç tutamını kulağımın ardına sıkıştırdı ve gülümseyerek konuşmaya başladı.

“Öyle ya da böyle benim karım, benim kadınım olacaksın,” dediğinde sinir hücrelerimin damarlarımdan çekildiğini hissetmeye başladım. Sakin kalabilmek için gözlerimi yumdum ve dişlerimi sıkmaya başladım. Fırat, bu hâlime bakarken, yüzündeki gülümsemesini genişletti. Dudaklarım konuşmak üzere aralandığında hırıltılı sesler çıkararak, benden uzaklaştı ve ceketinin düğmesini ilikleyerek sırtını sandalyeye yasladı.

“Her şey mükemmel olmuş gençler,” dedi kırklı yaşların başında olan, dip boyası gelmiş kadın. Hayranlıkla bizi incelerken devam etti, “Bir süredir sizi izliyorum, çok yakışıyorsunuz maşallah. Mutluluğunuz daim olsun,” dediğinde yalandan gülümsedim. Fırat’ın eli belime dolandığında kendimi çekmek istesem de belimi daha sıkı kavrayarak bedenimi kendine yasladı.

“Teşekkür ederiz, eksik olmayın,” dedi neşe dolu sesiyle. Kadın yanımızdan ayrılınca sinirle Fırat’a döndüm.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun? Bu kadar şova gerek yoktu,” diye tısladım.

“Ne yapıyormuşum hayatım? Yeni evlenen, mutlu bir çiftiz biz. Unuttun mu?” Öfkeyle soluyarak başımı başka yöne çevirdim.

Yalnızca birkaç saat Afife… Birkaç saat…

?

Şahitler yerini almış, müzik sesi kesilmiş ve tüm salon büyük bir heyecan ve mutluluk ile nikâh memuruna odaklanmış vaziyetteydi.

“Değerli konuklar!” diyerek söze girdi nikâh memuru. “Her iki aile adına hoş geldiniz diyor, iyi eğlenceler dileyerek nikâh akdine başlıyorum,” dediğinde salondan alkış sesleri duyulmaya başladı. Her geçen saniye de daha fazla geriliyor, buradan kaçıp gitmek istiyordum. Fakat intikamımı hatırlayarak bu isteğimi dizginlemeyi başarıyordum. “Adınız soyadınız?” diye sordu nikâh memuru. Mikrofona doğru yaklaştım.

“Afife Aksoy.” Bakışları Fırat’a döndü.

“Adınız soyadınız?”

“Fırat Yaman.”

“Birbirinizle evlenmek istediğinizi bize yazılı olarak bildirdiniz. Yaptığımız araştırmalar sonucunda evlenmenize engel bir sebebin bulunmadığı tarafımızda tespit edilmiştir. Şimdi misafirler ve şahitler önünde, evlenmek istediğinizi sözlü olarak beyan ederseniz, evlenme akdinizi gerçekleştireceğim. Siz Sayın Afife Aksoy, Sayın Fırat Yaman’ı hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan eş olarak kabul ediyor musunuz?” diye sorduğunda salona sessizlik hâkim oldu ve herkes dudaklarımdan dökülecek olan o kelimeyi beklemeye başladılar. Fırat’a baktığımda o da heyecanla benden gelecek olan yanıtı odaklanmıştı. Dizlerim ve ellerim titremeye başlıyordu yavaştan. İlk ve son defa Afife. Kardeşin için, annen için, vicdanını rahatlatmak, yaşayabilmek için şuanda evet demen gerekiyor. Sen gücünü annenden aldın Afife, şimdi olmaz. Şimdi pes edemezsin.

Fırat’ın gözlerinin içine bakarak mikrofona fısıldadım.

“Evet.” Kabul etmem üzerine alkışlar ve ıslıklar yükselmeye başladı salondaki konuklardan. Bakışlarım Serap Hanım ve Cihangir beye kaydığında, duygulu bakışlarını üzerimde hissettim. Çok mutlulardı. Belki de hayatlarındaki en güzel gündü. Fakat gecenin sonunda onlar için güzel olan bu güne cinayetin izleri sıçrayacaktı. Bu gün, evlilik yıl dönümü olarak değil, Fırat Yaman’ın ölüm yıl dönümü olarak anılacaktı.

Herkesin ayaklanarak salonu alkış sesleri ile doldurduklarında kendime gelerek etrafa bakındım. Bana uzatılan evlilik cüzdanını gördüğümde, evlilik cüzdanını ellerimin arasına aldım. An itibari ile hayatla olan bağlantım kesilmiş olup, tüm sesler kulağımın içinde uğulduyordu. Kollarımdan tutan eller ile başımı yerden kaldırdığımda o kişinin Fırat olduğunu görmem ile ancak kendime gelebildim.

Konuklar tek tek yanımıza gelerek ve bize içten dileklerini göndererek birer birer salonu terk etmeye başlamışlardı. Salon tamamen boşaldığında yanımızda sadece Serap Hanım ve Cihangir Bey kaldı.

İlk olarak ona yaklaştım ve elini öptüğümde bana sımsıkı sarıldı. Baba gibi…

“Oğlum sana emanet, eminim ki ona çok iyi bakacaksın,” dedi güven duyan sesiyle. Yüreğimin en ücra köşesinde sakladığım merhamet duygum, yalnızca bu iki insanın sözleriyle yüzeye çıkıyor, yapacağım şeyin çok yanlış olduğunu bana hatırlatıyordu. Ancak çok iyi biliyordum ki, Fırat Yaman merhamet edilmeyi hak etmiyordu.

Cihangir Bey’in söylediklerine başımı sallamak ile yetinerek Serap Hanım’ın elini öpmeye yeltendiğimde izin vermeyerek elimi tuttu ve anne sıcaklığıyla sarılmaya başladı.

“Sen bana evlat olduğun gibi oğluma iyi bir eş, çocuklarınıza çok iyi bir anne olacaksın,” dediğinde dayanamadım ve gözümden bir damla yaş süzülerek özgürlüğünü ilan etti. Vicdanım sırtımı tırmalıyordu. Kalbime gömdüğüm duygularım canlanıyordu. Yıllar önce hayallerim vardı. Hayallerimiz vardı Fırat ile. Oysa şimdi yaşanması hayal bile olamayacak kadar imkânsız ve yasak düştük birbirimize. Onun ellerinde annemin kanı vardı. Gözlerinde kardeşimin, Miray’ımın cansız bedeni asılıydı. Birbirimize haramdık artık.

“Teşekkür ederim,” diye fısıldadım ellerini tutarken.  “Bana anne olduğunuz için size minnettarım,” dediğimde gülümsedi ve yanağımı sevdi.

Özür dilerim, dünyanız başınıza yıkılacak ama ben o yıktığım dünya için hiçbir zaman üzülmeyeceğim…

?

Evin önüne geldiğimizde elimdeki anahtarı kapının deliğine takarak kilidi çevirdim. İçeriye adım atacağım sırada Fırat’ın kolumdan tutarak durdurması ile yukarı kalkan kaşlarımla baktım.

“Ne oldu?” diye sormam üzerine dudağının kenarı kıvrıldı.

“Yeni evimize gelinlikle gireceksin. Adet yerini bulmasın mı karıcığım,” dediğinde yüzümü ekşiterek kafamı çevirdim ve umursamayarak içeriye girdim. Gülme sesini hissetsem de üzerinde durmadım. Biliyordum, beni sinir etmek için yapıyordu. Ancak ona istediğini vermeyecektim. Bu gece Fırat Yaman devri kapanacaktı. Bu gece ölürken son arzusunu dahi sormayacaktım, ona o hakkı tanımayacaktım. Bu gece sadece ve sadece benim istediklerim olacaktı.

“Yüzümü yıkayıp geliyorum, bekle beni seninle daha işimiz bitmedi,” dedi ve göz kırparak yatak odasının içinde bulunan lavaboya girdiğinde fırsattan istifade sabahtan beri küçük, el çantamın gizli bölmesine sakladığım çakıyı alarak avucumun arasına hapsettim. Dakikalar içinde banyodan çıkan Fırat kendini yatağın üzerine attığında bir köşeye sinmiş onu seyrediyordum. Yeşil gözleri, gözlerime değdiğinde bakışlarımı kaçırmak istedim ama yapamadım. Yataktan doğrularak parmaklarını saçlarına geçirdi ve bana doğru yaklaşmaya başladığında kalbimin ritmi değişerek hızlanmaya başladı. Aç bir köpek gibi beni baştan aşağıya süzdüğünde irkilerek geriye bir adım attım.

Ondan korkmuyordum, bana dokunmasına asla izin vermeyecektim. İlk cinayetimi işleyecektim. Bunu düşünmek insanın içini ürpertiyordu. Az sonra masumluğumu kaybedecektim. Allah’ın vermiş olduğu cana kıyacaktım, temizlenmesi mümkün olmayan bir günahın içine düşecektim. Belki de boğulacaktım günahımın içinde ama asla pişman olmayacaktım. Her pişmanlık duygusunu hissettiğimde, nefretimi ve intikamımı hatırlayacaktım.

Fırat’ın eli saçlarıma uzandığında kendimi geri çektim.

“Bir şey yapmayacağım, sadece saçlarına dokunmak istiyorum,” dedi masum bir çocuk gibi. Ama o masum değildi. Katiller masum olamazlardı. Bu sefer eli yanağıma değdiğinde, refleks olarak elini tuttum ve yüzümden çektim.

“İstemiyorum, uzak dur benden!” diye haykırdığımda ellerim titremeye başlamıştı. Avucuma hapsettiğim bıçak parmaklarımın arasından kayıp düşecek gibi olduğunda, titreyen ellerime aldırış etmeden bıçağı daha sıkı kavradım. Dehşetle açılan gözlerimi, Fırat’ın gözlerine diktiğimde onunda gözleri, benimkiler gibi kocaman açılmıştı. Onun arzulayıcı bakışları kadar, benim bakışlarımda kin ve öfke vardı. Fırat, ısrarla üzerime doğru gelmeye devam ederken, titreyen ayaklarım benden bağımsızca geriye doğru adımlamaya başladı. Bedenim soğuk duvarla birleştiğinde durmak zorunda kaldım. Aramızdaki mesafeyi minimum seviyeye indirdi ve bedeni bedenime temas ettiğinde acıyla gözlerimi yumarak dişlerimi sıkmaya başladım.

Karşısında hiç istemeyeceğim bir şekilde titriyordum. Ve o da bunu fark ederek, bu durumdan faydalanmaya çalışıyordu. Göğüs kafesim hızla inip kalkıyor, kalbim gürültüyle çarpıyordu. Üzerime eğildiğinde yutkundum. Keskin parfüm kokusu burnumu sızlatıyordu. Onun kokusuna bir yanım hayran iken, diğer yanım nefret ediyordu. Saçlarımın buklelerini usulca geriye doğru iteledi. Ardından parmakları, şakaklarımdan yanağıma doğru süzüldüğünde soğuk ellerinin tenime temas etmesi, içimi ateş gibi yakmaya başladı. Kirpiklerimde biriken gözyaşlarım, gözlerimi yummam ile özgürlüğünü ilan etti. Ona bu kadar yakın olmak hem kalbime hem de ruhuma zarar veriyordu. Kendimi sıkabildiğim kadar sıktım ve parmaklarımın arasında ki bıçaktan cesaret almaya çalıştım.

“Neden benden kaçıyorsun Afife?” Sesi kulağıma fısıltı şeklinde dolduğunda yandan bir bakış attım, dudakları yanağımı okşamaya başlamıştı. Dudağımın kenarına geldiğinde durdu. “Evlendik biz farkındasın değil mi?” diye devam ettiğinde sözleri kalbime hançer gibi saplanmıştı. Kalbimin tam ortasında kocaman bir yaraydı o. Her sözü yaramı kanatıyordu… Her dokunuşu sızlatıyordu…

“Bu gerçek bir evlilik değil, farkındasın değil mi?” dedim kendimden emin bir şekilde. Bu kadar net oluşum Fırat’ı şaşırtmışı. Gözlerini kısarak, yüzümden hissettiklerimi okumaya çalışıyordu. Eli sertçe ensemi kavradığında sarsıldım. Diğer eli bıçağın olduğu elime uzandığında kendimi geri çekmemle beraber, çatık kaşlarıyla bakmaya başladı. Elimdeki bıçağı fark etmesi an meselesiydi. Çakıyı mümkün olduğunca avucumun arasına hapsettim.

“Benimle evlenmesen annen Zehra gibi olacaktın farkındasın değil mi?” dedi tok sesiyle. Söylediklerini karşısında beynimden vurulmuşa dönerek, kendimi ondan uzaklaştırmaya çalıştığımda, beni kendine daha çok bastırdı. Bu hareketi canımı acıtmıştı. Ancak içimdeki öfke öyle büyüktü ki, canımın acısını umursamadım bile. Gözlerim ateş saçarken, işaret parmağımı Fırat’a doğrultarak tehditkârca sallamaya başladım.

“Sakın! Sakın bir daha annemin adını ağzına alayım deme!” dedim dişlerimin arasında. Sesim, olması gerektiğinden biraz fazla çıkmıştı. Alay edercesine güldü Fırat.

“Kızım kendine gel! Seni o çöplükten çıkarmasam sen de annen gibi orospu olacaktın!” dedi tükürürcesine. Anneme kullandığı tabir kanıma dokunmuştu. Annem öyle birisi değildi. Gazino sanatçısı olması onu itham ettiği sıfata sokmazdı. Gözlerimi kapatarak sakin kalmayı çalışsam da bunu pek başarabildiğim söylenilemezdi. ‘Sakin ol Afife. Burada neden olduğunu unutma,’ diyerek teselli edici cümleleri tekrarladım içimden.

“Senden nefret ediyorum!” diye bağırdım tiksinç bakışlarımın altından. Bu defa daha büyük bir kahkaha attı. Birkaç saniye donuk bakışlarını gözlerimde gezdirdiğinde dudağının kenarı kıvrıldı.

“Biliyor musun Afife, seni senin bana olan nefretin kadar seviyorum.” Yüzümü ekşiterek bakışlarımı üzerinden çektiğimde çenemden tutup, yüzümü kendisine çevirdi. Kendimi ondan çekmeye çalıştıkça kendisine daha çok bastırdı. Parmakları gelinliğimin fermuarına uzandığında bedenim kaskatı kesilmişti. Elinden kurtulmaya çalıştıkça bedenimi duvara yasladı. Gelinliğimin fermuarını usulca aşağıya indirdiğinde ellerim çekmeceye uzandı. Fırat, elinden kurtulmaya çalıştığımı fark ettiğinde belimi kavrayarak duvara sertçe yapıştırdı ve kollarımı duvara bastırdı. Bakışları adeta ateş saçıyordu.  “Benim aptal karım!” diye tısladı dişlerinin arasından. “Yaptığımız anlaşmaya uyarak, sana dokunmayacağımı mı sandın?” diye sorduğunda içimden kahkaha atmak istesem de durumum buna uygun değildi. Çünkü Fırat’a karşı koymaya gücüm yetmiyordu ve istediğini elde eden ben değil, o olmak üzereydi. Dişlerini birbirine bastırarak var gücümle onu ittirmeye başardığımda az da olsa kendimden uzaklaştırabilmiştim. Gözleri şaşkınlıkla açılırken, dişlerinin arasında küfür mırıldandı.

Fırat! İstemiyorum!” diye kükrediğimde dudağının kenarı kıvrıldı ve delirmiş gibi bağırmaya başladı.

“Evlendik biz Afife! Anlaşma da olsa bugün bana evet dedin! Eşim olmayı, karım olmayı kabul ettin. Tıpkı kalbinin bana ait olması gibi bedeninde bana ait olacak!” Bağırırken tükürüklerini tutmayarak etrafa saçmıştı. İğreniyordum ondan. Her hareketi beni öfkelendiriyordu. Aramızda zaten az olan mesafeyi bir çırpıda kapatarak dudaklarıma kapandığında karnına dizimi geçirerek, suratına şiddetli bir yumruk attığımda sendeledi ve eli yüzüne gitti. “Siktir!” Zaman kaybetmeden çakıyı açarak Fırat’ın önüne salladım.

“Ben senin değilim! Ben kimsenin değilim! Ben bir eşya değilim, kafana göre sahiplenemezsin. Ben bir kadınım ve sadece kendiminim. Bir sahibe ihtiyacım yok!” Fırat’ın eli yanağını tutmaya devam ederken şaşkınlıkla büyüyen gözleri önce gözlerime değdi, ardından elimde tuttuğum çakıya kaydı.

“Afife, ne yapıyorsun sen? O bıçakta ne demek oluyor?” dediğinde histerik bir kahkaha attım. Dizlerimin ve ellerimin titremesi durulmuştu. Fırat’ın karşısında öfkeli, intikam ateşinde yanan bir kadın vardı artık. Ondan zerre kadar ürkmüyordum bile.

“Her şeyi biliyorum!” diye haykırdığımda Fırat, duygusuz bakışlarıyla gözlerimin arasında mekik dokudu. O günkü gibi rolünü çok iyi oynuyordu.

Fırat Yaman, servetli bir ailenin varisi. Ailenin tek çocuğu, veliahdı. Bu yüzden her zaman parasının gücüne güvenmiş, âdeta paranın ve gücün kölesi olmuş, mutluluğu, sevgiliyi, arkadaşlığı parası ile satın alabileceğini zanneden bir zavallı. Haklıydı. Bu güne kadar istediği her şeyi parası il elde etmiş, tüm günahlarının üzerini hukuki gücü sayesinde ört baz etmişti. Ve şimdi sıra bana gelmişti. Beni de herkesi elde ettiği gibi elde edebileceğini zannediyordu. Ona itaat etmemi istiyordu. Bugün için kurduğu planların içinde bu da vardı. Ancak ben Afife Aksoy’dum. Ve kurduğu, kuracağı tüm planları yıkacaktım. Hem de ölümle.

“Ne saçmalıyorsun sen?” diyerek çıkıştı karşıma geçerek. Sinirden dudağımın kenarı kıvrıldı gülercesine.

“Oyun bitti Fırat Yaman. Perde kapandı. Artık bu perdenin ardında ki gerçeklere dönelim istersen!” dedim kaşlarım havalanırken. “Hı, ne dersin?” Artık kendimden çok daha emindim. Karşımda iki büklüm olması hem bana güç veriyordu hem de tatmin ediyordu.

“Ne diyorsun sen Afife? Kendine eğlence mi arıyorsun? Ses tonu az öncekine nazaran daha sert, daha korkusuz çıkmıştı. Bir adım öne çıktığında parmakları boynunda gitti, sıkı olan kravatını çekiştirerek gevşetti. Yeşil gözlerindeki korkuyu görebilmek bana cesaret veriyordu. Ona doğru birkaç adım atarak ve aramızdaki mesafeyi en az seviyeye düşürerek bıçağın ucunu Fırat’ın yüzünde gezdirmeye başladığımda Fırat, çatık kaşlarıyla gözlerimin içine bakıyordu. Kulağına yaklaşarak fısıldadım,

“Zehra Aksoy’un ölümü desem?” diyerek geri çekildim ve tepkisini görmek için bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Göz bebekleri gözle görülür derce de büyürken, çatık kaşları daha da çatılmıştı. Çene kaslarının belirginleşen damarlarından gerildiğini görebiliyordum. Genzini temizlerken sertçe yutkundu. “Hatırladın değil mi o günü?” dedim gözlerini, göz hapsimde tutmaya devam ederken.

“Sen…” dedi ve duraksadı. “Sen neyden bahsediyorsun,” diye sordu sakince. Ellerim titremeye başlamıştı. Aklıma gelen geçmiş ile gözlerimin dolduğunu hissettiğimde bakışlarımı yere düşürdüm. Hayır, ağlama Afife… Ağlama. Ağlayamazsın, diyerek kendimi toparlamaya çalıştım. Akmak üzere olan gözyaşlarımı durdurmayı başardığımda, başımı kaldırarak Fırat’a bakmaya devam ettim. Annemin çığlıkları beynimin içinde şimşek gibi çakmaya başlamıştı. Yalandan dudaklarımı büzdüm,

“Aa, hatırlayamadın mı? Dur yardımcı olayım kocacağım. Miray’ın ölümü, gazino, çığlıklar… Bunlar yardımcı oldu mu hatırlaman?” Yutkundu. Bakışlarını gözlerimin üzerinden ayırdı ve burnunu içine çekti. Ellerine cebine soktu.

 “Zehra Aksoy’un ölümü? Miray’ın ölümü?” dedi kaşları çatılırken. Alaycı bir yüz ifadesi takınarak, “Afife. Sen ne biliyorsun ki?” diye sordu. Sakladığı gerçekleri açığa çıkarmadan evvel, benim ortaya attığımın doğruluğunu teyit ediyordu. Öfkeyle bir nefes aldım ve çatallaşan sesimi umursamadan dişlerimin arasında konuşmaya başladım,

“Annemi senin öldürdüğünü, kardeşimin hayatını nasıl mahvettiğini… Daha sayayım mı Fırat?” dediğimde boynunda asılı olan kravatı çekerek yatağın üzerine fırlattı. Elini üzerindeki damarlar oldukça belirginleşmeye başlamıştı. Elini ensesine götürdü ve saçlarını karıştırdı. Nefretle bakan gözlerimi Fırat’ın üzerinde gezdirmeye devam ettim. “Anladın mı şimdi neyden bahsettiğimi, hatırlayabildin mi, neleri bildiğimi sayayım mı daha?” Fırat, söylediklerimi reddederek başını iki yana sallamaya başladı.

“Yalan söylüyorsun!” dedi ateş saçan gözleriyle bana bakarak. Dudağımın kenarı kıvrıldığında, yatağın bazasına bir tekme savurdu. “Yalan söylüyorsun!” diye tekrarladı. Ardından gardıroba yine gelişi güzel bir tekme salladı. “Yalan söylüyorsun!” diye kükrediğinde ürkerek gözlerimi yumdum. Nefes nefese kalmıştım, göğüs kafesim hızla inip kalkıyordu. Fırat’ın bu delirdiği anları izlemek keyiflendiriyordu. Fırat, aynalı dolabın önüne geçerek üzerindeki eşyaları gürültüyle dağıttı. Ellerini yumruk yaparak birkaç saniye aynadaki yansımama baktı. Aniden aynaya attığı yumruk ile yerimden sıçrasam da korktuğumu belli etmemeye özen gösterdim. Kollarını iki yana doğru açarak bana doğru yaklaştı. Elinden süzen kanlara aldırış etmeden, öfkeli bakışlarını gözlerimde gezdirdi.

“Tüm bunları biliyor olman neyi ifade eder? Ne yapabilirsin ki? Kim inanır ki sana?” Söylediklerinde haklıydı. Kimse inanmazdı bana. Fırat, onu tehdit edeceğimi düşünerek burada olduğumu sanıyordu. Oysa tehdit etmek için uğraşarak, daha fazla nefes almasına izin vermeyecektim. O her nefes aldığında, ben boğuluyordum… O nefes aldıkça ben ölüyordum… O güldükçe benim yüreğim yanıyordu…

“Haklısın, kimse inanmaz bana,” dedim. Histerik bir gülüşle konuşmaya devam ettim. “Afife Aksoy kim ki, insanlar ona inansın.” Gülümsemeye devam ederken, bakışlarımı tamda gözbebeklerinin içine sabitledim. “O yüzden buradayım ya zaten,” dedim buz gibi çıkan sesimle. Fırat, kahkaha atmaya başladığında iğrenerek gözlerimi kıstım. Onun gülmesi bile sinirlerimi bozuyordu. “Komik bir şey mi söyledim?” dedim tüm ciddiyetimle. Fırat gülmesinin arasında anlayamadığım bir şeyler geveledi. Eski ciddiyetine kavuştuğunda parmaklarıyla çenemi sıkarak, başımı geriye yatırdığında, başım duvara çarptı. Canımın yanmasını belli etmemek için gözlerimi sıkıca yumup açtım. Dişlerimi sıkarak acımı dindirmeye çalıştım. Fırat’ın gözlerinden ateş çıkıyordu.

“Sen beni tehdit mi edeceksin? Hangi sıfatla?” dedi dudağını kenarı kıvrılırken. Yanılıyordu. Ben onu tehdit etmek için burada değildim. Benim yüreğimde ki yangının dinmesini, onu adalete teslim etmek dindirmezdi. Bu yüzden şanssızdı. Onu, o dört duvar arasına hapsederek huzura erdirmeyecektim. Benim yüreğimde ki yangını ancak ölüm söndürürdü… Yüreğimde ki yangın, Fırat’ın can çekişe çekişe ölmesiyle hafiflerdi…

Çenemi sıkan elinden kurtulmak için, elimi sertçe bileğine sardım ve sinirle ittirdim. Elinden kurtulduğumda onsa uzaklaşarak aramızdaki mesafeyi açtım.

“Haklısın, tehdit edemem. Neden? Çünkü sen Fırat Yaman’sın!” diye bağırdığımda gözleri şaşkınca bakıyordu. Alnında ki çizikler meydana çıkmıştı. Bir şey demek için dudaklarını araladığında buna izin vermedim. Elimde ki bıçağı ona doğru doğrulttum ve duruşumu dikleştirerek ve kelimeleri vurgulayarak, “Tehdit edemem ama öldürürüm!” diye bağırdım titreyen göz bebeklerimle. Yıllarca sevgisiyle kalbimde yer edinen adamı korkusuzca incitebiliyordum. Kalbimdeki sevgisini yok edip, yerini nefrete devredebilmiştim. Neyin bana cesaret verdiğini de bilmiyordum. Çünkü Fırat beni tek hamlesiyle yenebilirdi ama yapmıyordu. Ona zarar veremeyeceğimi düşünüyordu. Gözlerimi yumdum birkaç saniyeliğine ve olacakları düşündüm.

Az sonra her kızın hayali olan bu beyaz gelinliğim, kırmızıyı çalacaktı.  Hayatımın en mutlu günü olması beklenen gün, bana haram olacaktı.

Bir ölüm gerçekleşecekti…

Her ölümün ardından yağmur yağar derler. Bu yüzden yağmurda yağacaktı. Ancak yağmur suyu yetmeyecekti kirli ruhlarımızı temizlemeye…

Fırat gülmeye başladı.

“Gerçekten beni öldürebileceğini mi zannediyorsun?” Tepki vermedim. “Ben ölürsem içerden çıkamazsın biliyorsun değil mi?” diye sordu ciddiyetle.

“İçeri girip de çıkmak isteyen kim? Sen bu dünyadan yok ol, ben bir ömür yatarım içeride,” dediğimde bu sefer kaşları çatılmıştı. Yavaş yavaş ciddiyetimi idrak etmeye başlıyordu. Birkaç adım attığında bağırmam ile durmak zorunda kaldı. “Sakın! Sakın yaklaşma!”

“Afife! Sabrımı sınıyorsun. Bak, susuyorum diye haddini aşma !” Yüzümde çarpık bir gülümseme peyda oldu.

“Senin de, sabrının da…” dedim ve sustum. Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp konuşmaya devam ettim. Titriyordum. “Sen benim annemin sebebi oldun! Sen benim kardeşimin sebebi oldun! Allah seni kahretsin! Sen… Sen şerefsiz herifin tekisin!” diye bağırmaya başladım. Kelimeleri bir araya getirerek cümle kurmakta zorlanıyordum, kurabildiğim cümleler ise yüreğimi sızlatıyordu. Konuşmak, hiç bu kadar kanatmamıştı.

“Eh! Yeter bu kadar şov!” Fırat öfkeyle üzerime gelirken birkaç adım geriledim. İçimden bütün cesaret verici cümleleri kendime sıraladım. Fırat, elimde ki bıçağı almaya yeltendiğinde acıyla gözlerimi yumarak bıçağı, tüm gücümle Fırat’ın karnına sapladım. Fırat’ın gözleri hissettiği acıdan dolayı büyürken, kollarımı tutan elleri aşağıya doğru kaydı. Usul usul dizlerinin üzerine çöktü ve elleri karnına saplanan bıçağa gitti. Elleri kana bulanırken, gözlerini benden ayırmadı.

“S-Sen… N- Ne yaptın?” Anın verdiği şok etkisi ile karnından süzülen kanlara düştü bakışlarım. Yaptığımı idrak etmeye başladığımda tırnaklarımı gelinliğimin eteklerine geçirdim. Şaşkın gözlerimle Fırat’a bakıyordum. Başarmıştım. İlk hamleyi yapıp, ona ilk acısını yaşatmıştım.

Fırat, daha fazla dayanamayarak yere yığıldığında göz kapakları kapanmamak için direniyordu. Kendime gelmem gerekiyordu. İşte, istediğim buydu. Olmuştu… Karşımda can çekişiyordu… Acı çekiyordu… Benim mutlu olmam gerekiyordu… Peki ya neydi bu kalbimde ki sızı? Vicdanımda ki acı neydi?

Görüş alanım bulanıklaştığında, gözlerimin dolduğunu hissettim. Sonrasında kendime verdiğim sözü hatırlayarak, onun bu halinden haz duymaya başladım. Ondan nefret ediyordum ve intikamımı alıyordum.

Akan burnumu çekerek, kendimi toparladığımda hızla Fırat’ın başucuna eğildim. Karnına baktığımda kanlar süzülüyordu. Bıçağın saplandığı mesafe oldukça derindi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kaçmalı mıydım? Kaçıp onu ölüme mi terk etmeliydim? Yoksa kalıp karşımda kıvranarak ölümüne seyirci mi kalmalıydım?

Hiçbiri…

Zihnimin içinde, sürekli başa saran o sahneler gözlerimin önünde belirdi. Fırat Yaman ne yapmıştı? Annemi ölüme mi terk etmişti? Yoksa onun ölümüne seyirci mi kalmıştı?

Hiçbiri…

Aksine, annemin acısına acı katmıştı. Çığlıklarına çığlık katmıştı. Yalvarışlarına kulaklarını tıkamıştı. Annemi ölmek için kendisine yalvartmıştı. Vücudumda hissettiğim deli cesareti ile gözlerimden akmakta olan damlaları elimin tersiyle sildim. Fırat, yalvarırcasına yüzüme bakarak yardım dileniyordu. Onu ölüme terk etmemden korkuyordu ama yine de o salak saçma gururu yüzünden bu isteğini dillendiremiyordu.

Ayaklanarak kendimi geri çektim. Karnının yarısına kadar saplanan bıçağın sapını ellerimin arasına hapsettiğimde sorgulayan bakışlarımı yüzümde gezdirdi. Yüzünü buruşturarak bakıyordu. Acı çektiği aşikârdı. Onun yüzüne baktıkça, annemin acı dolu çığlıkları yankılanıyordu kulaklarımda, kardeşimin cansız bedeni asılıydı gözlerinde. Hafızama kazınan bu görüntüler, acı çektirme isteğimi arttırıyordu.

Ellerimin arasına hapsettiğim bıçağı daha sıkı kavradım. Gözlerimden lavlar çıkıyordu. Bıçağı karnına doğru bastırarak basınç uyguladığımda, dudaklarının arasından büyük bir yakarış koparken kulaklarımı çınlatan sesine karşı yüzümde tiksinç bir bakış peyda oldu. Ardından bu acı çekişi yüreğimi okşamaya başladığında, dudaklarıma gülümseme yerleşti. Karnına bastırdığım bıçağı bir çırpıda çekip çıkardığımda, bu sefer daha büyük bir haykırış koptu dudaklarının arasından. Canı yanıyordu, hem de fazlasıyla. Lakin çektiği acı kardeşim ve annemin çektiği acıyı dindirmeye yetmiyordu.

Fırat, acıyla karnına basınç uyguladığında elleri kıpkırmızı olmuştu. Parmaklarının arasından kanlar süzülüyordu. Fırat acılar içerisinde kıvranıyor, çığlıklarını gizlemek için dişlerini sıkıyor ve gözlerini acıyla yumuyordu. Yanı başına ilişerek, bıçağın girdiği yere ayağımla basarak, ağırlığımı üzerine verdim. Acıyla bir çığlık attığında, boynundaki damarlar belirginleşmeye başladı. Hatta acıya öyle bir direniyordu ki; boyun damarları patlayacak raddeye gelmişti.

Annem gibi olsun istiyordum… Annem gibi çığlık çığlığa kalsın ama hiç kimse sesini duymasın…

Var gücümle karnına bastığımda, kendisini daha fazla tutamayarak kuvvetli bir çığlık attı, dişlerimi göstererek gülümsedim. Yanımda duran bıçağı elime alarak, Fırat’ın üzerine doğru eğildim ve kulağına fısıldamaya başladım.

“İşte tamda böyle öleceksin Fırat! Çığlık atacaksın ama kimse duymayacak. Acı çekeceksin ama kimse görmeyecek. Ses tellerin yırtılana kadar yardım edin diye haykıracaksın ama kimse sana el uzatmayacak.” Gözlerinin içine bakarak, kollarına çizikler atmaya başladığımda olması gerektiği gibi çığlık çığlığa kalmıştı. Her çığlığında, bedenine daha derin çizikler armağan ediyordum.

“B-Bunun C-Cezasını Çe-Çekeceksin!” diye bağırdı nefes nefeseyken.

“Şu durumda bile beni nasıl tehdit edebiliyorsun?” dedim alayla gülerek. Yüzüne doğru eğildim. Gözlerinin içine bakarak dudaklarımı araladım, “Fırat Yaman, her şey bitti. Tıpkı annem gibi acı çekerek öleceksin ve kimse de seni kurtaramayacak,” diye fısıldadım. Kulaklarımı Fırat’ın kahkahası doldurdu. Ancak bu uzun sürmedi. Çünkü hemen ardından dudaklarının arasından bir inilti firar etti.

Gülmek acıtıyordu…

Bu haliyle bile gülebilmesi kanıma dokunuyordu. Canı daha çok yansın, çaresiz kalsın istiyordum… Tıpkı kardeşim gibi.

Üzerinden kendimi geriye çektiğimde gelinliğim kırmızıya boyanmıştı. Kanlar içindeki bıçağı bir kez daha korkusuzca göğsüne sapladığımda, acısını dindirmek için gözlerini yumdu. Direniyordu. O direndikçe canını daha çok yakmak istiyordum. Bıçağı göğsünden çekip çıkardığımda acısını bastıramadı.

“Ah!” Göğsünden ve karnından kanlar sızıyordu. Kanı durdurmak için bir çaba sarf edilmezse kan kaybından ölebilirdi. Hayatta kalması bir mucizeye bağlıydı. Sesini hiç kimseye duyuramayacaktı ve kimsesizliğe mahkûm olarak ölecekti…

“Ölmek için yalvaracaksın. Öldür, kurtulayım diyeceksin ama seni bir kerede öldürerek kurtarmayacağım. Acı çekeceksin!” dedim yarasına basınç uygulayarak. “Acı çekeceksin!”

?

 Yaklaşık yirmi dakikadır karşımda acıdan kıvranıyordu.

Çaresizdi…

Annem gibi…

Kardeşim gibi…

Göz kapakları kapanmamak için direniyordu. Hatta gözünden birkaç damla gözyaşı süzülmüştü. Fırat Yaman ölüme bir nefes uzaktaydı ve bu bana büyük bir zevk veriyordu.

Bir sadist değildim. Ancak Fırat Yaman’ın acısından zevk duyuyordum.

Oturduğum camın eşiğinden doğrularak karşısına dikildim.

“Sıkıldım, öleceksen öl artık,” deyiverdim bir anda. Evet, bu cümleleri kurmak çok canice bir davranıştı. Fakat onun yaptıkları yanında ona yaptığım az kalırdı. Evet, acı çekiyordu ancak kardeşim kadar değil. Evet, ölüyordu ancak annem gibi değil. Kızarmış gözlerini yumdu ve sertçe yutkunarak dudaklarını araladı,

“A-Afife… Yardım… Et,” diye fısıldadı. Kulaklarımın duyduğu kelimeler beni hafif çaplı bir şoka uğrattı. Fırat Yaman benden yardım dileniyordu. Başımı sağa sola sallayarak kendime geldim. Yüreğim bir parça olsun soğumuyordu. Vicdanım ona acımayı reddediyordu.

“Sen anneme yardım ettin mi?” Fırat, kapanmak üzere olan gözlerini zorlayarak araladı. Vereceği tepkiyi görmek için bakışlarımı üzerine diktim. Hiçbir mimiğini kaçırmak istemiyordum. Bir şey söylemek için dudakları aralandığında, kelimeler dudaklarından dökülmeyerek geri kapandı. Şuan sadece gözlerime bakıyordu. Gözleri bir şey anlatmak ister gibiydi. Pişmanlık mı duyuyordu? Yoksa üzülüyor muydu? Bunları düşünmek koca bir saçmalıktı. Çünkü

O, Fırat Yaman’dı. Asla pişman olmazdı.

 Vicdanım sırtımı tırmalamaya başladığında arkamı dönerek yatağın üzerinde duran küçük el çantamı aldım. Buradan uzaklaşmalıydım. Eğer daha fazla burada durup onu izlemeye devam edersem, onu ittiğim ölümün kollarından çekip alacaktım. Son bir kez daha yüzüne acıyarak baktım. Kapının kulpunu tuttuğumda kulaklarımı dolduran ses, kapıyı açmamı engelledi.

“Afife!” Bağırmak istiyordu. Ancak sesi daha çok fısıltı şeklinde çıkmıştı. “Affet.”

O, Fırat Yaman’dı. Kimseden af dilenmezdi.

Hayır Afife! Hayır! Koca bir yalandan ibaret bu sözleri. Eğer ona acırsan, seni acınacak duruma düşürecek. Yapma! Bu sefer tüm kararlılığımla kapının kulpunu çevirdim. Dışarıya doğru bir adım attığımda, yerimde buz gibi çakılıp kalmama sebebiyet verecek o sözler döküldü dudaklarından.

“Afife,” dedi fısıltıyla çıkan sesiyle. “Ben… Ben seni, gerçekten” dedi inleyerek. “Sevdim,” diyerek bitirdi sözlerini.

Bundan birkaç yıl öncesine kadar Fırat’ın seni seviyorum demesi bile kalbimde bir titreme, gözlerimde bir parıltı oluşturuyorken, bu cümle artık canımı yakmaktan başka bir işe yaramıyordu. Kalbimin ortasında bir yük vardı beni dibe çeken. Onun sevgisini artık kalbimde reddediyordu. Aklım bunun koskoca bir yalandan ibaret olduğunu çoktandır biliyordu. Sadece kabul etmiyordu. Aslında Fırat’ın beni hiç sevmediğini biliyordum. Çünkü

O, Fırat Yaman’dı. Kimseye zaafı olmazdı.

Üzgünüm Fırat. Ben senin gibi olamam. Ben ihanet nedir bilmem. Bu yüzden seni affederek, aileme ihanet etmeyeceğim…

Tags:

Paylaş
0 Yorum

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account