Tags: #ayrılık #kavuşma #köy #sevda aşkTelefondan yazdığımın bilincinde olmanız dileğiyle iyi okumalar dilerim.
Bir güzel di Aze.
Kim bilir kaç senedir üzerindeydi kareli kırmızı gömlek yaşlı adamın. Kaç yaz güneşini geçirmişti bağrında da hesabını tutmaya yanaşmadı. Düğmelerinden üçü eksikti. İkisi bağrından biri göbeğinin tam üzerinden. Yine de atmamıştı. Önemli olan temiz olmasıydı. Böyle eskimiş birkaç kıyafetini tarlalarda giymek için atmaya yeltenmezdi bile.
Temmuz sıcağının en tepede olduğu saatlerde ezelmiş gömlek yakasını yukarıyı kaldırdı. Ensesi zıt karası olmuş olsada tuzlu teri boynundan aşağı süzüldükçe rahatsız ediyordu. Alnından süzülen tuzlu terini de eliyle şöyle bir gelişigüzel sildi. Başını kaldırıp tarlanın henüz bitmemiş bölümüne bakınca işte ona canı sıkıldı.
Elinde çapa, gömlek falan bahaneydi.
Sabahın yedisinden bu yana varıyla yokluğuyla kimine karşılık kimine para vererek tuttuğu on beş ırgat şu kadar saattir bir arpa boyu ilerleyemez miydi. Oysa kendisi karşılık gittiği kişilere böyle mi yapıyordu.
NE anlamı kalıyordu alnından süzülen alın terlerinin. Saati doldurmaktan başka iş değildi şunların yaptığı.
“Yahu bakın hele. Elimizi çabuk tutalımda bitiversin şurası. Değil bir gün üç hafta uğrayamam ben buraya ” dedi. Sıradaki işlerinin yoğunluğunu bildiğinden.
Laf dediğin insana anlatılırdı. Halden anlayana.
“Amma da yaptın Hüseyin amca. Sanki yattık geldiğimizden beri. Çalışıyoruz ya. Canımı mızı çıkaracan” diyerek çapanın sapından güç alıp yaslanan kişi, otuz yaşlarında iş den fırsat buldukça kaytaran Enver den başkası değildi.
Gevrek gevrek konuşan şu kendini bilmeze bile elli lira verecekti ya. Allah’tan merhamet sahibiydi de zehir zıkkım olsun diyemedi. Dakika başı ya tuvaleti gelir ya susardı. Suyuydu sigarasıydı diye diye neredeyse akşamı etmişti. Birde utanmadan karşılık veriyordu.
Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş hesabı başını sağa sola sallayan yaşlı adam bir daha tek kelime edemedi. Adı kötüye çıktığı an parasıyla bile olsa işçi bulması zor olurdu, işlerin yoğun olduğu şu zamanda. Biter bitmez anca Allah’ın bileceği işti. Rızık dediğin gönüllü çıksın da okuyan çocuklarının derdini görsündü. Şimdilik sustu. Dili boğazına aktı da bir daha kelime edemedi. Onların yerine beş daha fazla vurdu çapasını. İş onundu aş onundu.
Yalnız o Rab olan öyle bir yetişiyordu ki. Vesile gönderdiklerinin önünde kim durabilmiş.
Azelya kız yine Hızır gibi yetişmişti.
“Şu ettiğin de laf mı?. Koskoca adama dediğine bak. Hüseyin amca doğru der. On beş kişiyiz. Normalde tarlanın çeyreği kalması gerekirken biz yarıyı edemedik. Çeneniz değil de eliniz çalışsın. Gövdeniz kadar iş görün kuş beyniniz kadar değil ” diyerek kendini göstermişti yine.
Yaşı yanında ki avratların yanında en küçüğü. Dayanamamıştı yine işte. Oysa bugün biraz durgun görmüştü yaşlı adam onu. Elinin yavaşlığından değil aksine canla başla çalıştığı halde tek kelime etmemişti.
Normalde güzelliği ile gözlere, sesiyle kulaklara şenlik vermesi gerekirdi.
“Bizde diyoruz ki bizim şark bülbülü bugün dilini mi yuttu hiç konuşmuyor. Meğerse fırsat kollarmış sırf bana bulaşmak için ” dedi Enver. Fırsattan istifade çokça yaslandığı çapasına bir kez daha dayanarak.
“Ula Enver. Gövdesi iri, beyni kuş dili kadar olan Enver. Allah aşkına eve gidince annen Sebahat teyzeye bir sor. Seni yaparken hangi duayı eksik kıldı. Onu da geçtim kucağına alırken insanlığa imtihan olarak gönderildiğinin bilincinde olmuş mu. Hııı. Allah’ını seversen bir sor be ” diyerek kahkaha atınca Azelya, nihayet yanındakileri de şenlendirmeyi becerebilmişti. Sanki biraz hızlanmışlar gibi geldi yaşlı adama. Bıyık altından gülse de belli etmedi.
Anasız babasız bir çare yetim kızın yediği helal içtiği helal dı.
“Şimdi konuş bakalım Aze hanım. Yarın bir gün kapını çalıp, elimde çiçeklerle istemeye gelince, beyim etme eyleme diye konuşturacam buralarda seni” diyerek morali bozulan Enver sinirden çapasına öyle bir yüklememişti ki neredeyse geldiğinden beri yapmadığı işi iki dakikada yapmıştı.
Söyledikleri herkesin canını sıkmıştı pek tabi. Genci de vardı yaşlısı da ırgatların içinde. Azelya bu köyün çiçeğiydi. Kötü niyetli birkaç kişinin dışında kimse onun saçının teline zarar gelsin istemezdi. Az önce onca kişinin içinde sevdiği kız tarafından onuru kırılan Enver bile.
O yüzden gülerek geçiştirdiler. Çok geçmeden Aze kız cevabını verdi.
” he Enver he. Yalnız gelirken çiçek yerine bir demet buğday sapı isterim ona göre ha ” dediğinde Herkes altından ne çıkacağını biliyordu da kendisini kabul ettiğine kulakları inanamayan Enver bilmiyordu.
“Kız Aze!..değil buğday sapı sana buğday tarlası getiririm de anlamadım ben. Nedecen sapı. Sizin sarı kıza mı verecen ” diyerek ağzının suyu akan genç adama dikenli mendili uzatması çok sürmedi..
“Yok be Enver. Getirdiğin çiçekleri ağzına tıkarsam Allah’ın yarattığı güzelliklere yazık. Sığır dediğine sap yakışır. Böylelikle sesi kesilirde işe yarar ” dedi.
