JANE AUSTEN

AŞK VE GURUR

PRIDE AND PREJUDICE (1813)

1- Bölüm

 

Zengin ve bekâr bir adamın mutlaka bir eşe ihtiyacı olduğu herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Bu gerçek, civardaki ailelerin kafasına öyle bir yerleşmiştir ki; böyle bir adam bir semte taşındığı vakit, adamın duygu ve görüşleri hakkında ne kadar âz şey bilinirse bilinsin, ona kızlarından birinin tapulu malı gözüyle bakılır.

Bir gün Bayan Bennet kocasına, “Sevgili Bay Bennet, Netherfield Köşkü’nün en sonunda kiralandığını duydunuz mu?” diye sordu.

Bay Bennet haberi olmadığını söyledi.

Karısı şöyle karşılık verdi: “Sizin haberiniz yok, ama kiralanmış. Biraz önce Bayan Long buradaydı. Bana bundan uzun uzun söz etti.”

Bay Bennet karşılık vermedi.

Karısı sabırsızlanarak bağırdı: “Köşkü kimin kiraladığını öğrenmek istemiyor musunuz?” “Belli ki siz söylemek istiyorsunuz. Benim de dinlemeye bir itirazım yok.” Bu kadarcık yüz bulma karısına yetti. “Bayan Long’un dediğine göre Netherfield’i Kuzey İngiltereli zengin, genç bir adam kiralamış, pazartesi günü dört atlı bir araba ile gelip köşkü gezmiş ve o kadar beğenmiş ki Bay Morris ile derhal anlaşma yapmış; Saint Michael Yortusu’ndan* önce taşınacakmış, önümüzdeki hafta içinde de hizmetçilerinden bir kısmı gelecekmiş.”

“Adı neymiş?” “Bingley.”

“Evli mi, bekâr mı?”

“Ah, şekerim, bekârmış; hem bekâr hem de zengin bir adam! Yılda dört beş bin sterlin geliri varmış. Kızlarımıza gün doğdu!”

“Anlamadım, bunun kızlarımızla ne ilgisi olabilir?” “Azizim Bay Bennet,” diye yanıtladı karısı, “ne kadar da

can sıkıcısınız. Anlamayacak ne var. Kızlarımızdan biriyle

evlenir diye düşünüyorum.”

“Buraya yerleşmekteki niyeti bu mu?”

“Niyet mi! Saçma, siz ne diyorsunuz!. Niyetini bilmiyorum, ama kızlarımızdan birine âşık olması hiç de uzak bir olasılık sayılmaz ve bu nedenle gelir gelmez ziyaretine gitmelisiniz.” “Bence bu yakışık almaz. Kızlarla siz gidebilirsiniz; ya da onları yalnız gönderebilirsiniz, hatta bu daha da iyi olur. Çünkü siz de en az kızlarınız kadar güzel olduğunuza göre, bir de bakarsın ki Bay Bingley içinizden belki de en çok sizi beğenivermiş!” “Kuzum beni şımartıyorsunuz. Şüphesiz güzellikten ben de nasibimi aldım; ama artık kendime eşsiz bir kadın süsü veremem. Beş tane yetişkin kızı olan bir kadının, artık kendi güzelliğini bir yana bırakması gerekir.”

25 Eylül’e rastlayan yortu.

“Zaten böyle bir durumda, çoğu zaman bir kadının, bir yana bırakılacak güzelliği de pek kalmaz ya…”

“Ama canım, çok ciddi söylüyorum, Bay Bingley taşındığı zaman muhakkak gidip onu görmelisiniz.”

“Sizi temin ederim, bu hiç de benim yapabileceğim bir iş değil.” “Ama kızlarınızı düşünün. Onlardan birinin Bingley ile evlenmesi ne şans olur öyle değil mi? Sir Williaın’la Leydi Lucas sırf bu nedenle ona gitmeye karar verdiler. Yoksa biliyorsunuz, yeni gelenleri ziyarete gitmek genelde âdetleri değildir. Gitmeniz şart. Çünkü siz gitmedikçe bizim onu ziyaret etmemize’imkân yok.”

“Gereğinden fazla titiz davrandığınıza şüphe yok. Oysa Bay Bingley’nin sizin ziyaretinizden çok memnun kalacağından eminim. Ben de sizinle bir iki satırlık bir not göndererek kızlarımdan hangisini seçerse onunla evlenmesine bütün kalbimle razı olacağımı bildiririm, ama küçük Lizzy’ciğimi öven bir iki kelime de eklemeden edemem.”

“Böyle bir şey yapmanızı hiç istemem. Lizzy’nin ötekilerden ne üstünlüğü var ki. Jane’in yansı kadar bile güzel değil, iyi huylulukta da Lydia ile kıyaslanamaz. Ama siz her zaman onu üstün tutarsınız.”

“Ötekilerde övülecek bir şey yok ki,” diye yanıtladı Bay Bennet. “Bütün genç kızlar gibi aptal ve cahiller; ama Lizzy’de kardeşlerinden daha üstün bir anlayış ve kavrayış yeteneği var.” “Bay Bennet, kendi çocuklarınızı böyle kötülemeye nasıl da diliniz vanyor? Beni üzmekten zevk alıyorsunuz. Zavallı sinirlerime hiç acımıyorsunuz.”

“Beni yanlış anlıyorsunuz yavrucuğum. Sinirlerinize karşı sonsuz bir saygım var. Onlar benim eski dostlarım. En azından yirmi yıldır sinirlerinizden söz ettiğinizi duyuyorum.” “Ah! Benim neler çektiğimi bilmiyorsunuz.”

“Umarım bunu da atlatırsınız ve yılda dört bin sterlin geliri olan birçok bekârın bu semte taşındığını görecek kadar çok yaşarsınız.”

“Siz ziyaretlerine gitmedikten sonra, böyle yirmi tanesi daha gelse bize bir yaran olmaz.” “İnanınız canım, hele sayıları yirmiyi bulsun, hepsini ziyaret edeceğim.” Bay Bennet, hazırcevaplık, iğneleyici alay, çekingenlik ve kapris gibi huyların o kadar tuhaf bir karışımıydı ki yirmi üç yıllık deneyim bile karısının onun karakterini anlayabilmesine yetmemişti. Bayan Bennet’in kendini anlamasıysa daha kolaydı. Anlayışı kıt, bilgisi az, dakikası dakikasına uymayan bir kadındı. Canı bir şeye sıkıldı mı, sinirli olduğunu zannederdi. Yaşamının bütün amacı kızlarını evlendirmek, avuntusu ise gezmek, dostluk ve dedikodulardı.

Bay Bennet, Bay Bingley’e hoş geldin ziyaretine ilk gidenlerden biri oldu. Son dakikaya kadar karısına gitmeyeceğini söylemesine rağmen, Bay Bennet, onu ziyaret etmeye daha baştan niyetliydi ve ziyaretin gerçekleştiği günün akşamına kadar karısının bundan haberi olmadı. Ziyaret şu şekilde ortaya çıktı: Bay Bennet, bir şapkayı süslemekle meşgul olan ikinci kızına ansızın şöyle seslendi: “Umarım şapkan Bay Bingley’nin hoşuna gider, Lizzy.” “Ziyaretine gidemeyeceğimize göre,” diye kırgınlıkla karşılık verdi kızın annesi; “Bay Bingley’nin nelerden hoşlandığını bilecek durumda değiliz.” “Fakat anneciğim,” dedi Elizabeth,

“onunla davetlerde karşılaşacağımızı ve Bayan Long’un da bizi tanıştırmaya söz verdiğini unutuyorsunuz.”

“Bayan Long’un böyle bir şey yapacağını hiç sanmam. Onun da genç kızlık çağında iki yeğeni var. Bencil, ikiyüzlü kadının tekidir, ona hiç güvenim yok.” “Al benden de o kadar,” dedi Bay Bennet. “Bayan Long’un yardımına bel bağlamadığınıza sevindim.”

Bayan Bennet cevap vermeye tenezzül bile etmedi; ama artık kendini tutamayarak kızlarından birini azarlamaya başladı:

“Tanrı aşkına, böyle öksürüp durma Kitty. Acı biraz; sinirlerimi mahvediyorsun.” “Kitty de öksürmek için hiç uygun bir zaman seçmez ki,” dedi babası, “hep olur olmadık zamanlarda öksürür.”

“Keyfim için öksürmüyorum ya!” diye terslendi Kitty. “Lizzy, balo ne zaman?” “On beş gün sonra.”

“Öyle ya!” diye haykırdı annesi, “Bayan Long da ancak balodan bir gün önce gelecek; yani, Bay Bingley’yi bize tanıştırması imkânsız, çünkü o zaman kendisi de henüz tanışmamış olacak.” “Şu halde, canım, siz arkadaşlarınızdan daha avantajlı durumdasınız. Bay Bingley’yi ona siz tanıştırırsınız.”

“İmkânı yok Bay Bennet, imkânı yok. Ben kendim tanışmamışken nasıl olur? Nasıl bu kadar alaycı olabiliyorsunuz?”

‘Tedbirli oluşunuzu takdir ediyorum. On beş günlük tanışıklık kuşkusuz yeterli değil. İnsan bir adamın gerçekte ne olduğunu on beş günde anlayamaz. Ancak bu tanıştırma işini biz yapmazsak bir başkası yapacak. Hem zaten Bayan Long ile yeğenlerine de şanslarını denemeleri için bir fırsat tanımak gerekiyor. Bayan Long böyle bir tanıştırmayı kibarlık sayacağına göre, siz reddederseniz bu işi ben üzerime alırım.” Kızlar gözlerini babalarına diktiler. Bayan Bennet sadece, “Saçma, saçmalık,” dedi. “Bu sert çıkışınızın anlamı ne olabilir?” diye haykırdı Bay Bennet. ‘Tanıştırma yöntemini ve bunlara verilen önemi saçma mı buluyorsunuz? Bu noktada size pek de hak veremeyeceğim. Sen ne diyorsun Mary? Sen ki, bildiğim kadarıyla derin düşünceli bir genç kızsın ve büyük eserler okuyup, bunlardan alıntılar yaparsın.”

Mary çok çarpıcı bir şey söylemek istedi, ama bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. “Mary fikirlerini sıraya koyadursun,” diye devam etti Bay Bennet, “biz Bay Bingley’ye dönelim.”

“Bıktım şu Bay Bingley’den!” diye bağırdı karısı.

“İşte buna pek üzüldüm. Bana bunu neden daha önce söylemediniz? Böyle bir şeyden sabah haberim olsaydı onu ziyaret etmezdim. Çok yazık; artık ziyaretine gittiğime göre şimdi ister istemez tanışacaksınız.”

Hanımlar tam da Bay Bennet’ın istediği gibi şaşırdılar. Bayan Bennet’ın şaşkınlığı belki de hepsinden fazlaydı. Ne var ki, sevincin ilk coşkusu geçtiğinde, kendisinin başından beri bu işi beklediğini belirtti.

“Ne iyi ettiniz sevgili Bay Bennet. Fakat eninde sonunda sizi kandıracağımı biliyordum. Kızlarınızı bu tanışmayı ihmal edemeyecek kadar çok sevdiğinizden emindim. Ah, ne mutluyum! Bu sabah ziyaretine gittiğiniz halde, bu konuda şimdiye kadar tek kelime bile söylememeniz de ne hoş bir şaka.”

“Artık canının istediği kadar öksürebilirsin Kitty,” dedi Bay Bennet. Ve bunları söylerken de karısının taşkın sevincinden usanmış bir halde odadan çıktı. Kapı kapandıktan sonra Bayan Bennet kızlarına, “Ne mükemmel bir babanız var kızlar,” dedi. “İyiliklerini nasıl ödeyeceksiniz bilemiyorum; hoş bu konuda benim hakkımı da ödeyemezsiniz ya. Bizim yaşımızdaki insanlar için her gün yeni birisiyle tanışmak, inanın, hoş bir şey değildir; ama sizin hatırınız için her şeyi yaparız. Lydia, hayatım, gerçi sen ailenin en küçüğüsün ama, bana öyle geliyor ki baloda Bay Bingley seninle dans edecek.” Lydia kendine güvenerek, “Korkmuyorum ki, kardeşlerimin en küçüğü olsam da, boyum hepsinden uzun,” dedi.

Artık o gece sabaha kadar kızlar gecenin geri kalanını, Bay Bingley’nin ziyarete ne zaman karşılık vereceğine dair tahminler yürütmek ve onu yemeğe ne zaman çağıracaklarını düşünmekle geçirdiler.

***

Bayan Bennet beş kızının yardımıyla bile kocasından Bay Bingley hakkında doyurucu bir fikir edinemedi. Onu çeşitli şekillerde sıkıştırdılar; açık sorular, kurnazca tahminler ve uzak şüphelerle; gel gör ki Bay Bennet tüm bu

kurnazlıklardan yakasını kurtarınca, komşuları Leydi Lucas’ın, elden düşme bilgisiyle yetinmek zorunda kaldılar. Leydi Lucas’ın açıklamaları son derece memnun ediciydi. Sir William Lucas, Bay Bingley’den çok hoşlanmıştı, Bingley adamakıllı genç, son derece yakışıklı, aşırı kibar ve hoş bir adammış ve tüm bunlara ek olarak bundan sonraki ilk baloya büyük bir grupla katılmak niyetindeymiş. Bundan daha sevindirici bir haber olamazdı! Hem dansa düşkün olmak demek âşık olmaya doğru atılmış kesin bir adım demekti. Kızlar Bay Bingley’nin gönlünü çalma konusunda oldukça umutlandılar. Bayan Bennet kocasına, “Kızlarımızdan birinin mutlu bir şekilde Netherfield’e yerleştiğini, ötekilerin de aynı derecede iyi birer evlilik yapabildiğini bir göreyim, başka bir şey istemem!” diyordu.

Bay Bingley birkaç gün içinde Bay Bennet’m ziyaretine karşılık verdi ve onunla çalışma odasında on dakika kadar oturdu. Güzellikleri çok övülen genç bayanları görebileceğini ummuştu, ama yalnız babalarını görebildi. Kızlar bu konuda ondan biraz daha şanslıydılar, çünkü Bay Bingley’nin ceketinin mavi ve atının siyah olduğunu üst kattaki pencereden görme fırsatını bulmuşlardı. Çok geçmeden Bay Bingley akşam yemeği için davet edildi. Ancak Bayan Bennet ne kadar iyi ev hanımı olduğunu göstermek amacıyla yemek listesini hazırlamaya koyulmuşken her şeyi erteleyen bir cevap geldi. Bay Bingley ertesi gün Londra’ya gitmek zorundaymış, bu nedenle davetlerini kabul etme şerefinden mahrum olacakmış; falan filan… Bayan Bennet adeta altüst oldu! Bay Bingley’nin Hertfordshire’a gelişinden hemen sonra şehirde ne işi olabileceğini bir türlü kestiremiyordu; bu gencin Netherfield’a yerleşmeyeceğinden ve sürekli ordan oraya

gezeceğinden endişe duymaya başlamıştı. Leydi Lucas, Bay Bingley’nin Londra’ya baloya büyük bir arkadaş grubu getirmek üzere gittiğini söyleyerek Bayan Bennet’ın endişelerini biraz olsun yatıştırdı. Gerçekten de çok geçmeden Bay Bingley’nin baloya beraberinde, on iki bayan ve yedi erkek arkadaşını getireceği konusunda söylenti duyuldu. Kızlar önce bu kadar çok kız geleceği haberine üzüldüler, ama balodan önceki gün Bay Bingley’nin Londra’dan on iki yerine beş kız kardeşi ile bir yeğenini getirdiğini duyunca içleri rahatladı. Oysa grup balo salonuna girdiği zaman beş kişiydiler; Bay Bingley, iki kız kardeşi, büyük kız kardeşinin kocası ve başka bir genç adam.

Bay Bingley yakışıklı ve kibardı; hoş bir yüz ifadesi, rahat ve doğal bir tavrı vardı. Kız kardeşleri de hoş hanımlardı ve adamakıllı şık giyinmişlerdi. Bingley’nin eniştesi Bay Hurst de kibar biri gibi görünüyordu; gelgelelim dostu Bay Darcy uzun boyu, yakışıklılığı ve soylu davranışları ile bütün salonun dikkatini hemen üzerine çekti; o içeri girdikten beş dakika sonra herkesin ağzında bu gencin yılda on bin sterlin geliri olduğu söylentisi dolaşıyordu. Beyler Bay Darcy’nin tam erkek tipli olduğunu ileri sürüyor; kadınlar ise Bay Bingley’den çok daha yakışıklı olduğunu belirtiyorlardı. Kısacası gecenin neredeyse yarısına dek insanların büyük hayranlığını topladı.

Ne yazık ki sonunda tavır ve hareketlerinin uyandırdığı nefret, kendisine karşı duyulan sevgiyi söndürdü. Çünkü kibirli, kendisini arkadaşlarından üstün gören, her şeye burun kıvıran bir adam olduğu anlaşılmıştı. Artık bu genci, kimse arkadaşı Bay Bingley ile kıyaslamaya değer görmüyor, bu

suratsızlığını   ve   sevimsizliğini   Derbyshire’daki                        muazzam serveti bile örtemiyordu.

Bay Bingley çok geçmeden salondaki bütün ileri gelenlerle tanıştı; hayat dolu ve sokulgan bir adamdı; her dansa kalkıyor, balonun erken bitecek olmasına üzülüyor, Netherfield’de bir balo vermekten söz ediyordu. Bu dostluk gösterileri onun karakteri hakkında fazla söze gerek bırakmıyordu. Arkadaşı Bay Darcy ile ne kadar zıttılar! Bay Darcy topu bir defa Bayan Hurst ile bir defa da

Bayan Bingley ile dans etti. Başka kadınlarla tanışmak istemedi; bütün geceyi salonda dolaşıp, arada bir kendi grubundan birileriyle konuşarak geçirdi. Artık karakteri iyice anlaşılmıştı. Bu adam dünyanın en kibirli, en sevimsiz insanıydı ve herkes onun kasabaya bir daha hiç gelmemesini diliyordu. Bay Darcy’ye diş bileyenler arasında, bu adamın tavır ve hareketlerine karşı duyduğu nefreti, kızlarından birini küçümsemesi üzerine büsbütün şiddetlenen Bayan Bennet de vardı.

Elizabeth Bennet, kavalyeler az olduğu için üst üste iki dansta oturmak zorunda kalmıştı. Bu sırada Bay Darcy ona yakın bir yerde duruyordu. Arkadaşını dansa katılmaya zorlamak için dansı bırakıp gelen Bingley ile Darcy arasında geçen konuşmayı genç kız işitebiliyordu. “Haydi bakalım, Darcy,” dedi Bay Bingley, “dans et, böyle aptal gibi tek başına durduğunu görmekten nefret ediyorum, Dans etsen çok daha iyi olacak,” dedikçe Darcy bu teklifi reddediyordu. “Kesinlikle edemem. Dans ettiğim kadınla aramızda yakın bir tanışıklık olmadıkça danstan nefret ettiğimi bilirsin. Doğrusu böyle bir toplantıda çekilir şey değil. Kız kardeşlerin

başkaları ile dansa kalktılar ve salonda başka tek bir kadın yok ki, onunla dansa kalkmak benim için ceza olmasın.”

“Dünyayı verseler,” dedi Bingley, “senin gibi mızmızlık edemem. Doğrusu bu akşamki kadar çok hoş kızları bir arada görmedim. Hatta gördüklerimin arasında birçoğu olağanüstü güzel.”

Bay Darcy, Bennet kardeşlerin en büyüğüne bakarak, “Salondaki tek güzel kızla da sen dans ediyorsun,” dedi.

“Evet, ömrümde gördüğüm en güzel yaratık. Kardeşlerinden biri hemen arkanda oturuyor. Çok hoş, çok cana yakın bir kız. İzin ver, ablası sizi tanıştırsın.” Darcy, “Hangisini kastediyorsun?” diye sordu ve sonra arkasına dönerek bir an Elizabeth’i süzdü. Bakışları karşılaşınca gözlerini kaçırıp soğuk bir tavırla, “Fena değil, ama beni heveslendirecek kadar güzel değil ve inan başka erkeklerden yüz bulamamış kızlarla uğraşacak havada değilim. Sen damının yanına dönüp gülümsemelerinin tadım çıkarsan daha iyi edersin. Çünkü benimle boş yere zaman kaybediyorsun,” dedi. Bay Bingley, Darcy’nin öğüdünü dinleyip dansa döndü. Bay Darcy yürüdü gitti ve geride ona karşı hiç de hoş olmayan duygular hisseden Elizabeth kaldı. Yine de gülünç şeylerden tat alan neşeli ve şakacı yaradılışlı bir kız olduğu için bu olayı arkadaşlanna büyük bir keyifle anlattı. O gece bütün Bennet ailesi için doğrusu fena geçmemişti. Bayan Bennet büyük kızının Netherfield’lilerce çok beğenildiğine tanık olmuştu. Bay Bingley Jane ile iki defa dans etmişti, ayrıca Bingley’nin kız kardeşleri de ona çok yakınlık göstermişlerdi. Daha serinkanlı olsa da bundan Jane de annesi kadar memnundu. Elizabeth de Jane’in sevincini

paylaşmaktaydı. Mary de kendisinin Bayan Bingley’ye “bu çevrenin en iyi yetişmiş kızı” diye tanıtıldığını kulağıyla duymuştu. Catherine ile Lydia da kavalyesiz kalmayacak kadar şanslıydılar ki; bir balodan bundan başka herhangi bir şey beklemeyi de daha öğrenmemişlerdi.

Böylece, yaşadıkları ve ileri gelenlerinden sayıldıkları Longbourn köyüne keyifli döndüler. Evde kalan Bay Bennet henüz yatmamıştı; eline bir kitap aldı mı zamanın nasıl geçtiğini fark etmezdi. Hele bu akşam pek büyük umutlar uyandıran baloyla ilgili dedikoduları da merak ediyordu. Biraz da karısının beslediği ümitlerin boşa çıkmasını ummuştu, ama durumun bambaşka olduğunu anlamakta gecikmedi.

Bayan Bennet daha odaya girerken, “Ah Bay Bennet!” diye söze başladı. “Çok, çok güzel bir gece geçirdik. Şahane bir baloydu. Keşke siz de orada olsaydınız. Jane öyle beğenildi ki, böylesi görülmemiştir. Herkes onun güzelliğini konuşuyordu. Bay Bingley de kızımızdan hoşlandı ki, onu tam iki kere dansa kaldırdı. Düşünün Bay Bennet, Jane’i iki kere dansa kaldırdı. Hem salonda ikinci kez dansa kaldırdığı tek kız oydu. Önce Lucas’ların kızını kaldırmıştı. Onu o kızla yan yana görmek çok canımı sıktı; ama, neyse ki, onu hiç beğenmedi. Zaten beğenilecek mahlûk değil ya, ha, ne diyordum, şey… O sırada dansa kalkan Bay Bingley, Jane’i süzüyordu. Jane’in kim olduğunu sordu, birini bulup tanışmalarını sağladı, sonra da üst üste iki dansı onunla yaptı. Ardından King’lerin kızıyla, daha sonra küçük 39

Maria Lucas’la, sonrakilerde gene Jane’le, en sonraki iki dansı da Lizzy ve Boulanger ile yaptı…”

Kocası sabırsızlanarak sözünü kesti: “Bana karşı biraz acıması olsaydı daha az dans ederdi. Tanrı aşkına, kimlerle dans ettiğini sayıp dökmeyi bırak. Bu adamın ne dansa kaldırdığı kızlar, ne de daha ilk dansta ayağını burkması beni ilgilendirir!”

“Ah, Bay Bennet,” diye sözlerini sürdürdü Bayan Bennet, “bu genç pek hoşuma gitti. O kadar yakışıklı ki! Kız kardeşleri de alımlı kadınlar. Ömrümde onlarınki kadar şık elbiseler görmedim. Diyebilirim ki Bayan Hurst’ün elbisesindeki dantel…” Bayan Bennet’ın sözü gene yanda kaldı. Bay Bennet giyim kuşam sözü dinlemeyeceğini kesin bir dille belirtti. Bunun üzerine konuya girmek için başka bir yol aramak zorunda kalan Bayan Bennet, acı içinde ve biraz da abartarak Bay Darcy’nin müthiş kabalığını anlattı: “Ama sizi temin ederim ki, onun hoşuna gitmemekle Lizzy büyük bir şey kaybetmez. Çünkü bu adam herhalde dünyanın en kötü, en kibirli adamı. Ona yakın davranmaya değmez. Öyle burnu havada, öyle kibirli ki katlanılır şey değil. Sadece gezindi durdu; aklınca kendinden büyük adam yok. Kızlardan hiçbiri dans edilecek kadar güzel değilmiş! Keşke orada olsaydınız da, ona haddini bildirseydiniz. İyice tiksindim bu adamdan, ne yalan söyleyeyim!”

***

Jane ile Elizabeth baş başa kaldıklarında, önce Bay Bingley’yi övmekte ölçülü davranan Jane, kız kardeşine genç adamı ne kadar çok beğendiğini açıkça anlatmaya başladı. “Genç bir adamda aranan her şey onda var,” dedi, “Akıllı, iyi huylu, hayat dolu; sonra ben ömrümde bu kadar kibar bir insan görmedim. Ne kadar mükemmel yetişmiş, ne kadar

rahat!” “Yakışıklı da…” diye karşılık verdi Elizabeth, “genç bir adamın olması gerektiği gibi; demek ki kusursuz bir adam.”

“Beni   ikinci   defa   dansa   kaldırması   gururumu            okşadı.

Böyle üstüme düşmesini beklemiyordum.”

“Öyle mi? Senin adına ben bekliyordum. Aramızdaki büyük farklardan biri de bu zaten. İltifatlar senin için her zaman sürpriz olur, benim için ise tam tersi. Onun seni ikinci kez dansa kaldırmasından daha doğal ne olabilirdi? Salondaki kadınların en güzelinden en az beş kat daha güzel olduğun gözünden kaçmadı. Kısacası, bundan onun kibarlığına pay çıkarmaya gerek yok. Evet, şüphesiz çok hoş bir adam ve onu beğenmene izin veriyorum. Ondan daha aptallarını da beğendiğin olmuştur.”

“Ah Lizzy!”

“Senin çoğunlukla bütün insanları sevip beğenmeye karşı aşın bir eğilimin vardır. Kimsede kusur görmezsin. Senin gözünde bütün dünya iyi ve hoştur. Bir kişi hakkında bile kötü söz söylediğini ömrümde duymadım.”

“İnsanlara kusur bulmakta aceleci davranmak istemem, gene de her zaman düşündüğümü söylerim.” “Biliyorum, zaten şaşılacak nokta da bu ya. Senin gibi zeki bir kızın, başkalarının aptallıklarına, saçmalıklarına gözlerinin kapalı olması. İçten görünmeye özenenler çoktur, bunlara her yerde rastlanır. Ama böyle gösterişsiz, art niyetsiz içtenlik; herkesin karakterinin iyi taraflarını abartmak, sonra da kötü taraflarından hiç söz etmemek yalnız sana özgü bir davranış.

Demek bu adamın kız kardeşlerinden de hoşlandın, öyle mi? Oysa ki tavırları Bingley’ninkiler gibi değil.”

“Tabii, ilk bakışta öyle görünüyor, fakat konuşunca çok hoş kadınlar olduklarını anlıyorsun. Bekâr kız kardeşi de Bay Bingley’yle oturup ve evi çekip çevirecekmiş. Çok cana yakın bir komşu olacağından eminim.”

Elizabeth ses çıkarmadan dinledi, ama ablasının dediklerine aklı yatmadı. Bingley’nin kız kardeşleri baloda genel olarak, hiç de kendilerini sevdirecek bir biçimde davranmamışlardı. Kız kardeşinden daha iyi bir gözlemci ve daha az yumuşak başlı olan Elizabeth yargısını etkileyecek herhangi bir övgü de olmadığından, bu kadınları beğenmek eğiliminde değildi. Aslında oldukça güzel kadınlardı: Keyifleri yerindeyken sevimli olma, hoş görünme yeteneklerine diyecek yoktu, ama burnu büyük ve kibirliydiler. Londra’nın ilk özel okullarından birinde eğitim görmüşlerdi. Yirmi bin sterlinlik drahoma* sahibiydiler; gegereğinden çok para harcamaya, mevki sahibi kimselerle görüşme alışkanlığına sahiptiler. Bu nedenle kendilerini beğenip başkalarını küçük görmeye haklan olduğunu düşünüyorlar, Kuzey İngiltere’de servetini ticaretle kazanmış saygın bir aileden geldiklerini de hiçbir koşulda unutmuyorlardı.

* Hiristiyan ve Musevilerde gelinin güveye getirdiği mal, para

 

Bay Bingley’e, bir malikâne satın almak isteyen, ama ömrü buna yetmeyen babasından yüz bin sterline yakın bir servet kalmıştı. Bay Bingley’nin de zaten böyle bir niyeti

vardı ve bazen hangi bölgeye yerleşeceğini bile seçtiği olurdu, ama Bingley’nin ne kadar avare olduğunu, onun şu sırada geniş, güzel bir eve yerleştiğini bilenler ^artık ömrünü Netherfield’de geçirip, mülk edinme işini kendinden sonrakilere bırakmasını daha akla yakın buluyorlardı. Kız kardeşleri Bingley’nin bir malikâne sahibi olması için can atıyorlardı. Gene de şu sırada yalnızca kiracı olmalarına rağmen Bayan Bingley, ağabeyinin evinin hanımı olmaya hiç de gönülsüz değildi. Paradan çok, gösterişi olan bir adamla evli olan Bayan Hurst de, işine geldiği zaman ağabeyinin evini kendi evi sayma konusunda hiç nazlanmazdı. Bay Bingley rüştünü kanıtlayalı daha iki yıl bile olmadan adını duyduğu Netherfield Köşkü’nü görmeye gitti. Yarım saat kadar içini gezdi, yerini ve belli başlı odalarını beğendi; ev sahibinin övgü dolu sözlerinden hoşnut kaldı ve köşkü hemen kiraladı. Bingley ile Darcy’nin karakterleri birbirine çok zıt olmasına rağmen, gene de aralarında çok güçlü bir arkadaşlık vardı. Kendi huyundan hiç şikâyetçi olmadığı ve kendisiyle taban tabana zıt olduğu halde Darcy, Bingley’yi, doğallığı, içtenliği ve uysallığı yüzünden seviyordu. Bingley, Darcy’nin görüşlerine çok büyük bir güven duyar; yargılarına da büyük değer verirdi. Anlayış açısından Darcy daha üstündü; Bingley de anlayışsız biri değildi, ama Darcy daha zekiydi. Aynı zamanda kibirli, duygularını açığa vurmayan, titiz bir adamdı; iyi eğitim görmüş olmasına rağmen insanlara sokulmazdı. Bu açıdan da arkadaşı ondan çok üstündü. Bingley gittiği her yerde kendini sevdirir; Darcy ise çevresindekileri her zaman gücendirirdi. Meryton’daki balo hakkındaki konuşmaları bu iki arkadaşın karakterlerini ortaya koyuyordu: Bingley, hayatında bu kadar güzel insanlara, bu kadar hoş kızlara rastlamamıştı; herkes kendisine çok iyi, çok kibar davranmış;

herhangi bir resmiyet, soğukluk olmamış, kısa sürede salondaki herkesle kaynaşmıştı. Bennet’ların kızına gelince; Bingley ondan daha güzel bir melek düşünemiyordu. Darcy ise, arkadaşının tersine, güzellikten, kibarlıktan nasipsiz bir insan kalabalığı görmüş, hiçbirine karşı en ufak bir ilgi duymamış, hiçbirinden de en ufak bir yakınlık görmemişti. Evet, Bennet’ların kızı hoştu, ama fazla sırıtıyordu. Bayan Hurst ile kız kardeşi, Darcy’ye hatır için hak vermekle beraber, Bennet’ların kızını beğenmiş ve hoşlanmışlar, tatlı bir kız olduğunu, onu daha yakından tanımakta sakınca görmediklerini söylemişlerdi. Böylece Bayan Jane Bennet’ın tatlı bir kız olduğu kabul edildi; kız kardeşlerinin bu övgüsü üzerine Bingley bu kızı istediği kadar düşünebileceğini anlamış oldu.

Longbourn’a yakın bir mesafede Bennet’ların içli dışlı olduğu bir aile oturuyordu. Sir William Lucas geçmişte Meryton’da tüccarlık yaparak, hatırı sayılır bir servet sahibi olmuş, belediye başkanlığı yaptığı sırada krala hitaben verdiği bir nutuk üzerine şövalyelik unvanı almıştı. Galiba bu ayrıcalığı biraz aşın ciddiye almıştı. Sir William işinden ve küçük bir ticaret kasabasındaki evinden tiksinmiş; her ikisini de bırakarak ailesiyle birlikte Meryton’dan bir mil uzaklıkta bir eve taşınmış ve içinde kendisinin çok önemli bir kimse olduğunu keyifle düşünebildiği, iş güçle bağı bulunmadığı için herkese kibar davranmayı iş edindiği bu eve Lucas köşkü adını vermişti. Çünkü unvanı onu iyice sevindirmiş olmakla birlikte burnu büyümemişti; aksine herkese karşı yakınlık gösteriyordu. Doğuştan uysal, dost canlısı ve kibar bir insan olan Sir Lucas, St. James’de kralın huzuruna kabul edildikten sonra tam anlamıyla “soylu” olup çıkmıştı.

Leydi Lucas, Bayan Bennet için değerli bir komşu olacak kadar zeki olmasa da, iyi bir kadındı. Lucas’ların birkaç çocuğu vardı. En büyükleri Charlotte, yirmi yedi yaşlarında, aklı başında, zeki bir kızdı ve Elizabeth’in yakın arkadaşıydı.

Lucas’larla Bennet’ların her balodan sonra bir araya gelerek konuşmaları kesinlikle kaçınılmaz bir şeydi. Nitekim balonun ertesi sabahı Lucas’lar haber alıp haber vermek amacıyla Longbourn’a geldiler.

Bayan Bennet bütün terbiyesini takınarak, “Başlangıçta sizin işiniz işti Charlotte. Bay Bingley ilk önce sizi seçti,” dedi. “Ama ikinci olarak seçtiği kızı daha çok beğenmişe benziyordu.” “Sanırım, onunla iki kez dans etti diye Jane’i kastediyorsunuz. Gerçekten de buna bakılırsa, Jane’i beğenmişe benziyordu, beğenmiştir de. Bununla ilgili kulağıma bir şeyler çalındı, ama neydi unuttum. Bay Robinson’la ilgili bir şey.”

Elizabeth, “Herhalde Bay Bingley’le Bay Robinson arasında benim kulağıma çalınan konuşmadan bahsediyorsunuz. Size bundan söz etmedim mi? Bay Robinson, Bay Bingley’ye Meryton balolarını nasıl bulduğunu, salondaki kızları beğenip beğenmediğini, en çok kimden hoşlandığını sordu. Bay Bingley bu son soruya hemen, ‘Kuşkusuz Bennet’ların en büyük kızı. Bu konuda hiçbir görüş ayrılığı olamaz,'” diye cevap verdi.

“Tanrı aşkına! Gerçekten de kesin konuşmuş, sanki gözüne kestir… ama belli olmaz, belki de sonunda hiçbir şey çıkmaz.”

“Görüyorsun ya Eliza, benim kulak misafiri olduğum konuşma seninkinden çok daha farklı,” dedi Charlotte. “Bay Darcy’nin dili arkadaşınınki kadar tatlı sayılmaz değil mi? Zavallı Eliza…

“Kötü sayılmazmışsın!”

“Rica ederim, bu adamın kaba davranışını hatırlatarak Lizzy’nin canını sıkmayın. Çünkü o kadar sevimsiz bir mahlûk ki, onun tarafından beğenilmek bir talihsizlik. Bayan Long dün bana adamın yarım saat yanında oturmuş olduğu halde bir defa bile ağzını açmadığını söyledi.”

“Bundan emin misiniz, anne? Sakın bir yanlışlık olmasın?” diye sordu Jane. “Bay Darcy’nin Bayan Long’la konuştuğunu ben gördüm.”

“Evet, çünkü sonunda kadın, ‘Netherfield’i beğendiniz mi’ diye sormuş. Ve adam ona cevap vermemezlik edememiş, ama Bayan Long’un söylediğine göre adam kendisiyle konuşuldu diye çok öfkelenmiş.”

“Bayan Bingley,” dedi Jane, “bana Bay Darcy’nin yakın dostları arasında olmadıkça fazla konuşmadığını söyledi. Ama yakınlarının arasındayken çok hoşsohbetmiş.” “Tek kelimesine bile inanmam yavrum. O kadar hoşsohbet olsaydı, Bayan Long ile iki çift söz ederdi. Ama nasıl olduğunu tahmin edebiliyorum; çok kibirli olduğunu herkes söylüyor. Bayan Long’un arabası olmadığını, baloya kiralık arabayla geldiğini öğrenmiş olsa gerek.” “Onun Bayan Long ile konuşmamasına aldırmıyorum,” dedi Charlotte, “ama Eliza ile dans etmeliydi.”

“Senin yerinde olsam,” dedi Bayan Bennet, “bir dahaki sefere onunla dans etmezdim, Lizzy.”

“Onunla asta dans etmeyeceğime size söz verebilirim anne.” “Bu adamın gururu,” dedi Charlotte Lucas, “beni çoğu kimselerin gururunu rahatsız ettiği kadar rahatsız etmiyor. Çünkü bir özrü var: Bu kadar yakışıklı, asil, zengin ve her bakımdan eksiksiz bir gencin kendini yüksek görmesine insan şaşmamalı. Bana kalırsa, gururlanmaya hakkı var bile diyebilirim.”

“Çok doğru,” dedi Elizabeth, “Benim gururumu çiğnemeseydi onun gururunu kolaylıkla bağışlardım.”

Eşsiz görüşlere sahip olmakla övünen Mary, “Benim düşünceme göre gurur zayıflıktır,” diye fikir yürüttü. “Bütün okuduklarımdan bunun çok yaygın olduğuna karar kıldım. İnsan doğası gurura özellikle yatkın. Aramızda, gerçek ya da değil, meziyetlerinden dolayı kibir duygusu beslemeyen pek az kimse bulunur. Gurur ve kibir kelimeleri çok kere birbirine karıştırılırsa da, gerçekte başka şeylerdir. Bir insan kibirli olmadan da gururlu olabilir. Gurur daha çok kendi nefsimize karşı duyduğumuz saygıyla ilgilidir; kibirse başkalarının bize duymasını istediğimiz saygıyla ilgilidir.”

Kız kardeşleriyle birlikte gelen genç Lucas, “Ben Bay Darcy kadar zengin olsaydım, ne kadar gururlu olduğuma hiç aldırmazdım,” dedi. “Bir sürü tazı besler, her gün de bir şişe şarap içerdim.”

“O zaman gereğinden çok içmiş olurdun,” dedi Bayan Bennet. “Ben de seni öyle görseydim şişeyi hemen elinden

alırdım.”

Çocuk, Bayan Bennet’ın şişeyi alması fikrine karşı çıktı; Bayan Bennet da alacağını söylemeye devam etti ve bu çekişme Lucas’lar gidinceye kadar sürdü.

Tags:
Paylaş
3 Yorum
  1. Pluviofil 2 sene önce

    Jane Austenın romanlarını çok severim. Bu romanı da harika! Herkesin okuması dileğimle

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account