Giden trenin son çağrısı…
Hafif yere mütemayil, buruşmuş kâğıtları inceliyordu. Çehresine gölgesi düşen zülüflerini kaşlarının üzerinden uzaklaştırdı. Ardından mektupları yerden alarak, ayağa kalktı. Ayağa kalkarken etekleri yerdeki tüm tozları süpürür gibi oldu. Hepsini tıpkı evvelsi gün yaptığı gibi yine okumaya başladı. Bakışları zamanla kapıya kayıyor, sonra hüzünle mektuplarına dalıyordu.
Gün doğup, sabahın serin rüzgârı tenini okşamaya başladı. Son mektubun son paragrafını okuyordu.
“Ölümüm zamansız olabilir. Belki bir gün son trenin meçhul vagonunda kaybola da bilirim. Zamanın girdabına ansızın düşebilir, sonu görünmeyen dehlizde umut arayabilirim. Kaybolabilirim sevdiğim. Lâkin sen beni bulmayasın. Sanma ki metrûk bir ruh bırakıyorum, geri geleceğim. Muattar toprak beni kıyamete kadar kucaklamadan avdet edeceğim. Bilirim, sen güzel hissedersin. Öyle hissedersin ki geleceğim günü, sabaha kadar uyumaz beni beklersin.”
…
Genç kız tam uykuya dalacak iken ürpererek sandalyeden kalktı. Eski kahverengi valizini alarak, kucağında mektup yığınıyla apartmandan çıktı.
Bir kaç gündür bu tuhaf his yüreğini kemiriyor, o da sabaha kadar uyumak düşüncesini reddediyordu. Şimdi aradığını bulmaya gidecekti. Nereye gideceğine dair hiçbir fikri olmaması umurunda bile değildi, o sadece hislerine güvenerek Alaca’sını bulmak istiyordu.
Trenin son çağrısına kadar bekledi. Masum bakışlarını insanların çehresinde gezdirdi. Kucağında bir yığın mektupla Alaca’sını bekledi. Hayfa ki kendisini durduran bir el göremedi. Herkes birileriyle vedalaşıyordu. Algın’ın mendil sallayacağı kimse olmamasına rağmen koltuğa oturur oturmaz pencereden elini çıkarıp beyaz mendilini yavaşça salladı. Gözlerini kapatarak mendilini boşluğa bıraktı. Zavallı mendilin ne suçu vardı ki? Kar gibi bembeyaz mendil tren ile rayların arasında çamura bulanmayı hakkediyor muydu? Yüreği zaten daralmıyor muydu? Sevdiği adamı görmeyeli yıllar olmuştu. En son yolladığı mektup yüreğine temren misali saplanmıştı. Ne çıkarabiliyordu ne sızısı diniyordu. Bir ömür yüreğinden kan sızıyordu. Çıkarmak da istemiyordu. Bu bedbaht duygu genç kızda bağımlılık yapmıştı. Biliyordu ki temrenden kurtulursa duyguları da onu terk edecekti.
Algın derin bir soluk alarak gözlerini açtığında köstekli bir saat karşısında sağa sola sallanıyordu. İhtiyarsız bakışlarıyla saati takip etti. Kulağına meşum sözler doluyor lâkin gözlerini saatten ayıramıyordu. Karşısındaki adam sözlerini nihayetlendirdiğinde Algın’ın bilinci kapandı ve bayıldı.
…
Hezeyanların doldurduğu soğuk oda, küçük bir mum alevi tarafından aydınlanıyordu. Algın gözlerini tamamen açtığında çevresindeki her şey belirmiş oldu. Dudaklarının arasından sadece tek bir sözcük azat ediliyordu; Alaca.
Zihninde bir çehre belirginleşmeden kayboluverdi. Dilindeki sözcük, elleri, yumuşak çehresine düşen kumral saçları, ipek beyaz gömleği, kahverengi uzun pileli eteği, kahverengi babetleri herşeyi bir anlığına ona ecnebiydi. Karanlığın içindeki silueti izledi bir müddet. Mumu eritiyor, sararıp solmuş bir kâğıt yığının üzerine damlatıyordu.
Genç kız uzandığı yerden doğrulana kadar kâğıtların üzerindeki yazılar görünmeyecek kadar muma bulanmıştı. Damlayan mum kalın bir katman olmuştu. Meçhul adamın işi bitince karanlıkta kaybolmaya başladı. Cebindeki zer işlemeli köstekli saat karanlıkta sırıtıyordu. Genç kız saati fark edince hemen ayaklandı. Lakin bu sırada kilit sesi duyuldu. Algın ise “Alaca! Bana ses ver! Gaflet içindeyim, neredesin? Seni sadece bir gün değil, her gün sabaha kadar bekledim. Alaca!” diye seslenmekle iktifa edebildi.
Keder ve şaşkınlık itina ile yüreğini tırmalıyordu. Tebah olmuş anıları tekrar zihninde arız olmaktaydı. Oysa Algın az önce ne yaşamıştı? Dakikalar önce sanki her şey, tüm hatıraları zihninden silinmiş gibiydi. Alaca’sının çehresini zoraki zihnine hatırlattığı için kendine kızıyordu. Bir anlığına da olsa sevdiği adamı nasıl unutabilmişti. Yüreğine hiç olmadığı kadar bir ağırlık çökmüştü. Öyle ki Alaca’sını yanı başında hissediyor lâkin onu görememekten ıstırap çekiyordu. İki de bir gördüğü köstekli saat sevdiği adama aitti. Çehresinde hafif acımsı bir tebessüm arız oldu. Bir anda zihnine o adamın Alaca olabilme ihtimali doğdu. Süzülerek kâğıt yığınına gitti. Mumun alevi sönmek üzereydi. Bu müsveddelerin hepsi ona aitti. Yıllarca sakladığı, herkesten sakındığı sevdiği adamın mektuplarıydı bunlar. Genç kız ağlamaya başladı. Hepsi de okunmayacak kerteye gelmişti. Bir anda o adama karşı nefret belirdi yüreğinde.
“O biaman adam benim Alaca’m olamaz. Neredesin sevdiğim?”
Adım seslerini duyunca elinde kalan bir kâğıdı katlayarak gömleğinin kolundan içine soktu. Kilit sesiyle birlikte adam içeri daldı.
“Algın, Alaca’n geldi!”
Genç kız afallayarak “bana yalan söylüyorsun! Duygularımla ne için oynuyorsun? Hayal dünyamı zedelemekten zevk mi alıyorsun?” diye çıkıştı.
Fakat adam aksine yumuşak bir ses tonuyla “saatimi de mi hatırlamıyorsun?” diyerek köstekli saati sallamaya başladı.
Algın bu sefer hipnoz olmak istemiyordu. O saati adamdan almak istiyordu. Oysaki çoktan hipnoz olmuştu. Bilincinin tekrar kapanmasıyla kendini dürüşt zeminde buldu.
…
“Geçmiş yoksa Algın’da yok. Laçin var. Yırtıcı bir kuş arız olacak. Alaca’nın tepesine binecek, sadece beni hatırlayacak; Pekin’i. Acımasız emirlerim boynunda bir halat gibi düğümlenmeye hazır olacak. Alaca’yı bana Algın’ı getirecek.”
Pekin, elindeki saati zıplattı ve uğursuz bir kahkaha attı.
“Hayır canım, ne Algın’ı, o da kimmiş? Alaca’yı bana Laçin getirecek. O hain adamı bana sevdiği bulacak. Kendi elleriyle kazacak mezarını!”
Genç adam parmağını şaklatınca Algın uyandı. Genç kadın bakışlarını boşluğa sabitlemiş, zihninin boşluğuna verecek mana bulamıyordu. Eteklerini savurarak yerden kalktı.
Pekin kinayeyle “nereye gidiyorsun?” diye sordu.
Genç kız kaşları çatılmış bir vaziyette “bilmiyorum” diye yanıtladı.
“Öyleyse gel benimle. Senin ne yapmak istediğini biliyorum, Laçin.”
“Ah benim adım, ben hiçbir şeyi hatırlayamıyorum! Neredeyim? Ben gitmek istiyorum!”
Pekin, kızın yolunu keserek “dur bir saniye!” diye haykırdı. Meşum sesi boş odada yankılandıktan sonra ekledi.
“Senin derdin ne? Ben senin hayatını kurtardım. Dışarıda seni öldürmek isteyenler var. Tedbir almadan nasıl dışarı çıkabilirsin, sahi sen bu boş zihinle nereye gidebilirsin ki?”
“Şeyin yanına, kimdi o?”
Pekin hain bir tebessümü çehresine misafir ederek cebinden siyah beyaz küçük bir fotoğraf çıkardı.
“Alaca’nın yanına.”
Pekin’in sözlerinin ardından genç kadının zihninde bir kaç görüntü arız oluverdi. Lâkin bu görüntülerden hiç bir anlam çıkaramadı.
“Bu adamı görünce içim tuhaf oldu.”
“Olmaz mı? O sana çok büyük bir zarar verdi, Laçin. Gururunu, onurunu, hayallerini ve tüm sevdiklerini tek tek ellerinden aldı.”
“Hatıralarımı da mı?”
“Evet!”
“Bunu bana neden yaptı?”
Algın, burnunun dibindeki bu ecnebi adamı farkedince ekledi.
“Ayrıca sen de kimsin? Benim hakkımda nasıl böyle konuşabilirsin?”
“Bir dost.”
Genç kadın zihninin boşluğundan düşen muammalara mana veremiyor, nihayetsiz bir okyanusun içinden bata çıka yaşam mücadelesi verdiğini hissediyordu. Zihni ile kalbi hiç bu kadar ters düşmemişti. Şimdi tek bilgi membaı karşısında kibirden kabaran adamdı. Algın tiksinerek başını başka yöne çevirdi. Tuhaf! Hipnoz etkisindeyken bile bu biaman adamdan nefret edebiliyordu.
Pekin getirdiği kahverengi pelerini uzatarak “bu senin. Tren durunca ineceğiz. Bunu üzerine giyeceksin!” diye uyardı.
Algın yerin üstünden kaydığını fark etti. Meçhul ne zamandan beridir trendeydi ve bunu fark etmemişti. Oysaki trene saatler önce bindiğinden habersizdi. Şimdi ise meçhul bir trenin yolcusu, hatıralarının avcısı, yüreğinin düşmanı olarak hayatına devam ediyordu. Canından çok sevdiği Alaca’sını Laçin’in manası olan yırtıcı bir kuş gibi darmaduman etmeye gidiyordu. Hipnozun etkisiyle; Alaca’dan kurtulunca hatıralarının geleceğine inanıyordu. Hayfa ki! Sevdiği adamı kendi elleriyle öldürdükten sonra anılarını hatırlamak bile istemeyecek, kendinden nefret etmeyecek miydi?
Ah bir yalnız kalıverse içinde meydana geliveren bilmeceleri çözecek, belki de yüreği zihnine galip gelecekti. Oysa Pekin ant içmiş gibi kızın dibinden ayrılmıyor, zihnini meşum vesveselerle dolduruyordu.
“Gizlenmek zorundayız. Bizim evimiz sadece bu meçhul tren. Biz bu trenin sadık yolcusuyuz.”
“Başka bir yolu yok mu?”
“Ağlamayı kes Laçin! Ya öleceksin ya da… Boş bir zihinle ölmek sana kalmış.”
Algın pelerini takıp, kapüşonunu da başına geçirdikten sonra “ne yapmalıyım?” diye sordu.
“Şimdi trenden ineceğiz. Alaca’yı bana sen bulacaksın.”
“Bu da ne demek şimdi? Ben hiçbir şey hatırlamıyorum, onu nasıl bulabilirim?”
“İnan bana öyle bir bulacaksın ki!”
Genç kadın Pekin ile birlikte trenden indi. Hayatının yeni sayfasında yanlışa güvendiğinden, kaderinin kendisini kovalamasından habersiz, kuru bir yaprak gibi sürüklenecekti. Yüreği Alaca için hatıralarını silmeye razı iken, zihni hatıraları için müstakbel nedamete ellerini uzatıyordu…
DEVAM EDECEK…
Tags: #alaca #algın #arayış #gerilim #gizem #ilüzyon #kösteklisaat #laçin #pekin #pluviofil