Çıkmaz Sokak

1. Bölüm – Uçurum 

Buraya kitaba başladığınız tarihi alabilir miyim, sevgili okurlarım ?

Rüzgârın, korku filmlerini aratmayacak uğultusu ve ona ek sanki arabanın içini delip geçecekmiş gibi bir sertlikte yağan yağmur, genç kadının küçük bir serçeyi andıran kalbinin daha da şiddetle çarpmasına neden oluyordu. İzbe yolda herhangi bir araba geçmiyordu ve bu onu daha da korkutuyordu. Hastaneden çıktığından beri peşinde olduğunu fark ettiği bu arabanın amacını anladığında yoldan çoktan sapmıştı. Kızıl saçlarını titreyen parmaklarıyla geriye doğru attığında gecenin karanlığını delen kurşun sesiyle yerinden sıçradı. Hayatında sadece dizilerde ve filmlerde duymuştu silah seslerini. Şimdi içinde bulunduğu bu durumu kavramak, içinden çıkılamaz bir korkuyu yüreğine salıyordu. Arkasını dönüp baktığında bir yandan arabanın hakimiyetini sağlamak için parmaklarını direksiyona vargücüyle sabitlemişti. İbre ikiyüzü gösterirken arkasını dönmesiyle yalpalayan arabanın içinde keskin çığlığı yankılanmıştı. Küçük çillerin süslediği yüzünü gözyaşları yıkıyordu şimdi.

Onlardan kaçmak isterken istemeden saptığı bu ıssız yolda kurtulmak için çırpınan yüreği nefeslerini göğsünde sıkıştırırken yan gözlerle kurtulabileceği ya da saklanabileceği bir yol var mı diye bakındı. Yolun sol tarafı orman iken sağ tarafında oldukça korkunç görünen bir uçurum vardı. Gaz pedalını aşındıran ayakları uyuşurken babasını, kız kardeşini düşündü. Ölümü ensesinde hissederken korktuğu tek şey babası ve kardeşinin yaşayacaklarıydı. Elinin tersiyle göźyaşlarını silip telefonuna uzanmaya çalıştı ama duyduğu kurşun seslerinden sonra etrafa saçılan arabanın arka camı boğazından acı bir feryadın daha kopmasına neden oldu. Panik bütün bedenini ele geçirirken elleri titremeye, nefesi sıkışmaya başladı. Vücudunu esir alan panik yüzünden kitlenip kalan elleri direksiyon hakimiyetini kaybedince araba yoldan sapıp uçuruma doğru hızla ilerledi. Ruhunu üryan bırakan bu dehşet, geceyi bir yangına gebe bıraktı. Hissediyordu… Yıllar önce ondan en sevdiğini koparan ölüm bu sefer onun için gelimişti…

Denizin azgın sularına eşlik eden leylifer*, usul bir sessizliğe kollarını açmıştı. Hıçkırarak ağlarken gözlerini sıkıca yumdu ve arabanın uçurumdan düşmesini bekledi.

Karanlık sulara gömülen arabanın ardından bakan adamlar endişe ile birbirlerine baktılar. Yapmaları gereken bu lanet olasıca kızı alıp ‘Efendilerine’ götürmekti ama bunu ellerine yüzlerine bulaştırmışlardı. Diğerine göre daha önemli bir konumda bulunan esmer tenli adam alnındaki teri ince, uzun parmaklarıyla sildikten sonra korkunun ecele faydası yok deyip cebinden çıkardığı telefonla ‘Efendisini’ aradı. Birkaç saniye duraksadıktan sonra boğazını temizleyerek konuşmaya başladı. Boğazını sıkan korkunun parmaklarını teninde hissedince olayları farklı bir şekilde dillendirdi.

“Efendim, Anahtar’ı gözden kaçırdık ama en kısa sürede izini bulacağız ve size getireceğiz.”

Duyduklarıyla dişlerini sıkan yaşlı adam, elindeki içki kadehini duvara savurup İstanbul Boğazına bakan balkona doğru adımladı. Gri renkli gözleri gökyüzünde görünen tek tük yıldızlara döndüğünde şeytani bir parıltıyı etrafına saçıyordu. Bir ıslık gibi burun deliklerinden fırlayan nefesi, kabarmış ve kızarmış yüzünde nemli bir iz bıraktı. Yaşlandığı için kırçıllı çıkan sesine aldırmadan keskin bir ses tonuyla konuştu. Öyle ki bağırsa bu kadar korkunç olmayabilirdi cümleleri.

“O kızı yarına kadar getirmezseniz mezarınızı kazmaya başlayın. Duydunuz mu beni ahmak herifler!” Gerginlikle inip kalkan göğsüne ulaşan parmaklarıyla boynunda ki ipek fuları çözüp attı ve tek kelime etmesine izin vermeden adamın yüzüne kapattı. Ne yapıp edip o kızı avuçlarının arasına alacaktı. Yaşadığı onca şeyin bedeliyken her şeyi ödetmeden bırakmayacaktı. Her şeyi…

Elindeki telefonla asıl merak ettiği kişiyi aradı. Bugün için güzel bir haber almak istiyordu. Birkaç saniye sonra açılan telefonla dişlerini göstererek güldü. İnsanların üstündeki bu hakimiyetini seviyordu.

“Umarım bana güzel haberlerin vardır Jefferson!” Sesinde gizli bir tehdit yatıyordu. Laboratuvarın çıkışına ilerleyen siyahi doktor alnındaki teri silip gözlüklerini hızlı bir hareketle yukarı doğru ittirdi. Duyduğu bu ses ona ecel terleri döktürdüğü için ilk birkaç saniye konuşamadı ve yutkundu üst üste.

“E-efendim, ilk doz uygulaması denek 003 üzerinde uygulandı. Uygulamanın ilk 6 saatinde herhangi bir reaksiyon saptanmadı ve denek yarın gece saatlerinde uyandırılacak.” İlk başta kekelese de sonrasında her şeyi soluksuz anlattı.

“Güzel,”

Sinsi sırıtışı yüzüne yayılan yaşlı adam kendisine yeni bir içki doldurmak için yeniden içeriye girmişti.

“Başarısızlığa tahammülüm olmadığını biliyorsun Jefferson.”

***

Bir zamanlar küçük bir kız varmış, Bu küçük kız hep kırmızı başlıklı bir pelerin giyermiş. Bu yüzden herkes ona kırmızı başlıklı kız
diyormuş. Birgün küçük kızın annesi :
“Anneannen hasta yaptığım kurabiyeleri
ve şifalı bitkileri ona götürür müsün ?” diye sormuş. Kırmızı başlıklı kız:
“Tabi anneciğim demiş ve yola çıkmış. Annesi ona tavşan ormanındaki yoldan ayrılmamasını tembih etmiş. Kırmızı başlıklı kız yolda şarkılar söyleyerek yürüyormuş. Kendi kendine de o ormana niye tavşan ormanı dediklerini hiç tavşan görmediğini düşünüyormuş. Yolda rengarenk bir sürü çiçekler görmüş.”

Yan tarafına baktığında küçük kızının mışıl mışıl uyuduğunu gören adam masal kitabını kapatıp yatağın kenarında üstünde pembe renkli bir abajurun ve küçük bir çerçevenin bulunduğu komodinin üstüne bıraktı. Derin bir nefes alıp etrafına şöyle bir göz attıktan sonra yan yatmaktan kasılan kaslarını gevşetmek için kollarını yukarı doğru kaldırıp gerindi ve odanın kapısına doğru yürüdü. Küçük kızı her gece masal dinlemeden uyumak istemiyordu. Mavi gözlerini gözlerine dikip kirpiklerini kırpıştırınca ona hayır demek imkansız oluyordu. Çıkmadan kızını kontrol ettiğinde yastığa yayılan sarı saçları buruk bir tebessmü kondurdu dudaklarının kıyısına. Odanın ışığını kapattıktan sonra bir kahve hazırlamak için mutfağa dogru ilerledi.

Makinenin haznesine kahveyi ekleyip düğmesine bastı ve tezgahın üstünde bulunan akşam yemeğinden kalma bulaşıkları bulaşık makinesine yerleştirmek için biraz yana kayıp kollarını dirseklerine kadar sıvadı. Yemekten sonra minik kızı ile Buz Devri’ni izledikleri için tüm bulaşıklar olduğu gibi duruyordu. Eline aldığı tabaktaki yemekleri küçük bir kabın içine boşaltırken telefonunun zil sesi doldu kulaklarına. Ellerini musluğa tutup sonrasında bir bezle kurulayan adam alnına dökülen kuzguni siyah saçlarını arkaya doğru parmaklarıyla yatırdı ve telefonunu bulmak için gözlerini etrafta dolaştırdı. Mutfaktan hole geçtiğinde çevresine bakındı ama görünürde yoktu ve sesi hâlâ yankılanıyordu. Büyük ihtimalle salonda, üç ayaklı orta sehpasının üzerindeydi. Adımlarını salona yönlendirdi ve sehpanın üstünde duran telefonunu aldı. Üst üste arayan kişi annesiydi.

“Annem,” diyerek telefonu açtı. Sesinden önce annesinin hıçkırıkları yankılanmıştı telefonda.

Annesi içli bir şekilde “Yavrum, kurban olduğum çok özledim seni. Derin’i de çok özledim. Yetmez mi artık hasretlik?” dedi, bir yandan hıçkırıklarını içinde tutmaya çalışarak.

Ömer Asaf, ellerini sıkıntıyla saçlarının arasından geçirirken gözleri televizyon ünitesinde duran çerçevedeydi. Karısı, güneşi gülüşünde toplamış gibi ışıl ışıl gözlerle kameraya bakmıştı. Derin bir sızı yüreğini yoklayınca gözlerini sıkıca yumup konuşmaya zorladı kendini. “Anne… Ben yapamıyorum, onu özlemekten vazgeçemiyorum. Onu unutmak istemiyorum. Derin gözlerimin önünde annesi için ağlarken gecelerce, bunu atlatabilmek o kadar kolay değil. Seni bu kadar üzdüğüm için affet anne…” Gözünden damlayan o tek damla yaşı silerken içindeki kesif acının sadece görünen yüzünden bahsetti.

Bir de görünmeyen ve puslu bir tarafı vardı. En kuytularına kadar, bir kanser hücresi gibi pusuya yatmış en olmadık yerde ve zamanda onu gafil avlıyordu.

“Ah Ömer’im… Benim bahtsız kuzum,”Acı hıçkırığını yutmak için birkaç saniye sessizce durdu yaşlı kadın. “Artık unutmalısın oğlum. Hem kendin için hem Derin için hayatına devam etmelisin, bir yerden başlamalısın yavrum. Kaderinizde bu varmış demek ki.” Daha fazla hakim olamadı hıçkırığına yaşlı kadın. Elini ağzına kapatıp devam etti gözyaşlarını dökmeye. “Seni çok özledim Ömer’im,” Göğsüne giren sancıyla derin bir nefes aldı kadın. Son birkaç gündür sürekli bu sancılarla uyanıyordu uykusundan.

Ömer, derin bir iç çekti. Keder ve kabullenilmişliği soludu. Koskoca 1 yıl olmuştu hayat arkadaşını toprağa vereli. Onsuz geçen koskoca 1 yıl…

Yüzüne buruk bir tebessüm hakim olurken annesinin diğer söylediklerini es geçip son söylediğine cevap verdi genç adam. “Ben de çok özledim annem ve sana müjde, bir hafta sonrası için bilet almıştım. İşlerim anca bitiyor o zamana,” Annesinin sevinç nidaları onu da güldürmüştü. “Geç oldu anne, yarın işe gitmeliyim. Sen de uyu artık. Hadi hayırlı geceler,”

“Tamam kuzum. Allah’a emanet,” Kapanan telefonu rastgele koltuğa fırlattıktan sonra kendini külçe gibi koltuğa bıraktı.
Sıkıntıyla iç geçiren Ömer Asaf, sehpanın üzerinde duran bilgisayarını alıp az önce annesi daha fazla üzülmesin diye söylediği küçük yalanı gerçeğe çevirmek için Mardin uçak biletlerine bakmaya başladı. İki tane bilet aldıktan sonra bilgisayarı kapatıp tekrardan sehpaya koydu. Yorgunluk tüm vücudunu esir alınca mavi gözlerini kapatıp başını arkasındaki koltuğa yasladı. Geçmişin hatıraları zihnini kuşatırken buruk bir tebessüm kondu dudaklarına.
______________________________

Mutfağın kapısına yaslanmış bir şekilde karısının ve kızının pasta yapışını izliyordu, Ömer Asaf. Kızının sarı saçlarında annesininki gibi mor bir yazma bağlıydı. O kadar güzel görünüyordu ki, Ömer kızının çikolataya bulanmış o tatlı yanaklarını ısırmak istedi. Cıvıltısı mutfağın dört bir yanını esir almıştı. Gözlerindeki hayranlıkla onları izlerken Derin, bıcır bıcır konuşmaya başladı.

“Anne, kardeşimin canı çok mu çokolalalı pasta istedi?”

Dila, al al olmuş dolgun yanaklarıyla kızına sevgiyle bakıp önce kızının başını sonra da karnını okşadı ve gülümsedi. “Evet prensesim, kardeşinin canı çok çekmiş o yüzden hemen pastamızı dolaba koyalım da dinlensin ve kardeşin daha fazla beklemesin,” İştahla dudaklarını yalayıp sabah uyandığından beri ağzının sulanmasını sağlayan pastayı dolaba koymak için arkasına döndü. Ve bu saatte işte olması gereken kocasını kapı pervazına yaşlanmış dudağında uslanmaz bir gülüşle onları izlerken yakalamıştı. Yüreği bir kuş gibi göğsünde çırpınırken yanakları daha da kızarmıştı bu bakışlarla. O gözler ona saklı bir hazineymiş gibi bakıyordu. Sahte bir kızgınlıkla kaslarını çatıp parmağını genç adama doğru salladı.

“Bizi gizlice izlemeye utanmıyor musunuz bayım?” İnce sesindeki işve görülmeye değerdi. Göz süzmesi ile genç adam kahkaha atarak yanına geldi ve elindeki pastayı dolaba koyduktan sonra tombul yanaklarını avuçlayıp alnına bir öpücük kondurdu.

“Unuttunuz mu hanımefendi, ben sizin nazarınızda utanmaz bir adamdım. O yüzden kesinlikle utanmadım,” deyip çapkınca göz kırptı Dila’ya ve onlara gözlerini kırpıştırarak bakan minik kızının yanına gitti. Yanaklarını koklayarak öptükten sonra onu kucakladı.

“Benim prensesim, kardeşi için pasta mı yapmış?” Işıl ışıl gözlerle onu izlerken bir yandan da yanaklarındaki çikolatayı temizliyordu.

“Evet baba, kardeşime yaptık ama hepsini o yemesin. Ben de istiyorum çokolalalı pasta,”

Dudaklarını büzmüş masum masum önce annesine sonra babasına bakıyordu sürekli. Ömer Asaf, kahakaha atarak tekrar kızının yanaklarını öptü ve karısına dönünce onun sırıtan suratını görüp göz kırparak kızına döndü. “Tamam meleğim, çokolalalı pastadan sen de yiyebilirsin. Değil mi annesi?”

Evin içinde yankılanan şen kahkahalar, kötülüğün, kana susamış dişlerini bilemesini sağlıyordu. Usul usul yaklaşıp kahkahalardan geriye, acı dolu iniltileri bırakması yakındı.

***

Ömer Asaf, anıların üstüne gelmesiyle bir an nefessiz kaldığını hissetti. Ruhunu mengene gibi kavrayan acının parmakları tüm nefeslerini ona zehir etmeye yemin etmiş gibiydi. Daha fazla dayanamayarak ayağa kalktı ve portmantodan deri ceketini alıp dışarı çıktı ve biraz temiz hava almak için sahile doğru yürümeye başladı.

Yaklaşık bir yıl önce buraya taşınmışlardı Derin ile birlikte. Aslında bu evi Dila çok sevdiği için almışlardı ama gelmek nasip olmamıştı. Ön tarafı denize bakan kocaman bir verandaya sahip olan ahşap evin, arka bahçesi de kocaman bir ormana bakıyordu. Bahçeden çıktığınız gibi birkaç adım sonrası kendinizi sahilde buluyordunuz.

Esen rüzgârla birlikte Ömer ürperirken giydiği deri montun yakalarını kaldırıp rüzgarı bir nebze engellemişti. Yaklaşık on dakika kadar yürüyüp denizin tuzlu kokusunu soluduktan sonra, Derin evde tek başına olduğu için daha fazla oyalanmadan eve doğru yöneldi. Dönmeden evvel gözüne takılan şeyi önemsemeden birkaç adım ilerledi ama içgüdülerinden olsa gerek bir terslik olduğunu düşünüp tekrar geldiği yolu geri döndü.

Denize doğru temkinli adımlarla yürümeye başladı. Yaklaştıkça o karartının bir insan bedeni olduğunu fark etti. Hatta bir kadın. Koşmaya başladığı anda ceketini ve ayakkabılarını çıkartıyordu bir yandan. Üstündekilerden kurtulduktan sonra fazla uzakta olmayan kadına doğru kulaç attı. Soğuk su titremesini sağlarken endişeyle yüzüstü dönmüş kadının ölmemiş olması için dua etti.

Koltuk altlarından kavradığı kadınla birlikte kıyıya doğru yüzüp onu sudan çıkardıktan sonra sırtüstü yatırarak nefesini kontrol etti, Ömer. Çok yavaş nefes alıyordu kadın. İlk başta ne yapacağını bilemeyip afallasa da sonrasında aldığı eğitimler dolmuştu hafızasına. Gecenin karanlığı ve soğuk yetmezmiş gibi şiddetli bir yağmur başlamıştı. Denizin dalgaları onlara kadar ulaşırken lanetli bir günde olduğunu düşündü Ömer.

Vakit kaybetmeden genç kadının yüzüne yapışmış saçlarını kenara çekmiş ve burnunu parmaklarıyla kıstırdıktan sonra suni teneffüs yapmaya başlamıştı. Her denemenin ardından genç kadının yüzüne bakarken yaşadığına dair bir tepki bekliyordu.

“Hadi!” Defalarca kez bu kelimeyi tekrarlamıştı genç adam.

Aradan geçen dakikalar da kadın hiçbir tepki vermeyince Ömer’in omuzları yenilgiyle çöktü. İlk yardım işe yaramamıştı. Çıkarttığı ceketini kadının üzerini örtmek için kumların üstünden alacağı esnada kadının çenesinden sular akmaya başladı ve öksürerek yuttuğu suları geri çıkardı.

“Çok şükür yasıyorsun!”

Ömer, hemen kadının yanına oturup onu yan çevirdi ve ağzındaki suları daha rahat çıkarmasını sağladı.Yuttuğu suları geri çıkaran kadın, boğulmanın etkisiyle tekrar bilincini yitirince onu, sarsmadan kucağına alan Ömer, eve doğru yürümeye başladı dikkatli bir şekilde. Eve vardığında ışığı yanan veranda da bulunan masaya yatırdı kucağındaki kadını. Acele bir şekilde evin kapısını ardına kadar açtıktan sonra genç kadını tekrar kucaklayıp holde adımladı ve salona geçip üçlü koltuğa bıraktı.

Nefes nefese kalmıştı. Soluklarını belli bir düzene soktuktan sonra genç kadının ceplerine baktı ama ne bir kimlik ne de bir telefon buldu. Bulsa bile bir işe yarayacağını zannetmiyordu, Ömer. Gergin bir şekilde nefesini havaya üfleyip, koşar adımlarla kızını uyandırmaya gitti. Onu burda tek başına bırakamazdı.

***

Boğazındaki inanılmaz ağrı, ciğerlerinin nefessizlikten yanması, bir de üzerinden kamyon geçmiş gibi her tarafının ağrıması, gözlerini açmama isteğini körüklüyordu genç kadında. Yine de zorlukla göz kapaklarını aralayıp etrafına bakındı. Uçsuz bucaksız bir belirsizlik furyası oldu karşılaştığı. Ne, ne düşünmesi gerektiğini ne de nasıl hissetmesini bilemeyecek kadar boştu zihni. Kuytularda bir yerde hatırlayamadıklarını aradı.

Kim olduğunu hatırlamıyordu ya da nerde olduğunu bilmiyordu.

Çevresini incelemeye başladı. İlk dikkatini çeken siyah beyaz televizyon ünitesi ve onun kitaplık olarak kullanılan rafları oldu. Raflarda birkaç tane de çerçeve vardı. Anlamsız bir merak sardı içini ama kendinde o gücü bulamadı kalkıp bakmak için.

“Baba, uykum var benim.” diye bir ses duyduğunda kafasını odanın kapısına çevirdi. Karşısında duran görüntü, zihninin pusunda belli belirsiz renklerini gösterdi.

Bir adam, kocaman ihtişamlı bir kapının önünde diz çökmüş kızıl saçlı, en fazla beş yaşlarında bir kıza, pembe renkli bir mont giydiriyordu

Aynı hızla zihnini terkeden görüntüyle, başını tekrar kapı eşiğine çevirdi. O sırada mızmızlanan kızının montunu giydiren adam izlenildiğini hissedip başını kaldırdı. Koltukta yarı uzanır vaziyete gelmiş genç kız yarı baygın gözleriyle ona bakıyordu.Telaşla yerinden kalktığında ayağını kapı pervazına çarptı ama umursamadan tek ayak üstünde sekerek kadına doğru gitti. Ve yanı başına diz çöküp onu ürkek bakışlarla izleyen kadını daha fazla korkutmamak için kısık bir tonda,
“İyi misin?” diye sordu.

Baş ağrısını görmezden gelmeye çalışan genç kız farkında olmadan uzandığı yerde toparlanıp etrafına baktı çaresiz gözlerle. Sonra Ömer’e dönüp en çok merak ettiği şeyi sordu.

“Kimim ben, neden bomboş bir karanlıktan başka bir şey yok zihnimin içinde?”

-Bölüm Sonu-

*Leylifer: Gecenin ışığı

Bölüm hakkındaki eleştirilerinizi bu satıra alalım lütfen?

Bir şans verdiğiniz için teşekkür ederim ? Oylarınızı esirgemeyin lütfen.

Tags:
Paylaş
0 Yorum

Bir Cevap Bırakın

© 2023 Yazokur. Sizin için sevgiyle hazırlandı. MacroTurk

İletişim

Sizlere daha iyi hizmet edebilmek için bize mail gönderebilirsiniz.

Gönderiliyor
error: İçerik Korumalı

Kullanıcı Bilgileriniz İle Oturum Açın

veya    

Bilgilerinizi Unuttunuzmu?

Create Account